Gecenin karanliğinda doğan işIK


Sermayemdir yokluğum Hak varlığıdır karım



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə21/23
tarix30.07.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#63459
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

Sermayemdir yokluğum

Hak varlığıdır karım

Gönlümdeki mihmanım

Bildirdi beni bana.


Melamet müntesibi olan zat-ı muhterem, büyük fedakarlıklar göstermiştir. Şu zat-ı muhterem ki men aref’ten dersin almış. Nefsine arif olmuş. Kendini bulmuş, bilmiş. Sırrına ermiş. Bu da elbetteki mürşidin telkin ve tarifiyle olur.

Mürşit gerektir bildire Hakk’ı sana hakkalyakîn

Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş. Yani hükümsüz, manasız, hikmetsiz.

Hadis-i Şerif bize diyor ki: “Kendini bilen, Rabbini bilir!” Kendini bulma, bilme, sırrına erme, kesret vahdet tevhit etmenin ta kendisidir.



Muhteremler!

Melamette büyük uzantılar var: 1. devre, 2. devre, 3. devre Melamiler… Halbuki Hakk’a giden yol, senden sana gider ol. Hani biz halde tevhit edecektik? Vuslat-ı yarla halvet, halde olmalıdır.

Aman Allahım! Onlar öyle söylemiş, bunlar böyle söylemiş. Acaba hangisi doğru, hangisi değil?.. Bu tartışmalar, bu çekişmeler, sevgilinin yüzünden perdeyi kaldırmaz.

Sevgili Dostlar!

İçin için hepimizde bir yarış, bir tartışma olur: “Bizim efendi, bütün efendilerin en iyisidir. Anlıyorsunuz ya o en iyi efendi olursa, onun da görev verdikleri, onun aynısı olur.”

Anladık da öbürler Hakk’a biat etmemiş miydi?

Biatı, hakk-ı Muhammed’den kılanlar merhaba

Mürşit yüzünden Hakk’a biat edenler merhaba! Çok şükür Pir Seyyid’in mensuplarıyız. Hak Resulün izindeyiz, aşkla zevkle yanındayız.



A canım!

Derviş isen semme vechullahı bul

Kande baksan ol güzel Allah’ı bul

Gayre bakma sende iste sende bul yahu.

Sevgili Allah yolcuları!

Kemal-i edeple Hak dostun kapısını çalalım. Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.


Hak mürşidin, can mürşidin bizden istedikleri:

Dünyaya ve ukbaya taalluk eden varlıklardan geçmemiz,

Aşkla zevkle Allah deyip Hakk’a aşk ilan etmemiz.

Ol dost ile hemdem olmamız.

Harfsiz, kelamsız, sözsüz, mana alemine girmemiz.

Halvet orada, dosta vuslat orada. O hali, akıl fikretmez, dil ifade edemez. Böyle hikmetler, manidar alemler varken yabanda gezmek kime yakışır ki? Uyanık olan ehl-i tevhidin anı, cihanı değer. Canda cananla buluşmak, bilişip sevişmek, hikmetler alemine dalıp gitmek, inciler, yakutlar, mercanlar toplamak her kula müyesser olmaz. Herkes bu alemde sadakatinin, ihlasının semeresini bulur. Ne kadar güzel söylemiş Hak dost:

Neylesin talip, olamaz teslim

Ya nice bulsun ol kemalatı.



Can Dostlarım!

Öyle Hak dostlar var ki hallerini ifade edecek lisanları yok. Kıyl u kalden hale geçmişler. Dünya, ukba varlığından feragat edip Hak varlığını sermaye etmişler. Allah bu zat-ı muhteremlerin himmetlerini üzerimizden eksik etmesin.

Bizleri hayrete düşüren, şaşkına çeviren, ne yapacağımızı şaşırtan olaylar oluyor. Aman ya Rabbi! Haliyle hallenip zevkiyle zevkiyap olan susar. Halinden haberdar olmayan, zevk u sefasına ermeyen, dil olur söyler de söyler… Neler neler anlatır. Bu sır, anlatmaya, ifşa etmeye gelmez dostlar!

Sevgili Dervişlerim!

Allah aşkına gelin buluşalım, bilişelim, candan içre sevişelim. Bu kadarı yeterli değil. Ne yaptık ki, ne bildik ki hemen oldum, bildim, erdim gibi hareketler yapıyoruz. Allah’ın Resulü: “Ya Rab! Ezel ebet tut elimden. Beni bana hiç bırakma. Rabbim, ilmimi, anlayışımı ziyade eyle. Beni salihlerinden ayırma.” duasını ediyor. Bizler nasıl olmalıyız? Nasıl zevk edip yaşamalıyız? Tevhide her zamankinden daha çok muhtacız. Tevhide her zamankinden daha çok bağlanmalıyız.



Sevgili Dostlar!

Rabıtamız, can simidimizdir. Hak mürşidin telkini bizi vuslata getirecek, halvet yaptıracak, zevk u sefaya erdirecek en büyük rehber, en güzel vasıtadır.

Melamet, yalnız Melamilerin ihtiyacı değildir. Cihan, melamete muhtaçtır. Ben demiyorum ki: “Aman bizimkiler, Melamiler, el ele gönül gönüle gelin tevhidi yaşayalım, zevk edelim.”

Kıymetli Dostlar!

Ben şahsen cihana sesleniyorum. Duyabilenler için kelam-ı Hak’la davet ediyorum. Bulunduğumuz yerden haber verelim. Rabıtamızla vuslattayız, ol dost ile halvetteyiz, nazdayız, niyazdayız. Ezel ebet, kesret vahdet tevhit etmekteyiz. Hangi zerreyi Allah’ın efalinin, sıfatının ve zatının dışına çıkartacaksın? Kimi Hak’tan gayrı göreceksin?



Sevgili Dost!

Gözünü hikmetle aç, rabıtanla bak.


Tevhit et Hakk’ı Hak ile

Efal, sıfat u zat ile

Gir ol vücud-u vahide


Rabıtanla zevkinle tefekkürünle mana alemine geçme senin hakkın. Kesafetten letafete erme senin hakkın. Bu sonsuz tecelliye mazhar olan zat-ı muhteremler, kimi elinin tersiyle itebilirler? Kime “Yıkıl karşımdan, git!” diyebilirler?

Hani tevhit edecektik, halkın yüzünden Hakk’ı sevecektik? Hani fena-yı tamda bekaya erecektik? Hani kesreti vahdetten, vahdeti kesretten ayrı görmeyecektik?



A Dostlar!

Halde tevhit edenler ederler hep teşehhüt. Melametin sırrını, bakıyorum da çok ucuza aldık. Kahvede, yolda, sağda solda onu ifşa etmekteyiz. Bu öyle bir sır öyle bir hikmet, öyle bir mana ki



Melamidir evliya dahi nice enbiya

Hem cihar-ı bâsafa kendine gel hey kendine.

Ehl-i Tevhit, Ehl-i Hal, Ehl-i Zevk Olan Dost!

Siz hep sükuttasınız. Bilen, zevk edip yaşayan susar. Kıyl u kal ile meydan okuyanlara Allah hidayet eylesin. Himmet eylesin. Hal versin, zevk versin, mana versin.



Dostlar!

Halde tevhit edelim. Vuslat-ı yarla halvet olalım. Aşkla zevkle Hu diyelim Allah diyelim.



Hakk’ı Diyet Eden Dostlar!

Hak Nuruyla Nazar Edenler!

Tecelli-i Sıfatın Mazharı Olan Canlar!

Selam size, sevgi size. Allah’ın sonsuz iyilikleri olsun size.

Selam, sevgi, sonsuz dualarımla sizi ve sizi sevenleri Allah’a emanet ediyorum.

HACI BABA
***
DÜNYA-UKBA PAZARINDAN GEÇMEK!
(27. 02. 2008)
Esselamüaleyküm

Muhterem Dostlar!

Âyet, “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” diyor.

Allah’a nihayetsiz hamd ü senâ, habibine nihayetsiz salat ü selam olsun. "Taraf-ı âliyemden habib-i edibim, iki cihan serveri hatemü’l-enbiyam Hz. Muhammed Mustafam (s.a.) neyi getirip de size alın dedi ise onu alın. Resulüm, tarafımdan size neyi terk edin dedi ise, onu terk edin." Bir emir bu!

Biz size Allah ve Resulü’nün emirlerini tebliğ ediyoruz. Kendimizden bir şey söylemeye hakkımız yoktur.

Yahudiler dediler ki:

-Muhammed kendisi uyduruyor, konuşuyor, âyet diyor. Cenab-ı Hak buyurdu ki:

Onun konuşması, kendisine vahyedilenden başkası değildir. Ona bu Kur'an'ı üstün bir güç sahibi olan Cebrail öğretmiştir.”

O peygamber (s.a.), kendine ne vahyoldu ise, ondan haber veriyor. Kendinden hiçbir şey söylemiyor.

Burada size yapılan sohbetler, va’z u nasihatların hepsi Allah ve Resulü’ne dayanarak yapılır. Buradaki emir: “Habibim neyi getirip alın dedi ise, onu alın, neyi atın dedi ise onu atın.”

Biz bu cemaatimize nefs-i emmâreden kaynaklanan neler var ise, onları terk edin, diyoruz. Konuşurken nefsin karıştı mı, sus. Nefsine uyarak konuştunsa dilini ısır, sus. Nefsinizle yaptığınız ibadet bile Allah’ın yanında hiç geçerli değil. Nefsin karıştığı her şey necistir/pistir. İşte burası, nefsi tezkiye eden, terbiye eden yerdir.

Size neyi alın diyoruz? Allah’ın sevgisini alın diyoruz, aşkını alın diyoruz, muhabbetini alın diyoruz, emirlerini alın, diyoruz.

Gayemiz bu cemaati Allah ve Resulü’ne sevdirmek! Bu cemaati sırattan, mizandan geçirmek! Harem-i ismete getirmek! Evinde melek anne, yani elinden, dilinden, azalarından zarar gelmeyen insan haline getirmek.

Peygamberimize soruyorlar:

- Ya Resulallah, sevdiklerini bize tanıt da biz de onları sevelim.

Siz bunu söylemek istemez misiniz? Bunu öğrenmek istemez misiniz? Peygamber Efendimiz (s.a.) buyuruyor ki:

- Benim sevdiklerimin elinden, dilinden, azalarından kimseye zarar gelmez.

Peygamber bunları seviyor. Meselâ siz soruyorsunuz, bu cevabı alıyorsunuz. 1400 sene evveline gitmek mümkün değil, ama Hz. Muhammed (s.a.)’i lisana getirmek mümkün.

İşte biz de o Muhammedî lisanla size sohbet ederek diyoruz ki: “Elleriniz hayra çalışacak. Diliniz hayra çalışacak. Vücudunuzdan şerre kapı açılmayacak. Şerre açılan kapı, cehenneme açılan kapıdır. Cehennemin yedi kapısı vardır. Cennetin sekiz kapısı vardır.

Şu insan vücudunda cehenneme açılan kapıları kapatmak emelimizdir! Burada cehenneme açılan kapıları kapatırsanız, sizin için cehennem yok artık. O yedi kapı, insan vücudundan cehenneme açılır. İçi nâr-ı cahim olur. İçi perişan olur. Gözlerinden haram girer. Gözlerinden cehenneme kapı açılır. Ağzından cehenneme kapı açılır. Kulaklarından cehenneme kapı açılır. Ellerinden cehenneme kapı açılır. Ayaklarından cehenneme kapı açılır. Yedi cehennem kapısı insanda.

İstiyorum ki cemaatim, cehennemin kapısını kapasın, göz Hakk’a baksın. Dil Hakk’ı zikretsin, muhabbetullah yapsın. Kulaklar muhabbetullah dinlesin. El düşeni kaldırsın, acı doyursun, hizmet etsin. Halka hizmet, Hakk’a hizmet olduğu şuuruna ersin. Sırat-ı müstakim olan doğru yoldan dosdoğru yürüsün.

Biz şu insan vücudunda cehenneme açılan kapıları kapatmak için çalışıyoruz. Dedikodu, malayani cehenneme yol açıyor. Ona zikrullah veriyoruz. Zikrullah ile ağzını temizleyip Allah’a bağlanıyor. Cehenneme kapı kapanıyor; cennete kapı açılıyor. Cennetin kapısı, ağzın kapısıdır. İşte o ağzından cennete kapıyı açabilmeliyiz. Lebinden yani ağzından havz-ı kevser, hikmetler, manalar dökülüyor.



Söyler kelâm bakar sana

Görmez gözü hiç masiva

Vermiş gönül Hak’tan yana

Hep gördüğü didar, hep cemâl olur.

Dili, Hakk’ın kelâmını söyler; zikrullah yapar; muhabbetullah yapar.

Ağzından cennet kapısı açıldığı gibi bu sefer gözlerinden de cennete kapı açılır. Gözü hiç masiva görmez, hiç gayrullah görmez. Hakk’a gönül vermiş. Hep gördüğü didâr olur, cemâl olur. Cennetten cemâle bakacağız ya! Ben istiyorum seni cennet yapayım!

Gir kâmil gönlüne cennet dilersen

Fedhulü buyurdu Kur’an içinde

Hak mürşidin gönlüne girip yer tutabilmek için cehennemin cennete dönmesi lâzım. Gel dervişim zikredelim.

Eliniz hayra çalışsın. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

- Elinden, dilinden, azalarından zarar gelmez dostumun.

Ben de onun dostunu anlatıyorum. Yahut o kendi anlatıyor kendi dostunu.

Ben susayım o sohbet etsin:

Sevdiğim, düşeni kaldırandır. Sevdiğim, açı doyurandır, fakire, çocuklara merhamet edendir. Ellerinle hayra çalıştığın zaman, efalullah ile fail-i mutlak ile Allah gücü, kuvveti ile çalışıyor. Ellerinden hayra çalışıyor, vuran değil, veren el, kaldıran el, yediren el, Allah için hizmet eden el oluyor.

Kulaklarından muhabbetullah duyuyorsun, dedikodular gidiyor.



Gitti kesret, geldi vahdet

Oldu halvet dost ile

Kulağın zikrullah dinliyor.

Ehlullah demiş ki:

Çok da verme kendini dünyaya bir dem çek elin

Kati ağırdır beyim, döndüremezsin bu dolap.

Nefsin dünyasına, iğvasına/sapıtmasına, nefsin hevâsına, kötü düşüncelere çok da verme kendini. Ne var dünyada? Nefis doymaz, ejderha gibidir. Ne verirsen daha ister, ister, ister... Ne zaman elhamdulillah diyeceğiz? Yeter artık! İşte zikir veriyoruz. Zikredenler mest olur, Allah ile dost olur.

Biz ne zaman sevilen kul olacağız? Ne zaman peygambere sevilen ümmet olacağız? Vakit geçiyor artık! Ne zaman vurana elsiz olacaksın? Ne zaman taş atana ekmek vereceksin? Ne zaman sövene dilsiz olacaksın?

İstiyorum ki, benim dervişim nefsine hiç uymasın; ama hiç uymasın. Nefse uyduğu zaman, nefis onu helâk eder.

Bakınız birçok fabrikalarda kalite kontrol vardır. Kumaşı dokurken kumaş azıcık hatalı ise kontrolden geçmez. Şimdi deseler ki, Allah’ın Resulü oturuyor içerdeki odada. Fakat O’nun yanına kalite kontrolden geçenler gidecek, biat edecekler.

Ben de istiyorum ki bu cemaatimi kalite kontrolden geçirerek gönül âlemine alayım.



Gönül şehri sarayında gözüm gördü dilârayı

Nice inkar edem zahit ki gördüm ben o bedrayı.

Allah ve Resulü’nün harem-i ismetine girebilmek, mahremiyetine girebilmek ne lütuf! Benim içerdeki odada deyişim bakayım itiraz gelecek mi diyedir. Ne demek içerdeki oda? Candan, gönülden içeridir O.

Yüzüne bakan sende hiç gayrullah görmesin. Melekler, zikrinize, bağlılığınıza, samimiyetinize, sevginize kıyam dursunlar, el pençe kıyam dursunlar! Huriler size hayran olup mest ü hayran olarak hizmetinize koşsunlar.

- Niye efendim?

- Nefsi mücadelede muzaffer olmuş dervişim. Gönül kalesine tevhid bayrağını çekmiş dervişim. Gönül kapısını açmış, nârı nura, kahrı lütfa çevirmiş. Şu insan vücudunun içerisindeki nefs-i emmârenin gurur, kibir, haset, inat ateşini söndürmüş. Allah Allah Allah diyerek söndürmüş.

İçin dışın tertemiz, abdestli olacaksın. Şu cemaatimi huzura çıkartmak, gönüle koymak, vuslat-ı yarla halvete getirmek için elenmişiz varlıklardan, süzülmüşüz benliklerden, var olmuşuz Hak varlıktan, gül bizimdir gül kokarız.

Davamız; bu cemaati bütün varlıklardan süzebilmek, dünya ukba pazarından geçirebilmek, vuslat-ı yarla halvete getirebilmektir.

Gönül ister mi ki şu cemaat kalite kontrolden geçerken “Hadi sen kalite kontrolden geçemezsin!” densin. Allah korusun! Ne kadar zor! İşte gıpta edilecek yer bu. Yarışacak yer burası. Tenezzül tevazu ile buradan geçilecek.

Sakın bu işi yarına atmayın. Bu işin yarını yok! Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Bu an, bu zevk, bu hâl! Allah ihvanımıza anlayış versin, feyiz versin, aşk versin, muhabbetullah versin.

Nihayet harem-i ismetten bahsederiz, vuslat-i yarla halvetten bahsederiz, zikrullahın yapacak olduğu büyük kemalâttan bahsederiz de, bir yere kadar geliriz. Süleyman Çelebi Hz.leri buyuruyor ki:



Kim ne halidir ve mali ol mahal,

Aklı fikretmez o hâli fehm u hâl.

Öyle bir mahal, öyle bir alem, mekan yok, kelâm yok, söz yok. Bî hurûfu lafz u savt sohbet bilen anlar bizi. Harf yok, söz yok, kelâm yok. Burada ruhu şad olsun Efendim derdi:

-Bir gece harfsiz, sözsüz, kelâmsız sohbet edeceğiz.

Ben sizi sözsüz, kelâmsız bir aleme davet ediyorum. Mana olarak öyle bir geceyi yapamadık, ama ne zaman ki vuslat-ı yarla halvet eyledi, uçtu kafesten, başında bekledim.

Dedim:

-Böyle mi yapacaktın kelâmsız, harfsiz sohbeti? Ey güzeller güzeli, ey canımın cananı, ruhun ezel ebed şad olsun!



İstiyorum ki yarına hiçbir şey bırakmayalım. Yarınlar, hâl olsun. Allah ihvanımızı sevsin; sevsin, sevdiklerinden ayırmasın!

Hacca giderken erkekler beline bir büyük havlu sararlar, bir de omuzuna alırlar. Başka bir şey yok. Hatunlar geniş elbise giyerler. Bunlar onların kefenidir. İhram demek, kefen demek. Huzura gitmek, sevgiliyle buluşmak, bilişmek, kaynaşmaktır. Mikat vardır. Mikatta ihrama girilecek. Ordan ileri ihramsız geçemezsin. Dünyan alınıyor, malın mülkün alınıyor, her şeyin alınıyor, tertemiz ihramlarla boy abdesti, abdest alıyorsun. Sarılıyorsun kefenine lebbeyk Allahümme lebbeyk işte geldim ya rabbi huzurunda hazırım, emret.

Bizim de şu mukaddes vadimiz, ihram giyecek kadar mukaddestir. Buraya gelirken zikrullah ile gelinir, muhabbetullah ile gelinir. Bugün buraya gelirken bir taneniz çok aşkla zevkle gelmiş, onu bana yansıtıyor.

Öyleyse buraya gelirken dünyandan çık artık, istemiyorum dünyanı. Buraya gelirken ukbandan çık. Nefsin cennetini de istemiyorum. Ne dünya ne ukba. Vuslat-ı yarla halvete geliyorsun, muhabbetullaha geliyorsun. Hak dostlardan bir tanesi:



İstemem ben dünyayı

Hem istemem ukbayı

Buldu gönül Mevlayı

Bildirdi beni bana.

İstiyorum ki benim cemaatim, buraya gelirken biraz silkelensin, hazır olarak gelsin. Biraz aşka tutulsun. Buraya gelirken zikrullah ile tefekkür ile gelsin.

Beytullaha, Allah’ın evine giderken tabii ki edeple ahlâkla gidiyorsunuz.. Allah’a giderken nasıl gideceğiz?

Gel gönüle gir gönüle

Gönüldedir zevk u safa.

İstiyorum ki cemaatimin ayağına hiçbir şey engel olmasın. Gönlüne hiçbir şey takılmasın. Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem. Allah bize anlayış versin.

Sizi harfsiz, kelâmsız, sözsüz bir aleme getirmeye çalışırken gene o alemden kelâm etmeye çalışıyorum. Merhametimle bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Sohbetimin başında söyledim, amaç, bu cemaati Allah ve Resulü’ne sevdirmek, dünya ve ukba çekiciliğinden kurtarmak. Gönlünde Allah ve Resulü’nün miracını yaptırmak. Gönlünü Allah ve Resulü’ne karargâh eylemek.

Onun için gelirken güzelce abdestinizi alıyorsunuz, zikrullah ile geliyorsunuz. Bakalım Rabbim bugün bize ne lütfedecek, ne ikram edecek? Onun ziyafetindeyiz hep beraber. Allah ve Resulü’nün ziyafetinde bulunuyoruz.

Bu söylenilen kutsî vadiye siz de gelirken ihramlı gelin. zikrullah ile, tevhid ile mana ihramı giyin. Mukaddes vadiye gelirken dünyanız, ukbanız herşey dışarda kalsın. Pazardaki patlıcanı düşünürsen, ıspanağı düşünürsen burada hiç yerin yok. Yerleri sakın doldurmayın. İstemiyorum ben. Dünya ve ukbada eğlenme artık. Dost bekliyor! Allah bize çok iyilik versin.

Allah ihvanımıza çok feyiz versin, aşk versin, bol sevgi versin, iyilik versin! Allah hanelerinize huzur versin


DERVİŞLİK!...

İzmir, 20. 06. 2010

Esselamualeykum

Ulu sultanım, sonsuz hamd u sena. Perdelerden geçmek, mahreminize girmek, sevilen kul olmak, Hakk'ı diyet etmek ne güzel ne güzeldir!

Araştırıyorum, zevk etmeye çalışıyorum bunlar hep dervişlikten geçiyor. Öyle derviş olmalıyız ki biz bize hayran olmalıyız. Dervişliğin manevi gücünü kaldırma hiç de kolay değil.

Dervişlik dağlara verilseydi dağlar paramparça olurdu. Dervişlik insana veriliyor. İnsanın da varlık benlik dağları paramparça oluyor. Gurur, kibir, inat, benlik dağları. Şirk fiiller, şirk sıfatlar, şirk vücutlar can mürşidin telkiniyle, bunlar, harab oluyor. Çok şükür yok olup gidiyor.

Birçokları dervişlikten korkar, aleyhinde konuşur. Allah'tan kork be! Derviştir evliya hem dahi enbiya ve cihar-ı yar-i güzin.

Derviş demek nefsî mücadelede muzaffer olan, gönül kalesine tevhid bayrağını çeken, kendilerinde Allah ve Rasulünü söz sahibi yapan, cihad-ı ekberi kazanan demektir.

Allah bu dervişlerin himmetini üzerimizden hiç eksik etmesin. Allah, Hak mürşidin telkiniyle kemale eren, vuslat-ı yarla halvet olan, a canım gerçek derviş olan zümreye bizleri de ilhak eylesin.

Bütün Allah dostları, derviş oldular da harem-i ismete girdiler, mahremiyete girdiler, vuslat-ı yarla halvet ettiler.

A canım, sorabilirsin: Onlar nasıl derviş oldular?

Bir kamil mürşide varmadan olmaz. Muhakkak zikri ehlinden aldılar. Mürşid-i kamil tarafından görevlendirilen bir efendiden ders aldılar. Aldılar da emre itaat, telkine sadakatle al denileni alıp at denileni attılar. Dervişlerini zikrullah ile yetiştirdiler.

Dostlarım,

Sadık derviş olacaksınız. Emr-i Hakk'a itaat edeceksiniz. Halde tevhid edeceksiniz. Allah'ı mezarlıkta veya mezarlığın ötesinde değil; gönülde bulacaksınız. Hak emrine itaat, telkinine sadakatle gönüller fethedeceksiniz.

Dostu gönlümde buldum

Dedim elhamdulillah

Çok iyi derviş, ilham alan, feyz-i ilahiyeye mazhar olan, telkine sadakatle gönüller fetheden, hülasa insan, Hz. İnsan olandır. Hz. İnsan olma, can mürşidin telkinine sadakatle gerçekleşir.

Hasan Fehmi Efendi buyuruyor ki:

Mürşidim Ali Rahmi, bildirdi beni bana

Ol irşad-ı manevi bildirdi beni bana

Oldum tevhide davet, hemen ettim icabet

Ol sıdk ile şahadet, bildirdi beni bana

Hasan Fehmi Hz.’leri Arapça’da değil; Allahça’da kemal bulmuş, mürşidi Ali Rahmi Efendi’den kemale gelmiş ve buyuruyor ki:

Ol sıdk ile şahadet beni bana bildirdi.

Ben de dervişlerime diyorum ki Fehmi Efendi’yi kemale getiren, mürşidin telkini, o telkine gösterdiği sıdk ile şahadet. Bize kadar bunları ulaştırmakla, himmetleri üzerimizden eksik olmasın, bize ışık tutuyorlar.

Sevgili Dostlar,

Bu yolda görevli olan efendilerin tek gayeleri hizmettir. Dünyanın hengamesinden, bataklığından, nefsani olan bütün kötülüklerden bir kişi, beş kişi, on kişi kurtarabilmeleri, nefsin esaretinden kurtarıp Allah ve Rasulüne dost etmeleri…

Dostlar, buna paha biçilir mi?

Sevgili dervişimize tevhidi telkin ederken diyoruz ki:

Peygamber Efendimiz, Mekke’den Medine yoluna çıkarken emanetleri teslim etsin diye Hz. Ali’yi ölüm yatağına yatırıyor. Peygamberimizin emanete ne kadar kıymet verdiğini buradan anlıyoruz. Efendimizin emanete verdiği bu önem, hepimize bir ders olmalıdır.

Ve diyor ki “Ya Ali, burada ben nasıl zikir yapardım sen de öyle yapacaksın.” Orada Hz. Ali’ye zikrullahı telkin ediyor, cehri zikri veriyor. Müşrikler gecenin üçte ikisi geçtikten sonra Peygamber Efendimizi öldürmeye karar vermişler. O saatte toplanacaklar. “Muhammed içeride” diyorlar, telaşlanmıyorlar. Hz. Ali de aynı Peygamber Efendimiz gibi zikir yapıyordu.

Toplanıp kapıyı birden kırıp içeri girdikleri zaman ne görsünler? Bu zikri yapan Hz. Ali. Genç bir delikanlı. Müşrikler, “Sen bizi aldattın, onun gibi sesler çıkardın burada” diye zalimane bir ceza verip öldüresiye dövüyorlar.

Soruyorlar;

- Muhammed nerde?

- Bilmem, diyor, çıktı gitti.

Hayret! Kapıda birçok nöbetçi var iken, O, Hz. Sıddık’la yola çıkıyor. Sevr dağında, Sevr mağarasına. Nasip oldu o mağaraya gittik. Öyle bir dağ ki hep taş. Çıkmak kolay bir şey değil.

Taştan iz süren bir izci varmış. Peygamberin izini o mağaranın kapısına kadar sürmüş. Ne baksınlar örümcekler mağaranın ağzını ağlarla örmüşler. Güvercinler yuva yapmışlar, yumurta yapmışlar. Müşrikler mağaranın kapısına geldiği zaman, sesler içeriden duyuluyor, konuşuyorlar:

- Yok canım burada insan mı olur? Baksanıza örümcekler ağ örmüşler.

- Kuşlar yuva yapmış, yumurta bırakmışlar bakın. İnsan olsa bunu yapmazlardı.

Peygamberimizin başını getirene yüz deve va’dedilmiş. Hz. Sıddık Ef.’miz bu manzara karşısında çok korkmuş, peygamberimizi şimdi alır, keserler diye. Peygamber Efendimiz “Ya Sıddık, la tahzen, hüzünlenme. İnnallahe maana Allah bizimle beraberdir. Ve orada Hz. Sıddık’la diz dize oturup zikr-i hafiyi veriyor. Elbette dışarıda münkirler vardır, dışarıdakiler duymasın.

Dostlar,

Çok şükür bizim iki Allah dostundan kaynaklaşan tevhid yolunda cehri zikrimiz Hz. Ali Efendimizden, hafi zikrimiz de Hz. Sıddık Efendimizden gelmektedir. Bu zat-ı muhteremler bizim feyiz ve ilham kaynağımızdır. Allah, himmetlerini üzerimizden eksik etmesin.

Ledün ilminin temeli kolay atılmadı. İslam Devleti kurabilmek için ne mücadeleler yapılmış, ne sıkıntılar çekilmiş.

Sevgili Dostlar,

Allah'ın lütuf ve keremiyle biz hazır bulduk. Gelin bunun kadr u kıymetini bilenlerden olalım.


Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin