Gecenin karanliğinda doğan işIK


Aşk oduna düşmüş ise bir ȃşık



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə3/9
tarix02.11.2017
ölçüsü0,75 Mb.
#28640
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Aşk oduna düşmüş ise bir ȃşık

Bırak yansın kül olması muvafık…

BİR

Süfli olan şu dünyanın işleri, perde olup,

seni “Sen” den gizliyor…

İnsan dalmış bu dünyada hay huya, nereden

geldim, ben de kimim bilmiyor…

Bu hareket bu koşmaca nereye, aptal insan

geçmişini görmüyor…

İnanıyor yalanlara saf insan, bu dünyanın

putlarına tapıyor…

Arkadaşım kendine gel düşün sen,

sor bakalım nerden geldim, kimim ben…

Allah’ı bul ve de ol sen O’na kul,

Hakikat’e eren insan olur kul…

O’nun nuru Muhammed’i yarattı,

Muhammed’in nurundan da tüm evreni donattı… Nerden geldin bildin mi? Yani sen de bir nursun… İhlȃs ile kulluk et,

nurun parlasın dursun…

Bir devrandır Nur’dan gelir, yine Nur’a

dönersin, dilerim ki güzelim döndüğünde gülersin…

Gelen de O, dönen de O, devran bu…

Asıl suret hepsi BİR’dir gerçek bu…

./..
BİR..
Çok yerleri dolaştım anladım ki mekȃn bir

Geçmiş gelecek yalan anladım ki zaman bir

Zȃhir bȃtın iç içe anladım ki ȃlem bir

Yazan çizen aynısı anladım ki kalem bir


Tevhide gir Hakkı gör anladım ki ilah bir

Hayyül Kayyum tek O’dur anladım ki Allah bir

Ȃşıklar kime ȃşık anladım ki Maşuk bir

Ayrı değil ki Maşuk anladım ki ȃşık bir


Görünen çeşit çeşit anladım ki hepsi bir

Seven sevilen aynı anladım ki bu aşk bir

Dost Eminim mümin ol anladım ki varlık bir

Hakk’tan gelenler döner anladım ki durak bir



PIRILTILAR  -IV-

 

 



- İstediğin bir şey senin istediğin gibi olmayabilir. O şey istediğin gibi olsun veya olmasın niteleme olarak bir “oluş” tur.

Her “oluş” düşüncede vardır ve “Subhânallah” eksiksiz düşünceler bütünü, noksansız düşünendir… Bu düşüncelerden “ol!” emri ile ef’al, sıfat yansır ve her “oluş” noksanı olmayan “ Subhanallah”ın oluşturduğu bir noktadır ki; hikmeti vardır ve noksansızlığın özelliğinden dolayı eksik olmaması gereken bir noktadır. O halde her “oluş” kutsaldır, insanların bilmediği hikmetleri vardır. Biz her oluşu O’ndan bilip sevgi ve saygıyla karşılamalı ve “eyvallah” demeliyiz…

 

- Cep telefonu şarj olup enerji depolamadan onunla konuşmak mümkün olmuyor. O halde sen kendini ilahî enerji ile doldur ki senden konuşan O olsun…



 

- Seni rahatsız eden bir probleminin olması, en azından başının ağrıması bile büyük bir lütuftur! Neden derseniz; aciz olduğunuzu, muhtaç olduğunuzu hatırlar, kısmen de olsa benliğinizden sıyrılır ve kulluğunuzu hatırlarsınız. “Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dilerim!” dersiniz ki yaratılma gayenize döner Yüce Allah’a kul olursunuz… Noksansız olan “Subhanallah”ın, ihtiyacını veren “Es Samed” olanın sadece O olduğunu düşünür Allah’a yalvarır böylece O’na yaklaşırsınız…

 

- Bir gonca büyür seyr-i süluk sürecinde ve o gonca açmaya yüz tutar iyi bir derviş olunca… Bir sabah bakarsın El-Fettah “ol” demiş muhteşem bir gül açmış ki, Muhammed (sav) in hakikatini yayıyor kokusunda…


- Ancak her şeyi bilen her şeyi bilir…
- Bazı sure başlarındaki “ hurȗf-u mukatta” ayetler zȃhir ilimlerden bildiğimiz “ π ” veya “ e “ sayıları gibi ledünni bir katsayı ifadesi olabilir mi? Anlamaya irfan gerek…
- Her konu her mecliste görüşülmez, meyhanede ilahi, camide de türkü söylenmez…

- Algılama ve anlamanın sınırları vardır ki herkese göre değişir, hikmetini Yaratan bilir… Bir köpek havlıyor, bir kuş ötüyor, yanardağ püskürüyor, bir yıldız kayıyor v.d.. Bunların hikmetini anlayamıyorsun, senin algı sınırlarının dışında çünkü. Sonsuz oluşumlardan da hiç haberin yok. Ama her oluşum birbiriyle ilintilidir ve hikmet hikmet içindedir, her oluşta bir gizli hikmet vardır, bunu bil yeter…



O
Biz biz değiliz, biz O’yuz…

Bizi yaratan O’dur, O’ndanız …

Beden olduk görüldük, sıfat ile bilindik.

Ruhundan verdi bize, verdi bu canı bize…

Hem O’ndanız, hem O’yuz…

Yaşıyorsan dünyada senden işleyen O’dur, işleyen

kimse senden, anlarsın ki biz O’yuz…

Bin bir şekil görülür, bin bir esma bilinir.

Gerçeği bilen için hepsi O’ndandır, BİR’dir…

Seni ayna yapmış da O kendine bakıyor,

nasıl görmek isterse senden onu öyle görüyor…

Sen kendini bil dostum, ayrı değilsin O’ndan,

ayrı gayrı yok burda, hem O’ndanız hem O’yuz…
Vahdet-i Şuhud diye biz O’ndanız diyorlar, sonra fikir yürütüp Vahdet-i Vücȗd ile biz de O’yuz diyorlar.

Bir devrandır güzelim hem O’ndanız hem O’yuz.

O’ndan geldik, göründük, tekrar da dönüyoruz…
Zȃhir ȃleme geldik, Hakk’ı halktır bildiler,

perdeyi kaldıranlar Hakk’ı burda gördüler…

Hȃşȃ Allah değiliz, bizi yaratan O’dur,

gayrısı yoktur O’ndan, hem O’ndanız hem O’yuz…

“Ol” deyince yaratan geliyor, dönüyoruz…

Ruhun O’na dönerse senlik kalır mı sende?

İşlemezse Yaratan çürür gider beden de…

Biz değiliz yani biz, hem O’ndanız hem O’yuz…



Evvel, Ahir, Bȃki O, O olmadan biz yokuz…
VAHDET-İ VÜCȖD
Kimi der ki varlık birdir efendim

Biz bütünün parçasıyız efendim

Kimi der ki biz gölgeyiz efendim

Asıl Hakk’tır bizse halkız efendim


Varlık bütün, bizsiz olmaz efendim

Hakk’tan gayrı hiç bir şey yok efendim

Bir gölgede irade yok efendim

Gölge, asıl hepsi birdir efendim


O ruhundan üflediyse bizlere

Türlü esma göründüyse bizlere

Allah birdir gayrısı yok bizlere

Hakikat bu malum oldu efendim


Kesrette vahdeti görün efendim

Vahdette kesreti görün efendim

Gören gözde varlık birdir efendim

Bu ruh bize emanettir efendim


Dost Eminden söyleyen kim efendim

Her canlıdan işleyen kim efendim

Kimi gelir kimi döner efendim

Gayrısı yok Allah birdir efendim


MÜKEMMEL

  Mükemmel, kelime olarak tamam olan, kemale ermiş demek veya eksiği kalmamış, hiç noksanı olmayan v.b. anlamındadır.                                                            Mükemmellik O’na aittir, ki O, “Subhanallah” tır, “Allah üs Sameddir” O…

Her bir işi mükemmeldir O’nun, her oluşum mükemmeldir.

Biz bu aciz halimizle hiçbir oluşumda ne eksik, ne de fazlalık bulabiliriz. Her işinde hikmet vardır biz bilemeyiz…

Biz sadece gördüğümüze, duyduğumuza, bildiğimize, bulduğumuza, hayret içinde, haşyet içinde, huşu içinde içten gelerek“ Eyvallah ” deriz… Eyvallah O’ndan gelene, ne güzel, ne mükemmel deriz…

Mükemmel olduğunu bil ve kemȃle er ki, aslına dönüp, “Fenafillah”a eresin… O zaman senden işleyen O olur, her yaptığın mükemmel olur… Unutma “ Eyvallah “ de her işte, her oluşta “ Eyvallah “… Hiç olumsuz düşünme, eksik yapmaz ki Allah…

EYVALLAH

Mahzun olma, hüzün duyma, senin velin Rabbindir

Sakın korkma sahibin O, kudretli Melikindir

Yaratandır, yaşatandır, Mevlan’dır, İlahındır

Vesveseci şeytanın şerrinden koruyandır                                

 

Hayırlıdır her bir işi, söyle daim eyvallah



Gör bakalım neler eyler, ondadır gerçek felah

Güzel Mevla güzel işler, güzellik verir Allah

Düşünerek kalpten söyle, Lȃilȃheillallah

Sıkılma sen sonu ferah takdir edendir Allah

Her isteğin olmaz hemen hikmeti bilen Allah

Hayırlıyı iste O’ndan sabreyle verir Allah

Dost Eminim hep güzel gör, yapan, yaptıran Allah

  

Kulu isen Padişahın her emrine eyvallah



Ezel ebed Baki olan Mevla’ya de eyvallah

Hikmet O’nda, hayır O’nda, huzur O’nda eyvallah

Hayran hayran izle O’nu her işine eyvallah…

            


    ZȂHİR


Yol boyu baharın canlılığı, renklerin çeşitliği ve

mis kokulu havanın ferahlığı insanın içini açıyordu.

Etrafı gülen gözlerle izliyorken sol tarafımda bir tarla ilgimi çekti. Tarla kıpkızıl bir renge boyanmıştı, yeşil tarlayı tümüyle gelincikler kaplamıştı, enfes bir manzaraydı… Aynı yoldan geçtikçe gözüm tarlaya kayıyor gelincikleri izliyordum. Zamanla o diri kızıl yapraklar solmaya, çiçeğini övünçle taşıyan gövdeler bükülmeye başladı ve bir zaman sonra o enfes manzaradan , gelincik kızılından eser kalmadı… Zamanı gelince tekrar canlanmayı sağlayacak tohumlarıyla toprağa yapıştılar… Nerede kaldı o canlılık, o güzellik, o renk cümbüşü…

Bir laboratuardı sanki, oluşumu gördük, ölümü gördük ve düşündük; “Ol” dedi Allah-u Teȃlȃ oldu olanlar, “Öl” dediğinde ise öldü ölenler… Ey dost!

Taşıdığın can ile yaşadığın hayatı benzet bakalım, gelincikten ne farkın var? Hakk Teȃlȃ sonsuz oluşumlarla tecelli ettiğinde gelincik gibisin sen de…

“Ol” denildi oldun ve “öl” emriyle öleceksin ve de her “ef’al” ve her “sıfat”ınla O’nun benzersiz bir özelliğini, güzelliğini sergileyeceksin…

Suphanallah noksansızdır, düşünülebilen veya düşünülemeyen tüm kavramlar O’na aittir. O ister ise “Ol” der ve sonsuz güzelliklerinden biri o anda oluşur

Yani zȃhirde zuhur eder… Zuhur eder zȃhir olur…


Aşağıdaki şiirde değişimi, dönüşümü okuyalım;

Bȃtın idin, Zȃhir oldun

Anda oldun, anda oldun

Zuhuratta ayna oldun

Anda oldun, anda oldun


Bir göründün, bir kayboldun

Çiçek oldun, açıp soldun

Zȃhir iken Bȃtın oldun

Anda oldun, anda oldun


Evvelinde Sen var idin

Ahirinde yine sendin

Zȃhir geldin, Bȃtın gittin

Anda oldun, anda oldun


Dost Eminim Zȃhir oldun

Kesret gördün Vahdet buldun

Hȃlık’ına ȃşık oldun

Anda oldun, anda oldun ….

Zuhur etti kesrette, bilen bildi, gören gördü...

Zuhur ettin zȃhir oldu

Evvel olan ahir oldu

Kuddüs geldi tahir oldu

Zuhur ettin zȃhir oldu
Mazharındır her görünen

Sıfat, ef’al hepsi senden

Zȃhir olan gelir nerden

Zuhur ettin zȃhir oldu


Dost Emin’e malum oldu

Kenz-i Mahfi ayna oldu

Gördü, bildi yakin oldu

Zuhur ettin zȃhir oldu


“Zȃhir” olan yine emre uyar ve bir gün gelir döner “Bȃtın”a…

Gördüğüne bir de böyle bak dost. Görebildiğin, göremediğin, algılayabildiğin veya algılayamadığın her düşünce, hareket, kavram O’ndandır, yani tüm ef’al BİR’den gelir, Allahın izniyle olur her şey… Başka bir güç asla mevcut değildir. Düşün ve kalbinin tȃ içinden söyle “Lȃilȃheillallah”…

Seyret cihanı ve insanı, anla ki her biri ayrı bir eserdir O’ndan… Gelip dönenler “Zȃt”’dan birer sıfattır, titre ve tazim eyle saygı ile de “Allah” …


Zȃhir, Bȃtın tek O var…

TEK “O” VAR


“Ol” deyince bir anda Kenz-i Mahfi açıldı

Ayna oldu güzellik ȃlemlere saçıldı

Zȃhir oldu bȃtınken başladı devr-i ȃlem

Gelen döner kendine Zȃhir, Bȃtın tek O var


Tek O varken ezelde şimdi yine tek O var

Bȃki kalan ebedde yine O’dur tek O var

Görünür her an başka sen ben yokuz hep O var

Vahdeti gör kesrette Zȃhir, Bȃtın tek O var


Dost Eminim tek O var, yaratan O, tek O var

Yaratılan her şeyde görünendir tek O var

Ayrı yoktur gayrı yok başkalık yok tek O var

Gelen döner kendine Zȃhir, Bȃtın tek O var




“Evvel O, Ȃhir O, Zȃhir O, Bȃtın O.” (Hadid-3)

Yüce Rabbimiz Ayet-i Kerime ile “Zȃhir” olduğunu belirtiyor… Ama perdeli insan baktığında Yaratan yerine yaratılanı görüyor…

Çevrenle ilişki içindeyken “Zȃhir” i görmeye çalışmalısın. Gördüklerine bu nazarla baktığında hayatın tadını alacaksın, BİR’likte kendini bulacaksın, aşk içinde yok olacak, gerçekte “Var” olacaksın…
05 / 06 / 2008

KULAK

 

Göklerde ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih etmektedir. Azîz’dir O, Hakîm’dir.”  ( Hadîd 57/1)



 

Zamanı unut, derin düşün ve biraz soyut…

Bir enerji, bir titreşimdi ki tesbihteydi  her daim…

İnliyordu, ünlüyordu O’nu : “Allah! Allah! LÂİLÂHEİLLALLAH!.”

Duymuyordu KULAK, zira tıkalıydı, perdeliydi…

Yoğuştu enerji zikrin gücüyle bir partikül oluştu ve elektron gibi raksa başladı…

Semâ’ ederken diyordu :  “Allah! Allah! ALLAH!.

Yine duymadı onu KULAK

 

Duysun zikrini, tesbihini diye oluştu HAVA, inledi : “Subhânallah”..



İşittiremedi, SU oldu, bir rahmetti ve dedi “Elhamdülillah”…

ATEŞ oldu yine Hakk ismini duyuramadı, duymadı KULAK

TOPRAKtı artık, türlü şekillerde bazen kaya, bazen balçıktı, çekiyordu : “Allah! Allah! Yâ HU!.”

Her yer ve her zaman içinde tek görevi vardı tesbih ederdi O’nu… Duymadı KULAK

 

Acaba dedi değerli maden olsam, altın olsam, elmas olsam kulaklara yakın olsam…



Yine duyuramadı sesini, Allah’ı tesbihini…
Toprak baktı ki olmuyor, duyuramıyor sesini, kimse duymuyor tesbihini, bâri yeşerip bir bitki olayım, açayım yaprak, zikredeyim “Allah! Allah!” diyeyim “Yâ HAKK dedi…

Çiçek, meyve, derken gören gözlere O’nu hatırlatayım, sesimi duyurayım, diyerek bitki oldu her an zikire daldı…

Türlü çeşit söyledi Hakk’ı tesbih eyledi.

Duymuyordu KULAK

 

Ne yapmalı dedi, nasıl duyurmalı, tüm yaratılmışlar anıyor Hȃlık’ını, Rab’bını, insan neden duymaz Allah adını!..



 

Bir kuş oldu ve dedi, uçayım, şakıyayım Allah adını, belki duymayan kulağa duyurayım…

Duymadı o güzel sesi anlamadı tesbihi…

Hayat buldu kȃinat dile geldi hayvanat : “Allah! Allah! Ya HAYY!.” Ama onu da duymadı KULAK

 

Beşere dönüştü yaratılan.



Artık aklı vardı ve duyuları ile gözlemliyordu diğer yaratıkları…

Yaratılanları izledi ancak beş duyu ile ne dediklerini bilemedi.

Yine duyamıyordu büyük koroyu, atomun içindeki zikri bilemiyordu, galaksilerin hareketini göremiyordu, ilahî bir zikir yankılanıyordu dâima, ancak beşer bunu duyamıyordu…

Bir kontak oldu görünmezden, ne olduysa beşer aklıyla Yaratan’ı buldu…

Buldu veya bulduruldu ve insan’a ulaştı beşer…

İman etti Allah’a, ibadet etti, zikir etti…



Evvel, Âhir Var olanı : “Allah! Allah! Yâ KAYYUM!. diyerek andı…

Neden yaratıldığını anladı ve yükseltti sesini, tüm yaratılanlarla birlikte söyledi tesbihini…

Ancak kendi sesini duyuyor diğerlerini duyamıyordu KULAK

 

Giderek yaklaştı Mevla’sına insanın hası oldu, İnsan-ı Kȃmil oldu… KULAK açıldı GÖNÜL oldu…



Tüm yaratılmışlar tesbih ediyordu ve GÖNÜL hepsini duyuyordu… Her zerre çekiyor HU kendince tesbih ediyor O’nu…

Kȃmil insan her bir şeyi yok eyledi Ya KAHHAR ismiyle O’nu tesbih eyledi…

Dinledi ilahi koroyu, tüm varlığı BİR eyledi…

 

 



Her taraftan ses geliyor

Her şey O'nu zikrediyor

Kulağın aç iyi dinle

Canlı cansız Allah diyor…

 

Atomların titreşiyor



Moleküller birleşiyor

Hücrelerden ses geliyor

Canlı cansız Allah diyor

 

Koyun kuzu meleşiyor



Kuşlar ne hoş ötüşüyor

Türlü hayvan bağrışıyor

Canlı cansız Allah diyor…

 

İnsan O'nu zikrediyor



Dervişleri Hu çekiyor

Müzik O'ndan ses veriyor

Canlı cansız Allah diyor…

 

Ay dönüyor Yer dönüyor



Güneş bile raks ediyor

Tüm kâinât dans ediyor

Canlı cansız Allah diyor…

 

Gönül gözün açık olsun



Kulakların O'nu duysun

Dost Emin’im Hakk'la olsun

Canlı cansız Allah diyor…

 

 

Güzel dost!



Sen de katıl bu BİZ’liğe, bu muazzam BİR’liğe, eşlik et ilahî senfoniye…

Söyleyen kim, söyleten kim anlayacaksın, bütün zikir kendinden kendinedir duyacaksın!…

 

BİZ KİMİZ
Seni kim yarattıysa beni de O yarattı

Hikmetini O bilir neden niçin yarattı

“OL” deyince o anda kȃinatı yarattı

Beni kim yarattıysa seni de O yarattı…
Vacib-ül Vücȗd yani zorunlu ilk varlık O idi ezelde… Zira mutlak yokluktan varlık olamazdı….

Sen, ben ve her bir şey O’nun mülkiyetinde, tasarrufunda yani O’nda, O’nun olan birer nokta idik, Ayan-ı Sabite idik… Bilinmeklik, sevilmeklik istedi kendinden kendine ve “OL” dedi, oluştu bu zuhurat, bu kȃinat, bu ȃlem… Saçıldı “Kenz-i Mahfi” denen gizli hazine, hem de ne hazine…

Ezelde TEK idik zȃhirde çok göründük, “Vahdet de Kesret” olduk yani…

Biz kimiz dedik, sorduk kendimize. Gözler perdeliydi,

tefekkür ettik, bir şeyler düştü gönül gözümüze…

“Ol” der ise olur öyle

Hakk yaratmış bizi böyle

Olamaz ki şöyle böyle

Hakk yaratmış bizi böyle
Ezel ebed tekdir Allah

Hiçbir şey yok vardır Allah

Çok görme sen birdir Allah

Hakk yaratmış bizi böyle


Gördüklerin hepsi O’ndan

Çiçek, böcek ve de insan

Sanma ki sen şundan bundan

Hakk yaratmış bizi böyle


“Ol” denilen hemen olmuş

Nasıl derse öyle olmuş

Tüm güzellik böyle olmuş

Hakk yaratmış bizi böyle


Her şey anda oluşuyor

Bir cümbüştür koşuşuyor

Dönüp Hakk’la buluşuyor

Hakk yaratmış bizi böyle


Dost Eminim Hakk’ı bilir

Her an her şey O’ndan gelir

Seven kalpler neşelidir

Hakk yaratmış bizi böyle


Ezelde TEK olan halen öyledir ve ebedde de olacaktır… Yoktur O’ndan gayrısı… Kesretteki Vahdeti

gör ve izle O’nu… Her ef’al, her sıfat O’ndandır, ZȂT’ındandır… Görünüp kaybolan fȃni görüntülere kapılma “ Bȃki” olanı gör, varlıktaki birliği, “Vahdet-i Vücȗd”u

görmeye, hissetmeye çalışalım, aklımızı kullanalım insan olarak, yaratanı tanıyalım.

Gelmedin dünyaya hayvan olarak

İnsan ol, insan kal, insan olarak

Neden, niçin geldin, kafa yorarak

Yaratanı tanı insan olarak


Canlıyı, cansızı, seni ve beni

Mevlamız yarattı bütün evreni

Aklını kullan da bil sen kendini

Allahın kulusun insan olarak


Gördüğün hayalin gerçeği de var

Zȃhir’in dışında Bȃtın ȃlem var

Hem orda hem burda bir tek Tanrı var

Gerçeği bilmeli insan olarak


Gerçeği bilirsen Hakk’ı görürsün

Her işte, oluşta, O’nu bulursun

O’nunla BİR olur O’nla olursun

Hem O’sun, hem O’ndan, insan olarak


Dost Emin diyor ki, inan, bilerek

“Vücȗd”da “Şuhud”da “Vahdet” görerek

Gerçeğe erersin Hakk’ı bularak

Sen hiçsin Hakk vardır, insan olarak


Güzel dostum o halde biz kimiz diye soralım ve düşünelim… Bakın şiirsel olarak aşağıdaki dizelere ;


BİZ KİMİZ
Veren de O, alan da O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz

Türlü çeşit yaratan O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz


Celȃl de O, Cemȃl de O, biz kimiz

Hasta edip inleten O, biz kimiz

Şifa veren Şafi de O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz


Olduran O, öldüren O, biz kimiz

Muhyi de O, Mümid de O, biz kimiz

Varlık da O, yokluk da O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz


Çokluk da O, Bir’lik de O, biz kimiz

Gayrısı yok, her şeyde O, biz kimiz

Sameddir O, Ehaddır O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz


Düşün sen de kimiz diye, biz kimiz

Hu diyelim Hu diyelim, biz kimiz

Anladın mı güzel dostum, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz


Ȃşık da O, Maşuk da O, biz kimiz

Aşk içinde bir aşktır O, biz kimiz

Dost Emin’in dostudur O, biz kimiz

Bizi bizden işleyen O, biz kimiz



KORKU
Korktum, ürperdim, titredim, çok korktum canımın canları çok… Neden korktum, niçin korktum bilir misiniz?

Ya tek dayanağım, yaşam ışığım, hayatımın anlamı, huzurum, zevkim, haz kaynağım, her şeyim Aşk’ım yok olursa, ya sönüverirse Aşk’ın ateşi!..

Ya nurlar aydınlatmazsa, gözlerim karanlıkta kalırsa!..

Ya secdelerden uzak kalırsa başım, göz yaşları kurursa!..

Ya bu cennet uzaklara giderse, gördüğüm güzellikler kaybolursa!..

Ya benim Şahgülüm kokmazsa, burnumdan gönlüme mis kokularını salmazsa!..

Sonra bu servetimi, bu gerçek serveti bana kim verdiyse, kim bahşettiyse O’na yalnızca O’na yalvardım ki, sen verdin nolur sen alma… Benim Dost’umsun, hem benim Maşuk’umsun, sen ilahımsın, nurumsun…

Ben dedim de zinhar affet yanlışımı, ağız alışmış işte…

Ben yokum ki bir an için görünensin benden böyle, o halde bu duygular kimden kime…

A benim Sultan’ım bu duygular senden sanadır, senden sanadır da belki bu da bir aşamadır…

Muhabbetullah aşamasında bu aşkı verdin inşallah Marifet’ine erdir de her şey sende yok olsun, sende yok olayım da Tek var olanı seni bulayım, bulayım da ben hiç olayım ve Tek olanda var olayım…

Neticede korku yok olsun. Hiç olan hiçbir şeye sahip olamayan neyin kaybından korkar ki?...

Böylece irfana geldim, korkuyu yendim, kulluğa erdim…

“ Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de “ Yunus-62

Ayetin sırlarından birini de belki bildim…


Sevgili canlar korkuyu yenin. Basamaklar tek tek çıkılır da seviyeler artar. Belki bir gün bakarsınız ki, dağları aşmışız, korku dağlarda kalmış, Var’lığa kavuşmuşuz… Dağların çok üzerinde arşlara çıkmışız da CANAN bize BİZ demiş… Ayrı kalmamış, gayrı hiç olmuş…

VAHA
Çölde yürümektesin… Nereye?

Bir vaha görmüştün uzaklarda ya, oraya…

Serap olmasın!.. Olsa, olmasa yine de yürümelisin, başka yönler zaten bomboş…

Yoruldun biliyorum, henüz çok uzakta vaha, dilin damağın kurudu fakat yürümelisin. Durduğun anda hedefin kalmaz, kum seni yutar, boşa harcarsın kendini.

Yürü o halde; sıkılsan da, yorulsan da, zaman zaman umudun yittiğini anlasan da yine de bir olasılıktır vaha’ya ulaşabilmek…

En kötüsü de yürüyüşte bazen için daralır, etrafında sanki, sarı soluk hüzün çiçekleri açar, umudun kaybolur. Sakın bırakma kendini, her “Kabz” halini “Bast” izler unutma…

Korkma umut ve içtenlikle devam et yürümeye, belki evet, belki umduğundan daha önce kavuşursun ve belki sen giderken ona, vaha da sana doğru gelebilir…

Kavuştuğunda kana kana içeceksin vaha’nın serin sularından ve kendinden geçip, bir parçası olacaksın vaha’nın… Bekleyeceksin sana doğru gelenleri, belki sana yani vaha’ya içtenlikle özlemle yürüyenlere sen de yaklaşacaksın, hatta sana yürüyerek gelene sen koşar adım yaklaşacaksın…

Ayrı düşenler, garipler dönecek vaha’ya ve vaha kaplayacak tüm çölü ve çöl yok olacak, her yer tek, yani vaha olacak…

Gelip geçici ömründe bir çöldesin, bir rüyadasın, hakikat yurdu vaha’ ya yürü ebediyen kurtulacaksın…

Haydi yürü daha duracak mısın?…

KȂMİL İNSAN
Yaratılanlar eksi veya artı gibi zıtlıkları sergilerler. Zıtlıklar arasında göreceli olarak değişik nitelikler görülür. Her algılama bize göre olduğundan örneğin bize göre yumuşak olan bir başkasına göre sert veya bize göre sıcak olan bir başkası için soğuk olabilir. Mutlak olarak neyin niçin o şekilde yaratıldığını, görevinin ne olduğunu, işlevinin ne olduğunu Yaratan yüce Mevla’mızdan başkasının tam olarak bilmesine imkȃn yoktur. Çünkü her yaratılan sınırlı imkȃnlarla donatılmıştır, noksandır. Noksanı olmayan Suphanallah O’dur ki hikmetinden sual olmaz…

Bu girişten sonra kendi açımdan düşündüm, yaratılanları nitelikleri açısından kabaca iki ayrı sınıfa ayırarak tefekkür ettim. Şöyle ki; maddenin atomundan itibaren en ileri vücȗd düzeylerine kadar Yaratan öyle bir düzen koymuş ki, değersiz olanlar bir tarafta, değerli olanlar diğer tarafta. Ayrıca bir terazi düşünürsek, değerli olanın miktarı az fakat yoğunluğu fazla olduğundan diğer kefedeki değersiz ve yoğunluğu az olan fakat miktarı çok görünen kümeye belki de denk oluyor…

Bu önerme için değişik örnekler düşündüm:

Cansız ȃlemde birçok örnek olmakla birlikte aklıma kömür ve elmas geldi. Her ikisi de karbon kökenli ancak bir yanda kömür diğer yanda elmas. Elmas az, özel ve değerli…

Canlı ȃlemden bitkileri ikiye ayırırsak, büyük bölümü önemli değilken, bir bölümü diğer canlılara gıda olma özelliğinde hatta şifa vermekte. Besin ve şifa özelliği olan bitkiler az, özel ve değerli…

Hayvanların büyük kısmı bize göre muzır ve vahşi nitelikte iken bir kısmı ehil hayvan olarak insanların hizmetinde, hatta can dostu. Çokça örnek verilebilir ancak sonuçta faydalı olan hayvanlar da diğerlerine göre az, özel ve değerli…

En gelişkin canlı olan insanı yani beşer olarak yaratılan varlığı düşünürsek, az bir bölümü akıl ve irade sayesinde insan sınıfına girer, büyük bölümü beşer gelir beşer gider… İnsanları da ikiye ayırabiliriz; gördüğü dünyaya bağlı yaşayan maddeciler ile ilahi mesajları dikkate alan manevi yönü olan insanlar. Manevi özelliği olan insanları da ikiye ayırabiliriz; büyük bölümü taklidi iman ile babadan gördüğünü düşünmeden tekrarlayanlar ile düşünerek tahkiki imana ulaşanlar… Tahkiki iman ile gerçek mümin olanları da ikiye ayırabiliriz ki, büyük kısmı şeri uygulamaları yeterli görerek ibadete devam edenler, diğer kesim ise “hakikat” yolunda Hakka ulaşmak isteyenler… Hakikat yolcuları da ikiye ayrılabilir, yolda ayağı kayanlar ile dosdoğru ilerleyenler…

Bu ȃlemde süzüle süzüle dosdoğru yoldan Hakka ulaşanlar, fenafillaha, bekabillaha erenler de var… İşte kemȃlata eren, Allah-u Tealanın yeryüzünde halifesi olan bu nadir kişilere “Kȃmil İnsan” diyoruz… Ne mutlu ona, ne mutlu kȃmil insana…

Şüphesiz Allah(cc) en iyisini bilir…
En şerefli mahlȗksun kamil insan oldunsa

Dost Eminim ne mutlu doğru yolu buldunsa”


Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin