Sübutî sıfatlar:
İmam Eşari’ye göre yedi tanedir.
1- Hayat
2- İlim
3- İrade
4- Kudret
5- Sem (işitme)
6- Basar (görme)
7- Kelâm
Maturidi mezhebine göre sekizinci bir sıfat olarak Tekvin (Yaratma, var etme) sıfatı da mevcutdur, ancak bu sıfatı “Kudret” sıfatı içinde kabul edenler de vardır.
Allah’ın bütün güzel isimleri bu sıfatlardan birine dayanır.
***
Tevhid anlayışında Allah’tan gayrı olan hiçbir şey mevcut olamaz yani “mȃsiva” yoktur… Bu konuya uygun bir şiirimi aşağıda sunuyorum,
MȂSİVA
Tek Sen varsın ȃlemde mȃsiva yok sen varsın
Fail Sen’sin fiilde mȃsiva yok sen varsın
Sıfatta mevsuf Sen’sin mȃsiva yok sen varsın
Tek Sen varsın ȃlemde mȃsiva yok sen varsın
Fiilde fail Sen’sin her işi Sen yaparsın
Sonsuz esma görünür bilinen müsemmasın
Canlı cansız mahlȗkta her an ayrı şandasın
La faile illallah mȃsiva yok sen varsın
Başka yoktur ȃlemde mevsuf Sen’sin Sen varsın
Hayat, ilim, irade, kudret Sen’sin Sen varsın
Semi, basar, sıfatın kevni kelam Sen varsın
Görünen görünmeyen mȃsiva yok Sen varsın
Dost Emin Sen’den gelir, mahlȗkat yok Sen varsın
Varlık Sen’i gösterir ezel, ebed Sen varsın
Eşya göze perdedir içte dışta Sen varsın
Arif olanlar bilir mȃsiva yok Sen varsın
***
Bu yazıda tevhid yolunda tevhid-i sıfat anlayışı ve “ La mevsufe illallah” kavramının zevki için birkaç açıklama yapılmıştır. Tasavvuf ilmi içinde bizimki bir küçük damladır. Nefsimize aldanıp da bizde bize ait ayrı bir şey olduğunu sananlardan olmayız inşallah…
MEVSUF
Tüm sıfat-ı sübutu insan kendinden sandı
Hayat, ilim, irade, kudret sanki ondandı
Semi, Basar ondaydı, kevni kelam sıfattı
Aklı O’na tuzaktı mevsuf olan Allah’tı
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe
Düşünsene ey insan sen kimsin ki sıfat ne
Ayrı bir varlık mısın olacak sıfat sende
Halk etti seni Hȃlık görünürsün Zȃhirde
Bȃtın, Zȃhir tek O var, tek O işler ȃlemde
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe
Dost Eminim biliyor, fiil, sıfat, Zȃt’ından
Bizde bir şey yok diyor, bizdeki de hep O’ndan
İnsanlar aldanıyor sanıyor sıfat ondan
Olmayan bir varlıkta bahsedilmez sıfattan
İnsan nefse aldandı akıl ermez bu işe
Gerçekten hayret bir şey şaştım kaldım bu işe
HAYAT
Hiçbir şey yok idi, ȃmȃ idi, tek var olan “O” idi… O’nun indinde ise her bir şey var idi, ayan-ı sabite halinde O sahip idi… Zuhura gelip bilinsinler istedi ve “Ol” emriyle var kıldı her bir şeyi… Kenz-i mahfi açıldı ve hȃla açılır durur, güzellikler saçılır durur, görenler ȃşık olur, akıllar durur…
“Ol” denince, önce nur oldu ( Biz buna Muhammedin nuru deriz..) ki bu enerji dalgası kapladı ȃlemleri… Bu dalgalardan mini minnacık parçacıklar oluştu ve sonra çeşit, çeşit özellikte, nitelikte, nicelikte atomlar var oldu… Bu atomlar duydu “Ol” emrini de karışımlar, bileşimler oluşmaya başladı… Hareket hiç durmadı, hareketten ısı doğdu, ateşte birleşen atomlardan hava oldu uçtu gökte ve ayrı iki cins atomdan su doğdu, aktı durdu ve diğer birleşimlerden elementler oluştu, karıştı, toprak yeryüzüne yayıldı…
“Ol” emri ile yine bu görünür ȃlemde canlılar oluştu ki önce tek hücreden başladı ama bölündü çoğaldılar, evrildiler, geliştiler. Peki, can nasıl geldi dersen, “Ol” diyenden, O’ ndan geldi, zira üflemişti ruhundan… O’nun emri ile ortamın şartları ve işleyen yasaları sonucunda cansızdan bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan beşere ve beşerden insana kadar bir evrim söz konusu idi... Kendi türünde kemȃle ermenin sonucuydu belki... Her an değişim ve dönüşüm sözkonusu idi belki de...
İşte bu hayatı var eden ve daim diri olan El-Hayy diğer bir ismiyle hayat veren El-Muhyî’dir…
***
Peki gaye ne idi? Kur’anda ne deniyor bakalım;
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” ( 2/30 )
“Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” ( 36/82 )
Bu hayatın gayesi olan halife, insan-ı kȃmildir ve o
Yeryüzünde zȃhir olmuş Hakk’ın aynasıdır…
Hayat böylece ortaya çıktı ve halen “Ol” dedikçe Allah, hayat sürmekte, hatta evren gibi genişleyerek sürmekte... Evren için ikinci fazda büzüşme var diyorlar yani başlangıç noktasına geri dönüş… Şüphesiz O’ndan gedik yine O’na döneceğiz…
***
Tohumdan tohum çıkar
İlk tohum nerden çıkar
Ol demeseydi Hȃlık
Nasıl olurdu mahlȗk
İlk tohuma ol dedi
Çiçekler meyve verdi
Tohumdan tohum geldi
Vahdete kesret dendi
İşte bunu bilenler
Kemâlâta ererler
Kemâlâta erenler
Menşeine dönerler…
İRADE
İrade; bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istenç olarak tanımlanmakta. Ezelden ebede yapan, çatan Hakk’ın iradesine “külli irade” diyoruz. Ayrıca insanın yapma yetisine de “cüzi irade” deniyor.
Yola çıkan sȃliklerde irade kavramı hakkında çelişkili düşünceler olabiliyor. Cüzi irade var mı? Var ise ne kadar? gibi…
Kendimce şöyle bir formül düşündüm; cüzi iradenin külli iradeye oranı yani külli iradedeki miktarı, kişiye özel esmanın toplam esmadaki miktarı kadardır diyebiliriz…
( cüzi irade / külli irade = kişisel esma / toplam esma )
Bu değerin sıfıra çok yakın olduğu açıktır…
Yine formüle göre düşünürsek; topluluk olarak edilen dualarda kişisel esma miktarı artacağından cüzi iradenin, isteğin etkinliği de artacaktır, ne kadar kalabalık kişi aynı dilekte bulunursa cüzi irade artışa geçer, yani diğer bir ifade ile sinerjik etki oluşur… Diğer yandan Allah’ın velilerinde normal bir kişiye göre daha etkili ve fazla miktarda esma zuhura geldiğinden onların cüzi iradesinin etkisi de normalden fazla olur… Veliyullahta mevcut etkin esmanın niteliği itibariyle cüzi iradeleri netice verir ki biz bunlara keramet diyoruz… Yani bu üstün kapasiteli velilerin duası, dileğiyle bazı istekler yerine gelir, sonuç verir… Diğer bir ifadeyle o veliler senin için Hızır (as) yerindedir…
***
Ancak tevhid ehli için işin doğrusu şu ki; fail Allah, mevsuf Allah ve mevcud Allah olduğu için cüzi irade de yoktur… Tek O vardır ve sadece O’nun iradesi sözkonusudur…
Topraktın yani cansız, hareketsiz bir elementler yığını… “Ol” dedi yüce Tanrı ve sen hücre, hücre çoğaldın… Sana ruhundan ruh verdi sen o ruhunla can buldun, insan oldun… O ruhtur seni canlı kılan, insan yapan, bedenin tamamen yaratıldı topraktan… Akıl verdi, idrȃkini açtı ve seni terbiye etti Rabbin… Anladın ki ben O’nun ruhuyla mücehhez bir canlıyım… Sen kendinde ve tüm yaratılmışlarda O’nu gördün, O’nu bildin tevhide girdin, varlığı Bir’ledin… O halde idrȃki açılmamış insanlar gibi “ ben şunu yaptım, ben şuna sahibim vb. “ diyebilir misin, kendini ve diğer yaratıkları Allah’tan ayrı görebilir misin? Fiili, sıfatı kendine nisbet etmek şirke düşmek olur ki en büyük günahtır…
***
Sen senlikten çıkmadıkça
Şirk-i hafi senden gitmez
Benliğini atmadıkça
Şirk-i hafi senden gitmez
Fail Hakk’tır bilmedikçe
Sıfatların vermedikçe
Vücȗd O’nun demedikçe
Şirk-i hafi senden gitmez
Daim zikir etmedikçe
Zanlarını silmedikçe
Tevhid ile ölmedikçe
Şirk-i hafi senden gitmez
Dost Eminim boşa demez
Fena bulan şirke düşmez
Ne zaman ki benlik bitmez
Şirk-i hafi senden gitmez
***
Allah bizleri benliğinden çıkmış, tevhide girmiş, hakikate ermiş, marifete ulaşmış ariflerden etsin inşallah… O zaman sen O’ndan razı O senden razı olarak cennetine buyur eder ki o cennet hem burada hem oradadır… Razı olan Bir’dir, sen senden razı ol yeter, kim olduğunu bil yeter…
Hayatı ilmiyle var eden, iradesiyle yöneten kudret O’nundur… Nisbetler farklı görünse de kesrette de Vahid-i Ahad O’dur… Bir tek irade vardır o da O’nundur…
Sevgili ne isterse ben de onu isterim
İstemek ne kelime iradem yoktur benim
İrade hep O’nundur belki de murad benim
Sevgili ne isterse ben de onu isterim
Allah dilemez ise dileyemez bir insan
Hakkın iradesine boyun eğmektir iman
Gerçekten mümin isen hareketin hep Hakk’tan
Mürid O’dur, murad O, irade gelir O’ndan
Mutlak külli irade Allah’ındır Dost Emin
“Bizde bir şey yok” diyen sufiler gerçek mümin
Tevekkülle boyun eğ Hakk sana verir elin
Müridi ol, kulluk et, muradı ol Rab’binin
BEKLEMEK…
Belirli veya belirsiz bir zaman içinde bir şeyin oluşumunu ummak, istemek, gözetlemek, sabretmek bizim için o oluşumu beklemek olarak tanımlanabilir. Bekleme esnasında arzuladığımız bir sonucun olduğunu görme isteği ve bu sonuç olursa mutlu olacağımız umudu vardır. Yaşantımızda beklentiler değişir, yenilenir ve hiç bitmeden ömür boyu sürer gider. Çünkü kendi düşüncemize göre dünyalar kurar ve o beklentilerde tatmin ve mutlu olacağımız ve hayatı anlamlı kılacağımız sanılır…
Beklentilerin çıkışındaki kaynak ve sürükleyici temel güç, insanın benliği ( nefsi, egosu vb. ) olmaktadır. Kendini ve dışındaki her muhatabını ayrı birer varlık olarak gören insan kendini diğerlerinden üstün kılmak için düşler kurar ve beklentileri bitmez…
Çocukken oyunlarda üstün olmayı, büyüklerden aferin almayı isterdik. Öğrenciyken derslerde başarılı olmayı, öğretmenin gözüne girmeyi, sınıfları geçmeyi düşünürdük. Sonra, başkalarına göre iyi bir meslek sahibi olmayı, çokça para kazanmayı, evlenmeyi, ev almayı, çocuk sahibi olmayı, vs. türlü şeyleri hayal ederek yaşadık, yaşlandık… İyi, kötü her istediğin ya oldu, ya kısmen oldu, ya da olmadı, yaş ilerleyince gördük ki, beklentiler hiç bitmiyor, beklediğin mutluluk, bir başka hayal ile ve hep geleceğe kalıyor…
Peki, neden hep beklenti içinde huzursuz, mutsuz bir ömür tüketiyoruz? Çünkü yarına çıkabileceği bile şüpheli olan insan, bu ȃlemde küçük aklıyla işlerin kendi istediği gibi olmasını diliyor ve gerçeği görmemekte ısrar ediyor da ondan…
***
Güzel dostum, gerçekten huzuru ve mutluluğu yaşamak istiyorsan önce şöyle fikren uzaya çıkıp gökcisimlerini, dünyayı düşün, yeryüzüne in etrafındaki canlıyı cansızı gözlemle, dokümanları topla, makro, mikro yaratılmışları gör ve hayretle kendine sor ki bu yaratılmış düzeni kim var etti? Kim bu işleyişi sağlıyor? Bu düzenin yaratılıp aksamadan işlemesi için aklın alamayacağı bir ilim, kudret ve irade sahibi zorunlu olarak bir “Yaratan” , ( vacib ül vücȗd ) gerekiyor… İşte o “ ALLAH (cc)” tır... Ve o Bir’dir, doğmamış, doğurmamıştır, her şey O’na muhtaçtır… Bȃtın ( görünmeyen ) ȃlemde de Zȃhir ( görünen ) bu ȃlemde de tek O vardır… Yani tanımlanan her şey O’ndandır… Bu zȃhir ȃlemde sen ve dışındaki her şey fiiliyle, sıfatıyla, varlığıyla O’ndan zuhur etmiştir… Düzen O’nun düzeniyken sen kendini ayrı sanıp kendi nefsinle düşünüp düzenleme yapmak istersen aldanırsın, mutsuz olursun… Bu rüya ȃleminde yaptıklarından tatmin olmayı beklersen yardımı, inayeti O’ndan bekliyeceksin!
İNAYET OLA
Huzuru dünyada kimse bulamaz
Ta ki Mevla’mızdan inayet ola
Bir rüya içinde mutluluk olmaz
Ta ki Mevla’mızdan inayet ola
Kimisi az bulur parayı pulu
Çalıp çırpmak için dener her yolu
Bulamaz yine de o mutluluğu
Açgöze Mevla’dan inayet ola
Kimisi kusuru kadında arar
Başka bir hanıma aklını takar
Mutluluk adına eşini boşar
Şaşkına Mevla’dan inayet ola
Kimisi şarapla kafayı bulur
Dünyayı unutur beyni uyuşur
Geçince etkisi çok kötü olur
Sarhoşa Mevla’dan inayet ola
Dost Emin diyor ki huzur imanda
Muhammed dininde yani İslam’da
Başka huzur yoktur yalan dünyada
Mümine Mevla’dan inayet ola
***
Önce hayret ettin, sonra yaratan Mevla’yı tanıdın, O’nun kulu olduğuna ve O’nun Bir’liğine iman ettin ve hayran oldun, titredin… Gönül O’na döndü, hep O ‘nun güzellikleri kapladı dünyanı, bir hoş oldun aşka düştün… En büyük zevke erdin…
Aşk ateşi yaktı ise
En büyük zevk inan onda
Ne şundadır ne de bunda
En büyük zevk inan onda
İslam nedir bildin ise
Hakk yoluna girdin ise
Müslümanım dedin ise
En büyük zevk inan onda
Gerçek iman ettin ise
Mümin bir kul oldun ise
Kalpte Hakkı buldun ise
En büyük zevk inan onda
Mȃsivayı yıktın ise
Bu dünyadan geçtin ise
Hakka hicret ettin ise
En büyük zevk inan onda
Kötü nefsi yendin ise
Şeytanları vurdun ise
Cihadını yaptın ise
En büyük zevk inan onda
Dost Eminim zevk tahtında
Teslim olmuş Hakk yolunda
Mümin kuldur yüce Hakka
En büyük zevk inan onda
***
Aşka düştün, zevke daldın dünyadan, hayattan beklentilerin gitti…
Senin aşkın var olmazsa gönülde
Bu cihanda yaşamakta ne tat var
Senin adın her an yoksa dillerde
Bu dünyada yaşamakta ne tat var
Cemȃlini göremezsek her yönde
Bu mekȃnda yaşamakta ne tat var
Her an senle olamazsak burada
Bu zamanda yaşamakta ne tat var
Dost Emin der Mȃşuk yoksa yanında
Soyut aşkda yaşamakta ne tat var
***
Anladın ki yapan çatan O, gören O, görünen O, mevcud O, senden işleyen O… Bir’leyici (muvahhid ) oldun tevhide girdin bir sufi oldun Hakk yolunda… Her olandan razı oldun, tatmin oldun, mutmain kul oldun… Mutluluğu buldun… Sufi için “ibn-ül vakt” denir ki o anın, yani zamanın oğludur, anı yaşar, uzun emeller beslemez, kendini bilir, Rabbini bilir… Yunus gibi,
Ey padişah-ı Lemyezel!
Zȃt-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lutfu bol, kahrı güzel!
Kahrın da hoş, lutfun da hoş. diye ünler… Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi,
Deme şu niçin şöyle
Yerincedir ol öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler diye seslenir…
Hayatı zevk içinde geçer… Mevlana gibi bu dünyadan ayrılmayı sevgiliye kavuşma yani düğün gecesi ( şeb-i aruz ) olarak görür…
Mutlu olmak için halk içinde Hakk’la birlikte olalım, anda yaşayıp güzellikleri seyredelim, Allah’a kulluk edelim, rehberimiz Hz. Muhammed’in izinden gidelim…
ANI YAŞA
Dün dünde kaldı artık, yarın henüz gelmedi
Şimdi yaşamaya bak bugün daha bitmedi
Düşünme ne olacak kimse gaybı bilmedi
Ne derse o olur Hakk, mümin şüphe etmedi
Tevekkül et ey sufi anı yaşa daima
Allah’ın sana kȃfi birlik ol sen daima
Allah de al nefesi zikret O’nu daima
Allah de ver nefesi fikret O’nu daima
Dost Emin etme merak yarın neler olacak
Görevin teslim olmak bugün ibadet yapmak
Tevekküldür yaşamak güvenip Hakk’a tapmak
Düşünme ne olacak ne derse o olur Hakk
GÖYNÜK
2007 Mayısında gitmiştim ilk kez. Daha sonra manevi bir çekim noktası oldu benim için Göynük. Derin bir vadi içinde ortasından akan çayın kulaklara haz veren su sesiyle etrafın yeşili v.s. edebiyatını bir tarafa bırakırsak, çok uzun yıllardan gelen ve günümüzde de yaşayan manevi bir geçmişi var bu şirin ilçenin… Allah dostlarından çokcası burayı mesken etmiş. En bilineni Fatih’in hocası Ak Şemsettin. Türbesinde yurdun her yanından gelen ziyaretçiler eksik olmaz. Hatta Göynük denilince ilk akla gelen isim odur… Diğer biri de Ak Şemsettin gibi Hacı Bayram Veli hazretlerinin halifelerinden Ömer Sıkkin ( Bıçakçı Ömer Dede ) ki, melamilerce muteber bir pir… Bir diğeri ise mahalle içi sokak arasında mütavazı bir oda türbede yatan geçmişteki hayatını çok iyi bilemediğimiz Debbağ Dede… Kimbilir daha nice veliyullah Göynük’te yaşamış ve de yaşıyor ki oraya vardığımda ilahi bir müzik gibi zikrullah duyuluyor, insanın içine huzur geliyor ve cennet kokuları dahi geliyor…
Daha önce dört kez gitmiştim, (22-5-2012) günü yani dün de oradaydım. Kent girişinde önce Göynük’e merhaba Ömer Dede’ye selam ve dua… Daha önce ziyaretine gittiğimde ilginç durumlar yaşamıştım. İlkinde vakit geç olduğu için yanına varamadan döndüm. Sonraki seferde yoldan elli adım ilerdeki türbeye ulaşmam mümkün olmadı çünkü çok şiddetli bir dolu yağmaya başladı ve dinmedi ki arabamdan ineyim işareti gör dedik devam ettik, daha sonra gittiğimde kapısını
kilitli buldum, nihayet geçen yıl yanına ulaşıp rahmet okudum ve dün yine tek başınaydım yanında Fatiha okudum…
Çıktığımda bahçesine adım attım bir mesaj geldi…
Kim ne yaparsa bil kendine yapar
Kendini bilenler Allah’a tapar
En-el Hakk sırrına erenler anlar
“O” kendi yaratır kendine bakar
İstersen yakınlık Cenab-ı Hakk’tan
Sen dahi gizlen de uzak ol halktan
Melȃmet gizlidir ortaya çıkmaz
Ömer Sikkin gibi tac, hırka takmaz
Melami her daim zikirden bıkmaz
Türbeye gelene sesin çıkarmaz
İstersen yakınlık Cenab-ı Hakk’tan
Sen dahi gizlen de uzak ol halktan
Neylerse güzel de, razı ol Hakk’tan
Bekleme hiçbir şey şekilci halktan
Selam ver gülümse ama uzaktan
Avamdan uzak dur Dost Emin saklan
İstersen yakınlık Cenab-ı Hakk’tan
Sen dahi gizlen de uzak ol halktan
Mesajı aldık, mȃnȃya daldık… Ak Şemsettin’e vardığımızda yine ziyaretçileri mevcuttu, selam verdik bir Fatiha da ona okuduk. İçimde biraz buruk bir duygu ile kısa bir duyumsama oldu…
Bir güneştim zamanında
Işık saçtım din yolunda
Yatıyorum şimdi burda
Umut oldum cahilanda…
Ne demek istiyordu koca şeyh hazretleri?
Ben her ziyaretimde içim dolu dolu ayrıldığım Debbağ Dedemi ziyarete gittiğimde sanki bana gülümsüyordu… Mȃnȃ ȃlemine geçtik birlikteydik, yakaza halindeydik… Elinde bir maşa ateş koydu mangala cezveyi sürdü kahve pişirdi ve yanımda bir dost vardı ikimize sundu fincanda kahveyi kendi bizi seyreyledi Allah Allah bu ne hȃldi… Yüzüne şaşkınca baktım o sadece gülümsedi şöyle dedi,
“Şaşırma düşün ki kimdir bu kahveyi sunan, sen içince o doyan?”… Debbağ Dedem kahve koydu, sunan “O” ydu içen “O” ydu, tevhid içre gerçek buydu… Yetti gayri ben bittim gerisin geri gittim, cezbeye girdim, hep “Allah” dedim ” Hu” dedim…
***
Maşuk coştu dile geldi “Allah” dedi “Hu” dedi
Maşuk ȃşık hep beraber “Allah” dedi “Hu” dedi
Tüm zerreler dile geldi “Allah” dedi “Hu” dedi
Aşk yayıldı tüm ȃleme yerler gökler inledi
Ȃşık gitti Maşuk kaldı “Allah” dedi “Hu” dedi
Kendinden kendineydi “Allah” dedi “Hu” dedi
Namaz kıldı zikir etti “Allah” dedi “Hu” dedi
Zaman mekȃn kalktı gitti kesret döndü vahdete
Tek bir nefes “Allah” dedi, “Allah” dedi “Hu” dedi…
PIRILTILAR - XI –
- Şehit odur ki; ölmeden ölür, O’na ulaşır, O’nla var olur, O’nun la yaşar cenneti bulur…
- Umman sudur, dalga sudan, dalga olduğunu bil, hakikati bul…
- “Sırat-ı müstȃkim” Allah’ın razı olduğu, insanı insan yapan doğru yoldur, normal durumdur, denge hȃlidir, iyi olan konumdur. Örneğin sağlıklı bir akıl, ruh ve beden, sırat-ı müstȃkimdeki hȃldir. Tersi durumda, hastalıklı olmak, dert tasa çekmek sırat-ı müstȃkimden ayrı düşmektir ki, bir çok veliyullah “Fatiha” okuyarak Allah’tan hastalara şifa, dertlere deva için niyazda bulunurlar…
- “ Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle durmadan yaklaşırsa, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum.”
Yani o mümin, yaratılanı sever ve hizmet ederse, Hakkı tesbih eder, daim zikir ederse, tefekkür ile kim olduğunu idrȃk eder, hakikat yoluna girerse, “Tevhid” anlayışıyla marifete ulaşır ve cennete burada dahil olur, Allah (c.c) nasip etsin inşaallah…
- Tevhid anahtarı elindeyse inan ki her kapalı kapıyı açabilirsin, hatta yaşarken cennet kapısını açıp girebilirsin…
- Sebepler neticeyi doğurur da sebepleri kim doğurur?
- Hakk’a teslim olanı rüzgȃrlar savuramaz, Halilullah olanı ateşler kavuramaz…
- Dünya, şu sonsuz evrende küçücük bir nokta. İnsan da dünyada bir nokta, yani noktanın noktası hükmünde... Ama o insan tekȃmül edip kȃmil insan olduğunda şu zȃhir evren ona az gelir de öyle yücelir ki, Allah (c.c) ona halifelik verir… O hȃlde kemȃle ulaşmaya bak, seni sevsin Hakk, çünkü Padişah sarayına böyle girersin ancak…
- Bir çöldesin, susuzsun, dolaş, ara vahayı, ayağını sertçe vur belki “zemzem” fışkırır… Önce biraz fikreyle, sonra durma zikreyle, zikrullahı kalbe vur belki bir “aşk” fışkırır…
- … hepsi Allah’ın boyasıyla boyanmış, hepsi Allah’ın esmasıyla donanmış…
- Çokluktan çıkıp Bir’liğe ulaş, Bir’lik içinde sadece Hakk var… Benlikten kurtul perdeleri aş, sen, ben bitince sadece Hakk var…
- Aşk’dan gaye halvet olmak, maşuk ile vuslat bulmak, çile olur aşk’da kalmak, aşk’dan maksat vuslat bulmak…
- Aynı insan bazen Hızır olur bazen şeytan…
- Şunu yaptım, bunu ettim diyerek ömür tüketiyoruz, kendimizi kandırıp, rüyaya inandırıp, hayaller kuruyoruz, düşünsene akıllım nereden geldik acep, nereye gidiyoruz?
ARIYOR
Bazen telefonu kapattığımı unutuyorum, aklıma geldiğinde acaba arayan oldu mu diye aceleyle telefonu açıp bakıyorum. Hȃlbuki emekli olduğum on yıldan bu yana insanlar tarafından giderek azalan sayıda çok az aranır oldum. İnsanların benden beklentileri pek kalmadı da ondan...
Ha o kadar da değil, beni çok sık arayan biri var ki o beni telefonda, internette filan değil, her an bir his olarak içimde, hep arar beni, der ki; ben unutmuyorum seni, sen de sakın unutma beni… Derhal saygıyla, aşkla hafif bir tebessüm oluşur yüzümde, kalbim pıt pıt atar, benzime kan gelir dudağım aralanır ve bir mırıltı gibi söyleşmeye başlarım içimden… Bana sahip çıkan, her an beni arayan bu yüce Dost’la neler konuşurum derseniz; inanın içimden ne gelirse tamamen samimi olarak, edebiyat yapmadan, klişe sözler yerine, çat pat ama içten ve kendi dilimde hatta bazen dilsiz olarak ifade etmeye çalışırım duygularımı… O anlar beni ve tamamlar benim eksik cümlelerimi, zevk ve anlayışla karşılar dileğimi… Bazen sözcükler duygu selinde kaybolur, gider de, laf yerini ağızdan alır gözlere verir ve o gözler birden nemlenir, nemlenen gözlerden önüne yaşlar süzülür… İşte o zaman ben nerdeyim bilemem, mekȃn kaybolur, zamansa zaten yoktur…
Padişah kul olmuş gibi veya kul tahta çıkmış gibi düşleyin…
İşte dostlar bir çok çıkarcı çıktı gitti yanımdan ama ben öyle bir dosta kavuştum ki, daima arıyor beni, “ söyle kulum “ diyor iste, istediğini vereyim!.. Daha ne vereceksin Padişahım diyorum, daima beni arayan sensin, arandığını bilmek ne güzel, teşekkürüm sonsuz sana, bu dostluk hiç bitmesin, yeter ki irtibat kesilmesin…
PIRILTILAR – XII –
- Lȃ zamandır O, O’nsuz zaman yok. Lȃ mekȃndır O, O’nsuz mekȃn yok. Zira; “Evvel – Ahir - Zȃhir - Bȃtın” tek O var…
- Kesafet, letafetin görünen yüzüdür. Her gördüğün senin, “Küll”ün cüzüdür…
- Beni ben sanma, ben, ben değilim
Suretim burda, asıl değilim
Noktayım Hakk’tan, ayrı değilim
Gördüğün O’dur, ben, ben değilim..
- Sen bir oksun, okçu seni neden attı bilinmez
Bir gayesi olmasaydı okçu yayını germez
Bekle, ömrün bitmediyse gaye tahakkuk etmez…
- Bulunca Sen’i, kaybettim Ben’i…
- Güneşi içinde olanın gecesi de aydınlık olur…
- Şunu yaptım, bunu yaptım diyorsun, düşünsene seni kim yaptı?
- El-Ȃlim’in ilminin ucu bucağı yok… Ucundan kıyısından bir noktasını öğrenen kendini allame-i cihan sanıyor. Kendini bilenler ise, “Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster” diye dua ediyor…
- Bu dünyaya pişmek için geliriz. Kimimiz tütsülenir anlamadan gideriz. Kimimiz kısık ateşte pişer hep şikayet ederiz. Alevli ocağa düşmüşsek feryat figan ederiz… Derece derece pişen insan olgunlaşır, tam pişmiş olan insan-ı kȃmil olur… İşte o olgun kişi Hz. Mevlana ise “Hamdım, piştim, yandım. Elhamdülillah” der…
- Olanlar hep yerli yerincedir. Ancak ilm-i ledün bilmeyenler şaşırır kalır. Bilenler ise şaşıranlara şaşırır...
- Mahlȗk değişkendir, hatta her nefeste... O halde son nefesindeki haline bak, memnun musun? Mümin kardeş, sen memnunsan kendinden, Hakk Teȃlȃ da memnundur senden...
- Sen meşke devam et, ola ki, taklid bir gün tahkike döner...
- Her yeni güne besmele ile başla ki. Yeni bir sınav başlıyor...
İYİ – KÖTÜ
Bir sıfat olarak iyi veya kötü(şer) diye nitelediğimiz şeyler/oluşlar bizim olmasını istediğimiz veya istemediğimiz olgulardır. Acaba iyi diye sevindiğimiz olaylar bizim için mutluluk verecek güzellikler midir? Diğer yandan bizi rahatsız eden bize göre olumsuz olan oluşlar gerçekten bizim için kötü sonuçlar mı doğurur?
Öncelikle şunu söyleyelim ki, iyi veya kötü kavramları kişiye bağlı göreceli nitelemelerdir. Bir örnek vereyim; iki arkadaş ayrı arabalarla aynı hedefe gitmek üzere yola çıktılar, peş peşe giderken birinin lastiği patladı durdu. Arkadaşı devam etti. Devam eden araba bir müddet sonra ani bir afet (sel, heyelan, vb. ) nedeniyle kazaya uğradı vs. Şimdi önce kötü gördüğümüz olay gerçekte o kişiyi gelecek felaketten korumuş oldu, diğerinin iyi şartları ise, onun mahvına neden oldu… Bunu en güzel şekilde şu ayet açıklıyor:
“…Bir şeyden hoşlanmadığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (2/216)
(Ayrıca Kur’an’da Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın “Kehf” suresindeki hikȃyesi okunursa bu konuda açıklayıcı olacaktır.)
İyi veya kötünün göreceli olduğunu anlatan bir şiirim:
Dostları ilə paylaş: |