GeçMİŞte ve güNÜMÜzde tekfir meselesi


İslam Ümmetinin Cumhurunun Durumu



Yüklə 0,74 Mb.
səhifə6/32
tarix15.01.2019
ölçüsü0,74 Mb.
#97276
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32

İslam Ümmetinin Cumhurunun Durumu

Aşırılığı ümmetin tümünü bir araya getirmesi cid­den pek nadirdir; ancak yüzüne tüm kapıların ve yol­ların kapandığı ve zor şartlan yaşadığı zamanlar ha­riçtir. İşte o vakit, ümmetin tümünün aşırılığa yönel­mesi mümkün olur. Fakat tarihen sabittir ki, aşırılık sayısı az bir grubta görülür. Ama bu bira vuç insan, ba­zan yönetimi ele geçirir ve ümmete saldırır. Mutezile­lerin aşırılık içinde ki can çekişmesi bu sebeptendir. Zira Mutezile yönetimi ele geçirince, ümmeti kendi inançlarına inanmaya zorladı, fakatümmetbunu yap­madı. Bunun üzerine Mutezile, fiziki ve fikri korkut­ma silahını çekti; ama yine başarısız oldu. Nitekim bu günkü ihtilal hükümetleri aynı şeyi yapıyor. Çok geç­meden Mutezile dalgası hüsrana uğradı ve öldü.

Komünizm'in üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine ve ateş ile, demir ile. tahakküm etmeşine rağmen hâlâ halka birazcık hürriyet vermek­ten korkuyor. Çünkü halk komünizmin kahinlerine inanmıyacak ve bunun üzerine de onları devirecek ve komünizmi yeryüzünden silip atacak. Bundan dolayı komünist hükümetler her yerde zulüm ve zorbalığa ve hürriyetleri yok etmeye mecbur kalıyorlar. Sadece seks ve içki hürriyeti bunların dışında. Bunlarda ne büyük hürriyet!

Müslümanların cumhurunun akide ve düşünce­leri nasıldı ?

Bu konuda merhum Mevdudi şöyle diyor: "Birbiriyle savaşan bu cemaatlar ve katı tutumlu fırkalar ortamında, müslümanlarm kahir ekseriyeti düşüncelerini, Hülefa-i Raşidin döneminden beri ka­bul görmüş; başlangıçtan beri, Sahabe-i Kiram'ın, Tâbiinlerin ve tüm müslümanlarm değer verdiği prensiplere ve görüşlere dayandırıyordu. Bugün dahi dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan müslü-manlar arasında, umumi nüfusa nazaran, ancak %8 ile % 10 arasında bir nisbet belirten bu acaip fikirlerden etkilenmiş insanlara rastlamak mümkündür. Geride kalan ekseriyet cumhurun mezhebi üzerinde bulun­maktadır. Ne varki bu ayrılıkların vuku bulduğu dev­renin başlangıcından Hz. İmam Ebu Hanife'nin (R.h.a) zamanına kadar, müslü manlardan hiç kimse, ihtilaflı meseleler hakkında "cumhur-ı müslimin"in mezhebini tüm detaylarıyla ele almamıştır... Yalnız çeşitli müctehid ve muhaddisler muhtelif yerlerde kendi kavil ve fetvalarını, tavır ve hareketlerini biraz­cık olsun açıklamışlardır. Ama yinede bunlar hep münferit şekilde kalmıştır. Ancak İmam Ebu Hanife bu hususları tedvin ve toplu halde izah etmiştir." 24

Bu duruma göre "ümmetin cumhuru"nun kendi­ne has inançlan vardır. Fakat o inançların, birbiriyle boğazlaşan, mücadele eden ve birbirini kafirlikle suç­layan diğer fırkaların inançlarıyla aynı seviyede dura­bilmesi için sistemleştirilmeye muhtaçtır. Halbuki her fırka kendi görüşü için "nass'larda bir dayanak ara­maktadır, kendine.

Önceki tekfir olayının sebepleri ve karışıklığı işte bunlardır. Ya çağımizdaki tekfir olaymınsebepleri ne­lerdir? 25

Çağımızda Tekfir Olayi

Çağımızdaki tekfir olayının sebeplerini beş faktör ile özetlemek mümkündür:



1- Siyasi baskı ve işkence

2- Resmi ulemaya güvenin yitirilmesi

3- Şer'i hükümleri, yeterli bilgi olmadan doğrudan Kur'an'dan almaya kalkışmak.

4- Küçük küfür (ameli küfür) ile büyük küfür (iti­kadı küfür)ü birbirine karıştırmak

5- Merhum Seyyid Kurub ile El-Mevdudi'nin söy­lediklerinin bir kısmı ile ilgili olan faktör.

Ben, Cenab-ı Hakkın izniyle bu meseleleri kısalta­rak açmaya çalışacağım. 26



Siyasi Baskı Ve İşkence

Siyasi baskının müslümanlara yeni yapılan bir şey olmadığını söylememiz gerekir. Siyasi baskı Hülefa-i Raşidin döneminden sonra başladı ve gelişerek öyle bir noktaya geldiki Mervan bin Hakem gibi biri Resü-lullah'ın minberine çıkarak şöyle konuştu: "Ben bu ümmetin hasta-lıklarını kılıçtan başka bir şeyle tedavi edemem. Vallahi şimdi içinizden biri çıkarda bana (Allahtan kork) derse, hemen kellesini uçururum." 27 Halbuki Hz. Ömer bin el-Hattab (r.a)da aynı minber­den şöyle diyordu: "Eğer onu (hakkı) söylemezseniz, içinizde hayırlı kişi yoktur. Bizde onu kabullenmez­sek bizim içimizde de hayırlı kişi yoktur."

Nihayet biz, Mervan bin Hakem'in kim olduğunu biliyoruz. Zira onun babası Mekke fethinden sonra müslüman olmuş "Tulakâ" 28dan biriydi. Sonra Me­dine'ye gitti ve oraya yerleşti. Medine'de iken müslü-manların sırlarını ifşa ettiği gibi Resulullah'm sözleri­ni değiştirerek naklettiği de tesbit edildi. Bunun üzeri­ne Hz. Peygamber (SAV) onu Taife sürdü. Doğal ola­rak Mervan o günlerde henüz çocuktu. Ne varki baba­sı Hz. Osman (r.a)in hilafetine kadar Taif'ten dönme­di.

Emevi ordusunun Mekke ve Medine'de yaptıkla­rı, Haccac ve benzerlerinin tutumları sayılamıyacak kadar çoktur. Sonra abbasiler iş başına geldi. Onlarda aynı yolu daha da fazlasıyla izledi. İbn-i Haldun ve İb-nü'1-Esir, tarihlerinde şu olayı anlatırlar: Musul halkı birinci Abbasi Halifesi es-Sef fah'a karşı ayaklandı. Bu­nun üzerine es-Seffah kardeşi Yahya'yı ordunun başında Musul'a gönderdi. Yahya halka: Mescid'e giren güvenlik içinde olacaktır, diye ilan etti. Halk da bunun üzerine mescide doldu. Bekçiler tarafından kapılar tutulduktan sonra, mescide dolan bu insanların hepsi kılıçtan geçirildi. Rivayete göre on bin dolayında in­san katledildi. İş bu noktada kalsa, elbette güzel olur­du. Ama bu kahraman (!) komutan, feci bir şekilde katledilen kocalarına ve yakınlarına ağlayan kadınla­rın sesini işitince, kadın ve çocuklar hakkında yeni bir emir verdi. Bu emir üzerine kadınlar ve çocuklar kılıç­tan geçirildi. Bu da yeterli olmadı. Bu sefer orduya üç gün şehri yağmalama izni verildi. Ordunun içindebu-lunan dört bin tane zenci sağ kalan kadınların namus­larını kirlettiler. Sonra komutan atıyla kan gölünün içinde yürümeye başladı. Bu sırada karşısına dikilen bir kadın: Sen haşimoğullarından değilmisin?

Sen Resulullah'm amcasının oğlu değilmisin? Zenci askerlerin Arap ve müslüman kadınların na­muslarına tecavüz etmeleri, seni utandırmıyormu? diye haykırdı. Kadının bu acı sözleri üzerine sarhoş­luktan uyanan komutan, işin düzeltilmesini istedi.

Fakat yine yeniden bir kan gölü olacaktı. Ordusu­nun maaş ve bahşişlerinin verileceğini ilan etti. Bu zenciler toplanınca, hepsini kılıçtan geçirdi.29

Ben, burada sadece müsîümanları değil mecüsüe-ri bile utandıracak olayların anlatımını uzatmak iste­miyorum. Bunun ürünü olarakta ümmet boyun eğmiş ve inkilab ve ayaklanmadan ümidini yitirmiştir. Ni­hayet yirminci yüzyıl gelince, Batı bu ümmeti kolayca yutulacak bir lokma olarak bulmuş. Bunun üzerine İs­lam ülkeleri teker teker kafir sömürgecilerin eline geçmistir. İslam Ümmeti şairin dilinden sanki şöyle di­yor:

"Artık kuşu kovmuyorum ağaçtan Meyvesinden denemiştim acıyı."

Aslında son mısra "meyvesinden denemiştim ölü­mü" şeklinde olsaydı daha münasip olurdu. Çünkü is­lam ümmeti, mukadderatıyla oynayan, kendisine ka­nun koyup yol çizen, iyilik adına neyi varsa yağmalı-yan, başına en şerlilerini bela eden ve en iyilerini köle-leştiren veya öldüren sömürgeciliğe boyun eğdi. Son­ra sömürge devleti kuruldu ve adına milli veya "put-çu" denilen hükümetler oluştu. Bu devlet, sömürge devletlerinin bir kopyası olmaya gayret gösterdi. Bu milletle öteki milletler arasındaki farklar kayboldu. Yeryüzünün her karış toprağında bizim için "bayrak, marş ve radyo", aslanın saldırısını anlatan kediler, an­lamı olmayan soyadları oluverdi. Bu hükümetler za­yıflığına ve boyun eğmelerine rağmen insanın insan oluşuna saygı duyuyor ve ona birazcık hürriyet veri­yordu. Onlar nezdinde düzeninin bir anlamı vardı. Fakat genel şekliyle o hükümetlerdin ve ahlak için bir değer tanımadılar. Dinsiz, ahlaksız ve şahsiyetsiz ne­siller yetiştirmeyi hedef edindiler. Bunun meyvası olarakta zayıf ve güçsüz hükümetlere karşı darbeler birbirini kovaladı. Bu darbelerin ardından halkın bir ferdini çekirge veya sivrisineğe denk görmeyen hükü­metler izledi. Aynı zamanda bu hükümetler halkın hürriyetini saygınlığını ayaklar altına aldılar. Halkı olabildiğince horladilar ve değer vermediler. Bu sıra­da dinine bağlı müslümanm nasibi de, İslam'a bağlılı­ğı ve sadakati ölçüsünde ölüm ve işkenceye maruz kalmak oldu. Biz Emevileri ve onlann zorbalıklarını; Haccac'ı ve kanlı eylemlerini; Abbasiler'i ve onların katliamlarını zikrettiğimiz takdirde, doğrusu bu kişilerin devlet ve savaş adamı olmalarının yanında, düş­manla vuruştuklarını ve ülkeler fethettikrerini söyle­mek mecburiyetindeyiz. Ömer bin Abdulaziz (r.h.a) Haccac hakkında şöyle diyor: "Yeryüzü halkının tü­mü habis görünse ve kendilerince en habisini seçip ge­tirseler, bizde" Haccacı getirirdik." Elbetteki biz "Hac-cac"Ia onlara üstün gelirdik." İşte bu "Habis" adam, or­dusuyla islam'ı yaymak için Irak'tan ta Hint Yarıma­dasına kadar gitti. Ama günümüzün ihtilalci "haccac-lar"ına gelince; onlarzulüm vezorbalıkta "Haccac" gibidirler. Fakat onlar "Haccac"m güç ve şecaatmdan zerre miktarı nasiblerini alamadılar. Yine onlar kendi vatandaşlarının karşısında düşman kesilir, düşman karşısında ödlek oluverirler... Nüfusu iki buçuk mil­yon Yahudi'den oluşan İsrail, bugün nüfusu 150 Mil­yonu aşan Araplara akıl almaz şeyler yaptı. Halbuki servetleri Yahudilerden daha çoktu. Fakat zillet ve korkaklıkları da akıl almaz ölçüdedir. İşte yukanda sözünü ettiğimiz bu ihtilalciler, Ümmet'i çok perişan ettiler, özelliklede dinine bağlı mü si uman lan.. Hatta en büyük arap devletinin iç işleri bakam açıkça'şunu söylüyor: kolonilerin kanunları ancakdini cemaatlara uygulanır.

Acaba hiç yer yüzünde vatandaşlarının tümüne değil, sadece bir kısmına özel kanun yapan bir devlet varmı? Hayret doğrusu!... Arap devletlerinin bazıları siyasi baskıdan ve insanların ortadan kaldırılmaların­dan hoşlanmıyormuş! Fakat onlara "şeytani bir vahiy" gelmiş ve müslümanlara işkence etmeye ve onları öi-dürmeye başlamışlardır. Sadece suçlularla veya zanlı­larla yetinmiyorlar, bunu tüm aile efradına şamil kılı­yorlar. İsrail'e komşu birarapdevletinde kendi vatan­daşı bir genç zanlı olarak tutuklanıyor. Bunun üzerine aile fertlerinin tümü yakalanarak hapse atılıyor. Tutuklananlar arasında emekli baba, doktor kız ve ço­cuklar var. Bir yılı aşkın bir süreden sonra mahkemeye çıkarılıyorlar ve suçsuz bulunuyorlar. Ama genç adam işkence altında şehid edilmiş; fakat ne zaman olduğu bilinmiyor.

Bir ayağı çukurda olan babaya gelince; o kırgın bir şekilde dışarı çıkıyor. Doktor olan kızcağız ve çocuk­lar, hâlâ üzerlerinde izlerini taşıdıkları işkencelere uğ­ratılmışlar. Başkentteki evlerine döndüklerinde, evin duvarlardan başka bir şeyi bulamamışlar. İstihbarat örgütünün adamları, evde bulunan herşeyi talan et­mişler, hatta kapılan ve pencereleri söküp götürmüş­ler... Tıp kitaplarını paramparça edip, araç ve gereçleri yağmalamışlar. Görevinin başına dönmek için başvu­ruda bulunan bayan doktora: "kurtulduğun için Al­lah'a şükret, çeneni kapat.." denilmiş. Bugün artık ye­ni bir yöntem daha keşfedilmiş: Firar eden kocaları dönünceye kadar, kadınları tutup rehin almak ve hap­se atmak, işkence etmek... Bu durum daha ileri gidi­yor, zorla kadınlara tecavüz ediliyor. Bu günkü du­rum, bu siyasi tecavüzün meyvasını taşıyor...

Bu anlatılan durumu tasvir eden bir mahkeme ka­rarının metnini burada nakletmek istiyorum.

Yüksek Askeri Mahkeme Kararının Metni:

"Gerçekten mahkeme, dâva konusu suçun (işken­cenin) Mısır yönetiminin alnında kendisini rezil, rus-vay edecek bir leke olduğunu bihakkın tescil etmekte­dir. Umulurki mahkemenin karan Mısır tarihinin bir dönemini kapatan bir perde olur. Bu dönemde "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"ni garanti altına aldığı insan şeref ve haysiyeti küçümsenmiş ve hiçe sayıl­mıştır. Yine bu dönemde kırbaçlı yönetim biçimi, in-sanlan zindanlann karanlık hücrelerine atmaya ve korkutmaya kadar vardırmış işi. Ve yine bu dönemde hapishaneler Fransa'daki "Bastil" zindanını aratma­yacak bir. şöhrete ulaşmıştır. Hatta askeri hapishane­nin şöhreti onun üzerine çıkmıştır. Bu dönem soruş­turma mahkemelerinin hatıralannı ve oralarda cere­yan eden çirkin olaylan ve rezaletleri zihinlerde taze­ledi. Yine bu dönemde, cellatlar işkence araçlarını ve yöntemlerini icad etmekte yanşıyorlardı." 30

Savcılığın açıklamalarından biride şöyle: "Kanu­nun yürürlükten kaldırıldığı ve istisnai mahkemele­rin kurulduğu bir dönemde, Mısır'da insan sömürül-müş'tür. Binlerce vatan evladını yakalamakla suçla­nan kişilerin-ki onlardevletin ileri gelen adamlarıdır.-sorgulamaları sonradan yapıldı. Çünkü onlar gençle­rin vücutlanna işkence yaptırdılar; erkekliklerini yok ettiler, namuslarına tecavüz ettiler, şereflerini ayaklar altına aldılar, hanımlarını tehdit ettiler ve bazılarını, da öldürdüler. Tutukevlerini "BastiV'e ve sorgu mah­kemelerine çevirdiler. Müsteşarlara işkence ettiler; Ali Cerişe onlardan biri... Avukatlara da aynı şeyi yap­tılar; Şemsüş Sena vi onlardan biri... Halktan yüzlerce-sine işkence yaptılar. İsmail Füyumi'ye ölünceye ka­dar işkence yaptılar ve sonunda da dağlık bir bölgeye cesedini gömdüler" 31

Bu dönemdeki yöneticinin "Altı Gün savaşları" kahramanı "Ebu Cehil" olduğu hâlâ hafızalarımızda saklıdır.

Şayet bir ay süre ile savaşsaydı veya İsrail'i yen-seydi, o vakit mutlaka âvâzımn çıktığı kadar şöyle derdi. "Ben sizin en yüce rabbinizim". Mısırda kanun artıkları olduğu takdirde, diğer arap ülkelerinin yüz­de doksanında bu artık ta yoktur, dememiz gerçeğin bir ifadesidir. Arap yöneticilerinin çoğu: "kanun nedir?" sorusuna, "O, üzerine yazı yazdığımız yaprak bitkisidir. Açıkça onun kanun olduğunu bana söyleyi­niz" şeklinde cevap vermiştir. Bundan dolayı müslü-manlara uygulanan siyasi baskı, bu yüzyılın ellili yıl­larından itibaren başlamıştır. Bu alan "kanun üstün­lüğü ve demokrasi" sarkılan söyleyen devletleri içine almak için günümüze kadar genişlemeye devam et­mektedir.

Bu işkencenin bir benzeri daha yoktur. Ne varki zalimin ömrü kısadır. İmam Ahmed bin Hanbel, za­lim yöneticisine: Sıkıntı içinde geçen her gün benim sıkıntımı azaltırken, senin sıkıntını çoğaltıyor." de­mişti.

İhtilalcilerden ve diğerlerinden kötü yöneticilerin ümmetimize çektirdikleri sıkıntılar, bu ümmetin Emevilerden, Abbasilerden ve Osmanoğullanndan çektikleri sıkıntıdan daha büyüktür. Bu saydıkları­mız, bir hadde kadar Allah'ın şeriatına saygı duyu­yorlardı. Nitekim zayıf yöneticiler kanun ve nizama riayet ediyorlardı.

İthalcilere gelince; onların ne mücadelede ve ne de 'başka şeylerde bir gözettikleri var. Hatta kendi , koydukları kanuna ve düzene kendileri riayet etmi­yorlar. Müslümam öldürmek, onlar için doğunun ve batının büyüklerinin rızasını kazanmak demektir... Kahrolası insan ne nankör şey!...

Bunun için biz, Orta Afrika Cumhurbaşkanı Bu-kosa'yı bir örnek olarak görüyoruz. Başkanlıktan dü­şerken tüm dün'ya onu küçümsüyordu. Çünkü o, bir­çok insanın canına kıymıştı. Uganda Cumhurbaşkanı İdi Amin'de onun bir benzeriydi.

Arap ülkelerinin zindanlarında, binlerce mü'min hiç bir suçu olmadığı halde ve soruşturma yapılmak­sızın can verirken ve her türlüzulüm ve işkenceye maruz kalırken, uluslar arası örgütler, bütün bunları bil­dikleri halde hiç kimse ses çıkarmıyor. Bilakis bu ku­ruluşların üyeleri bunları onaylıyorlar ve onlara borç ve karşılıksız yardım desteği sağlıyorlar. İsrail'den sı­nırlarını aşmaması isteniyor, aksine biri onu engelle­meye uğraşsa hemen gireceği yere giriyor. 32




Yüklə 0,74 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin