Faydasız Pişmanlık
Arap sisteminin tuhaflıklarından biride, görüldüğü kadarıyla bazı arap ülkeleri belirli cephelerle yeryüzünden "İslamcılar"ı temizleme konusunda sözleş-miş olmalarıdır. Bunun için bazı devletler islamcı örgütlere üye olanların muhakeme edilmeden, idamını ilan ettiler. Onlara fısıldıyan aynı şeytan olduğu için ülkelerin çoğunda bu gerçekleşti. Ama pişman olup vazgeçenlerin tevbeîeri kabul edilmedi. Bilfiil bir çok insan, ya işkenceden dolayı veya yalancılıkla itham edildikleri için tevbelerini ilan ettiler. Fakat bu insanlar tevbe etmelerine rağmen hepsi bir mekâna toplatıldı ve üzerlerine bomba atıldı. Bunun sonucu hepsi öldüler. Eğer onlar kedi ve köpek cinsinden varlıklar olsalardı, Hayvanları Koruma Cemiyetleri hemen ayak-lanırlardı ve nizam çökerdi. Fakat bir şey olmadı. Çünkü bu kişiler tevbe etmekle beraber istenmeyen kişilerdi. Bazı gazeteler bu olaydan bahsedince düzen hemen şu açıklamayı yaptı: Mescid-i Aksa'nm yandığı gibi, hapishanede aynı şekilde yandı. Bunların sayısı sekiyüz civarındadır.
Bir başka arap ülkesinde 1954 yılında listeler düzenlendi. Her münasebette, bunlar bir şey yapsın veya yapmasın, tevbe etsin veya etmesin, bulunsun veya bulunmasın hemen tutuklanıyorlardı.
Bizzat onlardan biri-üniversite profösörüdür-banaanlatarakşöylededi:AHıaydanberivücudununalt yansı tutulmuş bir adamı, getirdiler. Adam bu süre içinde hareket etmeden karyolasında yatıyormuş. Onu sedye üzerinde hapishaneye taşımışlar. Usul gereği, adamcağız ahmak devlet başkanına karşı hazırlanan komploya ve öldürme girişimine iştirak etmekle, suçlandı. Onun bu durumunu bazı hıristiyan subaylar görünce, adam onlara: Ey halk! Allah'tan korkun, ben bu haldemi komplo düzenliyorum?" dedi. Onlarda adamın bu durumu karşısında gözyaşlarını tutamadılar. Subayların bu durumu "ödlek azgm"a haber verilir, verilmez, hemen onları görevlerinden uzaklaştırdı. Sakat zavallı da hapishanede kaldı.
Yine aynı kişi bana şu olayı anlattı: Zavallı bir çiftçiyi ve mandalarını yakalayıp getirmişler. Adam da: Ey insanlar! Ben komplo düzenledimse, mandallarımda mı komplo düzenledi? diye bağınyordu. Adamın dünyada sahip olduğu her şeyi mandalardı.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bu yöneticiler tarafından İslami güçlerin yönetime ulaşmaları engellenmiş ve onlann kökünün kazınması için gerekli tedbirler alınmıştır.
Bütün bu sebeplerden dolayı işkenceye uğramış genç, haklı olarak soruyordu: Yöneticiler bunları kimin yararına yapıyorlar? Bu ümmetin düşmanlarına onda birini dahi yapmadıkları işkence ve zulümleri kendi milletlerine yapmakta niçin ısrar ediyorlar?
Devam edegelen işkence ve tekrarlanan tutuklamalar niçin sadece müslümanlara isabet etti?
Niçin bu siyaset Arap devletlerinin ekserisi tarafından benimsendi?
Bir Yahudi ya da bir Bahai idam edildiğinde veya bir ülkede askeri hükümler koyulduğunda, dünyada kıyametler koparken, gizli ya da aleni idam suçları karşısında uygulanan bu suskunluk niye?
Bazı Arap devletleri 1947 yılından günümüze kadar sıkıyönetim veya olağanüstü hal altında yaşıyorlar. Fakat hiç kimse bunu yadırgamıyor, hatta hiç kimse ağzına dahi almıyor...
O ülkelerde ruh sağlığı şüpheli yöneticiler var. Bununla beraber hiç kimse ağzını açmıyor...
Öyleyse bu ülkelerde, dinlerine bağlı müslümanlara ve onlann yönetime ulaşmalarına karşı süper güçler arasında evrensel bir ittifak var...
Sonra da gençler münakaşa ediyorlar: Bunlar müs-lüman mı, kafir mi?
Sonunda da onların kafir oldukları hükmüne vardılar. Bu kararlarını akli öncüller üzerine kurdular. Her ne kadar aklen "olsa da, şeriat yönünden doğru değildir... Onlar hakkında Ömerb. Abdülaziz'in Hac-cac hakkında dediğini söyleyelim: Onlar yeryüzünün en habis ve en ödlekleridir. Şer'i bir delil ile küfrü sabit olmayan bir kişinin küfrünü tesbit edemeyiz.
Belki ben böyle bir netice ile konuyu "ne geçirmiş oldum. Halbuki onun yeri daha sonra idi... 33
'Resmi Ulemaya Güvenin Yok Olması
İslam tarihinde Emeyiler döneminden itibaren yöneticilerle ulema arasındaki ilgisizliğin arttığını görüyoruz. Ulema, yöneticilerin yaptığını kabullenmiyor, yöneticiler de ulemaya destek olmuyordu, ulemanın büyüklerinin tavrı, devamlı devlet adamlarından uzak kalmaktı. Kendilerinden adalet veya diğer işlerle ilgili bir görev istense, kabul etmezlerdi. Tabii bunun sonucu da işkence ve hapis cezası oluyordu. Abdullah b. Mübarek: "Ben Ebu Hanife'den daha muttaki bir kimse görmedim. Kendisine mal ve dünyaliklann teklif edildiği söylenir. Fakat o bunların hiçbirini kabul etmedi. Kırbaçlandı, sabretti. Başkalarının can attığı şeyleri o hep reddetti." diyor. (5)
Abbasi Halifesi el-Mansur'un teşrifatçısı şöyle anlatır: Halife tarafından çağrılmıştım. Halife beni İmam malik b. Enes İbn-i Ebi Zi'b ve Ebu Hanife'y i çağırmakla görevlendirdi. Bu kişiler Halife'nin huzuruna gelince , Halife onlara zorca bir soru yöneltti: Allah'ın ümmetin işlerini yürütme görevini bana ihsan etmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Ben bu işe ehil miyim?" dedi.
Söze önce İmam Malik başladı: "İşin ehli olmasaydın, Allah seni bu ümmetin başına getirmezdi." dedi.
İbn-i Ebi Zi'b şöyle dedi: "dünya hükümdarlığını Allah dilediği kişiye verir. Fakat ahiret padişahlığını ise, isteyene ve yüce Allah'ın tevfik verdiği kişilere verir: Eğer Allah'a itaat edersen, Allah'ın sana olan tevfi-ki yakın olur, eğer isyan edersen uzak olur. Hakikat şudur ki, hilafet ehl-i takvanın icması ile olur. Sen ve etrafındakiler yolundan ayrılmış, Hak'tan uzaklaşmışsınız. Eğer Allah'(tan kurtuluş istiyorsan ve Ona temiz işlerle yaklaşırsan bu olur. Aksi takdirde ne istersen yapabilirsin..."
İmam Ebu Hanife, Ebu Zi'b'in sözleri üzerine şöyle der: Ben ve Malik nerede ise elbiselerimizin yakalarım ısıracaktık. Çünkü Halife'nin adamları her an gelebilir ve Ebi Zi'b'in kafasını uçurabilirlerdi. bu suretle onun kanı üzerimize sıçramamış olurdu."
Mahsur, Ebu Hanefi'ye dönerek: .
-Sen ne dersin? dedi. Ebu Hanife cevaben:
- "Din konusunda kendisine doğru yolun gösterilmesini isteyen kişi öfkeden uzak olur. Eğer sen kendi kendine samimi davranmak durumunda isen, biliyorsun ki, bizi buraya Allah rızası için toplamadın. Belki bu toplantıdan maksad, bizi korkutmak suretiyle arzuna göre hareket etmemizi sağlamaktır. Siz hilafeti yüklendiniz. Ama bu duruma göre halifeliğinizi fetva ehlinden iki kişi dahi onaylamadı.
Halbuki halifelik, mü'minîerin müşavere ve bir araya gelmesiyle gerçekleşir. İşte Ebu Bekir (ra)'ın durumu ortada... O, Yemen halkı gelip bey'at edinceye kadar altı ay yönetimi üstlenmedi..." dedi.
Mansur'un teşrifatçısı diyor ki, Halife gitmelerini emretti; onlar da gittiler. Sonra bana onlara verilmek üzere üç kese para almamı ve onların arkasından gitmemi emretti ve bana da şu ikazda bulundu: "Eğer Malik b. Enes kabul ederse hepsini ona ver; yok eğer Ebu Hanife ile Ebu Zi'b almaya kalkışırlarsa ikisinin de kellesini kes getir."
Teşrifatçı paralan önce Ebu Zi'b'e götürdü. O da kabul etmedi ve şöyle dedi: "bana göre bu para bizzat Mansur'a bile helal değildir. O halde nasıl olur da onu alabilir ve kendime helal sayabilirim."
Ebu Hanife de: kafamı dahi kessen bu paraya el sürmem" dedi.
Malik ise paraları almayı kabul edince o da ona verdi.
Teşrifatçı saraya dönüp durumu mansur'a bildirince Mansur: "Onların her ikisi de paraları kabul etmemeleri sayesinde kellelerini kurtardılar." 34
Haccac'm zulüm ve azgınlığı devam ederken, Ab-durrahman b. el-Eş'as ona karşı ayaklandı, ayaklanan ordusunun arasında ulemadan bir grup da vardı. İbn-i Kesir'in rivayetine göre eş-Şa'bi, İbn-i Ebi Leyla, Said b. Cübeyr ve Ebu'l-Buhteri gibi ulemanın ileri gelenleri onun yanında yer almıştı. Bu alimler ayaklanan orduya cesaret veriyor, karşılaştıkları güçlüğü gidermeye çalışıyorlardı. İbn-i Ebi Leyla mü'minlere hitaben şöyle diyordu:
"Ey Ehl-i İman! Zulüm ve zorbalık yolunda gidip haksızlığı tercih ve kötülükleri davet edenleri gören bir insan, hiç olmazsa, kalben bu gibileri fena bilip böylelerinden uzak kalmak isterse dahi mükafat kazanır. Eğer yapılanların kötülüğünü söyler ve halkı ikaz ederek bunlardan korunmalarını sağlarsa daha iyi ecir alır. Fakat doğrudan doğruya kötülüklere karşı savaş açan, hak yolunda kalb aydınlığı ile çalışan bir kimse, Allah'ın emrini yüceltmiş, zalimlerin sözünü alçaltarak, ortadan kaldırmak hususunda kılıca sarılmış demektir. İşte onun bu yaptığına mukabil, elde edeceği daha da üstün... Şimdi savaşa girişin ve helali haram, haramı helal sayanların karşısına çıkın ve onları ortadan kaldırın! Çünkü onlar hakkı tanımıyorlar ve çok cahiller. Birde düşmanlıkla amel edip, onu reddetmiyorlar..."
eş-Şa'bi de bu konuda şöyle diyor:
- "Ey ehl-i İslam! Onlarla savaşın... Bunun fena bir hareket olduğunu asla zannetmeyin. Allah'a yemin edirim ki, benim fikrime göre, bugün yeryüzünde yönetimde onlardan daha adaletsiz davranan daha zalim bir topluluk bilmiyorum. Onlarla mücadeleyi asla ihmal etmeyin..."
Said b. Cübeyr de fikrini şöyle açıklar:
- "Onlarla savaşın. Onların günahlarına karşılık sizin savaşmanızdan dolayı siz günahkar olmazsınız. Onların zalim yönetimlerinden, dinin emirlerini hiçe saydıklarından, zayıflan ezdiklerinden ve namazı terkettiklerinden ötürü onlarla savaşınız..." 35
Siyasi liderlikle fikri liderlik arasındaki uzaklaşma işteböyledoruknoktaya ulaştı. Emevilerin sondö-neminde Irak Valisi Yezin b. Hübeyre'nin yönetimi düzeltmek istediği rivayet edilir. Bu düşüncesinden dolayı Vali, fakihlerin ileri gelenlerini bir araya topladı. Onlara bazı makamlar teklif etti. Bu fakihlerarasın-daEbuHanifedebulunmaktaydı. İbn-i Hübeyre,Ebu Hanife'ye devletin mührünü senin eline vereceğim; sizin tasdik etmediğiniz hiçbir hüküm uygulanmayacak; sizin müsadeniz olmadan hazineden bir dirhem bile çıkmayacak." dedi.
Ebu Hanife bunu. reddetti. Bunun üzerine Vali onü hapse attırarak hergün başına on kırbaç vurulmasını emretti. Durumun vehametini anlayan dostları Ebu Hanife'ye: "Kendine acı. Verilen vazifeleri biz is-temiyerek ve mecburiyet altında kalarak kabul ettik. Bizim kabul ettiğimiz gibi sen de kabul et." diye ricada bulundular. Fakat Ebu Hanife onlara: "Eğer Vali, benden Vasıt Camii'nin kapılarını saymamı isteseydi bunu dahi kabul etmez oraya gitmezdim. Vallahi ben asla böyle bir görevi kabullenmem..." dedi.
İbn-i Hübeyre, Ebu Hanife'nin diğer görevlerden birini kabul etmesine uğraştı, fakat imam hepsini reddetti. Bunun üzerine onu cezalandırmaya devam etti. Sonunda İbn-i Hübeyre bundan da usandı. Bir çıkış yolu aradı ve şöyle dedi: "Onu ikna edecek bir kimse yok mu? Hiç olmazsa benden muayyen bir mühlet istesin ve bu süre içinde bir çare düşünsün."
İbn-i Hübeyre'nin bu sözleri Ebu Hanife'yeulaşm-ca valiye şöyle haber gönderdi: "Bu meseleyi bir de dostlarımla görüşmek üzere beni serbest bırakınız."
Bu söz üzerine İbn-i Hübeyre, imam'ı serbest bıraktı. imam da Irak'ı terkedip, mekke'ye gitti. Emevi saltanatı son buluncaya kadar Mekke'den dönmedi. Emevi saltanatı da Hicri 130 yılında son buldu. 36
Ulemaya karşı aynı tutum abbasiler döneminde de devam etti. Abbasi Halifesi MaYısur defalarca Ebu Hanife'ninadliye teşkilatında görevalmasına uğraştı. Her defasında büyük İmam özür beyan ediyor ve kaçıyordu. Kendisine "başkadılık" görevi teklif edildi, onu da reddetti. Fakat Mansur düşüncesinde ciddi ve çok istekli idi. konuyu birçok defa teklif etti. Bir defasında Ebu Hanife ile halife arasındaki konuşma gerginleşti ve İmam sonunda: "Allah'tan kork! Vallahi bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile yine de size istediğiniz gibi yaranamayacağım. Nerede kaldı ki zorla, istemiye istemiye teklifinize olur diyeyim. Herhangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da beni Fıratnehrinde boğdurmakla tehdit edersiniz. Veya beni kararı değiştirmeye zorlarsınız. Ben ise boğulmayı tercih ederim. Sarayında bir yığın insan var. Öy-lebir kimsenin kadı olmasını isterler ki, bu kimse onların keyiflerine göre hareket etsin..." 37
Fakat bunların hiçbirinin îmam'a etkisi olmadı. Mansur, onu hapse attırdı, kırbaçlattirdı. Ticaretine karşı Savaş açtı. Çünkü İmam ticaret erbabıydı ve bir kumaş fabrikası vardı. Sonunda Halife onu evinde oturmaya mecbur kılıp dışarı çıkmasını ve ölünceye kadar insanlarla görüşmesini yasakladı.
Abbasi ve Emevi halifelerinin az da olsa belli bir noktaya kadar İslam'a bağlılıkları ümmetin şerefini savunma ve İslam'ın neşri konusunda gösterdikleri kahramanlıkları olmakla beraber ulemanın onlarla ilişkisi bu olunca şimdikilerin durumu nedir acaba? Başkalarına isabet eden sosyal hastalıklar, son devrin bazı alimlerine de sirayet etmiş. Bundan dolayı da yöneticilere yağcılık etmeye başladılar... Hangi yöneticiler? Aciz, fasık, günahkar, korkak, ümmete karşı aslan düşmana karşı korkak tilki olanlar...
Onlar hakkı tanımaz, mazluma yardım etmezler. Onların kabeleri koltukları, dünyaları da cennetleridir. Onlar, Allah'ın ve kullarının haklarını unutmuş kendi arzu ve şehvetlerine dalmış kişilerdir, onlara göre helal elinin eriştiği her şey, haram ise büyük patronun yasakladığı şeyler.
Bu yöneticiler, zulümlerinin ve haksız fiillerinin tümünü onaylayan ve kendilerinesığmanbazi alimleri yanlarında bulurlar, bundan dolayı da ümmetin çoğunluğu özellikle de gençler bu alimlere olan güvenlerini yitirmişlerdir. Kral Fuad'm bir konuşması sırasında: "Kadın niçin hakim olmuyor?" diye söylendiğini duymuştum. Sonra o, konuyu unutmuş, bir daha o konuya dönmemiş, bunu bir ganimet bilen bazı alimler bu konuda kitaplar yazdılar, bu görüş ve arzunun tüm gerekçelerini kitaplarında topladılar. Kral Fuad nezdinde kabul görür umuduyla tüm zayıf ve metruk görüşleri serdettiler. Fakat ticaret geri tepti ve zarar etti.
Fakir bir Arapülkesinde fıkıh bilgisi derin bir alim -bu ülkenin kralının hocasıydı- bir cum'a günü, başkentin en büyük mescidinde minbere çıktı. Çeşitli zulümleri işlemiş bir yöneticiye övgü yağdırmanın dışında başka söz sarfetmedi. Bu yönetici mü'min ve mutteki kişilerin kanma girmişti. Minberde konuşan hatip açıkça ikiyüzlülük ediyordu. Namaz kılanların gözleri minbere çevrilmişti. Çok geçmeden minberden taşınarak mescidden dışarı çıkarıldı.
Müslüman gençlerin işkence gördüğü ve öldürüldüğü Mısır'da bir şeyh veya üzerinde ulema kıyafeti bulunan bir sivil polis gelir; işkencenin tümü sona erdikten sonra gençlerle tartışmak için durur ve şöyle der: "Kütüphanemdeki bütün kitaplara baktım, ama 'Kur'anla hükmetmek' adında bir şeye rastlamadım. Siz yoldan çıkarılmış kişilersiniz. Öncüleriniz bu 'da-va'nın ticaretini yapıyorlar. Çünkü 'Nebiler1 Kur'an'la hükmetmezler. Aksine onu tavsiye ederler -sanki bizim Peygamberimiz (sav)'den sonra 'nebiler' varmış -zira 'nebi' ile Rasul arasında fark var- gibi Önceki konuşmamda izah ettiğim gibi "nebi" ahkamı uygulamaz, aksine onu tavsiye der. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Nuh'a tavsiye ettiğini... sizin için hukukdüze-ni yaptı..." 38 Nebi "din" ile hükmetmeyip -'dava' burada 'din'e dönüştü- aksine onu tavsiye ettiğine göre, sizler kur'an'la hükmetme isteğinizle nebilerden uzaklaşıyorsunuz. -
Bu, şeyh kılığına girmiş sivil polis gibi tacirlerden başkasının bilmediği acayip bir fücurdur- Halbuki bugün yönetici Kur'an'la hükmediyor. Çünkü o resmi toplantılarda içkiyi yasaklıyor. Bu bir aşamadır. Zira Allah içkiyi aşamalı olarak haram kıldı. Gençlerden biri Kur'an'm şu ayetini okuyarak onu reddetti. Ayet şöyleydi: "Biz içinde hidayet ve nur bulunan, kendisiyle nebilerin hükmettiği Tevrat'ı indirdik..." 39
Buna göre kitapla hükmetmek nebilerin ve rasul-lerin görevidir. Onlardan sonra da ümmetin görevidir. Bunu kim inkar ederse kafir olur.
Rol dağılımına göre bu noktada askeri hapishanenin yöneticisi karşısında bulunan kişilerin idamlık olduklarını bildirmek için içeri girdi ve bunun gerçek olduğu hususunda yemin etti. tabancasını çıkardı ve idam hükmü uygulanmadan önce sürpriz bir ziyaret vuku buldu.Bu olay 4 Temmuz 1967 yılında olmuştu, (temmuz gününün sabahında ve işkenceden sonra onbaşı açıklama yaptı: Kıyım başlayacak. Fakat birsu-bay onu durdurmak ve İsrail saldırısını bildirmek için geldi. Çünkü "Ebu Cehil" (Nasır'ı kastediyor) sabahleyin saat üçte uykusundan uyandırılmış ve kendisine savaşa başlamaması emredilmişti. Bu durumda o çok küçülmüştü. Birkaç saat içinde savaş kaybedildi. Bunu bildiği sanılıyordu.^ Ona birçok yönden uyanlar gelmişti. Bundan sonra utanmadan -çünkü hayadan yoksundu- şöyle dedi: "Biz onları doğudan bekliyorduk, ama onlarbatidan geldiler. Kimbilir belki de akıl hocası ona doğudan geleceklerini haber verdi. İşte Kudüs ve Filistin ileSina'nın geri kalan kısımları böyle kaybedildi. Bu millete zillet böyle yazıldı. Çünkü "kahraman"a hücum etmemesi vesadecedarbeyi beklemesi emredildi. Darbe vuku bulunca o kara günün sabahında savaş sona erdi. Radyoda emirler çıkarıldı. "Ebu Cehil" durdukça köpürüyor ve öfkeleniyordu. Bölgede en büyük ordunun kendinde olduğunu, mutlaka ezip zafereulaşacağmı söyleyerek dünyayı tehdit ediyordu.
Bu radyo uzun süre içinde filan oğlu filana, filan kadının oğlu filana, londra'da kuyruğuna basılınca Kanada'da viyakhyan bilmem kime sövgülerle dolu, ipe sapa gelmez konuşmalara, sayısı dörtyüze varan Lider'e ait şarkılara, marşlara ve ezgilere şahit olmuştu. Rasulullah en doğrusunu buyurmuştur: "Kötü bir adeti icat edenin günahı kendisi üzerinedir. Ayrıca kıyamete kadar onu işleyenin günahı da onun üzerinedir."...
Tutukevinde gençlere işkence törenleriyle birlikte polis konferansları birbirini izledi. Gençlerin ulemanın birçoğuna özellikle zalim, fasık ve facir yönetcileri Övenlere karşı güvenlerini yitirmelerine şaşmamak gerekir. İnsan birinin sözünü kabul etmesi için önce kendisini kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bu konferanslar beklenilenin aksine bir neticeyi doğurdu. Fakat ben, konferansçıların gençlerin kafalarını karıştırmayı amaçladıklarını zannediyorum. Nitekim yukarıda zikri geçen şeyh Buharı ile Kur'an'm "Nebi ile Rasul"ün ayrımında bu tür mugalata ve iftiraları yapmıştır.
Bundan dolayı gençlerin kendi başlarına bilgi edinmek maksadıyla Kur'an ve Sünnetin İslam'ın temel iki kaynağı olması itibariyle doğrudan onlara yönelmeleri gayet doğaldır. 40
Dostları ilə paylaş: |