6-Seyyid Kutub:
Seyyid Kutub "Fi zılal'da şöyle diyor: Hezimetin herc-ü mercin, korkunç dehşetini bambaşka bir sükun takib etti. Rabları ve Peygamberleri tarafından mükafatlandırılan mü'minlerin ruh dünyalarındaki sükunet... Gönül rahatlığı içinde kendilerini kucağına attıkları hoş biruyku kapladı oniarı.. Allah'ın mü'min kullarını çerçevesi içine alan ilahi rahmete uygun olarak beliren ilginç bir mucize... Bitmiş, tükenmiş, yorgun düşmüş kimselerin bir saniyelik de olsa, daldıkları uyku, onlann varlığında büyülü bir etki uyandırır. Yepyeni bir yaratık haline getirir. Vücutlanni rahata kavuşturduğu gibi, kalblerini de sükunete erdirir. Bu haletin künhü ve keyfiyeti meçhuldür. Bu şiddet ve sıkıntı anında bir lahzada olsa, uykuya dalmanın zevkini kendi nefsinde tecrübe eden bir kimse olarak bunu söylüyorum. O anda Allah'ın öyle derin ve tatlı rahmetini hissettim ki, insan oğlunun şu kısır ifadesi onu vasıflandırmaktan acizdir.
Tirmizi, Nesei ve Hakim, Hammad bin Sale-me'den, o, da Sabit'ten, o, da Enes'ten, o da Ebu Talha'dan rivayet ediyor. Ebu Talha diyor ki: "Uhud günü, başımı kaldırıp etrafa baktığım zaman herkesin kabuğuna çekilmiş uykuya dalmak üzere olduğunu gördüm."...
Öbür taifeye gelince, yani nefisleri kendilerini daha çok meşgul eden cahiliyyet tasavvurlanndan kurtulamayan, bütün varlıklarıyla nefislerini Allah'a tes-
Um etmiyen Allah-'m takdirlerine her şeyleriyle boyun eğmeyen imanı sarsılmış olan kimseler, başlarına gelenlerin, denemek için Allah tarafından bir musibet olduğunu, Allah'ın dostlarını düşmanlarına karşı yalnız bıraktığı manasına gelmediğini ve küfre, şerre, bâtıla bu son galibiyet ve mükemmel zaferle her şeyi teslim etmediğine kalbleri inanmayan, yalnız kendi nefislerini düşünen insanlar...
"Bir zümre de canlan sevdasına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliyyet zannı gibi haksız bir zan besliyorlar" Bu işten bize ne? Diyorlardı."
Bu din, mensubu olan kimselere ilk Önce kendi şahıslarının bir şeyi olmayıp, neleri varsa hepsinin Allah'ın olduğunu, Allah'ın yolunda harbe çıkınca, kendi şahısları için harb etmediklerini, kendi şahsi çıkarları için hareket edip savaşmadıklarını, her şeylerini Allah'ın takdirine teslim ettiklerini, Takdir-i İlahi'den geleni ne kadar ağır olursa olsun teslimiyet ve hoşnutlukla kabul etmelerinin gerektiğini onlara öğretiyor.
Kendi şahıslarını düşünenler, düşünce ve ölçütlerinin ihtimam ve meşguliyetlerinin mihverini, şahsi menfaatları teşkil eden kimseler hakikî manada imanları kemale ermiş sayılmazlar. Kuran'm burada sözünü ettiği zümre işte bu tip kimselerdi. Kendi nefislerini düşünüp, onun için çalışan ve her zaman kararsızlık, kaypaklık, içinde bulunan zümre, kendi tasavvurlarında belirmeyen bir şeyde boş yere vakit kaybettiklerini hissediyor, savaşa kendi iradeleriyle olmayıp, başıboş bir şekilde itildiklerini, bununla birlikte acı belâlarla karşı karşıya geldiklerini yüksek bedelle ölüm, elem ve yarayla karşılık Ödediklerini düşünüyorlardı... Onlar Allah'ı gerçekten tanımıyorlar, Cahi-liyye sistemine bağlı kimselerin sandığı gibi haksız zanlar ileri sürüyorlardı. Haksız yere yürüttükleri zamların başında da kendi paylarına bir şey düşmeyen, sadece boş yere öldürülmek ve yaralanmak için itilen bu savaşta boş yere kaybolacaklarım, Allah'ın kendilerini kurtarıp, muzaffer kılmıyacağını, düşmanlarının pençesine teslim edeceğini düşünmeleri gelir. Onlar bu şekilde tasavvur ediyor ve soruyorîar-dı:"Bu işten bize ne?"
Bu şekilde laf etmeleri savaş ve kumanda prensibine iftira ettiklerini ifade etmektedir. Belki de onlar "Medine"den çıkmama görüşünü savunanlardandı...
Onların nefisleri vesvese ve çarpıntılarla dolu olup bir yığın itiraz ve delilerle kaplıdır. "Bu işten bize ne" diye sordukları sualden anlaşıldığı gibi, şuurlarının altında istemedikleri bir sonuca itildiklerini, kötü kumandanın kurbanı olduklarını, şayet savaşı kendileri idare etseler, bu sonuçla karşılaşmıyacaklannı söylemektedirler."bu, bize ait bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik, diyorlar."
İnandığı itikada samimiyetle bağlanmayan gönüllerde, savaş sırasında yenilgi darbe ni yedikleri, mağlubiyetin açılarıyla karşılaştıkları zaman böyle duygular bulunur. Bedelin sanıldığından daha pahalı sonucun beklenilenden daha acı, olduğunu gördüğü vakit: İçini yoklayıpta giriştiği işte iyi ve kazançlı olduğunu görmediği an, kumanda tasarrufunun bu tehlikeyi getirdiğini, şayet iş kendinin elinde olursa, bu hale düşmeyeceğini tahayyül ettiği zaman, elbette insan bu karanlık tasavvurlarla hadisenin gerisinde Allah'ın yed-i kudretinin mevcut olduğunu göremez. Onun ölçüsüne göre bütün mesele hüsran ve korkunç bir kayıptan ibarettir.
İşte burada ayet ölüm ye hayat bilmecesini, musibetlerin arkasındaki gizli hikmeti tamamen açıklıya-rak, onların fikirlerini tashih ediyor: "De ki: Evlerinizde olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, yine muhakkak devrilecekleri yere çıkıp gidecektiler..." De ki şayet siz evinizde bulunsaydtnız harbe katılmadaydınız, bütün işiniz, kendi ölçünüze göre olsaydı... Öldürülmesi takdir edilmiş olanlar muhakkak öldürülecekleri yere çıkıp gideceklerdi. Meydanda takdim, tehir bilmeyen bir ecel var. Orada önceden taksim edilmiş bir ölüm yeri var. Elbette ölecek kişi oraya varıp ruhunu teslim edecektir. Ecel kapıyı çaldığı zaman ölecek kişi kendi ayağıyla oraya gider. Hızlı adımlarla öleceği yere koşar. Onu hiç kimse planlanan eceline sevkedip götürmez. Önce belirtilen ölüm yerine alıp götürmez..." 89
Soru:ResuluIlah (SAV) cahiliyyet zanm gibi zan besleyerek kişilerin'küfrüne hükmetti mi? Halbuki onlan sahabe-i kiramdan bazısı kendi adlarıyla isimlendirmişti. Şunu biliyoruzki münafıklar tüm müslü-manlar gibi toplumun fertleri olarak sayılmaya devam ettiler. Yine biz nifak'm küfre baskın çıktığını ve münafığın cehennemin en aşağı derecesini hak ettiğini biliyoruz.
Cahiliyyet zannı, sahiplerini küfür sahasına itmedi. Hiç kimse de bu zan sebebiyle onları küfür ile yargılamadı. 90
Cahiliyet İdaresi
Cenab-ı Hakkın Maide suresinde şöyle buyurduğu daha önce geçmişti: "Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliyyet idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir kavme göre hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?"
Kur'an'i okuyanın, yukarıdaki ayeti, Allah'ın in-dirdiğiyle hükmetmenin farziyetinden söz eden üç ayet-i kerimeden sonra yer aldığını görür. O üç ayette şunlar:
1-"Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat-ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler, onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zahidler ve bilginlerde (onunla hükmederlerdi) Hepsi ona (hak olduğuna) şahidlerdi. (Ey yahudiler ve hâkimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide:44)
2-Yukarıdaki ayeti takib eden ayette şöyle:"...Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir". (Maide:45)
3-Yine bu da Maidesuresinde:"İncilsahiplen, Onun içinde Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlarfasıklardır." (Maide:47)
Akla ilk gelen şey şudur: Yüce Allah-Tevrat sonra İncil ve Kur'an'm kendi dönemlerinde gereğiyle hükmetmeyi isteyerek bu semavi kitaplardan bahsetti.
Ben önce müfessirlerin görüşlerini sunmaya çalışacağım, sonra da Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen kişi hakkındaki hükümden ve onun küfürle olan alakasından söz edeceğim. 91
Dostları ilə paylaş: |