Giriş
Doktora tezimi tamamlamak için , _60'h yıllarda Kahire'ye gidiş-gelişim sırasında, hapishaneden çıkmış bazı gençlerle karşılaştım. Bu gençlerin orada mesailerini "tekfir" fikri üzerine yoğunlaştırdıklarını sezdim. Konuşma sırasında "ridde=dinden dönme" ahkamı ile ilgili bir kitabım olduğunu söyledim. Bu sözüm üzerine gençler, şaşkına döndüler ve bazıları şöyle bir cümle sarfettiler : "Sen, fıkhın amatörlerinden mi, yoksa profesyonellerinden misin?" Ben, cevap vermeden önce diğeri şunu ekledi: "Senin durumun ve görünüşün sadece amatör biri olduğunu gösteriyor." Bu gençlerin bir konuya takıldıklarını anladım. Küçük bir tartışmadan sonra beni evimde ziyaret etmek üzere izin istediler. Onları iyi tanımamakla birlikte tekliflerini kabul ettim. Fakat Arap ülkelerinde bir adamın şerefli biri olduğunun yeterli delili onun suçsuz yere tutuklanmasidır. Mısırlı profesörlerden biri şöyle diyor: "Zalim yönetici bütün şerefli insanları toplayıp hapse attı. Geriye kalanlar şerefsizlerdir." Bu profesör diyor ki: "Ben de onlardan biriyim."
İleri gelenlerden bazılarının kendi çocuklarına şöyle dediklerini çok işitmişimdir: "Yavrularım! Şimdi sizler benim korkaklığım sayesinden yaşıyorsunuz. Şayet ben yiğit biri olsaydım, hapiste olurdum. Sizler de açlıktan ölürdünüz. Korkak olduğum için Allah'a hamd ediniz."
Bu gençleri evimde karşıladım. Biri tıp öğrencisi idi. Biri de tiyatro bölümü öğrencisi, üçüncüsü ise Fen fakültesi öğrencisi. Tartışmaları ve konuşmaları "ridde= dinden dönme" üzerineydi. Bu samimi ve iyi gençlerin tekfir fikrine dalmaları beni endişelendirdi. Çünkü gençler ilginç hükümler ve benzersiz bir fıkıh icat etmişlerdi... Kendilerinden ve başkalarından, genel olarak Mısırlı insana ve özellikle de müslümanla-ra karşı uygulanan insanlık dışı eylemleri ve işkenceleri çokça duyduğum için onların tepkisini daha iyi anlamıyordum. Bunu onlara söylediğim vakit, içleri rahatladı ve yüzleri aydınlandı.
Fakat vardıkları hatalı sonucu kendilerine açıkladım. Geniş bir zamanda onlara: "Sizin şu söyledikleriniz, yeni değildir. Bunların tümünü daha önce Hariciler, bazısını da Mutezile söylemişti." dedim. Bunun üzerine gençler şaşırdılar ve birbirlerine baktılar. Bunu tekrarlayınca gençlerden biri : "Bu imkansız, bu hükümler, zindanlann ve herhangi bir kitaptan uzak fıkhın ürünleridir. Çünkü hiç kimsede bir tek kitap dahi yoktu, hatta üzerimizden çıkan mus-haf bile yoktu." diye cevap verdi. Gençlerin vardığı sonuç, Kur'an'dan ve hadislerden ezberledikleri şeylere dayanan kendi içtihatlarından başkası değildi.
Gençlerin gönlünü alarak onlara dedim ki: Sizin dunımunuz^tarihimizde tek değildir. İşte Hanefi fa-kihi es-Serahsi. Yirmi cüzlük "Mebsuf'unu tutuklu iken yazdırdı. Hapishanenin dışında duran talebeleri, onun söylediklerini yazıyorlardı. Bundan dolayı kitabında "yazdırıyorum" ifadesini kullanır. İmam Ahmed b. Hambel de "Kur'an-ın mahluk olduğunu" söylemediği için kırbaçla işkence görüyordu. Bu sırada talebeler dışarıda, hokka ve kalemlerini ellerinde tutmuş, işkence gören adamın ağzından çıkan şeyleri kaydetmek için onu dinliyorlardı. Verdiği fetva zalim idarecinin hoşuna gitmediği için kırbaçlan-mıştı.
Sonra gençlere : Siz bu ümmettensiniz ve onun yolu üzerindesiniz, dedim. Eğer vaz geçerseniz dünya metamın çoğundan vaz geçmiş olursunuz. Fakat düşündüklerinizi Şehristani'nin "eî-Milel ve Nihal"ın da, el- Bağdadi'nin "el Fark, beyn'el Firak m da; el Eş'ârî'nin "Makaletü'l Islâmiyyin" inde ve hatta İbn-i Haldun'un "Mukaddime" sinde bulursunuz. Size bilebildiğim kadarıyla düşündüklerinizde bir yenilik. yoktur diyorum. Bunun üzerine gençler büyük bir şaşkınlığa uğradılar. Bazıları bu kitapları hiç duymadıklarını itiraf ettiler. Diğerleri deadlannı duyduklarım, fakat görmediklerini söylediler.
Dedim ki, ey gençler!... Biz, O kitapları okumadığımız veya onlardan haberdar olmadığımız takdirde , ulema meselesi azalmaz. Halbuki onlar Mısır'da çoktur? Gençler sanki ben kötü birşey söylemişim gibi birbirlerinin yüzüne baktılar. İçlerinden biri "Sen garip ve iyi niyet sahibi birisin" Senin burada gördüklerin hep tüccar. Kafir yönetici için bir kaç kuruşa ve çok kere de bedavaya dinlerini ve ilimlerini satıyorlar" dedi.
Sonra da gençler, ümmeti tümüyle rezil edecek ve faciri bile utandıracak olayları anlatmaya başladılar. İçinde zerre kadar erkeklik gururu bulunan ve azıcık dini olan insan bunları kabul etmez. Gençlerden biri içini çekerek: Bu tüccarlardan bazısını yanımıza getiriyorlar. Onlar da bizimle ilkokul öğrencilerinin dahi bildiği konularda münakaşa ediyorlar, kendisi gibi bir yöneticinin veya cellatların dahi yap-mıyacağı şeyleri yapan yöneticinin tasarruflarını savunuyorlar, dedi.
Nitekim, gençlerden bazısı şunu açıkça söylüyordu : Onların bu yaptığı şey, sertliği terkedip, olumlu cevap verenlerin işkencesini hafifletmek için işkenceden sorumlu olanlarla yapılan gizli bir anlaşmadır. Bazı gençler, onu kabullenip, burada sertlik ve sapma yoktur, müslümanlar ve mezhep sahiplerinin tümü haramı helal, helali haram kılan kişinin küfre girdiğini söylediklerini ifade edince, şeyh kılıklı adam kahkahayı bastı ve alaylı bir şekilde: Bu mezheplere gitme, bana bak. Ben, karşılaştırmalı dinler tarihi uzmanıyım, dedi. Gençlerin bazısı onun uzmanlığını reddederek, İslam'da dini insanlara yorumlayan ne papa var ne de rahipler, dedi ve şu ayet-i kerimeyi okudu: "Deki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Aîlah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu. Ve ben müslümanlann ilkiyim. "(En'am Suresi:162-163) Allah'a namazda, iktisatta ve yaşamada ortak olmaz. Bütün bunlar Allah'a aittir. Kim O'nunla mücadeleye tutuşursa küfre girmiş ve şirk koşmuş olur. Devlet, her ne kadar insanları ibadet etmekte serbest bıraksa da, onlar için bir takım hükümler, kanunlar koyuyor ve Allah'ın şeriatını terkedi-yor. Hükümetle anlaşmazlığın özü budur. Zaten bunun için işkence görüyor ve öldürülüyoruz. Bunun bize yapıldığını sen de kabul ediyorsun.
Şeyh-veya sarıklı gizli polis-düzenbazlık içinde şöyle cevap verdi: Yavrucuğum! Bu Resulullah'a özgüdür. Resulullah müslümanlann ilki olması hesabiyle, ayet kendisine uyan kişiyi vasıflandırıyor. Allah'ın kitabıyla hükmetmeyen kişi kafir olmaz, aksine müslümanlann sonuncusu olur.
Delikanlı, Buhari namaza başlangıç duası bölümünde şu hadisi zikretmiştir, dedi: "Namazım ve kurbanım, ölüm ve dirim alemlerin rabbi Allah'a mahsustur. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emro-lundum. Ben müslümanlardanım." Bu duayı her müslüman namazda tekrarlıyor. Halbuki Resulullah "ben müslümanlann ilkiyim" diyor, biz ise "ben müslümanlardanım" diyoruz.
Şeyh şöyle cevap verdi: Kur'an ve Buhari doğrudur. Fakat Kur'an haktır. Hak ise doğrudan önce gelir. Ama Buhari'de varid olan hadis, kesin hüccet değildir. Çünkü hak yalnızca Kur'an iledir. Ben Kur'an'a ait olanı kabul ederim. Kur'an da kendisiyle hükmeden kişiyi müslümanlann ilki olarak nitelendiriyor. Kur'an ile hükmetmeyen kişi, kafir değil müslümanlann sonuncusu olur.
Gençlerden biri: Bu gizli polis bu günkü yöneticinin Kur'anla hükmettiğini, çünkü yöneticinin resmi toplantılarda içkiyi yasakladığını ve ileride de ya-sakhyacağım söylemekten çekinmediğini ifade etti. Halbuki bunu azgınlar bile söylemeye cesaret edememiştir.
Dedimki, siz güveneceğiniz alimleri nerede bulacaksınız? Delikanlı içini çekerek= İstediğimiz gibi onlarla görüşüp, tartışmak bizim haddimiz değil, dedi.
Burada onlara, bir arkadaşımla başımdan geçen bir olayı anlattım! Üniversitede yaşı ilerlemiş bir hoca arkadaş vardı. Biz kendisine evlenme konusunda ısrar ediyorduk. O da "inşallah"tan başka bir şey demi-yordu. Bir gün onunla başbaşa kaldık ve ona dedimki: Neyi bekliyorsun? Niçin evlenmiyorsun? Kendisine yaraşır bir eş bulmada yardımcı olabileceğimi teklif ettim. Bunun üzerine bana bu adam; Ben şaşkınlık içindeyim. Benim eş olarak istediğim ve beğendiğim kişi beni istemiyor. Benden hoşlanan ve beni isteyeni de, ben istemiyorum, beğenmiyorum. Benim problemim işte bu... diye cevap verdi.
Bunun üzerine gençler güldüler ve bizim de problemimiz budur, dediler. Bizimle tartışmak için hükümetin getirdiği adamların tümü, zalim yöneticinin ve avanesinin casusları, bilgileride iblisin bilgisi gibi. Bundan dolayı onların söylediklerine güvenmiyoruz, hatta söyledikleri hak dahi olsa. Kendisine ve ilmine güvendiğimiz kişilere de biz ulaşamıyoruz. Bu da bizim problemimiz.
Dedim ki: söyledikleriniz gerçekten doğrudur. Fakat benim korktuğum şu ki, Ulemaya güvenin yok oluşu sizi iki durumdan birine veya her ikisine birden götürecektir. Buna göre yeterli hazırlık ve ehil kılacak bilgi olmadan "ictihad" yapmak veya kitaplara dönüp, hiç kimseden yardım istemeden onlardan yararlanmak. Her iki durumda da tehlikeler vardır.
Gençlerden biri, biz ikisine birden düştük, dedi. Cezaevinde, "içtihat" yapılıyor. Halbuki cezaevinden dışarı çıkan kitapları okur. Bir kısmımız, Arap dilini ancak resmi okullarda okuduk. İlmî olarak okutanlar Arapça'yı, kaide ve kurallarını zikretmiyorlar. Halbuki onlar cezaevinde iken fetva veriyorlar. Bütündaya-nakları Kur'an ve sünnettir.
Cezaevinden çıkanlara gelince; onlar tecrübesiz ve rehbersiz olarak kitapları okuyup inceliyorlar. Bazıları şöylediyor: Ben Hz. Peygamberin hadisini buluyorum ve çok seviniyorum, bir müddet sonra bir başka hadis buluyorum. Ama bu sefer ikisinin arasını nasıl bulacağımı bilmiyorum. Örnek olarak: "zalim yöneticiye karşı çıkmaya çağıran hadiseleri verdi. Bu hadiselerde, karşı çıkan kişinin "öldürülürse şehid veya şehidlerin önderi" olacağı belirtiliyor. Halbuki bu konuda mutlak olarak karşı çıkmayı engelleyen hadiselerde var.
Dedim ki, çok güzel örnek verdin. Bu tek bir örnek. Çünkü zalime ve Allah'ın indirdiği ile hükmet-meyene karşı çıkmak caizdir; ama müslüman yöneticiye nasihat etmek ve iyiliği emretmek vacip olur. Cemaata uymanın ve yöneticiye karşı çıkmamanın vacip olduğunu belirten hadislerin tümü müslüman yönetici hakkındadır. İslam'a inanmayan yönetici hakkında ki mesele gayet açıktır. Bu sözlerime karşılık genç: doğru, sadece kitap okumak yetmiyor. Mutlaka rehber gerekiyor, dedi.
Ben dedim ki, bu hükümetler, iddia ettikleri gibi "aşinhk"la savaşta ciddi olsalardı, elbette gençlerin güvendikleri alimlerin, onlarla tartışmalarına ve ellerinden tutmalarına izin verirlerdi. Fakat bu hükümetler, halk çocuklarının kendilerine cevap vermeme umuduna karşılık, her türlü aşın fikir ve mutaassıpce-maatlakolkolalar. Böylece de yönetici nezaman isterse veya kendinden ne vakit istenirse onlara darbe indirmek kolay olsun diye bir tarafa çekilip bekler.
Bugün de aksi olmuştur. Halkın, iyilik adına ne varsa her şeyini yağmalayan, saygınlığını hiçe sayan, sabah-akşam kendine zulmeden bu yöneticilerden yeterince çekeceğini çekmiştir. Bu kişilerden halka zulmetmenin dışında başka bir iyilik beklenmez. Onlar düşmanla savaşmak için yüz yüze gelince, bir kaç saat içinde yenilgiye uğrarlar. Bu halk, üzüntüden ve sıkıntıdan ötürü her türlü aşırılıktan söz eder olmuştur. Aynı zamanda herhangi bir mutedil görüşe de razı olmamaktadır. Çünkü bu mutedil görüş her hangi bir netice vermemiştir. Zira bu yöneticilerin özellikle de yurda ve yurttaşlara karşı yapılan ve adına da yalan yere "devrim" dedikleri askeri ihtilallerin komutanlarının aslını, dinini, ahlakını, vatandaşlarla olan bağlantılarını hiç kimse bilmiyor.
Bu inkılaplar bize, her defasında, korkakların ahlaksızların musibetlerin, şizofreniklerin her çeşit Örneğini vermiştir. Allah hepsinin belasını versin.
Eskiden yönetici, siyaset alanında toy bir genç olarak çalışmaya başlıyordu. Böylece düşmanları onun asimi, ailesini ve gidişatını araştırıyordu. Eğer onda bir hata görürlerse, onu hemen ifşa ederlerdi. Böylece o kişi yönetici olunca, hayatının her safhası açık seçik ve mazisi malûm olurdu. Bundan dolayıda siyasi geleceğinden korktuğu için dikkatli ve hesaplı olarakçalışırdı.
Fakat bu ihtilallerin yöneticileri karanlık bir gece gibi çöktüler. Geçmişlerini tanımıyoruz; karanlık... Gelecekten de korkmuyorlar. Çünkü onlardan birinin 3 dediği gibi durum şöyle: Kişi kral olunca, aynı zamanda bakan tain eder, bakanı istifaya zorlar veya istifasını kabul ederdi. Ama ben Bağdat'a tankların üstünde geldim. Bu yoîdanda yönetici oldum. Aynı yol-lada ayrıldım." Bu adam doğruyu söylemişti. Çünkü o, savunma Bakanlığına tankın üzerinde girmişti. Orada etrafı sarılınca, yine tankın üzerinde, dışarı çıkmıştı.
Ellili yılların başından beri, bazı yöneticilerle ümmetimiz arasında savaş başlamıştı. Savaşın asıl sebebi İslam topluluklarının, cahil zayıf, yenik ve ezik oldukları bir dönemde sömürgecilerin koydukları İslama zıt ve çelişen kanunları yürürlükten kaldırma ve şeriata dönme isteğiydi. Hükümetler buna olumlu bir cevap verecekleri yerde gizli bir savaşa girdiler. Öldürülenler öldürüldü, darağacınaçekilenlerçekildi.
Bu kişiler suçlu oldukları için değil, sû-i kast düzenledikleri gerekçesiyle öldürüldüler. Sanki komployu, adam öldürme suçuymuş gibi telakki ettiler. Bu ihtilalcilerin hiyanetlerine ve kendi başkanlarına ve kendilerini korumak için tain ettikleri ve sadakat yemini yaptıkları kişilere karşı işledikleri zulümlere gelince, onlarsırf asker oldukları için bu hakka sahip oldukları kanaatindedirler. Halbuki ellerindeki bu silahlan, bu müslüman halk, düşmanla sa vaşsınlardiye satın aldı. Ama onlar bu silahları yönetimin karşısına dikilmek ve bu ümmetin çocuklarından onların yaptıklarına ve söylediklerine karşı çıkanları öldürmek için kullandılar. Fakat düşman karşısında veya yabancılar karşısında korkak fareler gibi kaçacak delik ararlar. 4
Bu yöneticiler-asker oldukları halde ekserisi kor-kaktırlar-bu ümmetin isteklerine cevap vermek istemediklerine göre, onların şu aşağıdaki iki metni okumalarını istiyorum. Metinlerden biri yahudi dergilerinden birine ait. Diğeri ise bir Fransız müsteşrike ait. Bu kişiler taassub ile itham edilmiyenler. Bildiğimiz gibi sözleri onlar tarafından baş göz üstüne.
Bir Yahudi gazetesi, baş makalesinde, Güney Lübnan'a yapılan saldırıyla ilgili bir yorum yayınladı. Buna çok sevinmekle birlikte, yahudi yayın araçlarına özellikle de televizyona ciddi bir eleştiri yöneltti. Çünkü televizyon, Marunilerin komutanıyla röportaj yapmıştı. Maruniler savaşla ilgili sevinçlerini açıkladılar.
Gazete şöyle yazıyordu:
"Yahudi yayın araçlarının bu yanlış tutumu, İsla-mi ruhu harekete geçirdiği için Arap ülkelerinde ki ve Lübnan'da ki müslümanlann sert tepkilerine sebep olmuştur. Halbuki İsrail ve "dostlar"ı geçen otuz yıl boyunca islami ruhu ezmeye ve yok etmeye uğraşmışlardır. Filistin saflarında dolaşan batılı muhabirlerden bazıları daha önce rastlamadıkları garip bir olaya tanık oldular: Filistinlilerin kullandıkları nakil araçlarına ve duvarlara yazılan islami sloganlar ve savaşçıların büyük bir kısmının arasında hatta kendilerini solcu zannedenlerin arasında dahi yükselen tekbir ve salavat sesleri..
İsrail yayın araçlarının unutmaması gereken önemli bir gerçek varki aynı zamanda Araplarla yapılan savaşta İsrail stratejisinin bir bölümüdür. Bu gerçekte şudur! Biz, Araplarla olan savaşımızda, dosları-mızın ve kendimizin islami savaş alanından uzaklaştırma gayreti sayesinde başarıyı elde ettik. İslam'ın savaş alanından uzakta durması gerekir. Bundan dolayı hangi yolla ve hangi şekilde olursa olsun, islami ruhun uyanmasını engelleme planımızı uygulamaktan bir an bile geri durmamalıyız. Bu durum islami ruhun uyanmasını engellemede şiddet kullanmak için dostlarımızdan yardım istemeyi dahi gerektirirse, bunu yapmalıyız.
Sonra Gazete şunu ekliyor:
"Fakat İsrail Televizyonu'nun ve yayın araçlarının içine düştüğü en büyük hata tüm planlarımızı nerdey-se alt üst ediyordu. Bu tutum dar çerçevede de olsa, islami ruhu uyandırmaya sebeb olmuştur. Ama biz, İsrail'e karşı düşmanlıklarıyla tanınan islami grupların, bize karşı islami duygulan tahrik etmek için bu fırsatı iyi değerlendireceğinden korkuyoruz. Bu konuda onlar başarılı olur ve bizler de uygun bir zamanda bu işe "dur" demek konusunda dostlarımızı razı etmede başarısız olursak, işte o vakit, İsrail "vehmi" değil "haki-ki"düşmanıyla karşı karşıya kalmış olur. Hem de öyle bir düşman ki savaş alanından uzakta olmasına çok önem vermemiz gereken bir düşman. Müteassıb müs-lümanlar Arap beldelerine karşı verdiğimiz savaşın yönünü bir Yahudiyi öldüren veya yahudi tarafından öldürülen kişinin cennete gireceğine inanmış müca-hidlere karşı çevirmekte başarılı oldukları takdirde, İsrail kendini bir dar boğazda sıkışmış bulacaktır."5
İslami cemaatlara öldürücü darbeyi ve onlara şiddet kullanmayı öngören "dostlar"m tehdidini ve bu sözü anlamakta herhangi biri güçlük çekermi?
Fransız müsteşriki ]acques Brique in sözlerine gelince, S.Arabistan'da yayınlanan "el-Mecelle" dergisinin temsilcisi onunla bir röportaj yapmış ve aralarında uzunca bir konuşma geçmiş. Bir kısmını aşağıya alıyoruz:
Temsiici: E fendim" Meydan okuma karşısında İs-lam"adh son kitabınızda, Arap ve müslüman yöneticileri kasdederek şöyle diyorsunuz: "Onlar devletler fabrikasında şu veya bu bölgede jandarmalık yapma ve sizin laboratuvarlarınızda üretilen düzeni ayakta tutma görevini yapmaya devam ettiler. Büyük şirketlere boyun eğerek ya burjuva demokrasisini veya ithal malı sosyalizmi tatbik etmeye uğraştılar. Çağdaşlık yaftası altında batılı yönetim biçimlerini veya bağımsızlığa kavuşturma adıyla çelişkili düzenleri benimsediler. Böylece sizin tüm çabalarınızdan uzak kendi gerçeklerini araştıran fertler ve topluluklar bulacaksınız. Gerçekten islam bunların büyük çoğunluğu için çok yakındır. Bilakis onlara şahdamarlarmdan daha da yakındır."
Jacques'm cevabı şöyle: Gerçekten bu hakikat, biz batılı gözlemcilerin keşfettiği şeylerin en önemlisidir. Belkide bu tesbitte, bize İslam ve Arap dünyasındaki gözlemcilerden büyük bir kısmı katılacaktır. Buna göre, herhangi bir siyasi düzenle bağlantılı ve güdümlü her türlü politika-sağa ve sola yönelsin, yada sağ ve solun arasında olsun-başarısızlığa mahkumdur. İki veya üç yıldan beri, Arap ve islam dünyasında halk topluluklarının, liberal, sağ veya sol renkli sistemlerden umutsuzluğa kapıldığını görmekteyiz. Bundan dolayı halk, kendi gönlünde iyicene kök salmış ve kendine daha uygun sisteme dönmek istiyor. Bununla İslam'ı kasdediy orum. Üzerinden asırların geçmesi, ancak onun daha iyi anlaşılmasını ve daha çok aydınlanmasını sağlamıştır.
Temsilci: Buradaki gözlemciler bunu, İslam'ın ilerlemekten aciz ve geriye dönüşe eğilimli olduğu şeklinde yorumluyorlar...
Cevap: Tamamen aksi... O paragrafta söylediklerimi yeniden okusan, halkın bu düzenlerden umudunu yitirdiğine ve ye'se kapıldığına açıkça işaret ettiğimi göreceksin. Eşyayı kendi adlarıyla adlandıralım: İşte Nasırcılık'm başarısızlığı, bürokrasi de boğulup kalması ve iktisadi çöküntüsü... Devrik Şah'ın İran'da kurduğu sağa dayalı düzenin başarısızlığı, anarşi ve başkaldırının içinde boğulması... Yine İslam Dünya-sı'nın bazı yörelerinde, yeni sömürgeciliğe perde olmaktan başka bir şey olmayan liberalizmin başarısızlığı...
Bütün bu başarısızlıkların karşısında halk kendine özgü olana-her ne kadar kendine özgü olanı zikret-memişsede ki bu islamdır- dönmekten başka kurtuluş yolu olmadığını görmüştür. Burada halk kavmiyetçiliğe değil islam'a yönelmiştir.
Bu duruma göre İslam, gönüllere kavmiyetçilikten daha etkilidir. Zira islam, halka kavmiyetçilikten ve diğerlerinden daha yakın özellik taşır. Dini özelliği sebebiyle islami sistemle ilerlemeyi gerekli kılan şeyler arasında, bazı şartlar hazırlandığı takdirde uyuşma sağlamak mümkündür...6 . "Ebu Cehil" karpuzunu yetiştirip, halkına "portakal" diye sunan yöneticilerimiz bu konuda acaba ne düşünürler?
Adamın söyledikleri hakkında fikirleri nedir?
Üstümüzde denenmemiş sistem kald7 mı? Başarısız yöneticilerin ve bozuk sistemlerin deneme tahtaları mı olduk?
Son olarak yöneticilerimiz Allah'ın düzenini uygulamamaya ve o nu herhangi bir sistemden üstün tutmamaya yeminmi ettiler yoksa? 7
Dostları ilə paylaş: |