GeçMİŞte ve güNÜMÜzde tekfir meselesi



Yüklə 0,74 Mb.
səhifə2/32
tarix15.01.2019
ölçüsü0,74 Mb.
#97276
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32

Giriş

Doktora tezimi tamamlamak için , _60'h yıllarda Kahire'ye gidiş-gelişim sırasında, hapishaneden çık­mış bazı gençlerle karşılaştım. Bu gençlerin orada me­sailerini "tekfir" fikri üzerine yoğunlaştırdıklarını sez­dim. Konuşma sırasında "ridde=dinden dönme" ah­kamı ile ilgili bir kitabım olduğunu söyledim. Bu sö­züm üzerine gençler, şaşkına döndüler ve bazıları şöyle bir cümle sarfettiler : "Sen, fıkhın amatörlerin­den mi, yoksa profesyonellerinden misin?" Ben, cevap vermeden önce diğeri şunu ekledi: "Senin durumun ve görünüşün sadece amatör biri olduğunu gösteri­yor." Bu gençlerin bir konuya takıldıklarını anladım. Küçük bir tartışmadan sonra beni evimde ziyaret et­mek üzere izin istediler. Onları iyi tanımamakla bir­likte tekliflerini kabul ettim. Fakat Arap ülkelerinde bir adamın şerefli biri olduğunun yeterli delili onun suçsuz yere tutuklanmasidır. Mısırlı profesörlerden biri şöyle diyor: "Zalim yönetici bütün şerefli insanları toplayıp hapse attı. Geriye kalanlar şerefsizlerdir." Bu profesör diyor ki: "Ben de onlardan biriyim."

İleri gelenlerden bazılarının kendi çocuklarına şöyle dediklerini çok işitmişimdir: "Yavrularım! Şim­di sizler benim korkaklığım sayesinden yaşıyorsu­nuz. Şayet ben yiğit biri olsaydım, hapiste olurdum. Sizler de açlıktan ölürdünüz. Korkak olduğum için Allah'a hamd ediniz."

Bu gençleri evimde karşıladım. Biri tıp öğrencisi idi. Biri de tiyatro bölümü öğrencisi, üçüncüsü ise Fen fakültesi öğrencisi. Tartışmaları ve konuşmaları "ridde= dinden dönme" üzerineydi. Bu samimi ve iyi gençlerin tekfir fikrine dalmaları beni endişelendirdi. Çünkü gençler ilginç hükümler ve benzersiz bir fıkıh icat etmişlerdi... Kendilerinden ve başkalarından, ge­nel olarak Mısırlı insana ve özellikle de müslümanla-ra karşı uygulanan insanlık dışı eylemleri ve işkence­leri çokça duyduğum için onların tepkisini daha iyi anlamıyordum. Bunu onlara söylediğim vakit, içleri rahatladı ve yüzleri aydınlandı.

Fakat vardıkları hatalı sonucu kendilerine açıkla­dım. Geniş bir zamanda onlara: "Sizin şu söyledikle­riniz, yeni değildir. Bunların tümünü daha önce Ha­riciler, bazısını da Mutezile söylemişti." dedim. Bu­nun üzerine gençler şaşırdılar ve birbirlerine baktı­lar. Bunu tekrarlayınca gençlerden biri : "Bu imkan­sız, bu hükümler, zindanlann ve herhangi bir kitap­tan uzak fıkhın ürünleridir. Çünkü hiç kimsede bir tek kitap dahi yoktu, hatta üzerimizden çıkan mus-haf bile yoktu." diye cevap verdi. Gençlerin vardığı sonuç, Kur'an'dan ve hadislerden ezberledikleri şey­lere dayanan kendi içtihatlarından başkası değildi.

Gençlerin gönlünü alarak onlara dedim ki: Sizin dunımunuz^tarihimizde tek değildir. İşte Hanefi fa-kihi es-Serahsi. Yirmi cüzlük "Mebsuf'unu tutuklu iken yazdırdı. Hapishanenin dışında duran talebele­ri, onun söylediklerini yazıyorlardı. Bundan dolayı kitabında "yazdırıyorum" ifadesini kullanır. İmam Ahmed b. Hambel de "Kur'an-ın mahluk olduğunu" söylemediği için kırbaçla işkence görüyordu. Bu sı­rada talebeler dışarıda, hokka ve kalemlerini ellerin­de tutmuş, işkence gören adamın ağzından çıkan şeyleri kaydetmek için onu dinliyorlardı. Verdiği fet­va zalim idarecinin hoşuna gitmediği için kırbaçlan-mıştı.

Sonra gençlere : Siz bu ümmettensiniz ve onun yolu üzerindesiniz, dedim. Eğer vaz geçerseniz dün­ya metamın çoğundan vaz geçmiş olursunuz. Fakat düşündüklerinizi Şehristani'nin "eî-Milel ve Nihal"ın da, el- Bağdadi'nin "el Fark, beyn'el Firak m da; el Eş'ârî'nin "Makaletü'l Islâmiyyin" inde ve hatta İbn-i Haldun'un "Mukaddime" sinde bulursunuz. Size bi­lebildiğim kadarıyla düşündüklerinizde bir yenilik. yoktur diyorum. Bunun üzerine gençler büyük bir şaşkınlığa uğradılar. Bazıları bu kitapları hiç duyma­dıklarını itiraf ettiler. Diğerleri deadlannı duydukla­rım, fakat görmediklerini söylediler.

Dedim ki, ey gençler!... Biz, O kitapları okumadı­ğımız veya onlardan haberdar olmadığımız takdirde , ulema meselesi azalmaz. Halbuki onlar Mısır'da çoktur? Gençler sanki ben kötü birşey söylemişim gi­bi birbirlerinin yüzüne baktılar. İçlerinden biri "Sen garip ve iyi niyet sahibi birisin" Senin burada gördük­lerin hep tüccar. Kafir yönetici için bir kaç kuruşa ve çok kere de bedavaya dinlerini ve ilimlerini satıyor­lar" dedi.

Sonra da gençler, ümmeti tümüyle rezil edecek ve faciri bile utandıracak olayları anlatmaya başladı­lar. İçinde zerre kadar erkeklik gururu bulunan ve azıcık dini olan insan bunları kabul etmez. Gençler­den biri içini çekerek: Bu tüccarlardan bazısını yanı­mıza getiriyorlar. Onlar da bizimle ilkokul öğrenci­lerinin dahi bildiği konularda münakaşa ediyorlar, kendisi gibi bir yöneticinin veya cellatların dahi yap-mıyacağı şeyleri yapan yöneticinin tasarruflarını sa­vunuyorlar, dedi.

Nitekim, gençlerden bazısı şunu açıkça söylü­yordu : Onların bu yaptığı şey, sertliği terkedip, olumlu cevap verenlerin işkencesini hafifletmek için işkenceden sorumlu olanlarla yapılan gizli bir anlaş­madır. Bazı gençler, onu kabullenip, burada sertlik ve sapma yoktur, müslümanlar ve mezhep sahipleri­nin tümü haramı helal, helali haram kılan kişinin küf­re girdiğini söylediklerini ifade edince, şeyh kılıklı adam kahkahayı bastı ve alaylı bir şekilde: Bu mez­heplere gitme, bana bak. Ben, karşılaştırmalı dinler tarihi uzmanıyım, dedi. Gençlerin bazısı onun uz­manlığını reddederek, İslam'da dini insanlara yo­rumlayan ne papa var ne de rahipler, dedi ve şu ayet-i kerimeyi okudu: "Deki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Aîlah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu. Ve ben müslümanlann ilkiyim. "(En'am Suresi:162-163) Allah'a namazda, iktisatta ve yaşa­mada ortak olmaz. Bütün bunlar Allah'a aittir. Kim O'nunla mücadeleye tutuşursa küfre girmiş ve şirk koşmuş olur. Devlet, her ne kadar insanları ibadet et­mekte serbest bıraksa da, onlar için bir takım hüküm­ler, kanunlar koyuyor ve Allah'ın şeriatını terkedi-yor. Hükümetle anlaşmazlığın özü budur. Zaten bu­nun için işkence görüyor ve öldürülüyoruz. Bunun bize yapıldığını sen de kabul ediyorsun.

Şeyh-veya sarıklı gizli polis-düzenbazlık içinde şöyle cevap verdi: Yavrucuğum! Bu Resulullah'a öz­güdür. Resulullah müslümanlann ilki olması hesa­biyle, ayet kendisine uyan kişiyi vasıflandırıyor. Al­lah'ın kitabıyla hükmetmeyen kişi kafir olmaz, aksi­ne müslümanlann sonuncusu olur.

Delikanlı, Buhari namaza başlangıç duası bölü­münde şu hadisi zikretmiştir, dedi: "Namazım ve kurbanım, ölüm ve dirim alemlerin rabbi Allah'a mahsustur. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emro-lundum. Ben müslümanlardanım." Bu duayı her müslüman namazda tekrarlıyor. Halbuki Resulullah "ben müslümanlann ilkiyim" diyor, biz ise "ben müs­lümanlardanım" diyoruz.

Şeyh şöyle cevap verdi: Kur'an ve Buhari doğru­dur. Fakat Kur'an haktır. Hak ise doğrudan önce ge­lir. Ama Buhari'de varid olan hadis, kesin hüccet de­ğildir. Çünkü hak yalnızca Kur'an iledir. Ben Kur'an'a ait olanı kabul ederim. Kur'an da kendisiyle hükmeden kişiyi müslümanlann ilki olarak nitelen­diriyor. Kur'an ile hükmetmeyen kişi, kafir değil müslümanlann sonuncusu olur.

Gençlerden biri: Bu gizli polis bu günkü yönetici­nin Kur'anla hükmettiğini, çünkü yöneticinin resmi toplantılarda içkiyi yasakladığını ve ileride de ya-sakhyacağım söylemekten çekinmediğini ifade etti. Halbuki bunu azgınlar bile söylemeye cesaret ede­memiştir.

Dedimki, siz güveneceğiniz alimleri nerede bula­caksınız? Delikanlı içini çekerek= İstediğimiz gibi on­larla görüşüp, tartışmak bizim haddimiz değil, de­di.

Burada onlara, bir arkadaşımla başımdan geçen bir olayı anlattım! Üniversitede yaşı ilerlemiş bir ho­ca arkadaş vardı. Biz kendisine evlenme konusunda ısrar ediyorduk. O da "inşallah"tan başka bir şey demi-yordu. Bir gün onunla başbaşa kaldık ve ona dedimki: Neyi bekliyorsun? Niçin evlenmiyorsun? Kendisine yaraşır bir eş bulmada yardımcı olabileceğimi teklif ettim. Bunun üzerine bana bu adam; Ben şaşkınlık içindeyim. Benim eş olarak istediğim ve beğendiğim kişi beni istemiyor. Benden hoşlanan ve beni isteyeni de, ben istemiyorum, beğenmiyorum. Benim proble­mim işte bu... diye cevap verdi.

Bunun üzerine gençler güldüler ve bizim de prob­lemimiz budur, dediler. Bizimle tartışmak için hükü­metin getirdiği adamların tümü, zalim yöneticinin ve avanesinin casusları, bilgileride iblisin bilgisi gibi. Bundan dolayı onların söylediklerine güvenmiyoruz, hatta söyledikleri hak dahi olsa. Kendisine ve ilmine güvendiğimiz kişilere de biz ulaşamıyoruz. Bu da bi­zim problemimiz.

Dedim ki: söyledikleriniz gerçekten doğrudur. Fakat benim korktuğum şu ki, Ulemaya güvenin yok oluşu sizi iki durumdan birine veya her ikisine birden götürecektir. Buna göre yeterli hazırlık ve ehil kılacak bilgi olmadan "ictihad" yapmak veya kitaplara dö­nüp, hiç kimseden yardım istemeden onlardan yarar­lanmak. Her iki durumda da tehlikeler vardır.

Gençlerden biri, biz ikisine birden düştük, dedi. Cezaevinde, "içtihat" yapılıyor. Halbuki cezaevinden dışarı çıkan kitapları okur. Bir kısmımız, Arap dilini ancak resmi okullarda okuduk. İlmî olarak okutanlar Arapça'yı, kaide ve kurallarını zikretmiyorlar. Halbu­ki onlar cezaevinde iken fetva veriyorlar. Bütündaya-nakları Kur'an ve sünnettir.

Cezaevinden çıkanlara gelince; onlar tecrübesiz ve rehbersiz olarak kitapları okuyup inceliyorlar. Ba­zıları şöylediyor: Ben Hz. Peygamberin hadisini buluyorum ve çok seviniyorum, bir müddet sonra bir baş­ka hadis buluyorum. Ama bu sefer ikisinin arasını na­sıl bulacağımı bilmiyorum. Örnek olarak: "zalim yö­neticiye karşı çıkmaya çağıran hadiseleri verdi. Bu ha­diselerde, karşı çıkan kişinin "öldürülürse şehid veya şehidlerin önderi" olacağı belirtiliyor. Halbuki bu ko­nuda mutlak olarak karşı çıkmayı engelleyen hadise­lerde var.

Dedim ki, çok güzel örnek verdin. Bu tek bir ör­nek. Çünkü zalime ve Allah'ın indirdiği ile hükmet-meyene karşı çıkmak caizdir; ama müslüman yöneti­ciye nasihat etmek ve iyiliği emretmek vacip olur. Ce­maata uymanın ve yöneticiye karşı çıkmamanın vacip olduğunu belirten hadislerin tümü müslüman yöneti­ci hakkındadır. İslam'a inanmayan yönetici hakkında ki mesele gayet açıktır. Bu sözlerime karşılık genç: doğru, sadece kitap okumak yetmiyor. Mutlaka reh­ber gerekiyor, dedi.

Ben dedim ki, bu hükümetler, iddia ettikleri gibi "aşinhk"la savaşta ciddi olsalardı, elbette gençlerin güvendikleri alimlerin, onlarla tartışmalarına ve elle­rinden tutmalarına izin verirlerdi. Fakat bu hükümet­ler, halk çocuklarının kendilerine cevap vermeme umuduna karşılık, her türlü aşın fikir ve mutaassıpce-maatlakolkolalar. Böylece de yönetici nezaman ister­se veya kendinden ne vakit istenirse onlara darbe in­dirmek kolay olsun diye bir tarafa çekilip bekler.

Bugün de aksi olmuştur. Halkın, iyilik adına ne varsa her şeyini yağmalayan, saygınlığını hiçe sayan, sabah-akşam kendine zulmeden bu yöneticilerden yeterince çekeceğini çekmiştir. Bu kişilerden halka zulmetmenin dışında başka bir iyilik beklenmez. On­lar düşmanla savaşmak için yüz yüze gelince, bir kaç saat içinde yenilgiye uğrarlar. Bu halk, üzüntüden ve sıkıntıdan ötürü her türlü aşırılıktan söz eder olmuş­tur. Aynı zamanda herhangi bir mutedil görüşe de ra­zı olmamaktadır. Çünkü bu mutedil görüş her hangi bir netice vermemiştir. Zira bu yöneticilerin özellikle de yurda ve yurttaşlara karşı yapılan ve adına da ya­lan yere "devrim" dedikleri askeri ihtilallerin komu­tanlarının aslını, dinini, ahlakını, vatandaşlarla olan bağlantılarını hiç kimse bilmiyor.

Bu inkılaplar bize, her defasında, korkakların ah­laksızların musibetlerin, şizofreniklerin her çeşit Ör­neğini vermiştir. Allah hepsinin belasını versin.

Eskiden yönetici, siyaset alanında toy bir genç ola­rak çalışmaya başlıyordu. Böylece düşmanları onun asimi, ailesini ve gidişatını araştırıyordu. Eğer onda bir hata görürlerse, onu hemen ifşa ederlerdi. Böylece o kişi yönetici olunca, hayatının her safhası açık seçik ve mazisi malûm olurdu. Bundan dolayıda siyasi ge­leceğinden korktuğu için dikkatli ve hesaplı olarakçalışırdı.

Fakat bu ihtilallerin yöneticileri karanlık bir gece gibi çöktüler. Geçmişlerini tanımıyoruz; karanlık... Gelecekten de korkmuyorlar. Çünkü onlardan birinin 3 dediği gibi durum şöyle: Kişi kral olunca, aynı za­manda bakan tain eder, bakanı istifaya zorlar veya is­tifasını kabul ederdi. Ama ben Bağdat'a tankların üs­tünde geldim. Bu yoîdanda yönetici oldum. Aynı yol-lada ayrıldım." Bu adam doğruyu söylemişti. Çünkü o, savunma Bakanlığına tankın üzerinde girmişti. Orada etrafı sarılınca, yine tankın üzerinde, dışarı çık­mıştı.

Ellili yılların başından beri, bazı yöneticilerle üm­metimiz arasında savaş başlamıştı. Savaşın asıl sebebi İslam topluluklarının, cahil zayıf, yenik ve ezik olduk­ları bir dönemde sömürgecilerin koydukları İslama zıt ve çelişen kanunları yürürlükten kaldırma ve şeriata dönme isteğiydi. Hükümetler buna olumlu bir cevap verecekleri yerde gizli bir savaşa girdiler. Öldürülen­ler öldürüldü, darağacınaçekilenlerçekildi.

Bu kişiler suçlu oldukları için değil, sû-i kast dü­zenledikleri gerekçesiyle öldürüldüler. Sanki komp­loyu, adam öldürme suçuymuş gibi telakki ettiler. Bu ihtilalcilerin hiyanetlerine ve kendi başkanlarına ve kendilerini korumak için tain ettikleri ve sadakat ye­mini yaptıkları kişilere karşı işledikleri zulümlere ge­lince, onlarsırf asker oldukları için bu hakka sahip ol­dukları kanaatindedirler. Halbuki ellerindeki bu si­lahlan, bu müslüman halk, düşmanla sa vaşsınlardiye satın aldı. Ama onlar bu silahları yönetimin karşısına dikilmek ve bu ümmetin çocuklarından onların yap­tıklarına ve söylediklerine karşı çıkanları öldürmek için kullandılar. Fakat düşman karşısında veya ya­bancılar karşısında korkak fareler gibi kaçacak delik ararlar. 4

Bu yöneticiler-asker oldukları halde ekserisi kor-kaktırlar-bu ümmetin isteklerine cevap vermek iste­mediklerine göre, onların şu aşağıdaki iki metni oku­malarını istiyorum. Metinlerden biri yahudi dergile­rinden birine ait. Diğeri ise bir Fransız müsteşrike ait. Bu kişiler taassub ile itham edilmiyenler. Bildiğimiz gibi sözleri onlar tarafından baş göz üstüne.

Bir Yahudi gazetesi, baş makalesinde, Güney Lübnan'a yapılan saldırıyla ilgili bir yorum yayınladı. Buna çok sevinmekle birlikte, yahudi yayın araçlarına özellikle de televizyona ciddi bir eleştiri yöneltti. Çün­kü televizyon, Marunilerin komutanıyla röportaj yap­mıştı. Maruniler savaşla ilgili sevinçlerini açıkladı­lar.

Gazete şöyle yazıyordu:

"Yahudi yayın araçlarının bu yanlış tutumu, İsla-mi ruhu harekete geçirdiği için Arap ülkelerinde ki ve Lübnan'da ki müslümanlann sert tepkilerine sebep olmuştur. Halbuki İsrail ve "dostlar"ı geçen otuz yıl boyunca islami ruhu ezmeye ve yok etmeye uğraş­mışlardır. Filistin saflarında dolaşan batılı muhabir­lerden bazıları daha önce rastlamadıkları garip bir olaya tanık oldular: Filistinlilerin kullandıkları nakil araçlarına ve duvarlara yazılan islami sloganlar ve sa­vaşçıların büyük bir kısmının arasında hatta kendile­rini solcu zannedenlerin arasında dahi yükselen tek­bir ve salavat sesleri..

İsrail yayın araçlarının unutmaması gereken önemli bir gerçek varki aynı zamanda Araplarla yapı­lan savaşta İsrail stratejisinin bir bölümüdür. Bu ger­çekte şudur! Biz, Araplarla olan savaşımızda, dosları-mızın ve kendimizin islami savaş alanından uzaklaş­tırma gayreti sayesinde başarıyı elde ettik. İslam'ın sa­vaş alanından uzakta durması gerekir. Bundan dolayı hangi yolla ve hangi şekilde olursa olsun, islami ru­hun uyanmasını engelleme planımızı uygulamaktan bir an bile geri durmamalıyız. Bu durum islami ruhun uyanmasını engellemede şiddet kullanmak için dost­larımızdan yardım istemeyi dahi gerektirirse, bunu yapmalıyız.

Sonra Gazete şunu ekliyor:

"Fakat İsrail Televizyonu'nun ve yayın araçlarının içine düştüğü en büyük hata tüm planlarımızı nerdey-se alt üst ediyordu. Bu tutum dar çerçevede de olsa, is­lami ruhu uyandırmaya sebeb olmuştur. Ama biz, İs­rail'e karşı düşmanlıklarıyla tanınan islami grupların, bize karşı islami duygulan tahrik etmek için bu fırsatı iyi değerlendireceğinden korkuyoruz. Bu konuda on­lar başarılı olur ve bizler de uygun bir zamanda bu işe "dur" demek konusunda dostlarımızı razı etmede ba­şarısız olursak, işte o vakit, İsrail "vehmi" değil "haki-ki"düşmanıyla karşı karşıya kalmış olur. Hem de öyle bir düşman ki savaş alanından uzakta olmasına çok önem vermemiz gereken bir düşman. Müteassıb müs-lümanlar Arap beldelerine karşı verdiğimiz savaşın yönünü bir Yahudiyi öldüren veya yahudi tarafından öldürülen kişinin cennete gireceğine inanmış müca-hidlere karşı çevirmekte başarılı oldukları takdirde, İsrail kendini bir dar boğazda sıkışmış bulacak­tır."5

İslami cemaatlara öldürücü darbeyi ve onlara şid­det kullanmayı öngören "dostlar"m tehdidini ve bu sözü anlamakta herhangi biri güçlük çekermi?

Fransız müsteşriki ]acques Brique in sözlerine ge­lince, S.Arabistan'da yayınlanan "el-Mecelle" dergisi­nin temsilcisi onunla bir röportaj yapmış ve araların­da uzunca bir konuşma geçmiş. Bir kısmını aşağıya alıyoruz:

Temsiici: E fendim" Meydan okuma karşısında İs-lam"adh son kitabınızda, Arap ve müslüman yöneti­cileri kasdederek şöyle diyorsunuz: "Onlar devletler fabrikasında şu veya bu bölgede jandarmalık yapma ve sizin laboratuvarlarınızda üretilen düzeni ayakta tutma görevini yapmaya devam ettiler. Büyük şirket­lere boyun eğerek ya burjuva demokrasisini veya ithal malı sosyalizmi tatbik etmeye uğraştılar. Çağdaşlık yaftası altında batılı yönetim biçimlerini veya bağım­sızlığa kavuşturma adıyla çelişkili düzenleri benimse­diler. Böylece sizin tüm çabalarınızdan uzak kendi gerçeklerini araştıran fertler ve topluluklar bulacaksı­nız. Gerçekten islam bunların büyük çoğunluğu için çok yakındır. Bilakis onlara şahdamarlarmdan daha da yakındır."

Jacques'm cevabı şöyle: Gerçekten bu hakikat, biz batılı gözlemcilerin keşfettiği şeylerin en önemlisidir. Belkide bu tesbitte, bize İslam ve Arap dünyasındaki gözlemcilerden büyük bir kısmı katılacaktır. Buna gö­re, herhangi bir siyasi düzenle bağlantılı ve güdümlü her türlü politika-sağa ve sola yönelsin, yada sağ ve solun arasında olsun-başarısızlığa mahkumdur. İki veya üç yıldan beri, Arap ve islam dünyasında halk topluluklarının, liberal, sağ veya sol renkli sistemler­den umutsuzluğa kapıldığını görmekteyiz. Bundan dolayı halk, kendi gönlünde iyicene kök salmış ve kendine daha uygun sisteme dönmek istiyor. Bunun­la İslam'ı kasdediy orum. Üzerinden asırların geçmesi, ancak onun daha iyi anlaşılmasını ve daha çok aydın­lanmasını sağlamıştır.

Temsilci: Buradaki gözlemciler bunu, İslam'ın ilerlemekten aciz ve geriye dönüşe eğilimli olduğu şeklinde yorumluyorlar...

Cevap: Tamamen aksi... O paragrafta söyledikle­rimi yeniden okusan, halkın bu düzenlerden umudu­nu yitirdiğine ve ye'se kapıldığına açıkça işaret ettiği­mi göreceksin. Eşyayı kendi adlarıyla adlandıralım: İşte Nasırcılık'm başarısızlığı, bürokrasi de boğulup kalması ve iktisadi çöküntüsü... Devrik Şah'ın İran'da kurduğu sağa dayalı düzenin başarısızlığı, anarşi ve başkaldırının içinde boğulması... Yine İslam Dünya-sı'nın bazı yörelerinde, yeni sömürgeciliğe perde ol­maktan başka bir şey olmayan liberalizmin başarısız­lığı...

Bütün bu başarısızlıkların karşısında halk kendi­ne özgü olana-her ne kadar kendine özgü olanı zikret-memişsede ki bu islamdır- dönmekten başka kurtuluş yolu olmadığını görmüştür. Burada halk kavmiyetçi­liğe değil islam'a yönelmiştir.

Bu duruma göre İslam, gönüllere kavmiyetçilik­ten daha etkilidir. Zira islam, halka kavmiyetçilikten ve diğerlerinden daha yakın özellik taşır. Dini özelliği sebebiyle islami sistemle ilerlemeyi gerekli kılan şey­ler arasında, bazı şartlar hazırlandığı takdirde uyuş­ma sağlamak mümkündür...6 . "Ebu Cehil" karpuzunu yetiştirip, halkına "porta­kal" diye sunan yöneticilerimiz bu konuda acaba ne düşünürler?

Adamın söyledikleri hakkında fikirleri nedir?

Üstümüzde denenmemiş sistem kald7 mı? Başarı­sız yöneticilerin ve bozuk sistemlerin deneme tahtala­rı mı olduk?

Son olarak yöneticilerimiz Allah'ın düzenini uy­gulamamaya ve o nu herhangi bir sistemden üstün tutmamaya yeminmi ettiler yoksa? 7




Yüklə 0,74 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin