İNANMAYARAK DA YAPSAN,
YARATIŞ SİSTEMİ GEREĞİ NETİCESİNE ULAŞIRSIN
“Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ Hû, aleyhi tevekkeltu ve Huve rabbül arşıl azıym.”
“Allah’a güvendim (bana yeter) tanrı yoktur O vardır, ki ben de O’na bağlanıp işimi ona bıraktım; O arşın aziym rabbidir.”
Başınız haksız yere derde girdiği zaman bu âyet-i günde beşyüz veya bin kere okumaya devam ederseniz, inşâallah kısa zamanda selâmete çıkarsınız.
Bu âyetteki duâyı ilk okuyan İbrahim Nebidir.
İbrahim aleyhisselâm Nemrud tarafından yakalattırılıp, mancınıkla ateş dağının içine fırlatıldığı zaman, havadayken Cebrâil isimli melek gelir ve sorar.
-Yâ İbrahim senin için ne yapmamı istersin?
İbrahim aleyhisselâm cevap verir:
-Allah’a güvendim. O bana yeter. Tanrı yoktur O vardır! Ben O’na bağlanıp, işimi ona bıraktım. Ki O arş’ın azîm rabbıdır.
İşte İbrahim aleyhisselâmın bu şekildeki ifadesinden sonra mûcize olur; ve İbrahim aleyhisselâm yavaş bir şekilde ateşin içine düşer fakat onu ateş yakmaz. Çünkü, Kur’ân-ı Kerîm’de anlatıldığı üzere "ateş soğumuş ve selâmet verici olmuştur" İbrahim Nebi için, Allah emri ile.
İşte, böyle bir mûcizenin meydana gelmesine vesile olan anlayış ve ifade vardır bu duada.
Bakın bu duâ için ne buyuruyor Rasûlullah salla’lâhu aleyhi ve sellem efendimiz bizlere:
-Kim sabah kalktığında ve geceye girdiğinde “Allah’a güvendim o bana yeter, Tanrı yoktur, arş’ın azîm rabbi olan O vardır” derse; bunu ister sıdk ile söylesin ister YALANDAN (inanmıyarak) söylesin, yedi defa söylediğinde Allah ona kâfi gelir.’ Ebû Davud.
Dikkat edin!
Bu hadîs-i şerîfte çok önemli bir hususa işaret ediliyor! Allah’ın SİSTEM’ine! "Allah’ın düzeninde asla değişiklik olmaz" âyetiyle de vurgulanan SİSTEME.
Siz belli duaları veya zikirleri yaptığınız zaman, inansanız da, inanmasanız da, o yapılan çalışma, ilgili mekânizmayı, sistemi harekete geçirir ve mutlaka semeresini verir; demiştik.
İşte bu hadîs-i şerîf, söylediklerimizin açık-seçik ispatıdır. "Kişi ister SIDK ile ister yalandan yâni inanmayarak" yaptığında denmesi bunun apaçık göstergesidir.
Bu sebeple diyoruz ki, siz inanmasanız dahi bu zikirlere veya duâlara bir süre devam edin, söylenildiği sistem üzere. Elbette neticesine ulaşacaksınız.
Allah bize bunun mânâsına ermeyi ve bu duayı edebilmeyi nasîb etmiş olsun.
“RAHMAN’IN TÂLİMİ”YLE
RUBUBİYET BOYUTUNUZUN “SİZ” OLARAK
AÇIĞA ÇIKARDIĞI NİMETLERİ NASIL YALANLARSINIZ?
“Sünnetullah”ı “OKU”r!..
Görür gözü, işitir kulağı, konuşur dili, O olur!.
Beşer ise asla O’nu göremez!.
Allah Rasûlüne bakıp, “sen de bizim gibi çarşı-pazar dolaşan birisin” dedikleri gibi...
Müşrikler ancak “yetim Muhammed’i” görebilir!... Allah Rasûlünü asla!!!
Bu öyle bir yaratılış nimetidir ki...
“Fe Bİ-eyyi alâi RABİKÜMÂ tükezzibân!”
(Ey görünmez varlıklar ve insanlar!) Varlığınızı meydana getiren Rububiyet boyutunuzun “siz” olarak açığa çıkardığı nimetleri nasıl yalan sayarsınız? (Rahman Suresi’nde 31 defa tekrarlanan bir uyarı!)
Buna ancak hakikat ehli tasdik ve şehadet edebilir!.
“Kur’ân OKU”mak işte bu boyutta olur hakikatiyle!.
Ateizmin getirisi ve bilimin başlangıcı kabul edilen Darwinci görüş "tanrı" anlayışını yıkarken; "peki öyle ise sistem ve düzeni oluşturan yaratıcı zeka nedir?" sorusunu da beraberinde getirmiştir. Klasik "tanrı" anlayışı ise bunu cevaplayamamış; sonunda "akıllı tasarım" görüşüne ulaşılmıştır! Çünkü düşünen beyinler tanrı olmayan "evrensel yaratıcı akıl" aramaktaydılar son bilimsel gelişmeler ışığında.
Bilimsel gelişmeleri takip eden batılı aydınlar gökte bir tanrı ve gökten gönderilmiş-inmiş (semavi) din olamayacağı gerçeğini gördükten sonra, Ateizmi kabullenmişlerdir. Ne var ki, bu da yaşanılan evrensel gerçekleri çözmeye yetmemiş, bu defa insanlar "Evrensel YARATICI ZEKA" bulunması zorunlu gerçeğinden hareketle bu görüşe ulaşmışlardır...
Bu görüş, Allah Rasûlü Muhamed aleyhisselamın açıkladığı "ALLAH" ismiyle bildirip târif ettiği olayın kapısıdır!
İnsanlık, bugünkü müslümanlık anlayışının ötesinde, gerçek İSLAM DİNİ'ni tanıma hareketini başlatmıştır!
Fatır’ın farkına varılmasını sağlayan bu görüşün sonu, Zâtı ıtıbariyle mutlak gayb olan ismi "ALLAH" olanın keşfedilip kabul edilmesine kadar uzanacaktır..
Bu da, görünmez, bilinmez "MÜCEDDİD-YENİLEYİCİ"nin dünya üzerindeki işlevini yıllardır yerine getirmesi dolayısıyladır kanaâtindeyim.
Zirâ bu gerçekleri fark eden aydınların artık ateist olarak kalması imkânsızdır!
Fark edilen gerçek kapısı tüm insanlığa hayırlı olsun!
Bu da, “Allah hidâyetinin”, yani gerçeği görmenin, değerlendirmenin bir başka ifadesidir!.
“SULBÜNDEN OLABİLİR AMA
O SENİN AİLENDEN DEĞİLDİR!”
“Rabbi inniy euzü bike en eseleke ma leyseliy bihi ilmün ve illâ tağfirliy ve terhamniy ekün minel hâsıriyn.”
Anlamı:
Rabbim sana sığınırım neticesi hakkında kesin bilgim olmayan bir konuda ısrarla senden bir şey istemekten. Böyle bir hatam dolayısıyla beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana uğramışlardan olurum.
Bilgi:
Nuh aleyhi’s-selâm kavmini uyarmış, ama kendisini dinlememişlerdi. O da aldığı emri ilâhî üzerine bir gemi yaptı ve hayvanlardan birer çift ile yakınlarını gemiye davet etti. Ne çare ki oğlu ona inanmamış ve gemiye de binmemişti.
Tufan başladıktan sonra, seller üzerinde gemi yüzerken, dalgaların arasında boğulmak üzere olan oğlunu gördü ve onun kurtulması için ısrarla rabbine dua etti. Ama ne çare ki duasına icabet gelmiyordu.
“(Sulbünden olabilir ama) O senin ailenden değildir!. Yaptıkları sâlih olmayan işlerdir. Gerçeğini bilemediğin şey için bana ısrarla dua etme. Câhillerden olmaman için seni uyarıyorum." (11-46)
İşte bu uyarıdan sonra Nuh aleyhi’s-selâm, yukarıda metnini verdiğimiz özrü, bağışlanmayı ihtiva eden duayı yaptı.
Bize, burada büyük ders vardır!. Bir çok akrabamız veya daha yakınımız, ailemizden kişiler vardır ki, gerçeği örtmekte, inkârda, tanrı kabulünde inad edip dururlar. Oysa onlarla her ne kadar kan bağımız varsa da, ölümötesi yaşam içinde hiç bir yakınlığımız mevcût değildir. Bu sebepten de onlar hakkında ısrar etmemiz, ya da onları zorlamamız abestir. Bize düşen sadece onların hidâyet bulması için rabbimize dua edip, gerisini O’na bırakmaktır.
Muhakkak ki Allah’ın takdiri yerine gelecektir!.
NE GENETİĞİN EVRENSEL DUYGUSUZLUĞUNDAN
HABERİMİZ VAR…
NE DE GENETİĞİN EVRENSEL
BOYUTLARDAKİ YAPISINI DÜZENLEMİŞ OLAN
EVRENSEL TEK ŞUURDAN!
Lûtfen bakmayın bize sakın, gökteki göksüzler, yerdeki yersizler!
Değerlendirme yapmayın bizler hakkında!…
Değmeyiz!
Biz, kendi minik dünyamızda, küçük mutluluklarla ya da üzüntülerle yaşamımızı kâh cennet kâh da cehennem eden; evrendeki yerinden ruhunun bile haberi olmayan kozalarımızın imparatorlarıyız!!!
Tek yaptığımız, kendi cehalet karamızla önümüze gelene kara sürerek, onun seviyemize düştüğünü sanmaktır!
Kafamızda yarattığımız tanrımızla çok mutluyuz biz, zaman zaman onu beğenmesek, eleştirsek de!
Çöle sosyal düzen kuralları getirdiğini sandığımız peygamber(?), ona gökten inen bir melek ve nihayet gökteki tanrımız ile geçinip gidiyoruz işte!
Ne genetiğin evrensel duygusuz hükümranlığından haberimiz var; ne de genetiğin evrensel boyutlardaki yapısını düzenlemiş olan evrensel tek şuurdan!
Kozamdaki ben, gökteki dev pençe eli olan tanrım; sahip olduklarım(!?), ve onları yitirmekten dolayı yangınlarım, cehennemim!
Ha, bir de, tabiatıma uygun ele geçirdiklerimden dolayı hayâlimde yaşadığım cennetim!
Sakın arkanıza dönüp bize bakmayın yarınlardakiler; gökteki göksüzler; yerdeki yersizler!… Zamansız ve Mekânsızın ahlâkıyla ahlâklanmış olarak varlığı devam edenler!
GENETİK VERİ TABANININ
TASAVVUFTAKİ ÖNEMİ
(Soru: Ehlullah aynı zamanda zâhirde Rasûlullah'ın sülbünden gelenler midir?)
Zâhiren çoğunluğu öyledir; ama istisnalar da vardır...
Esasen ancak o genetik taban o kemâlâtı getiriyor...
Genetik veri tabanı, velâyette yüksek kemâlâtlar için çok önemli...
BEYİN HÜCRELERİNİN PROGRAMLANMASINDA
“ALLAH İSİMLERİ”NİN ZİKRİNİN ÖNEMİ
Bkz. B / Beyin- Z / Zikir
GENETİK ARINMA
SORU: Hz. Rasül’deki üç aşamalı gerçekleşen genetik arınma, ”Ferdiyet sahipleri”nin her biri için gerçekleşiyor mu?.
CEVAP: Evet!. Hepsi için geçerli; ancak, hepsinde aynı derece olmaz. Kemâlâtına göre arınmaları da farklı olacaktır!.
“İNSAN”…
VE “İNSANSI”
“İnsansı”lar şartlanma yollu ezberler gelen verileri ve doğruluklarını sorgulamazlar evrensel sistem içinde… Ölüm ötesi kavramları genellikle gelişmemiştir… Vahşi tabiatlıdırlar en gelişmiş toplum içinde ve o görüntüde olsalar dahi… Bazen müslüman bazen ateist olurlar, ama iç dünyalarında insanlara hükmetme, eziyet etme, işkence etme duygusu hiç kaybolmaz. “Müslüman” görünürler ama “iman”la alâkaları yoktur; hayâllerindeki kendi varettikleri tanrılarına tapınırlar. Tanrıları uğruna da insanlara yapmadıklarını bırakmazlar!.
Bir kısmı da yoğun şartlanmalı eğitim altında beyni yıkanarak yetişir… Düşünme ve sorgulamadan mahrum olarak, “İnsan” olmayı anlamazlar. Yasakçı zihniyete sahip faşist anlayışla yetişirler. Herkesi hükümleri altına alıp, herkesi kendileri gibi yaşatmak için her yola başvururlar!. Fikir tartışmasına asla giremezler, çünkü ezberlediklerini tartışabilecek zihinsel derinlikleri yoktur!. Yaşam, dünyadan ve bedensellikten ibarettir onlar için.
“İnsansı”ların dünyasında en belirgin özellik, “ZORLAMACI” ve “HÜKMETMECİ” olmalarıdır…
Yaşamı boyunca cennetliklerin amelini işleyip; ölüme bir karış kala cehennemliklerin amelini ortaya koyup o hâl üzere ölenler de bu “insansı”lardır işte.
Bir mümine ‘’kâfir’’ diyenin kendisi kâfir olur ve bu hâl üzere ölürse imansız olarak ölmüş olur.
“İslâm”ı anlamış ve “Allah” adıyla işaret edilene iman etmiş olanlar, tasavvuf dünyasında görülen kemâl ehli zâtların “HOŞGÖRÜSÜ” ile yaşarlar ve asla dayatmacı olmazlar. Çünkü onlar “insan”dır.
DEĞİŞİK GENETİK ÖZELLİKLERE SAHİP
(İNSANSI VE İNSAN NESLİNDEN GELENLERİN
YAPTIĞI BİRLEŞMELER DOLAYISIYLA)
İKİ YÖNLÜ HUSUSİYETLER ORTAYA KOYAN
SAYISIZ NESİLLER VARDIR
"İnsansı"lar, tekâmül etmiş türlerinin en gelişmişleri olarak, en iyi şekilde dünyayı yaşamak için, ellerinden ne geliyorsa yaşamak üzere hiç çekinmeden kan döküp, fesat çıkartarak yaşamlarına devam etmektedirler günümüzde de!
Onlarda ölümötesi yaşam kavramı ve buna dayalı olarak o yaşama hazırlanma gibi bir kaygıları hiç yoktur. Genlerindeki, beyinlerindeki özelliklerin sonucu olarak doğal, içgüdüsel yaşam şartlarıyla ömürlerini sürdürürler..
Öte yandan "insan"lar da öncelikle karşısındakini düşünen, maddeötesini, ölümötesini, varlığının hakikatını düşünen bir yapıya sahiptirler yine genlerinden gelen bir komutla!
Bir de bu iki nesilden gelenlerin yaptığı birleşmeler dolayısıyla değişik genetik özelliklere sahip olup, iki yönlü hususiyetler ortaya koyan hadsiz hesapsız nesiller vardır.
ÂDEM
GEÇİRDİĞİ MUTASYON NESLİNE İNTİKAL ETTİĞİ İÇİNDİR Kİ
“HALİFE” ÖZELLİĞİNİ KAZANMIŞTIR
İster İnsan-ı Kâmil, ister birimsel mânâda insan olsun hepsi de ilâhî isimlerin zuhûr mahalli olarak vücud sahibidirler; ki dolayısıyla, Allah onlardan daha câmi mânâda hiç bir varlıkta zuhûr etmemiştir!.
Âdem’in Âdem olması ve Allah'ın yeryüzündeki halife olma özelliğini kazanması ancak beynin aldığı melekî etkilerle mutasyon geçirmesi ve ondan sonra da bu mutasyonun genetik olarak nesline geçmesi dolayısıyladır...
İLK “İNSAN”,
ÂDEM…
VE NESLİ OLAN,
“ÂDEM EVLÂDI”…
"İnsan", yani "Adem", yani ilk "insan"dır!
"Adem evlâdı" ise kendisindeki "Hilâfeti" sezen, hisseden, anlayan, idrâk eden ve bunun gereğini yaşayabilendir!
"Yeryüzündeki halife" kimdir?..
Âdem nesli!
"İnsansı"lar değil; yalnızca Âdem ve Havva`dan gelen nesil olan "insan"lar!
EVRİMLE GELEN NESİL,
“İNSANSI”,
ÂDEM’DEN GELEN NESİL İSE
“İNSAN” ADINI ALIR!
Evrimle gelen nesil “insansı”, Adem’den gelen nesil ise “insan” adını alır, demiştik geçmiş kitaplarımızda ve bunun izahını yapmıştık gene onlarda…
Allah’ın bir topluma rahmet ve merhametinin alâmeti ve işareti odur ki, onları derinden yönetenler, “insan” sınıfındandır…
Allah’ın bir topluma gazap ve Celâlinin alâmet ve işareti de odur ki, onları derinden yönetenler, “insansı” sınıfındandırlar!
Toplumlar, hâl diliyle, hâllerine göre yöneticilerini talep ederler ve Allah da onların bu taleplerine icâbet eder!.
ÂDEM’İN
“HİLAFET GÖREVİ” İÇİN SEÇİLMESİNİN SEBEBİ,
KENDİSİNDE MEYDANA GETİRİLEN
“İNSANÎ MÂN”DIR.
(“ALLAH SURETİ”-HALİFE ÖZELLİĞİDİR)
"İnsansı"lar türünden olan "bedeni" yönünden değil; kendisinde meydana getirilen "İNSANÎ" mânâ yâni "Halife" özelliği ile ilk "insan" olmaktadır Adem! Bize açılan gerçeğe göre…
İnsan, "Halife" olarak yeryüzünde mevcuttur!
Ancak, bu "Hilâfet" görevine lâyık olan, kendisinde mevcut olan bu "Hilâfetin" mânâsını anlayıp, idrâk edip, yaşayabilen zâtlar kimler?..
Elbetteki bu konu, üzerinde çok önemle durulması gereken bir konu.
"Allah, Adem`i yer yüzünde bir halife olarak meydana getirdi."
Kur'ân `dan evvel gelmiş olan kitaplardan Tevrat`ta da Tekvin bahsinde şu hususa değinilir. "Allah, kendi sûretinde Adam`ı yaptı."
Adem`den Tevrat`ta "Adam" şeklinde bahsedilir... Keza, İncil`de de...
Bununla birlikte, Buhari`de, Müslim`de, İbn-i Hanbel`de bu konuda bir açıklama vardır. Hazreti Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyuruyor:
"Allah, Adem`i kendi sûreti üzere yarattı."
"Allah sûreti üzere meydana getirilen", Adem`in var oluşunun gayesi, bu Âyet-i Kerime’de açıklandığı üzere, "yeryüzünde Halife" olmasıdır...
"Halife" olması, Adem`in, Allah sûreti üzere yaratılması ile ancak mümkündür ki, biraz önce bahsolunan Rasûl açıklamasında da buna;
"Allah Adem`i kendi sûreti üzere meydana getirdi"
şeklinde işaret edilmiştir.
"Allah sûreti üzere..."
diye ifade edilen tanımlamadan ne anlayacağız?...
Biliyoruz ki, Allah, şekilden, maddeden, sûretten münezzehtir!. Bu sûretin, ne olduğu hakkında çok tafsilatlı bir izahı, "Özün Seyri" isimli bölümde bulacaksınız.
Burada bahsedilen "sûret" Cenâb-ı Hakk`ın Esmâ-i ilâhisi ile meydana getirilmiş olan "İNSANÎ mânâ"dır.
Adem`in, "Allah`ın sûreti üzere var olması" demek, "İlâhi isimlerin mânâları ile varlığı var olması" demektir.
Yani, Adem, "Allah`ın isimlerinin mânâlarını ortaya koymakla "Hilâfet" görevine seçilmiş", o görev için meydana getirilmiş demektir.
Nitekim, Nur Sûresi`nin 55. âyetinde de:
"Allah, sizden, inanıp iyi işler yapanlara kendilerini yeryüzünde Halife yapacağını vaadetti"
denilmektedir...
En`âm sûresi`nin 155. âyetini şöyle açıklamaktadır:
"O, sizi, yeryüzünün halifeleri yaptı."
ÂDEM (HÜCRESEL BEDEN)
BELLİ BİR KIVAMA GELİNCE ALLAH ONA
“RUHUNDAN ÜFLEMİŞ) BÖYLECE
BİR MUTASYON GEÇİRMİŞTİ
Bizim müşahedemize göre..
"Yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı varlıklar" ifâdesi meleklerin o an için yeryüzündeki "insansı"ları ve onların yaşantılarını tesbit etmelerinden ileri geliyordu. Çünkü o sıralar yeryüzünde ilk "insan" varolmamıştı ve yalnızca "insansı"lar yaşamaktaydı!
Dikkat edilirse, Kur`ân-ı Kerîm’de Âdem`in ilk insan türünden bir varlık olduğuna dâir hiç bir âyet yoktur! Kurân‘daki bu açıklama "yeryüzünde Halife meydana getirileceği" yolundadır.
O devirde yeryüzünde bir tekâmül sürecinden geçerek bugünkü "insan"a son derece benzeyen; fakat zihnî fonksiyonlar yönünden düşünce, muhakeme gibi insanî vasıflardan yoksun; "homo-saphien" olarak adlandırılan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan topluluklar vardı.. Ki biz bunlara "insansı" demekteyiz.
Bunlar kişisel menfaatleri için birbirlerine her türlü zararı verebiliyorlar; kan döküp, fesat çıkarıyorlardı! Yaşamları yalnızca hayvansal düzeyde olup, yeme-içme, çiftleşme, olabildiğince her şeye sahip olma gibi son derece sınırlı bir şekilde devam ediyordu.
Ve elbette o zaman yeryüzünde en bilinçli varlıklar olan "CİN"ler de bunlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı.
Melekler de kendi kapasiteleri ve gördükleri örnekler kadarıyla, "Halife" olacak "insan"ı, o ana kadar yaşayagelmekte olan "insansı"lar gibi değerlendirerek; onu "Yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı bir varlık olarak" zannetmişlerdi!
Oysa, "Âdem" ismiyle işaret edilen "şekillenmiş çamur" yani "hücresel beden" sahibi varlığa, yani, "insansı"ya, belli bir kıvama -sevveytu- geldikten sonra Allah "ruhundan üfle"miş; böylece o, bir "mutasyon" geçirmişti! Bundan sonra da "insansı"lar arasında da ilk "insan" olmuştu Hazreti Adem!
"Onu kıvama erdirip, ruhumdan üflediğim zaman" (Sad-72)
Burada dikkat edilmesi gereken husus, öncelikle insan bedeninin, "insanî" hakikatı ortaya çıkartabilecek bir "kıvama", kemâle gelmesidir.. Ki bu da yukarıdaki âyette ön oluşum olarak belirtilmiş; daha sonra da "ruhum" ifadesiyle "esmâ-i ilâhi’nin mânâları" anlatılmak istenmiştir! Bilindiği gibi "ruh" kelimesinin çok önemli bir anlamı da "mânâ"dır.
"Allah, Âdem`e bütün isimleri tâ`lim etmişti"!
"Ruh nefhi" ifadesiyle anlatılan, "esmâ-i ilâhi’nin" kapsamlı bir kapasiteyle ortaya çıkarılabilmesi yeteneğini oluşturan "mutasyon" olayı sonucunda, beyin kapasitesi Allahû Teâlâ`nın "tâlim edilen" tüm esmâsının özelliklerini ortaya koyabilecek kemâlâta ulaşmış; böylece de cennet hâli diye bahsolan yaşama geçmişti Adem!
Yani, kendi esmâ-i ilâhi’sini, zâhiren ve bâtınen bütün boyutlarda ortaya çıkarabilecek kemâl üzere Adem`i meydana getirdiği için, bu kemâlinin neticesi olarak Âdem, varlıkları, mevcûdâtı değerlendirmeğe gitmişti.
YARIN, "DÜN"ÜNÜZDE GİZLİDİR...
BELKİ BİR DAKİKA,
BELKİ BİR NESİL ÖNCEKİ "DÜN"DE!
“Yarın ne getirecek?”
Çoğumuzun kafasında bu soru vardır…
Acaba cevabı ne?
Kesinlikle bilin ki, bu sorunun cevabı “DÜN”ünüzde gizlidir!.
Belki bir dakika, belki bir nesil önceki “dün”de!.
Dedesi erik yemiş torunun dişi kamaşmış, uyarısından başlayıp, bir an önceki davranışınıza kadar gelen bir çizgiyle…
“Gen” ilmi hakkında bilgimiz arttıkça göreceğiz ki, “irsiyet”in rolü tahminlerimizin çok fevkinde önemli.
Siz, bu gerçeği bilin; ister bir nefes sonraki “yarın”, ister bir yıl sonraki “yarın” için şu “an”ınızı ilminize göre en mükemmel şekilde değerlendirmeye çalışın!…
Ki böylelikle, torunlarınıza kamaşmış bir diş değil; gür sesli bir “vicdan” bırakmış olursunuz!
GENETİK İNTİKAL SONUCU YAŞANAN
CEZALAR
DUA, esas itibariyle, beynin "yönlendirilmiş dalgalarıdır".
Bu sebepledir ki, konsantrasyon ne derece güçlü olursa, DUA'ya icâbet de o derece süratli olur. Bunun için denmiştir, "mazlumun duası yerde kalmaz; âh alan felâh bulmaz!."
Zirâ, o "âh" eden kişi, öyle bir sıkıntı ile, öyle bir konsantrasyon ile, menfî beyin dalgalarını o kişiye yöneltir ki, o yayın okundan kurtulmak aslâ mümkün olmaz.
Dedesinde çıkmasa, torununda çıkar o "âh"ın neticesi!.
Nasıl mı, çok basit!.
Dedenin aldığı "âh" dalgaları, onun öyle bir genetik düzenini etkiler ki, neticesi kendisinde ortaya çıkmasa bile, çocuğunda veya torununda genetik intikal dolayısıyla ortaya çıkar; ve dedesinin cezasına mâruz kalır.
İşte bu yüzden denmiştir, "Dedesi erik çalmış, torunun dişi kamaşmış" diye.
GENETİKTEN GELEN VİRÜSLER
İnsan beynindeki, genetikten gelen veya sonradan şartlanma yollu edinilmiş bilgiler, PC deki virüslere benzer!.
Bu virüsler bazen kapalı kalıp harekete geçirecek bir dış etki beklerler ve dışarıdan virüs yok sanılırlar; bazen de hemen yayılıp kişiyi duygusallık batağında perişan edip, tüm harddiski çökertirler... Yeniden harddiskin çalışır hâle gelmesi uzun yıllar alır!.
Virüs şartlanması yerleşmiştir hard diskinin bir köşesine, farkında değilsindir... İlim gelir, harddiskinin çoğunluğunu kaplar... Sonra öyle bir olayla, “imtihan” derler tasavvuf dilinde buna, karşılaşırsın; ki, o olay gider virüsü aktive eder!.
Haydi al başına!. Virüs bir anda bütün bilgilerini imha eder ve hard disk güm!. Yanarsın!. İlim bana faydalı olmadı dersin!.
Oysa, ilim öncesinde edindiğin –şartlanman, değer yargın- beynine yerleşmiş virüsü temizlemediğin için, o virüsü aktive eden olay PC ni darmadağın etmiştir ve yapabileceğin de hiçbir şey yoktur artık, PC ni yeni baştan formatlamaktan başka!.
Evrensel Sırlar kitabının başına ise, tüm virüsleri imha edecek ana “ANTİ-VİRÜS” programını koymuştuk!.(*)
Onu kullanmazsanız, PC niz her an bir olayla aktive olacak virüsle çökmeğe mahkûmdur!.
Ayrıca bilgisayar bağlantıları ile de birbirine virüs geçebilir dosya alış-verişiyle!.
Virüsün beyinden beyine geçişi vardır ve çok önemli bir konudur!.
Beyinler arasındaki bilgi alışverişinde, virüslü bilgiyi siz bile farkında olmadan karşınızdaki PC nin beynine yüklersiniz!
Bana, PC uzmanı Hacker ..... tavsiyede bulundu; “hemen antivirüsü yükle” diye ve yolladı... Hemen yükledim... Antivirüsüm hayli güçlü şimdi... Eğer siz de antivirüs yüklemezseniz, ne zaman içinizdeki virüs hangi olayla aktive olup beyninizi dağıtır bilemem... sonra da cinci dolaşıp beyninizi tamire uğraşırsınız!.
Bilin ki PC nizin beyni yaşamdaki en kıymetli aracınızdır ve onu derhal antivirüsle koruma altına alın!.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
(*) Bütün toplumsal şartlanmalardan; toplumsal şartlanmalardan doğan değer yargılarından; ve bu değer yargıları sonucu oluşan duygulardan arınmayan ÖZÜNDEKİ EVRENSEL SIRLARA eremez!.
GENETİK TEMİZLENME İÇİN TEK ŞANSINIZ
(Soru: Genetik temizlenme hakkında ne düşünüyorsunuz?..)
Olanaksız!...
Tek şansınız, antivirüsü devreye sokmanız!... (*)
(*)Bütün toplumsal şartlanmalardan; toplumsal şartlanmalardan doğan değer yargılarından; ve bu değer yargıları sonucu oluşan duygulardan arınmayan ÖZÜNDEKİ EVRENSEL SIRLARA eremez
GENETİK VERİLER
VE “BEN” BİLİNCİ
Bilinç, genetik veriler, astrolojik veriler tabanında gelişen çevresel algılamalar sentezinin oluşturduğu "ben" adını verdiğimiz şeydir .
Bilinç, esasen bedene ait bir şey değildir!. Beynin eseri olarak ortaya çıkan, oradaki son derece kapsamlı analiz ve sentezlerin oluşturduğu bir düşünsel yapıdır; "Nefs"e aittir!.
RUHSAL GENLERİNİ
(TOHUMUNU) DÜZENLİYORSUN…
Doğuyoruz, büyüyoruz; büyürken, içinde yaşadığımız toplumun doğru ve eğrileriyle şartlanıp; onları doğru ve eğri kabul ediyoruz!… Sonra genetiğimizin de yönlendirdiği karakterle, başlıyoruz en iyi şekilde yaşamak amacıyla savaş vermeye…
Kâh aldatıyoruz, kâh kandırıyoruz; kâh ezip geçiyoruz; kâh vurup geçiyoruz; kâh egomuzu tatmin için birilerinin üstünden geçiyoruz!…
Kimimiz için, dünya, o olmasa dönmez, hâle geliyor! Kimimiz, yorumları olmasa, insanlar yönlerini tâyin edemeyecek sanıyor!…
Kimimiz cep, kimimiz koltuk veya etiket uğruna nice savaşlar verip; hep vatan uğruna millet uğruna yaşıyoruz!!!…
Millet deyip, cebimizi dolduruyoruz; Din deyip, cebimizi dolduruyoruz!… Cebimiz olmazsa, etiketimizi; şânımızı dolduruyoruz!
Yaşamın evrensel amacı ne mi olmuş?… Para… Koltuk… Nâm… Dişi…
Tüm oyunlar bunun üzerine kuruluyor…
Her şey, eline geçene kadar değerli!.. Satın alana kadar, değerli!.
Elde ettin mi, değeri tükeniyor; haydi yenisine!… Satın alınmayacak, elde edilip hükmedilmeyecek yok sanıyoruz!. “Kaça?” demekte devam ediyoruz!… Allah’a bile, paha biçmeye kalkıyoruz!
Paraya doymuyoruz!
Koltuğa doymuyoruz!
Nâma doymuyoruz!
Dişiye doymuyoruz!…
Ötesini, bilmiyoruz ki!…
Allah Rasûlü’ne de imanımız yok ki, gösterdiği hedefe ulaşmak gibi bir amacımız olsun!…
Doyasıya, patlayasıya, çatlayasıya, yiyip içip, çiftleşmenin yollarını arayıp duruyoruz!.
Tanrı korkusu olmasa, ne zekât vereceğiz, ne bir iyilik yapacağız!.
Ama ya varsa, öte dünya?
İşte bu korku bazılarımızı biraz dizginliyor!.
Hayvânî arzularımızı frenliyor!.
Ateş ve azap korkusu tanrı korkusuyla birleşince, disk fren gibi işlev görüyor!.. Bu korkuları olmayansa dolu dizgin, patlamış frensiz araba gibi!.
Nereye kadar?…
Toslayacağı yere kadar!.
Ama tüm bunlar, oyunun bir sahnesi daha… Farkında değiliz!. Arkada, bu sahneye göre gelişecek çok sahne var daha!.
Bu sahnede kimlerle olduğun, kimlere hükmettiğin; kimlere vurup geçtiğin; kimlerin sırtında kimleri ezip tükettiğin, gelecek sahnelere göre çok önemli… Tohumunu, ruhsal genlerini düzenliyorsun bu arada… Bak o tohum sana neler yaşatacak zorunlu olarak genetiği istikametinde sana!
Dedesi erik yemiş; torunun dişi kamaşmış!.
Dedesi vurup geçmiş; torunu delinip geçmiş!
Oynadığın rolün, sana gelecekte hangi sahneleri yaşatacağını düşünecek kadar çalışmıyorsa artık beynin; ister biraz daha bu hâliyle kullan; faturanı yükselt!… İstersen bir sakatatçıya sat!… Mezelik ya da salatalık niyetine değerlendirilsin!.
Ölümötesi yaşamı idrâk edemeyip; gelecek yaşamına göre hayatına yön vermeyen; yalnızca, para, dişi, nâm, koltuk için gününü gün eden beyin; gelecek sahnelerde, ateşte kızartılıp, ya da haşlanıp, “ötekilerin” sofrasını süsleyecektir!.
Bu senaryoda, sana hangi rolün verildiği benim hiç derdim değil!.
Ama sen, senaryoda sana verilen rolün, gerisini de düşün; diğer sahnelerde başına gelecekleri de artık idrâk etmeye çalış!.
Senaryoyu anlayamasan, okumamış olsan da; hiç olmazsa, yaşamdaki rolün iyi olsun; buna çalış!. Başarıyorsan, nasip demektir!. Başarmak için gayret sarf etmiyorsan veya gerek duymuyorsan; şimdiden sakatçının yolunu öğren!.
Dostları ilə paylaş: |