MEVCÛDATIN ÖZÜNDE SAKLI OLAN
SIR
Herhangi bir konuya bağlanmadan sadece "ilim" kelimesiyle Hazreti Rasûlullah'ın bahsetmiş olduğu "ilim" hep "Hakikat ilmi”dir ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.
"HİLÂFET SIRRI"
İnsan türüne göre gayb başkadır; cin türüne göre gayb başkadır; melek türlerine göre dahi gayb başka başkadır!..
Yani, sadece insana "göre" gayb sözkonusu olmayıp, tüm varlık türlerine göre de "gayb" değişik değişiktir... Ki bu yüzden, bu "gayb" türüne "gaybı muzaf" yani "göresel gayb" derler..
Ayrıca, "B"ilgayb" ibaresini, "B" sırrına dayalı bir şekilde anlarsak...
Onlar, gayblarında bulunan "hilâfet" sırrını oluşturan "Allah" isimlerinin işaret ettiği biçimde, gayblarının, "Gaybı Mutlak" olduğuna; bunun asla ve kesinlikle kapsanamayacağına ve kavranamayacağına iman ederler...
ASLI (“ HAKİKAT"İ), “HÛ”….
NESLİ DE, "HÛ"!
VARLIK ÂLEMİ İLE
“ÖZ”Ü(“HAKİKAT”İ) ARASINDAKİ BOYUTSALLIKTA
İŞLEYEN BİR SİSTEM(“DİN”) VAR
Aslı Hû, nesli Hû; derler bilirsiniz...
Aslı elbette ki önemlidir insanın... Aslı önemlidir mahlûkatın... Aslı önemlidir varlık âleminin... Buna Hakikati de denilir...
Denilir de..
Bir de işin faslı vardır!.
İşin Hakikati yani aslı önemlidir!. Niye?
Eğer İşin aslını öğrenmemişsen, o takdirde dışarıda, dışında, ötende bir tanrı düşünür; Hz. Muhammed’in bildirdiği “Din”in özünden mahrum kalmış olursun.
Zira, “Din”in bildirilmesindeki iki ana amaçtan birincisi ötende bir tanrı olmadığını idrak etmen suretiyle “Allah’a iman etmen”dir. Ki bu, işin aslı ile alâkalıdır... Birde ikinci şıkkı vardır ki bu işin o da, tâbiri câizse faslı ile ilgilidir.
“Din” olan İslâm, bir sistemi açıklamaktadır; bunu anlayamayan tek yönlü ilâhiyatçılar inkâr etseler bile...
Bir kısım ilâhiyatçılar ve “Din”i yüzeysel ele alan şekilci zekâ sahipleri, “Din” dendiğinde, sistemli düşünceden ve çağdaş bilimlerin getirdiği evrensel bilimlerden (Quantum fiziği, holografik gerçeklik gibi) mahrum oldukları için, konuyu, ezberci ve taklitçi bir biçimde ele alıp, gökte oturan tanrının, kendisinin alt katındaki melekler aracılığıyla yeryüzündeki postacı hükmünde peygamberine yolladığı fermanlar bütünü olarak anlamaktadırlar. Cinler de bilmem kaç kilometre yukarı fırlayıp(!) gökteki(!) meleklerden bilgi kapıp sonra yeryüzündeki medyumlarına haber taşımaktadır(!).
Bunlar gerçekte, çağlar gerisinden kopup gelen maddeci Müslümanlık ekolünün günümüzdeki sözcüleridir bilim adamı olmanın çok ötesinde!. Etiketleri ne olursa olsun, sistemli düşünme yeteneği olmayan dinciler olmaktadırlar.
Ötede gökte tanrı, alt katında buyrukları ileten melekler, yeryüzünde peygamber postacılar!... Buyrukları yerine getirenler mükâfaat olarak cennete sokulacak, buyruklara karşı gelen âsiler de kollarından tutulup ateşli kuyulara atılacaklar ceza olarak!.
Bunların ne “Allah” adıyla işaret edilenden haberleri vardır, ne “melek” ismiyle işaret edilen boyutun ne olduğundan, ne İslâm’da peygamberlik kavramının var olmayıp, bunun gerçeği olan “risâlet” ve “nübüvvet” kavramlarının düşündüklerinden çok farklı şeyler olduğundan, ne de “İslâm Din”inin insanlara niçin ve hangi amaçla tebliğ edilmiş olduğundan haberleri vardır.
“İNSAN”,
MUTLAK BİR ŞUUR TARAFINDAN
“SÜNNETULLAH” (“SİSTEM-“DİN) GEREĞİNCE
YARATILMIŞTIR
Bir insanın yaradılışını düşünün…
Şu elimize bakalım ..Parmağımıza bakalım... Parmakta tırnak diye birşey var...
Bu tırnak denen yapı olmasaydı bu parmağın ucunda, biz sert bir nesneyi tutamazdık...Et yumuşak olduğu için kayar giderdi.. Şu tırnağın varoluşu dahi, bu insanın MUTLAK BİR ŞUUR tarafından, şuurlu bir varlık tarafından yaratıldığını gösteriyor.
Siz bir bilgisayaraın kendi kendine varolduğunu düşünebilir misiniz?!
Hayır!
Bir bilgisayar kendi başına olamıyorsa, milyonlarla bilgisayarın erişemediği kapasiteye sahip olan bir insanın kendi başına olduğunu düşünmek, tek kelimeyle, abesle iştigaldir !
Öyleyse bu kadar muazzam bir varlığı bir insanı yaratan ve bu insanın, milyarlarla insanın içinde varolduğu Dünyayı ve sayısız Kâinatları yaratan bir MUTLAK VARLIĞIN rastgele abes bir şey yarattığını düşünebilir misiniz?
Elbette ki Hayır!
O zaman, biz o varlığın yaratmış olduğu bu Kâinatı, bu nizamı, bu düzeni bu sistemi okumaya çalışırsak O’nun yarattığı bu Sistem ve Düzeni anlatan DİN’i anlamış oluruz. Çünkü Din, Allah'ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!.
Kurân’da "SÜNNETULLAH" der. "Sünnetullah’ta asla değişiklik olmaz!" der.
“Sünnetullah”, Allah’ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!
"Sünnet", her ne kadar "âdet" kelimesiyle çevrilmişse de; bugünkü ifadede Sünnet, "SİSTEM"dir!
"Allah'ın yaratmış olduğu Sistem'de asla değişiklik olmaz!” olayı geçerlidir.
Zaten "Doğa Kanunları" denilen şey de "Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzen"dir!
Gerçek din eğitimi demek, Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzeni okuma eğitimi demektir!
“BEL SUYU”
(SPERMİN DÜNYASI)
Esasen genetik olarak bu programla yüklenmiş olan cenin ana rahminde 120 günde özünden boyutsal bir şekilde kendisinde açığa çıkan meleki etkiyle “ruh” adı verilen ve beyin tarafından üretilen dalgalarından oluşan “ölümötesi boyut bedeni”ni ruhu üretmeye başlar. Ve ona yani ruha tüm zihinsel fonksiyonlarının hasılası dalgalar şeklinde yüklenir. Yani başka bir yerden gelip bedene giren bilinçli bir ruh olayı kesinlikle geçerli değildir. dünyadan öncesi yaşamda bir yerlerdeki ruhlar âlemine dayanak gösterilen âyetidikkatle düşünürsek burada “Ademoğullarının belleri”nden söz edildiğini fark ederiz. “BEL” olayı ruh boyutuna değil içinde yeraldığımız dünya boyutuna ait bir şeydir .
“Belsuyu” menidir; “spermin dünyası”dır.
Bu çok büyük yanlış anlamının temelinde “EZEL” kelimesinin boyutsallık ifade eden mânâda aşılmayı sanki mekâsal-tarihsel-zamansal bir şekilde değerlendirilmesi yatmaktadır.
Şimdi bir dakika burada duralım…
Gerek “Ezel” kelimesi gerek “Allah” kelimesi Kur’ân’da iki anlamda kullanılmaktadır, diğer isimler gibi..
1- Evrensel boyut itibariyle
2- Birimsel boyut itibariyle …
Evren, “Nokta”dan varolmuştur.
Evre niçre Evrenlerdeki birimler dahi kendi “Nokta”larından varolmuştur.
İşte biz bunu bir koni iolarak, “Nokta’dan açılan koni” olarak izah ediyoruz.. Ve
O koninin en üstü de görünüşü itibariyle “B” dir diyoruz…
Burada dikkat edeceğimiz nokta şurası;
İnsanın varlığından, birimsel noktasından açığa çıkan “İsimler” sözkonusu…
Yani Evrenin ezeli vardır… Birimin ezeli vardır…
Evrende ”Rahman” sözkonusudur… birimde “Rahman” sözkonusudur.
Bunu, okuduğumuz âyette bahsi geçen konuya göre değerlendiriceğiz;
“Birim”den sözediyorsa “birimin ezelinden” diye olayı anlayacağız…
Eğer “Allah” kelimesi geçiyorsa “Allah” kelimesini “Birimin Hakikati”ni-“Nokta’yı meydana getiren noktayı meydana getiren varlık” olarak algılayacağız; evrensel anlamda değil… Ama evrensel anlamı anlatan âyetlerde de bunu evrensel olarak değerlendireceğiz.
“DNA”
(“ALÂK”)
KAN PIHTISI DERİNLİĞİNDEKİ “GEN”LER
(“DNA”LAR)
" Allah, insanı İslâm fıtratı üzere yaratmıştır" hükmü üzere, her insan henüz menideki sperm halinde iken babasının geninden İslâm fıtratının programını almış olarak dünyaya gelir; daha sonraki aşamalardan da geçerek..
"Onların bellerinden zürriyetlerini alır" ifadesi kişiye genetik olarak intikal eden İslâm fıtratının billgisinin sperm halindeki varlığına işaret eder ve bunu vurgular.
Yani “sperm halindeyken insan, genetik olarak bellerinden zürriyet alındığında” yani, fıtrat olarak “Rabbini bilme yetisi”ne sahip kılınmıştır ; böyle bir özellik ona verilmiştir.
“Bel” kelimesinin nerelerde ne anlama kullanıldığını bir araştırın isterseniz..
Esasen bu konu insanın yaradılışı ile ilgili “İKRA” sûresindeki anlatım ile de çok ilgilidir. O sûrede insanın yaradılışı ve programlanışı tarif edilmektedir.
"İKRA"
"OKU" ..
kağıttan kalemden değil; “sistemini oku”... olayı oku.
"Bismi rabbikelleeziy halak"
"seni yaratan, vareden rabbinin sende açığa çıkarttığı güzellikleri…" ..
İşte “kan pıhtısı derinliğindeki genler”, yani "DNA” lardır burada "alâk"tan işaret esas.
O gün için bilienen en fazla “alâk” olduğu için “alâk” denmiştir ama esas buradaki olay “DNA” lara işarettir.
KUANTSAL UZAYDAN
IŞIK HIZIYLA MADDE BOYUTUMUZA
“ANLAM” YOLCULARI TAŞIYAN UZAY GEMİLERİ…
“-Biz her şeyi çift yarattık; umulur ki tezekkür edersiniz!” (Zâriyat-49)
“-Bütün çiftleri yaratan, gemi ve hayvanlarınızı yaratan…” (Zuhruf 12)
“-Subhandır O ki, hepsini çiftler hâlinde yarattı; yerin bitirdiklerinden, nefislerinden, ve bilmediklerinden!” (Yasin-36)
“-Onları ve zürriyetlerini dolu gemilerde taşıyoruz!” (Yâsin 41)
1970 yılında yazdığım “RUH İNSAN CİN” isimli kitap ile 1995 yılında kaleme aldığım “TEK’İN SEYRİ” kitapta Kuantum fiziğinden evrenin holografik yapısından söz etmiştim bir miktar…
Kurân’ın, bu konulara nasıl işaret ettiğini elimden geldiği kadarıyla anlatmaya çalışmıştım özellikle “TEK’İN SEYRİ”nde…
Algıladığımız madde boyutunun ve her “şey”in orijini ve hakikati, aslı olan Kuantsal boyutta-evrende, her parçacık ÇİFT olarak vardır.
Şimdi önce şunu hatırlayalım…
“Allah” kelimesi bir “isim” kelimesidir ve bir işaret kelimesidir.
“Atan Allah’tı” âyetinde olduğu gibi, her şey, aynı orijin ve hakikatten meydana geldiği için, madde, et-kemik kol boyutunda olay bu kelimeye bağlanmakta olduğu gibi; “nokta” diye tarif edilen Kuantsal boyutuyla TEKİL bir yapı olan evren de elbette “Allah” kelimesiyle işaret edilene bağlanır.
Ancak ne var ki, gene “ALLAH” ismi ile işaret edilenin, yaratmış olduğu her “şey”den münezzeh-beri olduğu da başka bir gerçektir.
Yani…
Kuantsal boyut olan, “RUH” ya da “Ruh-u Â’zâm” ismiyle tasavvufta işaret edilen mertebe, tüm algıladığımız ya da algılayamadığımız her şeyin hakikati olan TEKİL bir yapıdır; ve “Vitriyet” mertebesidir; ki, bundaki bilinç “her an yeni bir şan'dadır”; kuantların her anki değişkenliği dolayısıyla!.
Tüm Kuantlar bir çift hâlinde ve algılayana göre foton ya da dalga biçiminde yaşamlarına devam etmektedirler… Her an birbirleriyle iletişim halindedirler biri galaksinin öbür ucunda olsa bile!
Kuantsal evrenin kuantları, bizim algıladığımız hayvan boyut(bedensel boyut)un genleri gibidir!.
“GEN”ler, Kurân’da, “gemi” olarak sembolize edilmiştir!. Çeşitli anlamları Kuantsal boyuttan madde boyutuna “taşıyıcı” olarak “gemi”! Öyle “Uzay gemi”leridir bunlar ki; “kuantsal uzay”dan ışık hızıyla madde boyutumuza “anlam” yolcularını taşır!.
“GEN”LERDEN
MADDE BEDENLERİNİZİ
(HAYVANLARINIZI-BİNEKLERİNİZİ)
YARATMIŞTIR
Çiftler hâlindeki “gen”lerden, hayvanlarınızı-bineklerinizi yani madde bedenlerinizi yaratmıştır. Kromozomlar da hücre stoplazması içinde taşıdıklarıyla yüzmektedir “gemi” olarak!.
“GEN”LERİNİZİN ESERİ OLAN BİLİNÇ DALGALARINIZDAN
KİŞİSEL RUHLARINIZI
(EBEDİYET BİNEKLERİNİZİ)
YARATMIŞTIR
Nefislerinizden, yani varlığınızı oluşturan genlerinizin –çiftlerin- eseri olan bilinç dalgalarınızdan da, gene çiftler hâlinde kişisel ruhlarınızı yani ebediyet bineklerinizi yaratmaktadır…
Ve daha bilmediklerinizi..
“DNA”LARIN YARISI
BABADAN GELECEK İLK HÜCREYİ PROGRAMLAR
Arapça "alâk" kelimesiyle işaret edilen genetik yapıdaki DNA ların yarısı babadan gelecek ilk hücreyi programlamaktadır.
“MİTOKONDRİYAL DNA”
SADECE ANNEDEN ALINAN GENETİK BİLGİYİ İÇERİR
Hücrelerimizin büyük bir bölümünde bulunan mitokondriyallerdeki DNA çok ilginç bir özelliğe sahiptir. Çünkü taşıdığı bilginin yarısını anneden, kalan yarısını ise babadan alan çekirdek DNA sından farklı olarak “mitokondriyal DNA” sadece anneden alınan genetik bilgiyi içerir.
Bu nedenle kadın olsun erkek olsun anne tarafından akraba olan herkesin kuşaklar boyu mitokondriyal DNA özellikleri birbirinin aynıdır.
bakın.. "Çocuk annedendir" şeklindeki Rasûlullah uyarısını burada hatırlayalım… Neyi anlatmak istemiş acaba?..
"İNANÇ GENİ"
GENLER,
BEYNİN BİOKİMYASINI ETKİLEMEKTE;
İNANÇ-DUYGU VE DÜŞÜNCELERİ DE
YÖNLENDİRMEKTEDİR
Genler din adamlarına soruluyor, Moleküler biyolog profesörler Hadisler hakkında değerlendirme yapıyor!.
Bilgi ezberleyip bunu tekrar edenler âlim oluyor!!!
İşte böyle bir karmaşa içinde Amerika da Time Mecmuası Dean Hamer’i kapak yaparak “God Gene” adlı kitabından alıntılar yaptı ve bu alıntılar Türkiye ye “İnanç geni” olarak nakledildi.
İnanç geni var mı yok mu konusu mahalle kahvehanelerinde tartışılmaya, buralarda Dean’a eleştiriler yapılmaya başlandı.
Din adamları ikiye ayrıldı. Böyle bir gen olabilir diyenler ve böyle bir şey olamaz, diyenler.
Önce Dr. Hamer ne diyor anladığımız kadarıyla ona bakalım:
"İnsanda VMAT2 adıyla bilinen bir genin belli bir noktasındaki nükleik asit dizilimi cytosine veya adenin yönünden zenginlik göstermekte ve buna bağlı olarak da beyin kimyasallarından monoaminin sentezi az veya çok olmaktadır. Sözkonusu maddenin üretimi sonucunda kişide spritüel düşünceler artar. Bu üretimin fazlalığı kişide mistik görüşlerin artmasına, kişinin kendisini evrenle bütünleştirmesine tasavvufi duygulara yönelmesine vesile olur."
Yani, Dr. Hamer bu gen insanı inançlı veya inançsız yapar, demiyor.
Önce bu hususu fark etmek lazım!. Konu yanlış intikal edince yorumlar da hâliyle bu intikal eden şekle göre yapıldığı için çok farklı sonuçlara gidiliyor.
Dr Hamer özellikle ikiz çiftler üzerinde araştırma yapıyor ve bu genin aktif olduğu ikizlerin teklerinde spritüel yaklaşımların çok yüksek olduğunu söylüyor.
Bizler yapılan yayınları takip ederek onları mevcut veri tabanımızdaki bilgilerle karşılaştırarak konunun Din ile bağlantısını anlamaya çalışan kişileriz. Önce bunu kabul edelim.
Sonra da buradaki esas önemli noktayı vurgulayalım.
Adı veya işlevi ne olursa olsun tüm tıp ehlinin bildiği gibi sayısı 20-30 bin civarında olduğu kabul edilen genler beynin biokimyasını etkilemekte ve bunun sonucu olarak da bizim duygu ve düşüncelerimiz yönlenmektedir. Psikiyatri ilmi dahi bu faaliyetin incelenmesidir.
Dr Hamer bu konuda şunu demektedir:
“her düşünce ve duygumuz beyindeki bir aktivite sonucudur. Biz doğal yasalara tâbiyiz. Bir torba içindeki kimyasal reaksiyonlarız.”
Şimdi olayın esas önemli yanına gelelim.
Biz ya Gökte bir gezegende oturup oradan sihirli değnekle dünyayı ve insanları yaratıp onların içine bir şeyler yollayan sonra da kendi hallerine bırakan ve onları sınayan bir tanrıya inanacağız...
Ya da Hz. Muhammed A.S.ın “Allah” ismiyle bize bildirdiğinin ne olduğunu anlamaya çalışacağız.
Burada ana sorun Tanrı kavramı ile Kurân’ın vurguladığı “Allah” adıyla işaret edilen arasındaki farkın anlaşılamamasıdır.
Tanrı hemen hemen çoğunluğun kafasında tahayyül edilen bir hayâldir..
“Allah” ise zâtı itibariyle tefekkür edilmesi mümkün olmayan; Hz. Ebu bekr’e göre, idrak edilemeyeceğinin idrak edilebileceği bir Zât’tır!
Mekân kavramından münezzeh olan varlığa, insanın dışına yönelerek ulaşması muhaldir!.
Bu sebepledir ki “Allah” adıyla işaret edilene her insan ancak kendi özüne yönelerek yakîn elde edebilir. İşte bu yol batıda spritüel veya mistik kavramlarıyla, İslam’da tasavvuf olarak değerlendirilmiştir. Kişinin kendi hakikatini sorgulaması araştırması ve evrensel hakikatle bütünleşmeye çalışması...
İşte bütün değerli tasavvuf ehli “Allah” adıyla işaret edilene bu yoldan yani kendi derûnlarından, nefsine ârif olarak yakîn elde etmişlerdir.
GENETİK HAFIZA
Ruhu olanın hafızası vardır; fakat her hafızası olanın ruhu yoktur... Yani ölümötesi yaşamını sağlayacak olan beyin üretimi kişilik ruhu, demek istiyorum... Unutmayın ki, genetik hafıza başka şeydir; ruh hafızası başka şeydir.
(Soru: Hafızası olup ta ruhu olmayan hangi varlıklardır? Teşekkürler .)
Hayvanlar ve diğer canlılar...
AHSEN-İ TAKVİM
(EN ŞEREFLİ VARLIK)
İnsanın "ahsen-i takvîm" yani en mükemmel yapıda oluşundan mânâ, onun, bütün ilâhî isimlerin mânâsını izhar edebilecek kâbiliyet ve istidatta halkolmasıdır.
Bu yüzden insan, Allah'ın ilim ve iradesi istikametinde her kemâlâtı izhar edebilecek şekilde hazırlanmıştır.
KİŞİLİĞİN TEMEL ÖZELLİKLERİNİ
GENLERDEKİ BİLGİLER MEYDANA GETİRİR
Evet, terkipten gelen mânâların kişide hissedilir hâle gelmesi, belirli ana duyguları meydana getirir. Meselâ hoşlanma, kızma, üzülme, sahip çıkma ve bu gibi. Duygular ise, şartlanmaları istikametinde ortaya çıkıyor, o anda aldığı tesirlerin, kozmik tesirlerin gücü oranında.
Kişiliğin temel özelliklerini, genlerindeki bilgiler meydana getirir..
GENETİK VERİLER
TEMEL BİLİNÇALTINI OLUŞTURAN VERİLERDENDİR
Alt bilinç adını verdiğimiz, “bilinçaltı” da denilen, fikir üreten ve duyguları oluşturan veri tabanımızın kaynakları birkaçtır;
-Genetik yoldan bize intikal eden sevgi, korku, kıskançlık, doğal savunma güdüsü vs. gibi bizden öncekilerin bize gönderdiği veriler.
-Doğum anından itibaren çevrenin beyin dalgalarının beynimizde yaptığı açılımlar.
-İçinde yaşadığımız toplumun bizi şartlandırmaları.
-Okuduklarımız, seyrettiklerimiz ve iletişimde olduklarımızdan bize yansıyan ve alıp kabullendiğimiz değerler.
Ana hatları ile işte bunlar bizim beynimizin veri tabanını oluşturmakta.
Yaşamımızın çok önemli bir kısmı genellikle, alt bilinç yönetiminde geçip gidiyor.
Dünyanın neresinde, hangi toplum içinde varolursa olsun, tüm insanlar bu temel alt bilinç yapı ile varolurlar.
GENETİK VERİLER,
TOHUMDUR.
Genetik veriler, tohum; tohumun gelişmesini ve özelliklerinin ortaya çıkış biçimini sağlayan toprak, gübre, su, nem gibi faktörler de "astrolojik programlama" gibidir.
GENETİK ÖZELLİKLERİN ÇIKIŞINA YOL VEREN İSE,
MELEKİ ETKİLERİDİR
İnsan organlarının tümünün çalışması dahi dinsel tâbirle melekî tesirledir... Meselâ, “düşünme melekesi” der eskiler... Düşünme dahi melekî boyuta dair bir olaydır... Eğer bir kitabımda "MELEK"ler ile ilgili olarak yazdığım bölümü okursanız, Melek kelimesinin kapsamına giren, atomüstü boyutun tüm birimlerinin gerçekte “melek” diye anlatılmak istenen “boyut varlıkları” olduğunu farkedeceksiniz...
Dolayısıyla genetik yapının dahi bir melekî kökenli yapı olduğunu değerlendireceksiniz...
Burada bütün mesele, “melek” kavramını en kapsamlı biçimiyle algılamaktır sanırım...
(Soru: Gen'ler, bir anlamda Levhi Mahfuz'un zâhire çıkışı olur mu?.. Şayet böyle ise astrolojik tesirlerin altındaki melekî fonksiyonların esprisi ne olmaktadır?..)
Genetik özelliklerin açığa çıkmasına yol veren, melekî etkilerdir...
MELEKLER
GENETİK DİZİNLERİ ETKİLEYEREK
HÜKÜMLERİNİ UYGULARLAR
İşte, Azrail isimli melek de, yaydığı dalgalar ile, beyinlerdeki bir tür kontağı etkilemekte ve "ölüm" denilen beynin durmasını oluşturmaktadır.
Azrail gibi diğer bütün melekler dahi yaymış oldukları dalga yayınlar ile beyinleri veya daha derinlemesine söyleyelim genetik dizinleri ve hattâ "ruh" dediğimiz "dalga bedenlerin beyinlerini" etkileyerek hükümlerini uygularlar.
ASTROLOJİK ETKİLER
GENETİK YAPIYI ETKİLEYEREK
KROMOZOMLARIN ERKEK-DİŞİ SEÇİMİNİ YÖNLENDİRİR
Sanırım biyolojik beden için değil de ruha dönük düşünülmesi gereken bir olay bu..
Dişi-erkek kavramı beyinde oluşur ve ruha yansır bilgi-kabul yüklemesi olarak…
Gelen astrolojik etkiler o anda genetik yapıyı etkileyerek kromozomların erkek-dişi seçimini yönlendirir. Bu beyindeki oluşum aynen ruha yansır ve ruhta da beyinle birlikte bu bilinç oluşur.
GENETİK KARTIMIZDA YAZILI VERİLER
TAKIMYILDIZLARDAN GELEN IŞINIMLARIN
BEYNİMİZDE OLUŞTURDUĞU AÇILIMLARLA
ORTAYA ÇIKAR
Beyin hücrelerimizin her biri, belirli anlamlar ihtiva eden belirli frekanslarla programlanarak yeni düşünsel anlamlara sahip olur; ya da genetik yoldan gelen verilerin ortaya çıkışına yolverir.
Bileşimimizde mevcut olan mânâlar, genetik kartımızdaki yazılı veriler, özellikler; beynimizin oluşum sürecinde, çeşitli takım yıldızlardan gelen kozmik ışınımların beynimizde oluşturduğu açılımlarla ortaya çıkmıştır!.
Böylece oluşan beynimiz, yâni terkipsel yapımız, daha sonra çeşitli takım yıldızlardan gelen ışınların yönlendirmesiyle belli kararlar, duygular, düşünceler oluşturur.
Bu nokta, kişi ile ilâhi yapı arasındaki farkın farkedilmesi noktasıdır.
İlâhi yapıda renksiz ve sınırsız olan mânâlar, terkibi yapıda ortaya çıktığı zaman, “yaradılış” denen mânâları meydana getirir.
BEYİNDEKİ GENETİK DİZİN,
BURÇLARDAN GELEN KOZMİK IŞINIMLARIN
GÜNEŞTEN YANSIMASIYLA
GENLERDE BİR MUTASYON OLUŞTURUR
Rabbime şükürden âciz olduğumu, herkesin huzurunda bir kere daha itiraf ediyorum!.
1985 yılında açıklayıp, 1986 yılında “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımda, Dünyada ilk defa olarak yazdığım, “insan beyninin çeşitli burçlardan ve güneş sistemimizdeki planetlerden gelen kozmik ışınlarla programlandığı” konusu, nihâyet bilim dünyası tarafından ispatlandı!.
Evet, yukarıda eli kalemli bir tanrı, beyinleri eline alıp, KADER yazmıyor kıvrımlar üzerine!…
“Gökte tanrı var” kavramından kurtulamayanların; İSLÂM DİNİ’NDE anlatılan SİSTEMİ OKUYABİLMELERİ imkânsız!.
Onlar belki, mukallit Müslümanlar olarak yürümeye mahkûmlar…
14 sene evvel açıklayıp yazdıklarımı, ilim dünyası nasıl tasdik etmeye başlıyor, görelim:
Dostları ilə paylaş: |