ENGİN ARDIÇ yazıyor 11 Nisan 1999 Pazar günkü STAR Gazetesinde:
“…Elektronik mühendisi ve yazar Maurice Cotterell, dünyanın çevresini atmosfer gibi saran radyasyon kuşaklarını incelerken pirelenmiş... 1957 yılında NASA'da çalışan bilim adamı James Van Allen tarafından keşfedilen ve onun adıyla anılan bu kuşakların, güneşten gelen radyasyonu süzdüğünü ve dünyaya gönderdiğini, güneşin yıl boyunca 12 çeşit ışın gönderdiğini ve bunların da 12 çeşit çekim alanı yarattığını görmüş. (Bu manyetik alanları keşfeden de Profesör Iain Nicolson.)
12... Cotterell'in zihninde ampul yanmış: Yahu, burçlar da toplam 12 adet değil mi? 12 aya 12 burç, 12 ayrı manyetik alan! Bunda bir iş var!
Aramış taramış, eline Oakland Üniversitesi'nden Profesör A.Lieboff'un bir incelemesi geçmiş. Profesör Lieboff, tüp bebekler üzerinde yaptığı bir araştırmada, laboratuarındaki ışık düzenlemesinin, tüplerde büyümekte olan ceninlerin hücrelerini etkilediğini söyleyerek ilgilileri uyarıyormuş...
Maurice Cotterell, bu verilerden yola çıkarak, 12 ayrı çeşit güneş ışınımının cenin kromozomlarında 12 ayrı çeşit mutasyona yol açtığını (cenin ister tüpte ister ana rahminde olsun), bunun sonucu da ortaya 12 ayrı çeşit insan tipi çıktığını söylüyor.
Aha size burçlar!
Verileri bilgisayara yüklemiş. Belli ışınımların dalga boyları ve buna 'tekâbül eden' güneş lekeleriyle insanların belli davranış biçimleri ve doğum tarihleri arasında 'korelasyon' aramış. Bilgisayar buluşu doğrulamış. Güneşteki lekelerin (yâni radyasyon patlamalarının) belli bir şekil aldığı dönemde giriştiyse ananız babanız sizi yapma işlemine, belli bir karaktere sahip oluyorsunuz…. “
İşte böyle!…
Bu gelişme, bu ilmin saklı olduğu şatonun, kapısının aralanması!…
Kapı önümüzdeki yıllarda daha da açılacak ve içeri girildiğinde, bu konuda da, yazdıklarımızın tümünün doğruluğu tasdik edilecek!… “Ahmed Hulûsi bunu çok yıllar önce yazmıştı!” denecek…
Şu an için önemli olan, beyindeki genetik dizinin, burçlardan gelen kozmik ışınımların güneşten yansımasıyla, genlerde bir tür mutasyon oluşturduğunun tesbit edilmiş olması!…
Daha sonraki aşamalarda, olayın bu kadarla kalmadığı; Güneş’le beraber, Güneş sistemindeki tüm planetlerin de bu yansıtmada görev aldığı fark ve tesbit edilecek…
Ayrıca, olayın, yalnızca sperm-yumurta bileşmesi anında değil; 120. Günde; doğum gününde ve dünyaya çıkış dakikasında da çeşitli programlamalara yol açtığı anlaşılacak…
ER, YA DA GEÇ!…
KOZMİK IŞINLAR
BEYİN HÜCRE GENETİĞİNDE “DNA”
VE “RNA” DİZİNLERİNİ ETKİLEYEREK
GENETİK PROGRAMLAMALARA YOL AÇARLAR
Her biri canlı ve bilinçli bir yapı olan, çeşitli "ALLAH" isimlerinin mânâlarını havi "BURÇLAR"ın, yani günümüz deyimiyle “takım yıldızların”, yaymış oldukları bir kısım kozmik ışınlar, sürekli olarak birbirlerini ve bu arada dünyamızı da etkilemektedir!.
Semâdan, yıldızlardan gelen ve "ALLAH" isimlerinin çeşitli mânâlarını ihtiva eden kozmik ışınlar, hiç farkında olmadığımız bir biçimde, bütün canlıların beyin hücre genetiğindeki “DNA” ve “RNA” dizinlerini etkileyerek, onlardaki çeşitli yönelişlere ve genetik programlamalara yol açmaktadır..
İşte bu sebepledir ki, büyük keşif sahibi evliyaullahtan ve o devrin "OKU"muşlarından olan Muhyiddin A'rabi, "Fütuhat'ı Mekkiye" isimli eserinde;
"Dünyada, berzahta ve cennetlerde tekevvün etmekte olan ve edecek (oluşacak) her şey BURÇLARDAN İNEN TESIRLERLE meydana gelir." demiştir!.
Ve işte bu sebepledir ki, "EMİR", yani "HÜKÜM", yani, o hükmü oluşturacak tesirler semâdan yıldızlardan inmektedir, denmiştir...
İNSANLARI BİRBİRİNDEN AYIRAN ÖZELLİK
FARKLI “BİLGİ GENETİĞİ”NE SAHİP OLMALARIDIR
Şuur ya da yeni ifade şekliyle bilinç, iki yönlüdür... Âfâka ve enfüse.... Yani, dışa ve öze!.
Melek ve cin sınıfında âfâka yani dışa-çevreye dönük şuur olmasına karşılık; öze dönük, hakikatını bilme istikametinde bir şuur kapasitesi mevcut değildir. Ki bu yüzden insan "yeryüzü halifesi" olmuştur.
İnsanların hepsinin, temel yapıları, itibariyle sahip oldukları bir kemâlat vardır ki o da beyinleridir. Esasen beyin kâbiliyeti olarak bütün insanlar, bütün özellikleri ortaya çıkartabilecek özelliklere sahiptirler...
Ancak, her biri değişik kozmik tesirlere ya da orijinal ifadesiyle melekî programlamaya mâruz kaldıkları için; ve de farklı bilgi genetiğine sahip oldukları için birbirlerinden ayrılırlar. Ama buna rağmen, neticede hepsi de belirli ilâhî isimler bileşimidirler.
GENETİK KAYITLAR
ANCAK KENDİ ÖZELLİKLERİNİ
ORTAYA ÇIKARABİLECEK KÂBİLİYETTE
BİR DEVRENİN AÇILMASI İLE O BEYİNDEN AÇIĞA ÇIKAR
Beyin, yapısı ve terkibi itibariyle zerrelerden oluşmuştur. Yani hücrelerden, hücrelerin özüne inersek moleküllerden, atomlardan.
Buna işaret babında da "zerre" tâbiri kullanılıyor, en küçük nesne mânâsına. Düşünülebilen en küçük nesne manâsına.
Her zerrenin, zâtıyla, sıfatıyla, esmâsıyla ve efâliyle Hakk’tan gayri bir şey olmaması hasebiyle, "beyin" ismi altında da, zâtıyla sıfatıyla, esmâsı ve efâliyle Hakk’tan gayri bir şey mevcut değildir. Çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarına karşılık olan beyin devrelerinin açılışı ve faaliyete geçirilişi, ancak beynin ilk oluşum devresi için sözkonusu.
Az önce dedik ki, taş, yıldız, hayvan gibi isimlerin ardında, Hakk'ın varlığından başka bir şey mevcut değildir!.. Bir yıldız ya da takımyıldız, burç dediğimiz sistemler dahi belirli mânâları ihtiva eden yoğunlaşmış kitleler.
Böyle olunca, belirli bir mânâyı hâvi olan kitlelerin yaydığı radyasyon, oluşması devresinde beyinde, kendi yapısına uygun mânâların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu radyasyonlar beyne ulaştığı zaman, kendi anlamı türünden bir çalışma tarzını beyinde meydana getirir. Ve beyinde oluşturduğu mânânın neticesini de biz fiil ya da düşünce şeklinde o birimde müşahede ederiz!..
Evet, beyin temel yapısı itibariyle, aslının, yani varlığının "Hak" oluşu itibariyle, kendisindeki 99 ismin manâsını ortaya çıkarmaya istidatlıdır. Bu 99 ismin manâlarının değişik şiddetlerde ve değişik tertipler halinde ortaya çıkışı birimler arası farkları doğurmaktadır. Bu arada kişiden beş-on, ya da kırk beş ismin ortaya çıkışı gibi anlatımlar, izah sadedinde ve teşbih yolludur.
Esas mânâda her beyinde bu 99 ismin mânâsı ortaya çıkmaktadır. Ancak bu ortaya çıkış değişik kuvvetlerde ve belirli bir terkip halinde oluştuğu için, sayısız farklılıkta insan meydana geliyor.
Bütün bunlar da bahsettiğimiz radyasyonların beyinde meydana getirdiği tesirler ile ve o kişide soyu yolundan oluşan genler vasıtasıyla meydana gelmede.
Bir an genler hususuna işaret edelim. Ana - babadan intikal eden genler, ana - baba ve daha önceki cedlerden alınan tüm kayıtları beyne ulaştırırken; bu kayıtlar, ancak kendi özelliklerini ortaya çıkarabilecek kâbiliyette bir devrenin açılması hâlinde o beyinden dışa vuruyor!..
Açmaya çalışalım bir misâlle.
Ana Koç burcundan bir kafaya, baba Kova burcundan bir kafa yapısına sahip ise, çocuk kafa olarak Kova ise baba özelliklerini, Koç ise ana özelliklerini düşünce planında ortaya koyar. Ya da çocuk diyelim ki bir Oğlak ise, bu defa dede veya nine Oğlağın özelliklerinin, görülmesine vesile olur ki, bu yüzden nineye çekmiş denilir. Ya da halaya çekmiş denilir.
İşte bu durum, genlerle intikal eden bilgilerden çocuğun ancak kendi açılışı istikametinde yararlanabileceğini göstermektedir.
GENLER KANALIYLA GELEN BİLGİLER,
BEYİN BURÇLARDAN UYGUN AÇILIM ALMAMIŞSA
ONLARI KAPALI OLARAK MUHAFAZA EDER
VE SONRAKİLERE DEVREDER
Genetik (irsiyet) diye bir olay var… Genlerin ne olduğunu biliyoruz. Bu yolla gelen ana bilgilerin kişideki rolü nedir?..
Genler kanalıyla gelen tüm bilgiler, şayet o kişinin beyninde kendilerini gösterebilecekleri uygun açıklıklar bulabilirlerse ortaya çıkarlar. Yok eğer o beyin, genleri kanalıyla sahip olduğu bilgileri, ortaya koyabileceği bir biçimde uygun açılım burçlardan almamışsa, onları aynen kapalı olarak muhafaza eder ve kendisinden sonrakilere iletir. Tâ ki genlerdeki bilgilerin ortaya çıkmasına uygun açılımda bir beyin bulana kadar bu böylece devam eder.
CENİN
GENETİK OLARAK ANA PROGRAMLA YÜKLÜDÜR
Esasen, genetik olarak bu programla yüklenmiş olan cenin özünden gelen bir melekî etki ile “ruh” adı verilen, “mikrodalga” diyebileceğimiz “ölümötesi bedeni”ni üretmeğe ve tüm zihinsel fonksiyonlarını bu bedene yüklemeğe başlar.
Biyolojik beden ölüm olayıyla kullanılmaz hâle gelince de artık ruh bedenle berzah âleminde kıyâmete kadar yaşar.. Yeniden bedenlenerek dünyaya geri gelme, tenasuh=reenkarnasyon kesinlikle sözkonusu olmaksızın.
Zaten farkedileceği üzere, ruh dışarıdan gelip cenine girmemiştir ki, çıktıktan sonra tekrar başka bir bedene girsin!. Böyle bir sistem mevcut değildir, hiç bir varlık için!. Bu tamamen HİNDU inancına dayalı görüştür.
Dünyadan önceki ruhlar alemi görüşüne mesnet edilmek istenen yukarıdaki âyeti dikkatle okursak, görürüz ki, "Âdemoğullarından, bellerinden" sözedilmektedir.. Bu ise dünya yaşamına ait bir olaydır.. Ruhlar Âlemiyle hiç alâkası olmayan bir konudur..
“Allahû Teâlâ’nın gerek meleklerle konuşması”, gerek buradaki hitaplaşması ve dahi gerekse ölüm sonrasında meydana gelecek tüm konuşmalar hep temsil yollu, benzetme yollu açıklamalardır!.
"İnsanın, meleklerin ve tüm varlığın hakikatı olan Allah"ın elbette ki dışarıdan öte bir varlıkmış gibi hitabı asla sözkonusu olamaz!.
"Nasût-melekût-ceberût-lahût" anlayışında varlığın özünden gelen bir şekilde "Zâhir Allah" müşahedesi de bunu ispat etmektedir.
Kısacası, Ruhların, bezmi elestte, bedenlerden önce topluca yaratılmaları ve sonra peyderpey dünyaya gelerek bedenlere girmeleri; ve hatta bedenden ayrıldıktan sonra yeniden dünyaya geri gelerek bir bedenle yaşamaları hikâyesi tamamiyle yanlış anlama sonucu meydana gelen uydurmadır!.
İmam Gazali de "Ravzatüt Tâlibin" isimli eserinde şöyle diyor:
"Çünkü Râsûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ruhu da anneleri tarafından dünyaya getirilmelerinden önce mevcut ve yaratılmış değildi...."
Bu konuda bizim dediklerimizi tamamiyle doğrulayan diğer bilgileri arzu edenler son devrin en kapsamlı Kur`ân tefsiri olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın "Hak Dini Kurân Dili" isimli tefsirinin 4. cildinin 2324. sayfasından itibaren bulabilirler... Ayrıca çağdaş müfessirlerden Sayın Süleyman Ateş`in "Yüce Kur`anın Çağdaş Tefsiri" isimli eserinin 3. cildinin 412. sayfasından itibaren bu konuda bilgi alabilirler..
CENİN,
BABASININ GENİNDEN, “ANA PROGRAM”I
(“RABBİNİ BİLME YETİSİ”Nİ -İSLÂM FITRATININ BİLGİSİNİ)
ALMIŞ OLARAK DÜNYAYA GELİR
"Allah, insanı İslâm fıtratı üzere yaratmıştır" hükmü üzere, her insan henüz menideki sperm hâlinde iken babasının geninden İslâm fıtratının programını almış olarak dünyaya gelir; daha sonraki aşamalardan da geçerek…
"Onların bellerinden zürriyetlerini alır" ifadesi kişiye genetik olarak intikal eden İslâm fıtratının billgisinin sperm hâlindeki varlığına işaret eder ve bunu vurgular.
CENİNİN 120. GÜNDE, GENETİK VERİ TABANINI
DEĞERLENDİRMEYE BAŞLAMASIYLA
PROGRAMININ DOĞRULTUSU DA BELİRLENMİŞ OLUR
Sperm ile yumurtanın rahimde birleşmesinin 120. gününde cenin, bazı kozmik ışınların etkisiyle, “meleğin ruhu nefhetmesi” diye tarif edilen bir biçimde, dalga üretimine başlar.
Beynin çekirdeği durumunda olan bu yapı, genetik veri tabanını değerlendirmesine vesile olan ilk temel kozmik tesirleri alarak ön programa kavuşur ki; böylece onun “şakilesi” yani “programının doğrultusu” belirlenmiş olur..
GENETİK PROGRAMLAMA
(“TÂLİM”)
"Tâlim" kelimesinin bugünkü dilimizdeki anlamı ise "programlama" demektir.
“RAHMAN'IN KUR'ÂN'I TÂLİMİ”
“İSLÂM FITRATI”
(ANA PROGRAM)
(RABBİNİ BİLME YETİSİ),
BİRİME GENETİK OLARAK İNTİKAL ETMİŞTİR
A`raf Sûresinin 172. âyetinde şöyle bir anlatım var:
"RABBİN, ÂDEMOĞULLARINDAN, ONLARIN BELLERİNDEN ZÜRRİYETLERİNİ ALMIŞ VE ONLARI KENDİLERİNE ŞÂHİT TUTMUŞTU;
-BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİL MİYİM (ELESTÜ BİRABBİKÜM)? DİYE.
-EVET, ŞÂHİDİZ (KÂLÛ BELÂ)!.. DEDİLER.
KIYÂMET GÜNÜ, "BİZ BUNDAN HABERSİZDİK" DEMEYESİNİZ!"
Bu âyeti kerimenin anlamı, âyetin esas vurgulamak istediği gerçeğin farkedilememesi yüzünden, saptırılarak tamamen alâkasız yorumlar ortaya çıkartılmış ve insanlarda çok önemli bir konuda yanlış anlamalara yol açılmıştır.
Bu yanlış anlama da şudur:
Allah, Dünyaya gelecek ne kadar insan varsa, onların bedenlerinden evvel, başka bir mekânda ruhlarını yaratmıştır... Ve onlara orada sormuştur, "ben sizin rabbiniz değil miyim -elestü birabbiküm-" diye.. O insan ruhları da cevap vermişler, "evet buna şâhidiz -kâlû belâ-" şeklinde..
Bu yanlış anlayıştan sonra da "ELEST BEZMİ" diye ikinci bir asılsız kanaat oluşmuştur konu hakkında derinliğine bilgisi olmayanlarda...
Güya, o ruhlar âleminde tanışıp ülfet edenler, burada da tanışırmış; orada tanışmamış olanlar da burada birbirleriyle görüşemezlermiş!..
Ve daha bu asılsız görüşe dayalı olarak uydurulmuş sayısız hikayeler!..
Önce işin aslını özetleyelim; sonra da bu husustaki delillerimizi belirtelim.
Âyetin işaret etmek istediği mânâ Allahûâlem şudur:
"Allah insanı İslâm fıtratı üzere yaratmıştır" hükmü üzere, her insan henüz sperm halinde iken, kendisinde oluşan babasının geninden İslâm fıtratının programını alarak dünyaya gelir.
"Onların bellerinden zürriyetlerini almış" ifadesi genetik olarak intikal eden İslâm fıtratının sperm halindeki mevcudiyetinden sözeder.
Yani, sperm halindeyken insan, -bellerinden, zürriyet alındığında-, fıtrat olarak rabbini bilme yetisine sahip kılınmıştır.. Bu sebeple de "kâlû bela"- “Rabbimin varlığına şehâdet ederim” diyebilen bir ana programa sahiptir.
HEPİMİZ
“YARATILIŞ YASALARI(“SÜNNETULLAH”) SONUCU
VAROLMUŞ VARLIKLARIZ
Şimdi “Allah” adıyla işaret edilenin evreni ve dünyayı yaratışı hakkındaki bilgilerimizi hatırlayalım..
Evren aslı itibariyle tekil bir enerji yumağıdır!.
Algılayabildiğimiz sebep-sonuç ilişkisi kadarı ile de bu enerji yumağının özünde “bilinç” diye isimlendirdiğimiz sistematik bir oluşturma(var etme) mekanizmasının var olduğu mutlak gerçektir.
Buna kimi “doğa kanunu” adını takar kimi de “yaratılış yasaları” veya “Sünnetullah” der... Sonuçta hepimiz bu yasalara tâbi ve bu yasaların sonucu olarak varolmuş varlıklarız!
Bedenimiz ve beynimiz her an bu yasalara göre faaliyet gösterip kendindekileri açığa çıkartır.
Yıllar önce bedende organlara hayat ulaştıran kandan söz ediliyordu. Sonra hücreler keşfedildi. Sonra hücre kimyası fark edildi. Şimdi ise insandaki özellikleri meydana getiren genler.
Bugün bilinen gerçek şudur ki, beyin, genlerin ve biokimyasının sonucu olarak faaliyetini sürdürmektedir.
Bizde açığa çıkan her şey “Allah” sistemine tâbi bu yaratılış yasaları istikametinde oluşmaktadır. Aşk veya diğer duygular esas olarak nasıl biokimyasal reaksiyonlar sonucu meydana geliyorsa, aynı şekilde inanç ve düşüncelerimizin de gene bu genetik özelliklere göre şekillenmesinden daha tabii bir şey olamaz!. İşte bu sebepledir ki biz 1998 yılında yazdığımız yazıda “iman geni” olması gerekliliğini vurguladık. Ne var ki henüz bunun tespiti mümkün olmamıştır. Bu bizim bir düşüncemizdir.
Bu düşüncenin kaynağı ise Rasulullah a.s.ın, kişinin cennetlik veya cehennemlik olduğu ana rahminde 120. günde sabitlenir, anlamındaki açıklamasıdır. Bu durum daha sonra da değişmez!. İşte bu oluşum, kanaatime göre konuyla ilgili bir veya birkaç genin devreye girip girmemesiyle ilgilidir. Allah sisteminde dünyada oluşan her olay bir mucizedir görene!.
Bir diğer bakış açısı ile ise...
Dini anlatımla, “Allah” isimlerinin işaret ettiği özelliklerle âlemler ve içindekiler meydana gelmiştir. Her birim “Allah” isimlerinin işaret ettiği özelliklerle meydana gelmiştir.
Yani karaciğer nasıl bir yaratılış gereği bu isimlerin bir anlamının açığa çıkması ise, genler de aynı şekilde yaratış amacına uygun olarak işlev görmektedir “Allah” isimlerinin işaret ettiği özelliklerle!.
Sonuç olarak şunu vurgulayalım ki...
“Allah” adıyla işaret edilen indinde tek bir Din-Sistem mevcuttur. Bu sistem yaratış yasalarına uygun olarak kendi bünyesinde gerekenleri, Allah isimlerinin işaret ettiği manalarla oluşturmakta ve böylece madde dünyası olarak algıladığımız her şey meydana gelmektedir. İsimler perdesinden kurtulup objeleri değerlendirmek ve sistemin işleyiş mekanizmasını kavramak hepimize kolaylaşmış ola.
“SİSTEM OLUŞTURUCU”
( MUTLAK KANUN KOYUCU)
(ZÂT)
HERŞEYİ KADERİYLE (O SÛRETİN ŞARTLARI İÇİNDE)
HALK ETMİŞ VE VAREDİŞ GAYESİNİ(TASARIMINI)
ONA KOLAYLAŞTIRMIŞTIR
Biraz önce vurgulamıştım ki; hangi özellik ve mânâları ortaya koymayı murad ettiyse, o özellik ve mânâlara uygun sûretlere bürünmüş ve o sûretlerin kendi şartları içinde bir takım fiilleri ortaya koyma yoluna gitmiştir.
Varlık, orijininde, zâtı itibariyle O mutlak varlık olmasına rağmen, o sûretlerin şartları içinde o fiilleri ortaya koymuştur.
İş bu yüzdendir ki, "İlâhi kanunlar" denen evrende geçerli sistem, o muhteşem mekanizma:
"Velen tecide lisünnetallahi tebdilâ."
"Allah`ın varediş sisteminde, kanunlarında, asla değişiklik olmaz!" (48/23 )
âyetinde belirtilen bir biçimde asla değişmez!.
"Doğa kanunu" da diyebileceğin “sistem”, 0 mutlak kanun koyucunun, sistem oluşturucunun dilediği bir biçimde hükmünü icra eder.
Yani, bir diğer anlatım ile;
Sebepler âlemi içinde yaşanılmaktadır... Varlık, tümüyle O`nun varlığından ibaret olmasına rağmen, yaşam tarzı, "O"nun içinde bulunduğu sûretin şartlarını yaşaması, ortaya koyması dolayısıyla, "Hikmet âlemi veya sebepler âlemi" biçiminde bir oluşum meydana getirmiştir.
Bundan dolayı da her birim, kendi yapısının, varoluş kapasitesinin içinde bir takım şeyleri oluşturmak mecburiyetindedir.
İşte, her bir birimin, takdir edilmiş bulunan bir özellik ve mânâyı ortaya koyması:
" Biz her şeyi kaderiyle halkettik". (Kamer 49)
âyetinde vurgulanmıştır.
Ayrıca, bu hususu izah eden önemli bir açıklama da, Rasûlullah tarafından şöyle açıklanmıştır:
"Herkes ne için yaratıldıysa ona o kolaylaştırılır!."
Yani, hangi gaye için meydana getirildi ise o birim, o gayeye göre programlanmıştır. O programın gereği de, gereğini yapmak da ona kolay gelir ve onu yapar!.
Bu gerçeği bilmeyen, birime dışarıdan bakan kişi ise, "bu kişinin kendine özgü bir iradesi var ve bu irade ile bunları yapmaktadır." deyip; orada bir irade-i cüz`ün olduğunu var sayar... Halbuki, o, irade-i cüz denen şey, gerçekte, irade-i Küll`ün tâ kendisidir.
Külli programın, o birimden ortaya çıkması hâlinde aldığı isim "irade-i cüz"dür.
TÜM VARLIK
“MUHAMMED’İN HAKİKATİ” İÇİN
(AKL-I EVVEL İÇİN)
TASARLANMIŞTIR
Dünya ve içinde var olan her şey, insan için bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir...
Bütün bu varlık, "Hakikat-ı Muhammediye" denilen, Hazreti "Muhammed`in hakikatı" denilen, kendini seyreden "Akl-ı Evvel" için dilenilmiş, tasarlanmış, sûretlenmiş bir yapıdır.
ALLAH, ÖNCE
“KÂİNATIN VAROLUŞUNDAKİ ANA MÂN”YI
(HZ. MUHAMMED’İN RUHUNU) YARATMIŞTIR
Bu anlattığım Ruhun beyinden meydana gelişi, ruhun beyinden meydana gelişi ve “alâk”tan meydana gelişi “Hz..Muhammed Neyi Okudu” isimli eserimizde var ayrıca merhum Elmalılı Hamdi Yazırr’n Kur’ân tefsirinin 4 cü cildinin 2324 cü sayfasında bu anlattıklarımızın doğrıuluğunu teyid eden bilgileri bulabilirsiniz.. Kezâ sayın değerli Süleyman Ateş’in “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefisiri” isimli eserinin 3 cü cildinin 412.ci sayfasına da bu konu için bakabilirsiniz. İmamı Gazali "Ravzatüt Tâlibin" isimli eserinde bu konu ile ilgili şöyle der.
Rasûlullah efendimizin ruhu da anneleri tarafından dünyaya getirilmeden önce mevcut ve yaratılmış değildi.
Şimdi burada duralım…
“Rasûlullah efendimizin ruhu” diye bahsedilen şey, bu bedenden meydana gelen ve bu bedenin devamı olan, boyutuna göre bir tür fiziksel olan ruh beden…
Rasûlullah efendimizin ruhunun kendisinden ve evrenin varoluşundan önce varolmasından önce varolmasının anlamı Hz Rasûlullah’ta açığa çıkan ana mânâ demektir bu ana mânâ, işte bütün bu varlığı meydana getiren “RUH” adlı melekte mevcut olan İLİM demektir.
Bu ilmin bireyselliğe dönüşerek Hz Muhammed’den açığa çıkması ve Hz. Muhammed’in ebedi yaşamını meydana ettirecek bedenini oluşturması yine “RUH” adıyla anlır.
Yani “RUH” bir birimin ölümden sonraki yaşamını devam ettiren bedeni anlamına gelir; bir de, bir şeyin anlamı-mânâsı anlamına gelir.
İşte, ”ilk Hz. Muhammed’in ruhunu Allah yaratmıştır” demek, bu “Kâinatın varoluşundaki ana mânânın oluşturulması” demektir.
O “NOKTA”
(HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE)
ŞUURLU BİR ÇEKİRDEKTİR
VE “O”NUN İLİM MERTEBESİNDE İLMÎ AÇILIMI İLE
“MELEKÛT ÂLEMİ” MEYDANA GELMİŞTİR
İsmi “ALLAH” olarak bildirilen, her türlü beşeri anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde olarak, yalnızca “HU” yani sadece “O” olarak tanımlanır (ki bu boyuta “âlemi lâhut” da tabir edilir).
“HU”, evren içre evrenleri, ilminde, ilmiyle, bir “NOKTA”dan yaratmıştır!
O “nokta”, “HU” zamiriyle işaret edilenin, ilminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu bir çekirdektir (heyûla); “Hakikati Muhammedî”dir (âlemi ceberûttur)!.
Algılanan ve algılanamayan, bilinen ve bilinmeyen her şey, bu şuurlu ve bilinçli “NOKTA”nın varlığındaki isimlerin işaret ettiği özellikler ile gene ilimde varolmuş “ilmî suret”lerdir.
Bu “nokta”nın ilim mertebesinde ilmî açılımı ile “melekût âlemi” meydana gelmiştir ki bu mertebe, evren içre evrenlerin meydana geldiği “salt enerji okyanusu”dur. Burada çokluktan, çokluğa ait sayısallıktan ve birimsellikten söz edilemez!.
Buraya kadar açıklanan durum, Hazreti ÂLİ’nin “bu AN o AN’dır” işaretinin ihtiva ettiği “nokta”dır; ki bu, ezelden ebede böyledir ve hiç değişmez!.
İşte bu “nokta” içinde, “nokta”nın varlığındaki Allah isimlerinin, değişik bileşimler hâlindeki açığa çıkışları ve bunların yapıları gereği algılamaları, “GÖRESELLİĞİ” ve çokluk (kesret) kavramlarını oluşturmuştur (nâsut âlemi).
|