Gerçek dünya düzeni


BÖLÜM 9 DÜNYA BİR İLLÜZYON MU? 2



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə6/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,72 Mb.
#19567
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

BÖLÜM 9
DÜNYA BİR İLLÜZYON MU? 2
SİSTEMİN TETİKÇİLERİ: İSTİHBARAT-YARGI-EMNİYET-ORDU
Mevcut sisteme ne ad verirseniz verin, ortada bir düzen veya bir sistemin olduğu açık. İsterseniz bu düzene yalandan demokrasi diyin, isterseniz sözde kapitalizm, gerçek olan tek şey var ki, o da bu düzenin varlığı. Peki bu düzenin varlığını nasıl sürdürdüğünü hiç düşündünüz mü? Yani bu denli çarpık, sahte, yalanlarla dolu, garabet bir sistem nasıl hayatta kalıyor? Nasıl oluyor da insanoğlu, bu düzene muhalefet etmiyor ve bu düzeni değiştirmeyi denemiyor?
Aslında deniyor ve denemiş bir çok kere. Ama bastırılmış, susturulmuş, ortadan kaldırılmış, karalanmış, silinmiş tarihten ve yaşamdan. Peki nasıl?
Dört silahşorlar sayesinde. Kim mi bu sistemin koruyucusu, kollayıcısı, köpekleri ve tetikçileri?
Adalet sistemi-Silahlı Kuvvetler-Emniyet Gücü-İstihbarat Birimleri.
Hiç düşündünüz mü? Neden ülkelerin istihbarat birimleri, esas olarak, kendi ülkelerine yönelik operasyonlar yaparlar? Veya neden kendi ülkelerinde örgütlüdürler? Neden kendi ülke vatandaşlarını izlerler ve dosyalarlar? Neden kendi ülkelerinde istihbarat toplarlar? Amaç nedir?
İşin gerçeği, ister fark edin, ister etmeyin, biz çok uzun zamandır aslında bir polis devletinde yaşıyoruz ve George Orwell’in 1984 adlı romanı çoktan gerçek olmuş. Artık uydu sistemleri var ve eğer sizden sinyal alabiliyorlarsa, uydudan resminiz çekilebiliyorlar ve hatta yeni saldırı sistemleri sayesinde sizi vurmak da mümkün, robot saldırı silahları ile. Cep telefonunuz olması yeterli. İşte modern teknolojinin insanlığa hizmeti. Bir de ilerleme yok diyorlar. Düşünün, sadece bir sinyal ile, artık gizlilik diye bir şey yok. Ne güzel. Yine sizi her ortamda dinlemek ve kayda almak mümkün, aynı cep telefonları sağ olsun. Gerçi cep telefonunuz olmasa da, dinleme yapmak son derece kolay. Her an ulaşılabilir olmak ne güzel. Ulaşılabilir; izlenebilir; dinlenebilir. Süper. Zaten izlenip dinlenebilirseniz, izole edilmeniz, kontrol edilmeniz, manipüle edilmeniz de, son derece kolaydır. Doğumunuzdan ölümünüze kadar, hakkınızda dosyalar tutulabilir, eğer sisteme tehdit olarak algılanıyorsanız. İşiniz de, sosyal yaşantınız da, kontrol altında olacaktır, bu durumda tabi. İstendiği zaman da fişinizi çekiverirler. Mükemmel bir dünya, değil mi?
İşte istihbarat örgütlerinin temel işlevi budur. Ülkenin kendi vatandaşlarını kontrol altında tutmak. Peki başka işleri yok mu bunların, bireylerin hayatlarına burunlarını sokmaktan başka? Var aslında! Çok gizli! Ulusal güvenlik! Dolayısıyla da, ulusun bilmemesi gereken konular. Sır ama sırrı, sadece halk yani insanlar, ya da vatandaşlar bilmeyecek. Hani sözde amaç ulusun güvenliği ya, ulus kendinden korunuyor, sanırım bu durumda. Zira ulusal güvenlik konuları açıklanırsa, halk bir anda uyanır ve isyan ederse, kaos olur; anarşi olur; insanlar kandırıldıklarını anlarlar. Gerçeklerin açıklanması çok tehlikeli. Kimin açısından? Siz insanları keriz yerine koyan sistem açısından! Bu yüzden ulusal güvenlik diye bir birim var ve sırlar var size açıklanmayan! Neden sizin bilgiye ulaşmanız tehlikeli olsun ki, siz insanlar açısından? Ama kazık yiyen sizseniz, tabi ki sizin bu bilgilere ulaşmanız risk oluşturur, sizi düzen kurum ve insanlar için.
İşte ulusal güvenlik bahanesi ile açıklanmayan bilgiler:
1-Kimin, kimin emri ile, neden ve hangi çıkar grubu veya siyasi, dini gruplar adına, hangi siyasi, kurumsal, askeri, örgüt, tarikat lideri, toplumsal kişilik veya iş adamı için, yapılan suikast planlarını uygulamaya soktuğunun bilgisi, yani suikastın gerçek azmettiricisinin ve gerçek tetikçisinin kimlikleri, suikastın gerçek nedeni, hangi çıkar, siyasi veya dini grup adına gerçekleştirildiği bilgileri.
2-En başta silah, uyuşturucu, insan, organ kaçakçılığı olmak üzere, dünyada global düzeyde gerçekleştirilen tüm illegal operasyonların, nasıl ve kimlerin desteği ile gerçekleştirildiği bilgisi, yani bu küresel operasyonların hangi kurumsal yapılardan destek aldıkları.
3-Normal bireyler hakkında toplanan istihbarat bilgilerinin, illegal olarak nasıl kullanıldığı ve hayatlarınıza nasıl müdahale edildiği bilgisi, yani başınıza gelen şanssızlıkların nasıl kurgulandığı.
4-Terör örgütlerinin nasıl, kimlerce, ne amaçlarla kullanıldığı, finanse edildiği, istihbarat ve lojistik destek sağlandığı bilgisi, yani terör örgütlerinin hangi kurumsal yapılardan destek aldıkları.
5-Dünyada ülkelerin rejimlerinde yapılan değişikliklerin, kimlerin emirleri ile, nasıl ve neden kurgulandığı bilgisi, yani ülkelerin iç siyasi yapıları ile nasıl ve hangi amaçlarla oynandığı, bu operasyonların azmettiricilerinin kimlikleri.
6-Kullanılan ve test edilen biyolojik, kimyasal, nükleer, elektro manyetik silahların, nasıl, nerede ve neden geliştirildiği, nerede, nasıl, kimler üzerinde denendiği, nasıl ve nerede kullanılmasının planlandığı bilgisi.
7-Savaşların nasıl, kimlerin kullanılması ile, ne amaçlarla çıkarıldığı bilgisi, yani savaşları gerçekte hangi amaçlarla kimlerin çıkardığı bilgisi.
Bu bilgiler hakkında yorum yapanlara da söylenecek tek şey var: Komplo teorisyeni! Soruyorum, madem ulusal güvenlik bilgileri, yukarıda ifade ettiğim suçları içermiyor, o zaman neden halka asla ve hatta yıllar geçse bile açıklanmıyor? Madem bu bilgiler yukarıda ifade ettiğim şekilde aslında her biri bir insanlık suçu içermiyor, devletler bu bilgileri sır gibi saklamayı sürdürüyorlar ve bu bilgileri ortaya çıkarmaya çalışanları ortadan kaldırıyorlar veya karalıyorlar?
Ama gerçek basit! İstihbarat servisleri var! MİT-MOSSAD-NSA-CIA! Bunlar hayali değil gerçek!

Bunların operasyonları var. Yüzde doksan dokuzu açığa çıkmıyor. Açığa çıkanlar bile yeterli.

Yukarıda anlattığım her şey oluyor. Yani suikastlar, savaşlar, rejim değişiklikleri, ileri teknoloji silahlar, terör eylemleri, organize suç! Ve bunların hiç biri kendiliğinden olmuyor! İşte farkına varmanızı istemedikleri şey bu! Bütün bunlar merkezi bir kurgunun sonucu!!!

Ama sanki siz potansiyel teröristmişsiniz gibi, ulusal güvenlik bahanesiyle, istihbarattan mahrum bırakılıyorsunuz, üstelik kim tarafından? Verdiğiniz vergiler ile finanse ettiğiniz, istihbarat servisleri tarafından.


İşte sistemin hala ayakta kalmasının temel nedeni, bu birinci tetikçi olan istihbarat servisleridir. Sistem resmen bu gizli, yarı-gizli veya resmi örgütlerin üzerinde ayakta durmaktadır.

Sistemin bence en önemli ikinci tetikçisi, adalet sistemi, yani yargıdır. Sistemi legalize eden, sistemde adalet illüzyonunu yaratan bu tetikçidir. Bir önceki bölümde anlattığım üzere, sizi yani insanları temsil ettiği illüzyonuna dayalı olarak, sizin adınıza kanunlar yapan hayali temsilcileriniz sayesinde, size hiç bir faydası olmayan, sizin hak ve özgürlüklerinizi korumayan ve hatta tam aksine hak ve özgürlüklerinizi tehdit eden kanunlardan oluşan, bir adalet sisteminden bahsediyoruz.


Adalet sisteminin en büyük yanlışı, vatandaşları veya bireyleri temsil etmeyen seçilmişler sınıfının, halk kitleleri adına kanunlar yapmasıdır. Bu kanunların, bireysel hak ve özgürlüklere değil de, sisteme, devlete, sistemden çıkar sağlayan gruplara hizmet ediyor olması, ikinci büyük ayıbıdır sistemin. Anayasaların, bireysel hak ve özgürlükleri korumaya yönelik olması gerekirken, tam aksine bu hak ve özgürlüklerin, sistem ve sistemi kullananlar yararına yok edilmesi amacıyla hazırlanması da, bu tip anayasalara dayalı olarak, insanların hak ve özgürlüklerine aykırı biçimde kanunların yapılması da, aslında insanlık suçudur. 80 ihtilalinin anayasası, esasen 60 ihtilalinin anayasasının, bireylere fazla hak ve özgürlük tanıdığı iddiasına dayalı olarak yapılmıştır. Kasıt açıktır. Üstelik 60 anayasası gerçekten bireylere özgürlük ve hak tanımış olsaydı, Türkiye asla 1980/1970 ihtilallerini veya öncesini yaşamazdı. Şimdi getirilen yeni düzenlemeler ise, hak ve özgürlükleri genişletmek yerine, bu palavra söyleme dayalı olarak, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlama amacıyla yapılıyor. En basit kanıtını, alkol ve tütün ürünlerinin kullanımı konusunda, bireylere getirilen sınırlamalardan anlayabilirsiniz. Bu sadece başlangıç; yol uzun, hedef belli: molla iktidarındaki İran benzeri bir rejim. MOSSAD’ın Türkiye için belirlediği yol haritası bu!!! Bu hedefe ulaşılmasına engel olacak herkes ve her şey ortadan kaldırılıyor MOSSAD, masonlar, onlara hizmet eden terör örgütleri ve suç örgütleri tarafından.

Varsayalım ki anayasa ve kanunlar, yukarıda ifade edildiği şekilde, kötü niyetli bir şekilde değil, iyi niyetli olarak yapıldı ve kullanılmakta, bu durumda mevcut adalet sistemi, bireyi yani vatandaşı koruyor mu acaba?


Dünyanın neresinde, ne zaman, hangi birey veya vatandaş, hangi kuruma, sisteme, sistemden yararlanan çıkar gruplarına karşı açtığı, hangi adli davada, ne kazanmıştır? Hangi ülkenin adli sistemi adildir? Hangi sistemde adaletten bahsetmek mümkündür? Soru açık; düşünün ve cevap verin! Eğer bir tek gerçek örnek verebilirseniz, kendinizi mutlu sayabilirsiniz!
Adalet sistemi, hakimi (jürisi), savcısı hatta avukatı ile bütün olarak sisteme hizmet etmektedir. Adalet sistemi, sisteme ve sistemi kullanan siyasi, dini, ekonomik çıkar gruplarına hizmet eder. Güç bu çıkar gruplarındadır ve adalet sisteminin mevcut yapısına göre, gücü olanın adaleti bulunmaktadır. Gücü olmayan da, bu adalet sisteminde ezilir. Sonuç yüzde doksan dokuz nokta dokuz aynıdır. Paranız ve gücünüz varsa, dışarıdasınız; özgürsünüz; haklısınız; zenginsiniz, paranız veya gücünüz yoksa, içerdesiniz ve fakirliğe mahkumsunuz. İşte ABD, işte Türkiye! Son derece basit. Adalet sistemi, gücü ele geçirenin, amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığı bir tetikçidir. Bakınız: Hayali Ergenekon terör örgütü ve benzeri siyasi manipülasyon sonucu açılan davalar. Aslında adalet sisteminin rolü hep aynıydı. Bugünlerde rezilliğin ayyuka çıkmasının nedeni, sisteme, mevcut anayasal düzene muhalif bir terör örgütünün, yani Fethullah cemaatinin egemen olması ve eski sistemle, bu terörist örgütün çatışmaya girmesidir. Yoksa adalet sistemi, yüzyıllardır aynı şekilde hizmet ediyor egemen sisteme, yasallık konusunda hiç bir itiraz veya muhalefet ile karşılaşmadan.
Yine dünyadan başka bir örnek, adalet sisteminin ve insan hakları örgütlerinin içler açısı durumunu gösteriyor. Venezüella’da bazılarına göre diktatör, bazılarına göre siyaset adamı Hugo Chavez için, insan hakları ihlali açısından, en dikkat çekici vukuatlardan biri, söz konusu kişinin iktidarında adalet sistemine müdahale edildiği iddiasıdır. Müdahalenin nasıl olduğu konusu ise biraz karışık. Venezüella’nın önde gelen, CIA kökenli, kara para kaçakçılarından biri, suçları dolayısıyla tutuklanıyor ve hakim karşısına çıkarılıyor. Hakim, ülkede çok güçlü ve suçu sabit olan bu kişiyi, yargılama öncesinde tutuksuz yargılanmak üzere, kefalet ile serbest bırakıyor. Doğal olarak da suçlu ABD’ye kaçıyor ve bunun üzerine söz konusu yargıç tutuklanıyor. İşte buna adalet sistemine müdahale deniyor, sözde insan hakları örgütlerine göre. Adalet sistemi, örnekte görüldüğü üzere, aslında global suç örgütleri yararına çalışıyor. Söz konusu yargıç, kefalet mekanizmasını kasten yanlış yorumlama hatasında bulunuyor ve suçlunun iade edilmesi mümkün olmayan ABD’ye sığınmasına imkan tanıyor. İşin daha da garabet yanı, yargıcın görevini suiistimal etmesi değil, bu suiistimalin cezalandırılması, suç teşkil ediyor uluslararası insan hakları örgütlerine göre. Bu gerçek de, uluslararası insan hakları örgütleri ile, global organize suç örgütleri arasındaki ilişkiyi açığa çıkarıyor maalesef. Üstelik adalet sisteminin bu örnek çalışması, suçlanan kişiye muhalif olan, hatta diktatörlük ile suçlanan bir siyasi iktidarın egemenliğinde gerçekleşiyor. Düşünün ki, söz konusu adalet sistemine karşı, diktatörlerin bile adalet talep etme hakkı yokken, sizin gibi bireylerin hakları olabilir mi? Bir birey, bu tetikçilerden kendisini nasıl koruyabilir? Herhangi bir birey, sistem veya sistemi kullananlar ile çatışmaya girerse, bu adalet sisteminden sağ veya özgür çıkabilir mi?

Sistemin üçüncü tetikçisi, emniyet teşkilatı yani polistir. Sormak isterim: vatandaşı, sistemden, sistemi kullanan çıkar gruplarından koruyan bir polis gördünüz mü? Muhakkak ki, kendini idealist gören ve bunun için mücadele eden polisler olmuştur geçmişte ve belki hala, ama yüzde kaç? Dürüst, işini olması gerektiği gibi yapan, belki baskılara boyun eğmeyen polisler olmuştur. Kaçı sağ kaldı? Kaçı görevden ihraç edilmedi? Kaçı hala pozisyonunu koruyor? Veya sağ kalan, ihraç edilmeyen veya pozisyonunu koruyan var mı diye sormalı. Yok tabi. Zira polisin asli görevi, sisteme, devlete, sistemi ele geçirmiş olanlara hizmet etmek, sistemi kendi çıkarları için kullananların yararına hareket etmektir; vatandaşın, bireyin, halkın yararına değil. Zira aynı yukarıda adli sistemde olduğu gibi, aynı nedenlerle, halkın gücü yoktur, ama sistemi ele geçirenler güçlüdür. Yani polisle hakim adeta adaletçilik oynamaktalar aralarında. Biri yakalar, diğeri içeri atar. Ama kimi? Sizi sömürenleri değil, sizi dolandıranları değil, sizi katledenleri değil, sizi zehirleyenleri değil, işlerini suiistimal ve ihmal edenleri değil, sadece sistemin bir nedenle korumadığı adi suçluları ve sizi, yani çoğunlukla sisteme tehdit olarak gördüğü zavallı ve adalet sistemi karşısında gücü olmayan bireyleri.


Dünyanın neresinde polisin gereksiz şiddet kullanmadığını söyleyebilirsiniz? Dünyanın neresinde polisin, vatandaşı suçlulardan ve özellikle organize suç örgütlerinden koruduğunu iddia edebilirsiniz? Dünyanın neresinde toplumsal hak ve özgürlük arayışlarında, örgütlü, organize toplum hareketlerinde, polisin halkı koruduğunu, sistemin emri ile insanları öldürmediğini, coplamadığını, zehirlemediğini söyleyebilirsiniz? Dünyanın neresinde polisin yargısız infaz yapmadığını söyleyebilirsiniz? Dünyanın neresinde polisin işkence yapmadığını iddia edebilirsiniz? Dünyanın neresinde polisin, organize suç ile işbirliği yapmadığını iddia edebilirsiniz? Dünyanın neresinde polisin, vatandaşın düşmanı değil, koruyucusu olduğunu iddia edebilirsiniz?
Dünyada gerçek bir polis devleti iktidarı bulunmaktadır. Evet tabi ki polisler de sadece kuklalar. İktidarları yok. Ama polisin silahlı gücüne dayalı olarak, kurulmuş olan bir faşist sistem, dünyanın her yerinde iktidarda maalesef. Polis sadece denileni yapıyor. Polis sadece sistem kimdeyse onun yanında. Polis sadece güçlünün yanında, güçsüzün karşısında. Dolayısıyla iktidarda olan taraf, polisi kontrol ediyor ve kendi şahsi tetikçisiymiş gibi, kendisine muhalif olan herkese, faşizan bir şekilde saldırma amacıyla, polisi kullanıyor. Bakınız: Nazi iktidarında Gestapo ve bugünün Türkiye’sinde Emniyet. Nazileri kötü görenler, bugünkü emniyet teşkilatının SS’lerden farkını lütfen bana açıklasın. Muhalif olan herkes ama herkes tutuklanıyor. Aynı Nazi Almanya’sındaki gibi. Ve kimse bir şey demiyor. Aynı Nazi Almanya’sındaki gibi. Dünya bağırıyordu Yahudiler için ve dünya savaşa girdi Siyonizm adına. Peki Türkiye için, Türkler için ne yapıyor dünya? Ellerini ovuşturuyor büyük bir zevkle ve destekliyor faşistleri. Neden diye soruyorum, neden? Kimin emri ile? Kimin etkisi altında? Neden? 12 Eylül döneminde bile tepkiler varken, şimdi bu insan hakları katliamına itiraz eden bir kişi bile yok. 12 Eylül’de en azından Avrupa itiraz edebiliyordu, ABD’nin orospu çocuklarına. Ama şimdi tek ses yok, bu sahte Müslüman, pislik Siyonistlere! Zira Türkiye çok önemli Siyonizm açısından. Kürdistan da. Geri kalan topraklarda kurulacak olan Siyonizm yanlısı şeriatçı rejim de, çok önemli Siyonizm açısından.

Sistemin son ve dördüncü tetikçisi ise, silahlı kuvvetler veya ordu. Ordu için bu bölümde çok şey söylemeye gerek yok. Savaş ve barış adlı bölümde anlattıklarım gayet açıklayıcı. Zaten ordunun pozisyonu, maalesef diğer silahlı güç olan polisten çok farklı değil. Ordu mensupları da aynı şekilde emir kulları, sistemin ve sistemi kullananların karşısında. Zaten durumumuz da ortada. Türk ordusunun karşılaştığı ciddi ulusal tehdide, asli görevi olan milleti ve vatanı korumaya içtiği anda rağmen, tepkisizliği dikkate alınırsa, ordu için söylenecek pek bir şey kalmıyor. Türk ordusu her zaman olduğu gibi, aynen 12 Eylül’de olduğu gibi, aynen 12 Mart’ta olduğu gibi, aynen 27 Mayıs ihtilali sonrasında, ihtilalin amacından saptırılmasında olduğu gibi, aynen PKK’nın örgütlenmesinde olduğu gibi, aynen Fethullah terör örgütünün örgütlenmesinde olduğu gibi, aynen Türkiye’nin NATO’ya ve ABD’ye satılmasında olduğu gibi, Türk askerinin Kore’de NATO’ya kullandırılmasında olduğu gibi, aynen Kıbrıs savaşı, öncesi ve sonrasında olduğu gibi, Atatürk’ün kurduğu, Atatürk ilkelerine bağlı vatanın ve milletin tecavüze uğramasına gayet tepkisiz derin bir uykuda. Diğer taraftan yurtdışından bir örnek, dünyanın en güçlü ordusu olan ABD ordusu, Irak savaşına karşı olmasına rağmen, hem de ABD halkının da karşı olmasına rağmen, hem de insan haklarına ve BM kuruluş amaçlarına rağmen, Irak soykırımı yapıldı, ABD ordusu vasıtasıyla. Sadece bir tetikçi bu yüzden ordu, kimin ordusu olduğuna bakılmaksızın!



BÖLÜM 10
DÜNYA BİR İLLÜZYON MU? 3
LAİSİZM
LAİK DÜNYA-HÜMANİZM-ÖZGÜRLÜK-EŞİTLİK HİKAYELERİ VE GERÇEKLER
İddia odur ki medeni dünyada rejimler laiktir.

Laisizm nedir? Din ve devlet işlerinin ayrı tutulması. Yani devlet yapısı din işlerine karışmayacak ve dini kurumlar da siyasi alana girmeyecek ve sadece kendi işleri olan inanç konularına karışacaklar. Aslında çok adil bir anlaşma; zira laisizme göre her iki güç de, kendi alanları dışında, birbirlerinin güç alanlarına tecavüz etmeyecek ve birbirlerinin etki alanlarına ve egemenliklerine saygı gösterecekler. Din ve devlet sadece kendi alanlarında erk oluşturacak, diyor laisizm. Laisizm, dinin kendi etki alanı olması gereken, inançlar alanında güç sahibi olmasını reddetmiyor. Laisizm, anarşizm veya komünizm gibi, dinin ortadan kaldırılması gerektiğini, dinin bir güç odağı olmaması gerektiğini, dinin diktatörlüğünün yıkılması gerektiğini, dinin faşist şoven iktidarının ve pis elinin, insanların yaşamlarından çekilmesinin gerektiğini söylemiyor, benim açık bir şekilde ifade ettiğim ve ölene kadar savunacağım gibi. Laisizm sadece diyor ki, biz din kurumunun yani diktatörlüğünün egemenliğini tanıyor ve inanç alanında bu diktayı destekliyoruz, ama devlet erkinin güç alanı olan siyasi alanda, var olmasını, egemen olmasını kabul etmiyoruz. Ama buna itirazı var dini diktaların. Bunu yani laisizmi kabul etmiyorlar. Ne demek bu? Bu adil anlaşmayı, dini güç odakları, kendi adlarına adil bulmuyorlar demek. Neden? Çünkü dinin her alanda egemenliğini talep ediyorlar. Yani dinin inanç alanı dışında, siyasi alanda da egemen olması gerektiğini ve insana ve insan yaşamının her alanına hükmetmesi gerektiğini düşünüyorlar. Nasıl ve neden? Zira din (özellikle İslam ve Yahudilik) aslında her alanda egemenlik iddiasında ve insanlara nefes alacak alan bile bırakmak istemiyor ve geçmişten bu yana, yaklaşık 1500 yıldır din, devlet erkinin üstünde. İşin aslı yüzlerce yıldır dinin diktası, devletin egemenliğinin de üstünde bir güç odağı ve bize anlatılan milliyetçi ve/veya emperyalist masallar, aslında sadece kurdun giydiği kuzu postu.


Gerçek insanlık düşmanı, gerçek savaş nedenleri, gerçek egemenlik sahibi, aslında çok uzun zamandır din. Milli veya emperyalist motivasyonların yerine dini motivasyonları koyarsanız çok farklı bir resim ortaya çıkar karşınıza. Gerçekte tarihi milli değil, dini bir bakış açısı ile incelerseniz, gerçekler bir anda karşınıza çıkar. Tarihe bu yeni bakış açısı ile bakarsanız, Yahudiliğin ortaya çıkışı, Hıristiyanlığın ortaya çıkışı, İslam'ın ortaya çıkışı, Haçlı seferleri, Osmanlı'nın İstanbul'u işgali, Arapların emperyalistleşmesi, Mısır, Babil, Lidya uygarlıklarının ortadan kaldırılması, pagan dinlere ve bu dinlere mensup olanlara karşı izlenen işkence, cinayet, soykırım uygulamaları, Avrupa'da aydınlanmanın (Illuminati) desteklenmesi, Protestanlığın ortaya çıkışı, Bolşevik ve Fransız devrimlerinin tetiklenmesi, 1. ve 2. dünya savaşlarının organize edilmesi, Çarlık Rusya, Alman, Avusturya, Osmanlı imparatorluklarının yıkılması, ABD'nin kuruluşu, Nazizmin ortaya çıkışı ve egemenlik kazanması, reformist Yahudilere uygulanan soykırım, Siyonizm'in hortlaması ve İsrail'in kurulması, son dönemde Afganistan ve Irağın işgali..... daha başka bir sürü tarihi olay farklı bir anlam kazanır. Tarihi dini motivasyonlar ile sorguladığınızda, çok farklı ve açıklayıcı bir analiz ile karşılaşırsınız. Bir anda her şey aslında olduğu gibi, dini bir mücadele olarak karşınıza çıkar.
Ve laisizm düşüncesi ortaya çıktığından beri, bu dini güç odakları, aslında sadece seslerini kısıp, yer altına çekildiler ve masonlar vasıtasıyla, sözde demokratik ve laik siyasi yapılara sahip toplumlarda, işlerini görmeye devam ediyorlar, sinsi bir şekilde. Devlet erki, uzun zamandır dini diktaların oyuncağı ve bir aracı. Din devletin egemenliğinden çıkalı çok uzun zaman oldu. Esasen Katolik kilisesinin Avrupa'nın egemenliğini elde etmesi ile din devletin üzerinde bir egemenlik elde etti. Ve laisizm düşüncesi, din diktasına eşit bir egemenlik teklif ettiğinde, din doğal olarak bunu reddediyor; zira laisizm açık bir şekilde, dinin her alanda ve siyasi olarak egemenliğini kabul etmiyor. Oysa biz zaten zannediyorduk ki, dinin mutlak bir egemenliği yok ve egemenlik sultanlarda, krallarda, diktatörlerde, aristokraside, meşruti yapılarda, siyasi yapılarda, milli yapılarda, imparatorluklarda, emperyalistlerde, kapitalistlerde, faşistlerde, muhafazakarlarda, liberallerde vs. İşte insanı düşündükçe ürküten gerçek. Egemenlik hep dindeymiş! Bu korkunç gerçeği anlamaya çalışın. Dinin egemenliğinin ne demek olduğunu, İran’daki molla rejimi altında yaşayanlara sorun, Orta Çağda Avrupa’da yaşananlara bakın ve algılayın. İnsan haklarının en ufak zerresi bile olmayan bir dünya. Ve esasen egemenlik hep dindeymiş ve laisizm iddiası ortaya çıkana kadar da bu böyleymiş. Peki laisizm neyi değiştirdi? İşte sorumuz bu. Yani gerçekten din kendi etki alanına geri çekildi mi? Yoksa çekilmiş gibi mi yaptı?
İlk olarak belirtmek isterim ki, yine bu sözde demokratik sistemlerde, inanç özgürlüğü diye bir kavramdan bahsedilmektedir. Aslında gerçek laisizm, inanç özgürlüğünün güvence altına alınması demektir. Gerçekte inanç özgürlüğü nedir diye düşündünüz mü hiç? Neye inanıyor olursanız olun, inanç özgürlüğü, sizin için de, başkaları için de iyidir. Peki inanç özgürlüğü var mı? İnanç özgürlüğü nedir? Bireylerin istediği inançlara sahip olmaları, bu inançlara göre hareket edebilmeleri, ama en önemlisi diğer egemen inanç sistemlerinin bireylere dayatılamaması. Nedir Amerika, Avrupa, Asya’nın bir kısmı, Afrika ve Avustralya’da egemen inanç sistemleri? Yahudilik-Hıristiyanlık-Müslümanlık. Peki bu inanç sistemlerinin egemenlik sağladıkları toplumlarda, bireylere dayatılmadıkları bir durumdan bahsedebilir miyiz? Hayır. ABD gibi çok kültürlü, çok dinli bir ülkede bile, aile ve toplumda dini dayatmanın olmadığını söyleyebilir misiniz? Her üç dinin mensupları ve cemaatleri açısından dikkate alırsanız durumu. Hatta küçük ve azınlık tarikatlarında bile, inanç özgürlüğünün olmadığı açık değil mi?
İnanç özgürlüğü temel olarak, yeni doğan bireyin, büyüdükçe kendi inanç sistemini seçmesine veya oluşturmasına izin verilmesidir. Yoksa bireylere, ailelerinin inanç sisteminin dayatılması veya içlerinde büyüdükleri egemen inanç sisteminin dayatılması değildir, inanç özgürlüğü. Kaç aile kendi inanç sistemini çocuklarına aktarmaz? Veya aktarmayan aile var mı? Hangi toplum yapısında, dünyanın neresinde, toplum bireylere kendi inanç sistemini dayatmaz? Sadece ve sadece eğer aile ateist ise ve toplum komünist ise, bu tip bir dayatmanın olmaması mümkün ve inanç özgürlüğünden bahsetmemiz mümkün. Zira eğer aile ateist ise ve toplum komünist ise, birey büyürken, kendi seçeceği veya oluşturacağı inanç sistemi için baskı görmez, ancak ve olsa olsa birey kendi inanç sistemini yaymaya kalkışırsa, baskı görebilir. Eğer o ailenin veya toplumun bir dini varsa, söz konusu din, küçük yaştan itibaren bireylere öğretilir ve bazı durumlarda uygulanması da talep edilir ki, bu durumda haliyle inanç özgürlüğünden bahsedilemez. Dolayısıyla dinlerin varlığında, en azından egemen dinlerin varlığında, inanç özgürlüğünden bahsedilemez. Zira dinler mutlaktır ve dinlerin yayılmacı ve hatta yayılma amacıyla, her şeyin yapılabileceği, insanların öldürülebileceği emri açıktır. Yani basit bir şekilde misyonerliği teşvik eden, misyon için insan öldürmeyi kutsal gören, egemen dinlerin varlığında, inanç özgürlüğü de demokrasi gibi, sadece söylenen bir yalan-kandırmacadır.
Gelelim laisizme! ABD laik mi? Hayır! Neden? Açık, basit ve çok kısa bir cevap: Yahudi lobisi. Çok kısa değil mi? Dini kurumlar, örgütlü bir şekilde siyasete müdahale etmeyeceklerdi, laisizm gereği, değil mi? Yahudi lobisi bence yeterli bir cevaptır; uzatmaya gerek yok. Peki Türkiye Cumhuriyeti laik mi? Tabi ki hayır. Milli Nizam Partisinden AKP’ye kadar, bir dizi parti yeterli gelir herhalde. Aslında laisizmin dünyada uygulandığı bir yer yok. Zira dinler hep egemen olmuş. Ve egemenlikleri sadece yer altına çekilmiş durumda çoğu kez. Çok uzun kanıtlar ve açıklamalar mümkün, ama salt Yahudi lobisi ve AKP örneklerinden, laisizmin iddianın aksine, dünyada var olmadığını kanıtlayabildiğim için, ayrıntıya girme gereği görmüyorum. Mason localarından, gizli dini örgütlenmelerden, siyasi yapıların nasıl bu cemaatlere gebe olduklarından bahsetmeme gerek yok. En basitinden dünyanın son ve en büyük, üzerinde güneşin batmadığı, emperyalist devleti, İngiliz İmparatorluğu, en az son 110 yıldır Siyonizm’in kontrolü altında. Yine emperyalizm bayrağını İngiltere’den almış olan ABD, en azından 1930’lardan beri yüzde yüz Siyonizm’in kontrolünde ve bariz bir şekilde işgal altında. Dünyanın bölgelerinde en ileri medeniyetleri, Japonya ve Almanya, en azından ikinci dünya savaşından beri, işgal altında ve Siyonizm’e karşı boyunları eğik. Siyonizm, en büyük düşmanları olarak gördüğü, Sovyetlerin komünizmini, ABD’nin liberalizmini, Almanya ve Japonya’nın bilim ve teknolojiye dayalı ilericiliğini, toplumsal gücünü ve disiplinini, İngiltere ve Fransa’nın emperyalist muhafazakarlığını yenmiş durumda.
Diğer taraftan bakarsanız, yani devlet kurumunun, din işlerine müdahale etmemesi durumu, yani dini inançlara karşı tarafsızlığı söz konusu mu? Yine hayır! ABD’de ve Avrupa’da inanç sistemleri arasında ayrımcılık yapılıyor ve belli egemen dinler, dinlere inanmayanlara ve başka inanç sistemlerine sahip olan bireylere karşı, koruma altına alınıyor. Yani sözde inanç ve düşünce özgürlüğünün olduğu bu ülkelerde, bu dinlere ters gelen inanç ve düşüncelere sahipseniz ve bu düşünce veya inancınızı ifade ederseniz, suçlu durumuna düşüyorsunuz. Yani Salman Rüşdi’nin İran’da başına gelen insanlık ayıbı ve canavarlık, ABD ve Avrupa’da başınıza geliyor. Çünkü nefret suçları diye suçlar var ve bu suçlara göre, devlet koruması altında olan dini diktatörlükler, her türlü rezilliği yapma, her türlü yalanı söyleme ve her türlü komployu çevirme haklarına sahipler, ama siz yaptıklarını ve söylediklerini eleştirme hakkına bile sahip değilsiniz, sözde laik ve modern ülkelerde. En basitinden bir örnek vermem gerekirse, ikinci dünya savaşı öncesinde, Almanya’nın savaşta işgal ettiği ülkelerdeki, toplam (yani Siyonist + Siyonist olmayan) Yahudi nüfusu altı milyonken, Nazilerin altı milyon Yahudi öldürdüğünü iddia edenlere itiraz eder ve saçmaladıklarını söylerseniz, hapse atılıyorsunuz en hafifinden. Bunun dışında başınıza neler geleceğini merak ediyorsanız, deneyip görürsünüz. Peki Türkiye’de? Diyanet İşleri diye bir kurum nasıl var desem, yeterli mi? Veya Sünni İslam’ın her bireye zorlayıcı olarak öğretilmesi. Herhalde yeterlidir bu gerçekler, laisizmin uygulanmadığının kanıtlanması için.
Gerçek odur ki, dünyada laisizm hiç uygulanmamıştır. Laisizm, dinin, ruhban sınıfının, masonların, cemaatlerin siyasi ve güncel hayattan ellerini çekmesini gerektirmektedir ki, bu asla gerçekleşmemiştir ve tam aksine bu kurumsal yapılar zaman zaman açık açık, diğer zamanlarda da yer altına çekilerek, etki alanlarını yani devlet organı üzerindeki güçlerini korumuşlardır. Ama bize yaklaşık bir yüzyıldır tam tersi anlatılmıştır. İnsanlar yani halklar kandırılmıştır. Din hala ve yüzde yüz egemendir ve demokrasi sadece palavradır. Dinin faşist egemenliği hala sürmektedir. İnsanlar hala köledir. Özgürlük maalesef sadece hikayedir. İnsan hakları maalesef sadece palavradan ibarettir. Bunca zamandır verilen mücadele maalesef işe yaramamış; egemen dinler egemenliklerini o veya bu şekilde sürdürmüşler ve hatta daha da tehlikeli bir şekilde egemenlik talep etmektedirler: Siyonist Fethullah Gülen terör örgütünün Türkiye için talep ettiği şeriat düzeni!!!
Peki hümanizm, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan hakları masalları ne olacak? Bu düşüncelerin çıkış noktası olan Avrupa’nın durumuna bakın. Ulusal düzeyde ciddi bir ırkçılığın yanında, bölgesel ırkçılık hat safhada. Prusyalı Bavyeralıyı aşağılar, Milanolu Napoliliyi, Londralısı Manchesterlıyı, Fransız-İngiliz-Alman hepsi diğerinden nefret eder. İrlandalı ve İngiliz arasında Katolik-Protestan ayrımına dayalı şiddet ve nefret. ABD’de egemen kitle, sadece ama sadece Beyaz Anglosakson Protestan’dır. Nerede eşitlik, nerede kardeşlik, nerede hümanizm? Din-millet-köken farklılıkları, son yüzyılda sürekli olarak kışkırtıldığı, bu farklılıklara dayalı politikalar sürekli teşvik edildiği, nefret, şiddet, düşmanlık desteklendiği için, ciddi bir ırkçılık ortaya çıkmıştır, hümanizm düşüncesinin doğduğu bu bölgede bile. Oysa sözde anti-ırkçı söylemler getirilmiştir ve yasalar yapılmıştır. Neye karşı? Irk ayrımına karşı, yani siyah ırka karşı ırkçılığın önüne geçilmeye çalışılmıştır, ama insan olduğumuz öğretilmediğinden, farklılıklar kışkırtıldığı için, ırkçılık zayıflayacağına güçlenmiştir.
İnsan haklarının en el üstünde tutulduğu varsayılan ülkelerde, ne durumda insan hakları diye sorarsanız, felaket derim. En basit hak düşünce özgürlüğü değil midir? Veya yaşam özgürlüğü? Hangi ileri batılı ülkede var bunlar? Düşüncenizi açıklamadığınız sürece özgürsünüz. Açıklarsanız, hoop hapse. Ermeni soy kırımı yoktur demek suç. Avrupa’da Nazilerin katlettikleri Yahudi sayısı abartılmıştır demek suç. Hem de sizi hapse attıracak suçlar. Ne özgür, ileri, medeni ülkeler ama. Veya mümkünse sisteme veya Siyonizm’in amaçlarına muhalefet edin. Bir anda ortadan kaybolursunuz. İşte Olaf Palme. İşte JFK. İşte John Lennon. İşte Turan Dursun veya Uğur Mumcu. Peki bu nasıl özgürlüktür, eğer özgürlüğünüzü kullanmak suç ise veya sizi öldürtecek ise? Bu şekilde düşünmek, bu şekilde konuşmak, bu şekilde yaşamak zorundasınız deniyor ve sonra da diyorlar ki özgürsünüz. Her şeyiniz kısıtlanmış, ama size özgürsünüz deniyor ve insan hakları var deniyor. Eğer çatışmazsanız sistemle, evet var çatışmayanlar için var. Çatışırsanız yok. Köle olursanız, köpek olursanız, robot olursanız, her denileni yaparsanız, sorun yok. Ama yapmazsanız, işiniz bitiriliyor, bu medeni, özgür, hümanist olma iddiasında olan dünyada.
Sözde çağımız bilgi ve iletişim çağı. Yaygın bir medya ağı ve İnternet var artık. Yine söylenen odur ki, İnternet’te özgürsünüz. Medya artık her yerde ve bilgi edinmek tek tuşla mümkün. Cep telefonunuzdan medyaya ve İnternet’e ulaşabiliyorsunuz. Teknolojik gelişme harika gerçekten. Ama teknoloji, size gerçek ve doğru bilginin ulaşması konusuna gelince, yardımcı olamıyor maalesef insanlığa. Bilgi, enformasyon yani istihbarat, aynı teknolojik imkanlardan dolayı sansürlenebiliyor kolayca. Medya var gerçekten ve çok güçlü, ama hepsi tek elden kontrol ediliyor. Muhalif medya yayınları bile. Evet 1980 öncesinde tek bir televizyon, yani TRT ve 10 kadar ulusal gazete ve çok az sayıda dergi vardı gerçekten. Şimdi medyanın hacmi inanılmaz boyutlarda. Ama her medya organı kendi içinde sansür mekanizmasına sahip. Ayrıca medya organlarının çoğu, aynı cemaatin üyelerinin eline geçmiş durumda. Bağımsız medyadan bahsetmek mümkün değil. Yazarlar muhalefet ettikleri için gazetelerden çıkarıldılar. Mahkemelik oldular ve hatta hayali bir terör örgütü üyesi olmakla bile suçlandılar. Üstelik gerçeklerin onda birini bile söylemedikleri halde. AKP-RTE-Gül hakkında gerçekleri ifşa etme suçlaması ile, yazarlar hapse atıldı. Uğur Mumcu ve benzer birçok yazar öldürüldü. Evet artık çok fazla sayıda gazete, dergi, televizyon ve İnternet var. Ama bilgi yok. Kasti hatalı, yanlış bilgi olarak ifade edilebilecek dezenformasyon var. Sürekli olarak gerçekleştirilen bir kafa karıştırma, beyin yıkama ve gerçekleri sulandırma politikası var. Tehdit olarak görülen yazarlar, birer birer yola getirildi; öldürüldü; hapse atıldı; karalandı; işten çıkarıldı veya şantaja maruz kaldı. Sonuç olarak artık gerçek muhalif diye bir şey kalmadı. Birden bire birçok yazar ortaya çıktı ve palazlandılar. Açık açık yandaş olmayan, kaç bağımsız medya organı kaldı? Bu bağımsız medya organlarının sahipleri kim? Zamanında aynı taraflara hizmet etmiyor muydular? Yine bağımsız medyadan bahsetmek mümkün mü? Zira kalanlar da, o ya da bu şekilde, Fethullah Terör Örgütü ile bağlantılı olmasalar bile, başka cemaatler ile bağlantılı değiller mi? Bu ülkede gerçekleri, ne zaman, kim yazdı ve yazmaya cesaret etti? Pek nadiren, o da muhtemelen Uğur Mumcu gibi, azınlıkta kalan birkaç yazar. O cesareti yıllar önce bile gösteren pek az kişi varken ve onların da kesin olarak arkaları varken, siz medyada bağımsızlıktan bahsedebilir misiniz?
Yukarıdaki işin Türkiye boyutu. Sansür gerçeğinin düzeyini şöyle anlatabilirim. Yıllar yıllar önce lise gazetesinde yazılarım, salt sansür yüzünden basılamıyordu. Basit bir lise gazetesinde bile, bilgi için özgürlük yokken, siz nasıl olur da, ulusal bir medya organından, sizin bilmenizi istemedikleri gerçekleri açıklayacaklarını hayal edebilirsiniz?
Peki global düzeyde durum ne? İnternet var, değil mi? Hem de her şeyden zor kontrol edildiği iddia edilen İnternet. Evet öyle bir masalı ben de duydum. Varmış; öyle diyorlar! İstediğiniz gibi İnternet’e bağlanıp, özgürce surf yapıp, dünyada her kim, ne yayınlamış ise, ulaşabiliyormuşsunuz. Masal bu tabi; hayal gücünüze sınır tanımayın. İnanın çünkü siz inananlar olmasanız, bu sistem ne yapardı bilmem. İnternet’in kullanım amacı nedir? Sizin enteraktif olarak var olabileceğiniz bir ortam. Yani bilgi alıp verebileceğiniz; etki yapıp, başkaları ile iletişim kurabileceğiniz bir ortam. Deneyin bakalım surf-chat dışında bir şey yapmaya kalkıştığınızda, sistemle çatıştığınızda, sistemin herhangi bir çıkar örgütü ile çatıştığınızda, başınıza neler geliyor görün. Surf yaptığınızda, ne kullanıyorsunuz? Arama motoru. Arama motoru olmadan surf yapma şansınız var mı? Yok. Arama motoru kullanmadan adresi direkt girseniz bile, arama motoru giriyor araya ve zaman zaman bulamıyor yazdığınız, her zaman kullandığınız adresi. Üstelik arama kelimeleri olmadan, İnternet’te ne olduğunu bilmeden, yani bu arama kelimelerini kullanmadan, hangi siteye nasıl ulaşabilirsiniz? Sonuç olarak arama motoru kullanmak zorundasınız. Peki fark ettiniz mi, arama motorlarında bir tekelleşmedir gidiyor? Neden acaba? Peki arama motorlarında arama yaptığınızda, aynı kelimeleri girdiğinizde, girdiğiniz bölgeye göre değişik bir listelemenin gerçekleştiğini biliyor musunuz? Bu şuna benzer. Trabzonspor-Fenerbahçe maçının yorumunun, Trabzon baskısı ile İstanbul baskısının farklı çıkması. Neden acaba? Peki fark ettiniz mi? Örneğin Google kullandığınızda, sürekli olarak ve hep aynı sitelerin karşınıza çıktığını? Neden tekrar tekrar sayfalar boyunca aynı sitelerin listelendiğini düşündünüz mü? Evet, belki farkındasınız, belki değil ama arama motorları sansürleniyor ve kontrol altında. Yani kesin olarak İnternet’te özgür değilsiniz. Enteraktif olması gereken sitelerin pek azı enteraktif. Yani herhangi bir etki yapma imkanınız yok. Bilgiler hemen hemen tek kanaldan geliyor. Örneğin seçim sonuçlarını Türkiye’de Cihan haber ajansı veriyor kaç seçimdir. Hem İnternet’e, hem de televizyon ve gazetelere. Tek elden bilgi. En istikrarlı, evet gerçekten en istikrarlı bilgiye sahip oluyorsunuz. Kasti hatalı bilgilere. Zaten önemli olan gerçek değil ki, istikrar!!! Bir arama yaptığınızda karşınıza hep aynı sitelerin çıktığı yetmiyormuş gibi, bir de o sözde farklı sitelerde bulunan bilgiler de hep aynı. Hem de kelime kelime aynı. Sanki siteler birbirlerinin kopyası. Çeşitlilik ve rekabetin adı bile geçmiyor. Siz bir yayın yapsanız, site kursanız, nerede listeleniyorsunuz, biliyor musunuz? Yani listelenme rasgele mi oluyor zannediyorsunuz? Hayır listelenme bir kontrol mekanizması altında gerçekleşiyor ve örneğin para karşılığında, ön sırada listelenme şansınız var. Peki bu durumda birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü vs her yeni sayfayı açtığınızda, sürekli olarak çıkan aynı site, ne anlama geliyor? Veya farklı sitelerde aynı bilgilerin bulunması ne demek oluyor? Üstelik İngilizce arama yaptığınızda da durum aynı. Peki enteraktif olduğunu iddia eden sitede, neden enteraktif hareket edemiyorsunuz? En basit sitelerde bile, herhangi bir çatışma durumunda, nasıl siteden atılıyorsunuz? Kimin tavuğuna kışt dediğiniz için atılıyorsunuz? İnternet’te özgürlük, bilgiye erişim hakkı, enteraktif hareket etme imkanı bitmiştir. Hangi alanda, hangi ülkede, hangi dilde faal olursanız olun durum budur maalesef.
Bilgisayar teknolojisine gelince, durum harika gerçekten. Çok ileri teknoloji ama güvenliği sıfır. Birisi sizin bilgisayarınıza bir backdoor (arka kapı) programı yerleştirmişse, artık o bilgisayarı unutun. Zira artık o bilgisayar sizin değil onun bilgisayarı. Peki bu programı yerleştirmek zor mu? Hayır! En basitinden bir diskin bilgisayara takılması gibi bir donanım eklenmesi, herhangi bir programın kurulması, İnternet’e girmeniz veya hatta programları bilgisayar diline çeviren ana programın baştan backdoor içermesi bile mümkün. Ve bilgisayar güvenliği konusunda uzmanlaşmış global şirketlerin bile bu soruna bir çözümü yok. Evet eğer bilgisayar programcısı iseniz ve vaktinize acımayıp teker teker kontrol edecekseniz, backdoor programını teorik olarak bulmanız mümkün. Ama pratikte bir kere bulaştı mı, en iyisi o bilgisayarı atın. Sonuç olarak sistem sizi tehdit olarak algılıyorsa, yeni aldığınız bilgisayara, muhakkak bir arka kapı yerleştirir ve sizin bilgisayarınız, her zaman onların kontrolünde olur bu şekilde. Geçmiş olsun! İşte bilgi ve iletişim çağının sonu!
Eğitim önemli; özellikle de sistem için. Sizin için ise, muhtemelen bir işinize yaramaz. Eğitimde amaç, beyinleri terbiye etmektir. Ne demişler; ağaç yaşken eğilir. Amaç sizi eğip bükmek ve şekillendirmek. Kimin için? Sistem için. Eğitim, ortak sanal gerçekliklerin, reel gerçeklikmiş gibi, kitlelerin beyinlerine kazınması; toptan bir beyin yıkama; insanların cesaret, hayal ve isteklerinin yok edilmesi; resmen insanların robotlaştırılmasıdır. Şöyle hayal edin; sanki beyninize bir chip yerleştiriyorlar. Ve o chip size neyi yapıp yapamayacağınızı söylüyor. İşte eğitim budur. Sizin önceden şartlandırılmanızdır. Size yanlış bilgilerin zorlayarak verilmesidir. Beyninizin resmen yıkanması ve sizin otomat hareket edecek köleler haline getirilmenizdir. Eğitimle sahip olacağınız, bomboş, düşünemeyen, sorgulamayan, sorulara cevap arayamayan, televizyon-İnternet dünyasında sanal bir yaşamı sürdürdüğünün farkında bile olmayan, yaşamak nedir bilmeyen ve yaşadığının farkında bile olmayan bir insan. İşte eğitimin faydası! Eğitim şartlandırmadır. O denli kötü bir durumdur ki, insan bazen 40 yaşından sonra uyanır, bazen ve daha kötüsü hiç uyanmaz. Ben kendi adıma şanslıydım. Size sadece birkaç soru sorup, ne denli sanal bir gerçeklik dizisi ile karşı karşıya olduğumuzu ve bütün bu uyku halinin, şartlandırmanın eğitim-öğretim sonucu olduğu düşündürmeye çalışacağım. Ben şahsen bu soruları sorunca kendime şok oldum. Pes dedim, bunca yıldır her şeyi sorgulayan ben, bu ezbere bilgilere nasıl kandım. Nasıl hiç sorgulamadım. Neyse başlayalım!
Düşünün! 1960’larda ABD, NASA programları ile, defalarca aya gitti. Hem de o yılların teknolojisi ile. Artık hepimiz biliyoruz; az çok bilgisayardan anlıyoruz. Son 40 yılda bilgisayar teknolojisinde kaydedilen gelişmeyi düşünün. Bir de o zamanki ilkelliği. Ve o ilkellikle ABD aya insan gönderdi. Ama aya insan gönderen, yani ilk olarak dünya yörüngesine füzeyle insan çıkaran, o yörüngeden ay yörüngesine mekiği gönderen ve ay yörüngesine sokan, yörüngeden aya insanlı araç indiren, aydan tekrar yörüngedeki mekiğe aracı ulaştıran ve mekiği tekrardan dünya yörüngesine sokan ve dünya yüzeyine indiren NASA, 20-30 yıl sonra elde edilen teknoloji ile, mekiklerin dünya yörüngesine giriş çıkış güvenliğini bile sağlayamıyor. Mantıklı değil mi? Gerçekten çok mantıklı! Pes diyorum sadece ve nasıl inandım diyorum, ABD ve Sovyetler arasındaki uzay teknolojisi rekabetindeki propagandalara. Evet gerçekten de, Sovyetler resmen insan feda ederek, uzaya insan gönderiyorlardı. ABD de, Sovyetlerin bu teknolojik ve insan üstü başarısı ile, dünyanın çekim merkezi olmasına engel olmak üzere, karşı propaganda olarak, aya insan gönderdiler. Neden vazgeçtiler bilmiyorum. Herhalde Sovyetler pes ettiği için. Veya esasen Sovyetlerin Hollywood benzeri bir rekabet imkanı olmadığı için olmalı.
Veya bize fosil yakıtların, karbon içerikleri yüzünden, sera gazları oldukları ve küresel ısınmaya neden oldukları öğretildi ve biz de inandık. Su buharının sera gazı olduğu öğrendiğimde, lanet ettim aldığım çevre kimyası dersine.
Veya bize Yahudilerin ezildikleri öğretildi. Zavallı Yahudiler katledilmişti. Katledenler de pis Nazilerdi. Hiç kimse, Avrupa’da soykırım yapılan Yahudilerin, Siyonist olmadıklarını, 1930’larda Avrupa’daki Yahudi toplumunun büyük kısmının reformist olduğunu, söz konusu toplumun bireylerinin o yıllarda kendilerini Yahudi olarak bile görmediklerini, bu yüzden 1930’larda Avrupa’da yaşayan Yahudilikten çıkmış olan bireylerin Siyonizm adına Naziler tarafından cezalandırıldıklarını, Siyonizm’in, dünya savaşları öncesinde hortlamadan önce, ciddiye bile alınmadığını, oysa İsrail’in kuruluşunun daha 19. yüzyılda planlandığını, ırk bozulması iddiasının Siyonist’lere ait olduğunu, üstün ırk düşüncesinin, Nazilerden önce Siyonist’lere ait olduğunu, hatta Siyonizm’in bu payeyi, birinci dünya savaşı öncesinde, Ermenilere yakıştırdığını, Aryan düşüncesinin esasen Siyonizm’in eseri olduğunu, Almanya’da katledilenlerin ve soykırıma uğrayanların, anti-Siyonist’ler olduğu kadar, faşizme muhalif her tür grup olduğunu, dünya savaşlarının daha 19. yüzyılda Siyonist’lerce planlandığını, İsrail’in bu şekilde kurulduğunu, bu yüzden Orta Doğu bölgesinin yıllardır ve şu anda Siyonizm’in işgali altında olduğu, bu planın Siyonizm’in kutsal bir planı olduğu ve büyük güçlerin, ABD dahil olmak üzere, bu planda sadece piyon olduklarını, öğretmedi bana veya size.
Veya HIV virüsünün, ilerlemiş AIDS hastalarında, nasıl olup da popülasyonunda artış görülmediği açıklanmıyor tıp dünyasında. Veya nasıl olup da insanlığı korkutan viral salgınların, sanki ardı sıra oluştuğu da açıklanmıyor.
Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin