Gerçek dünya düzeni


Gerçek devrimci karakterlerin (Troçki-Che-Atatürk) nasıl olup da bir bir ortadan kaldırılırken



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə7/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,72 Mb.
#19567
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14

Gerçek devrimci karakterlerin (Troçki-Che-Atatürk) nasıl olup da bir bir ortadan kaldırılırken, sahte, uzlaşmacı devrimcilerin (Lenin-Castro-İnönü) varlıklarını sürdürdükleri, palavraların nasıl tarih olduğu, gerçek ideologların nasıl sarı saç, mavi göz komedisine maruz kalıp, tarihten silindiği, örneğin İttihat Terakki partisinin önemli isimlerinden Atatürk ve partisi hakkında hiç bir şey bilmediğimizi, Namık Kemal ve Tevfik Fikret’in Osmanlı açısından o denli büyük etkileri olmuş olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti'nde sadece fıkra konusu olmalarını, ben açıklayamıyorum. 20. yüzyılın en önemli sosyalist devrimci liderlerinden biri olan Atatürk’ün, anti-komünist olmasını, komünist avcısı olmasını açıklayamıyorum.
İşte eğitim şartlandırması bu. Düşünmüyor, kabul ediyorsunuz. Neden? Zira size öyle öğretilmiş küçüklüğünüzden beri. Tartışılmadan, sorgulanmadan, kabul edilen, filmler, kitaplar, belgeseller, okullar, ezberletilen palavralar. Eğitim bu! Soru sormayacaksın. Sorgulamayacaksın, eleştirmeyeceksin, şüphe duymayacaksın. Eğitimin gerçek amacı sadece bu. Kasıtlı ve kötü amaçlı şartlandırma. O kadar!
Bilim ve sanat dünyasında, akademik alanlarda önemli olan tek şey ündür. Dolayısıyla da ünlü olmak için, söz konusu insanlar her şeyi yaparlar. Ünlü değilseniz, gücünüz de, kim olduğunuz da, ne kadar değerli olduğunuz da, önemli değildir. Sonuç olarak bir bilim adamı veya sanatçı, ünlü olmak için tavizler verir ideallerinden, ahlaki normlarından, insanlık değerlerinden ve sistemce kabul görür bu şekilde; zira artık şeytanla bir anlaşma yapmıştır; uzlaşmıştır sistemle. Komik olan şey, bu kapasitelere sahip olan insanların, bir manken veya Türkiye’de ifade edildiği şekliyle bir sanatçı kadar, ün budalası olmasıdır. Olmayanlar, zaten hiç bir zaman değerlerini bulamaz ve silinir giderler. Veya çatışanların da başına aynı şey gelir ve karalanırlar birdenbire. Baykal gibi kaseti çıkan mı istersiniz, yoksa bilim dünyasında toptan bir karalama kampanyasını mı? Kendilerini kanıtlamış, bir sürü ödül almış bilim adamları bile, eğer sistemle çatışırsa, komik duruma düşürülürler ve alaya alınırlar. Sonuç: kimse sistemin kurallarını çiğneyemez. Çiğnerse cezalandırılır. İşte sanat, bilim ve akademi dünyasının gerçeği. Tabi bu kurgulanmış dünyadan, artık ne gerçek bilim adamı, ne de doğru dürüst sanatçı çıkıyor, sistem sağ olsun! Medeniyet adeta durdu! İlerleme durdu! Bilim ve sanat durdu! İşte aydınlanma projesinin sonunun gerçek nedeni.
Sosyal şekillendirme projeleri nedir? En basiti eğitim kurumudur. Okul ve milli eğitim, bir sosyal şekillendirme projesidir. Okula giden çocuk, orada belli disiplin kalıplarına sokulur ve uygun olmayanlar, baştan çürük olarak atılır. Çoğunluk, sisteme boyun eğer; çocukluktan ve insanlıktan çıkar. Pek azı hayatta kalır. O kalanlar da, ya ileriki yaşlarda boyun eğer, yaşam koşulları gereği sisteme. Ya da sistem dışı kalarak, sürekli cezalandırılır. Eğitim sistemi en temel sosyal şekillendirme projesidir. Eğitim sistemi, insanları daha özgür, özgüvenli, cesur, zeki, hayal gücü zengin, bilinçli, mutlu, tatminli, güçlü, dayanıklı yapmak için değil, köleleştirmek için kullanılmaktadır. Sonuç zaten ortadadır.
Peki genel olarak sosyal şekillendirme nedir derseniz, esasen toplumun istendiği şekilde değişim geçirmesinin sağlanmasıdır. Yine burada önemli olan konu, bunun dışardan bir etki ve dışardan birilerince gerçekleştirilmesidir. Toplum koyun sürüsü, daha doğrusu evcil hayvan sürüsü olarak görüldüğünden, bu yaklaşım elitist çevrelerde yadırganmamaktadır ve uygulanması gayet doğal bulunmaktadır. Sosyal şekillendirme projelerinde amaç, toplumun ve insanlığın iyiliği ve refahı olmuş olsaydı, belki kabul edilebilirdi, ancak kesin olarak durum bu değil. İnsanların çoğalmalarının teşviki, tüketimin teşviki, seksin kötü-hastalıklı-tehlikeli-illegal ilan edilmesi, insanlara sağlıksız bir yaşam biçiminin dayatılması, uyuşturucu ve uyarıcı madde karşıtı beyin yıkama, sistemin ve sisteme ait olan her şeyin legalize edilmesi, sistem karşıtlığının ve muhalifliğin lanetlenmesi, hep sosyal şekillendirme projeleridir. Tek tek incelenmesi de, diğer sosyal şekillendirme projelerinin açıklanması da gereksizdir. Salt bu konuda birkaç kitap yazılabilir.
Ama bir örnek vermek isterim. Biraz bilim-kurgusal da olsa, biraz hayal gücünüzü zorlasa da vereceğim. Elektromanyetik dalgalar, bildiğiniz üzere, dünyada her yere ulaşabilmekte. Beynimiz bir elektromanyetik alıcı verici. Doğal bir enerjimiz var. Ancak bu enerjimizi kullanamıyoruz veya yönlendiremiyoruz. Yoga ve inanmadığım bir sürü teknik varsa da ve biyoenerji tarikatlarına da kesin olarak karşı olmakla beraber, insanın doğal bir enerjisi olduğuna ve bunu bir gün kullanabileceğine de inanıyorum. Tabi insan verici olduğu kadar, aynı zaman da elektromanyetik bir alıcı da. Düşünün ki, insanın alıcı olarak kullanılmasının bir yöntemini bulmuşsa sistem, yani sistem artık istediği elektromanyetik etkiyi, herhangi bir bireye ileterek, onun algısını kontrol edebilir hale gelmişse, neler yapabilirler? Konu teorik olmakla beraber ve kanıt gösteremeyeceksem de, dünyadaki bütün insanların kıyamet gibi bir felaketi algıladıkları veya intihar etmeye ikna edildiklerini düşünün! İşte sosyal şekillendirme projesinin zirvesi! İşte en mükemmel hali! İddia edilen odur ki, dünyanın çeşitli yerlerindeki intihar tarikatları üzerinde, denenmiş olan bir sistemdir bu. Olması da olmaması da muhtemel! Sistem gerekli motivasyona sahip. Gerekli teknoloji varsa, yapmaması için bir neden yok. Burada vurgulamak istediğim şey, sosyal şekillendirme projelerinin ne denli tehlikeli olduğu, insanlık ve insanlar için!
Şimdi gelelim toplumsal yapılara. Küresel düzeyde ciddi üst yapılar var dünyaya egemen. Bunlar maalesef bize ifade edildiği gibi BM kökenli değil. Ancak BM’nin kuruluşunda da var olan Rockefeller ailesi, bu yapıların çoğunun kurucusu ve üyesi. Örneğin Bildenberg Konseyi ve Trilateral Komisyonu. Ama benim bahsetmek istediğim bu mason yapılar değil. Bu ve benzeri küresel siyasi yapıları zaten herkes biliyor ve deşifre etmiş durumda. Benim bahsedeceğim yapılar, toplumun içindeki yapılar. Bilinmeyen her tür yapı. Sistemin toplum içinde nasıl örgütlendiği ve organize olduğunu, son bölümde ayrıntılı olarak açıklıyorum. Burada sadece birkaç örnek vereceğim. Örneğin çevreciler veya insan hakları örgütleri. Ne kadar masum ve hümanist, değil mi? Esasen ben gerçek bir çevreciyim ve insan hakları savunucusuyum, ama bu örgütlere karşıyım. Çevrecilik veya doğal yaşamın korunması taraftarlığı, son yüzyılda ortaya çıkmış bir düşünce; gelişen teknoloji ve sanayi ile, dünyanın doğal ortamlarının zarar görmesi sonucu. Yeşiller, ideolojik bir örgütlenme olarak, ilk olarak Almanya’da 1980’lerde ortaya çıktılar. Sorun şu ki, o zamandan bu yana, samimi olarak ortaya çıkan bu görüş ve bu çevreci cemaat, resmen şekil değiştirdi. Yani tamamen yolundan çıktı. Artık çevreci örgütler, birer kıyamet teorisyeni, hatta ilahiyatçılar gibi hareket edip, politika üretiyorlar. Artık çevreciler, sanki birer terörist. Beyinleri yıkanmış bir sürü sözde çevreci, hem çevreye zarar verecek politikaları destekliyor, hem de insanlığı terörize ediyor. Eski çevreci söylemlerde, insan türünün sınırsız üremesinin durdurulması; yani nüfus planlanması, aşırı ve gereksiz tüketim çılgınlığının, zorla değil, bilinçlendirme ile engellenmesi; dünya üzerindeki orman alanlarının arttırılması; türlerin koruma altına alınması, yeni ve temiz teknolojilerin yaratılması amaçlı bilimsel projelerin desteklenmesi; çevre kirliliğinin sınırlandırılması ve atıkların maksimum düzeyde geri dönüşümü; nükleer teknolojinin, en azından yeterli bilimsel ilerleme sağlanana kadar, kullanımının durdurulması; silahlanma yarışının ve savaşların durdurulması gibi politikalar üretilirken, şimdilerde kıyamet teorileri üretmekle ve insanlığı çıkmaza sokmakla ve korkutmakla meşguller. Kimse savaşı şimdi durdurun, silah denemelerini durdurun, mevcut temiz enerji teknolojilerini kullanıma sokun, nüfus planlaması yapın demiyor. Bu nasıl oldu derseniz, basit bir açıklamam var. Her toplumsal oluşuma sızdıkları gibi, çevrecilerin de arasına sızdılar ve kendilerine muhalif olanları ortadan kaldırıp, şimdi kıyamet palavraları okuyorlar, diğer mason cemaatler gibi. Sonuç olarak demek istediğim, toplumsal hayatın her alanı, maalesef öyle veya böyle, masonların eline geçmiş durumda. Paranın egemen olduğu bir sistemde, herkesin bir fiyatının olduğu bir dünyada, her insanın korkuları olduğu bir toplumda, şeytani amaçlarla ve güçlü bir finans desteği ile, masonların maalesef yapamayacağı hiç bir şey yok. İnsanlar tehdidin farkında bile değiller.

BÖLÜM 11
DÜNYA BİR İLLÜZYON MU? 4
UYGULAMADA VE GERÇEKTE KAPİTALİZM
ABD’nin, demokrasi kadar dünya ülkelerine dayattığı başka bir sistem de, serbest piyasa ekonomisidir. Demokrasi palavrasının gerçek yüzünü ilk bölümde görmüştük. Aslında serbest piyasa ekonomisi masalının da, demokrasi demagojisinden pek farkı olduğu söylenemez.
Nedir serbest piyasa ekonomisi? Serbest piyasa ekonomik sistemi, aslında liberal bir ekonomik sistemdir. Dünyada hiç var olmamış ve/veya olamamış bir ekonomik sistem. Buna karşın kapitalist sistemin savunucuları, sürekli olarak serbest piyasa ekonomisinin doğruluğunu dayatmışlar dünyaya. Gerçekte kapitalist sistemin, liberal ekonomik teori ile, yakından uzaktan alakası yoktur. Hatta ekonomi politiği açısından, sosyalist sistem bile, liberal sistemden daha yakındır, kapitalist sisteme. Çünkü sosyalist sistemdeki devlet tekelinin yerinde, büyük sermayenin küresel tekelleri bulunmaktadır kapitalist sistemde. Ancak kapitalist sistemi, serbest piyasa ekonomisi diye yutturan kapitalistler, bu sayede kendi sistemlerini aklamaktadırlar. Aksi takdirde kapitalist sistemin, halk kitleleri açısından kabul edilebilir; yani yenilir yutulur yanı yoktur. Serbest piyasa ekonomisi masalının çıkış noktası da, aslında kapitalist sistemin büründüğü kuzu postu olmasındandır. Yani serbest piyasa ekonomisi tamamen sanal bir paravandır, kapitalizmin kullandığı. ABD’nin de aslında ihraç etmeye o denli hevesli olduğu sistem, serbest piyasa ekonomisi değil, katı-tekelci, küreselci, kapitalist sistemdir.
Tekrar serbest piyasalar ile, genel olarak neyin kastedildiğine dönersek, piyasalar üzerinde hiç bir monopolün yani tekelin olmaması, devletin ülke piyasaları üzerinde ve/veya ülkelerin global piyasalar üzerinde herhangi bir kontrollerinin olmaması, genel olarak ekonomik yapı üzerinde herhangi bir manipülasyon veya regülasyonun yani düzenlemenin olmaması, piyasa aktörlerinin her sektörde bağımsız, özgür ve tek başlarına hareket etmeleri, piyasa aktörleri arasında serbest bir rekabet ortamının olması ve piyasaların kendiliğinden, bu aktörlerin hareketlerinin bileşimi sonucu, bağımsız bir şekilde oluşması anlamına gelmektedir.
Bu sistem gerçekten de ideal, liberal bir ekonomik sistemdir. Ancak her şeyden önce, tekelleşmenin kesin ve mutlak bir şekilde önüne geçecek, bir sistemin oluşturulması gerekir. Bunun içinse, örneğin tekelleşme karşıtı özel bir istihbarat servisi ve özel anti-tekel yasaları ve özel yargı kurumları gereklidir. Örneğin tekelleşmeden sorumlu kişilerin, her tür mal varlıklarına el konması ve ağır hapis cezaları almaları gibi önlemlere gerek vardır. Ancak devletlerin piyasalara müdahale etmemeleri için, söz konusu devletin ekonomi alanında herhangi bir düzenlemesinin bulunmaması gereklidir ki, bu tip regülasyonların kaldırılması, direkt olarak tekellerin egemenliklerinin güçlenmesine ve istedikleri gibi ekonomik sistemi sömürmelerine imkan tanımaktadır. Tabi bu durum kendi içinde bir çelişki yaratmaktadır. Bu çelişkinin ortadan kalkması için, devletin pozisyonu yüzde yüz tarafsız olmalıdır, ekonomi aktörlerine karşı ve bu tarafsızlığı garanti altına alacak bir sistemin bulunması gereklidir. Örneğin tarafsızlığı bozan her kim olursa olsun, en ağır cezalar ile cezalandırılabilmelidir. Yine bu yargılamayı yapacak yapının, denetime açık ve bağımsız olması gereklidir ki, mevcut yargı yapısında maalesef bunun hayali bile mümkün değildir. Yine ülkelerin global piyasaları kontrolüne bir örnek vermem gerekirse, AB yasaları ve yönetmelikleri, kasti olarak global piyasaları yönlendirme amacı taşımaktadır.
Gerçekten de böyle bir sistemin işletilmesi halinde, ekonomi kendi kuralları ile piyasaları belirleyecek; üretim ve tüketim arasında oluşan arz-talep dengeleri kendiliğinden oluşacak; tüketiciler tercihlerini kullanarak, üstün ve tercih edilen seçenekler piyasalarda öne çıkacak; sonuç itibarıyla iyi ve üstün olan kazanacak ve kötü olan batacak; bu şekilde ekonomik yapı, genel olarak çok güçlü olacak ve tüketicilerin taleplerine daha iyi cevap verecektir. Rekabet, haklılık koşullarına göre oluşacağı için, gerçekten iyi ve üstün olan, egemen olacaktır. Bu sayede kaynak kullanımı, maksimum verimlilik esaslarına göre düzenlenecektir. Her ürün ve hizmet, kendi fiyatını piyasa koşulları altında bulacak ve hak eden, hak ettiği fiyatı alacaktır. Girişimciler, piyasalara daha iyi ürün ve hizmetler sunmak için, sürekli araştırma, geliştirme halinde olacaktır. Yeni ve iyi fikirleri olanlar, bu sayede sistem tarafından ödüllendirilecektir. İnsanlar hak ettikleri ücretleri alacaklardır. Her birey, sahip olduğu fikirler sayesinde, bu fırsatlar dünyasında sağlanan fırsat eşitliği imkanı ile, sınıf atlayabilecektir. Yani bildiğiniz Amerikan rüyası aslında budur. Dünya ve insanlık, refah ve eşitlik (fırsat eşitliği) içinde yüzecektir. Burada kastedilen eşitlik, her bireyin adalet sistemi veya devlet karşısında eşit olması veya insanların eşit hak ve imkanlara sahip olması düşüncesi değil, her bireyin Amerikan rüyasını gerçekleştirme imkanı olması palavrasıdır. Gerçek olsaydı eğer, serbest piyasa ekonomisi, ya da diğer bir adıyla liberal ekonomik teori, komünizm teorisi kadar, mükemmel, ideal ve hümanist bir teoridir.
Şimdi eğer yukarıdaki masala inanmadıysanız, hala kafanız çalışıyor demektir ve yeryüzünden henüz ayrılmamışsınız. Zaten aslında bu masala hala inanan kaldıysa, ben sadece pes diyorum. İnsanların bu masala inanıyor gibi görünmelerinin ardındaki gerçek, salt çıkarsal konformist mantıktır. Birincisi Amerikan rüyası öldü. Neden öldü derseniz, Amerikan tarihini incelemeniz gerekir. Evet ABD bir zamanlar gerçekten de, Avrupa’ya göre çok farklı bir medeniyet kurma iddiası ile, kuruldu. Evet anayasası gerçekten, çoğu anayasaya göre özgürlükçüdür. Ve gerçekten de özgürlük ve eşitlik iddiaları, aynı Fransız devrimindeki gibi, havalarda uçuşmuştur. Ancak ne kuruluş döneminde, ne de sonrasında, bu idealler gerçekleşememiştir. Gerçekleşenler de, oldukça cüce kalmıştır. Yine ekonomik sistemin, liberal ekonomik teoriye yatkın bir şekilde, oluşturulmaya çalışıldığı doğrudur. Yine bir zamanlar Amerikan rüyasının, kısmen gerçek olduğu da doğrudur. Ancak yıllar geçtikçe, demokrasi söyleminin kokusu nasıl çıktıysa, serbest piyasa ekonomisi masalının da kokusu da çıkmaya başlamıştır. Sonuç olarak Amerikan rüyası, aslında var olmayan bir illüzyondur.
Neden? Hikaye odur ki, ABD’de bireyler üstünlüklerinden dolayı sınıf atlayabilirler. Sporcular, sanatçılar, bilim adamları, avukatlar, mühendisler, doktorlar vs. Sistemin bu şekilde, üstün insanları kendi yararına değerlendirdiği ve bu yüzden gelişme sağlandığı ve ekonomik, sosyal ilerleme elde edildiği iddia edilir. Her alanda en üstün olma iddiasındaki bir ülkede, normal bir yaklaşım. Ancak sorulmayan ve cevaplanmayan soru, gerçekten bu üstün bireylerin, yani çocuk ve gençlerin, yüzde kaçı, bu sınıf atlama imkanına sahip olabiliyor, yetenek veya zekalarından veya girişimlerinden dolayı. İşte temel soru bu. Herkese yutturulan ünlü bir sporcu, sanatçı veya profesyonel olabileceğidir. Ama yüzde hatta binde kaçı, bunu ve ne pahasına başarabiliyor, bu sorulmuyor. İşin gerçeği, ister akademik başarınız olsun, ister sportif, ister yetenekli olun, isterse çok iyi bir girişimci, başarılı olma şansınız binde birler düzeyindedir. O da eğer sistemin taleplerini yerine getirebilirseniz ve dünyayı yöneten güçler size destek olursa. Aksi takdirde hiç bir şansınız yok maalesef. Ama tabi ki halk kitlelerinin bunu bilmesi istenmiyor. Nedeni açık. Kitleler bunu bilse, ne okula giderler, ne spor veya sanat için kendilerini parçalarlar, ne de bireysel girişimlerde bulunurlar. İşte Avrupa’nın geldiği son durum bu. Halk kitleleri, belki içgüdüsel olarak oynanan oyunun farkında olduğu için, ya illegal girişimlere yöneliyor, ya da mümkün olduğunca, o ülkelerde hala var olan sosyal güvenlik sisteminden yararlanmaya bakıyor, sisteme köle olmak veya yetiştirmek yerine. Adeta Avrupalı, Türkleşmiş ve kafası üçkağıda yönelmiş. Bunun global düzeyde olması demek, kanın gövdeyi götürmesi ve dünyanın savaş alanına dönmesi demektir. Zira sistem iflas etmiş durumda.
Aslında sistemin neden iflas ettiği açık. Yukarıda anlattığım serbest piyasa ekonomik yapısı için öngörülen, teoride olması gereken hiç bir şey gerçek dünyada yok. Sonuçtan geriye doğru gidersek, dünya refah içinde değil. Fırsat eşitliği diye bir şey yok. Bunu yaşanan ekonomik krizler herhalde açık bir şekilde gösteriyor. Kapitalist sistem, kendi aptallıkları yüzünden yıkılıyor. Neden? Birincisi piyasalar üzerinde, hem global, hem de ulusal düzeylerde monopoller var. Hem de her alanda. Anti-tröst yasalarına rağmen, her alanda tröstler ve tekeller var. Dolayısıyla haklı rekabet ortamı veya herhangi bir şekilde piyasalarda rekabetin izi bile yok. Piyasalar sürekli olarak, bir takım görünmeyen, hatta piyasa aktörü bile olmayan tarafların kontrolünde manipüle ediliyor. Devlet bu oyunda taraf rolü oynuyor ve katkısı veya getirdiği düzenlemeler, dengeyi sağlama yönünde değil, tam aksine güçlü olanın yanında. Ülkeler, global piyasaları kendi yararlarına kontrol etmek için, her türlü uluslararası dümeni çeviriyorlar. Dolayısıyla piyasalar, bağımsız aktörlerin hareketleri ile rekabet ortamında kendiliğinden oluşmuyor, tam aksine planlı programlı ve kontrollü olarak dışardan belirleniyor.
Üretim ve tüketim arasında herhangi bir denge yok. Hatta dengenin oluşması beklenmiyor. Çünkü aslında ekonomik sistemde açık olması, küresel finanssın işine yarıyor. Yeni kapitalist ekonomik sistemde, her şeyi finans sektörü belirliyor. Sonuç olarak iyi olan kazanmıyor ve kötü olan batmıyor. Halkın tercihlerini, reklam ve promosyon kampanyaları ve çoğunlukla haksız rekabet koşulları belirliyor. Kaynaklar israf ediliyor ve verimlilik sadece bir palavra. Bütün sistem, köle ticareti üzerinde dönüyor ve ucuz işgücü dışında belirleyici bir faktör yok. Kalite veya dayanıklılık artık önemini tamamen yitirmiş. Örneğin kaliteli ve dayanıklı arabalar yerine, çok daha ucuz ve sık sık değiştirilen arabalara yöneliş var. Kimse arabasını onlarca yıl kullanmaya istekli değil; en az her beş yılda bir değiştirmeye, yani sürekli olarak tüketmeye yönlendirilmiş. Tek temel dürtü, sürekli ve gereksiz tüketim. Ve moda belirliyor tüketimi; örneğin yeni moda çevreci ürünler. Bu modaya göre insanlar buzdolaplarını değiştiriyorlar; amaç elektrik tasarrufuymuş. Evet kullandığınız elektrikten gıdım tasarruf etmek için, eski buzdolabını atıp, yeni bir buzdolabı almanız, yeni bir buzdolabının üretimi için kullanılan enerji ve kaynakları dikkate almazsanız, sözde bir verimlilik sağlıyor. Aslında büyük bir kaynak ve enerji israfı yapıyorsunuz, ama siz çevreci olduğunuz için salaksınız ve salak olmak da, ne denirse, ona inanmak demek olduğu için, çevrecilik adına anlamsız ve gereksiz tüketiciliğe soyunuyorsunuz. Borçlanma finans sisteminin dayattığı düstur. Ekonomik sistem, yeni olana, yeni girene açık olmadığından, gelişmeye müsait değil. Reel sektör, paçayı tamamen finans sektörüne kaptırdığından, yatırımlar ve yeni girişimler artık hayal. Borsa ve finans, ekonomiyi esir almış ve resmen kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor. Para sadece paradan kazanılıyor. Ve artık paranın reel bir karşılığı yok.
Bu ve benzeri koşullar altında ne olması beklenebilir ki? Çöküş kaçınılmaz. Sistemin iflasına rağmen, bu sistemi küresel düzeyde dayatırsanız, ne olması beklenebilir? Herkesin sömürmek istediği bir sömürü düzeninde, sömürülecek kaynak kalmayınca ne olacak?

Dünya kaynakları sınırsızdır, zamanın ilerlemesi ile. Belli bir zaman aralığında ise sabittir. Peki teknolojik ve bilimsel ilerleme olmazsa, kaynaklar nasıl artacak? Anlatmak istediğim şu: 19. yüzyılda örneğin temel enerji kaynağı kömürdü. Petrol 20. yüzyılda yaygın olarak kullanım buldu. 21. yüzyılda hala nükleer enerjiyi, güvenli, ekonomik, sağlıklı bir şekilde kullanacak teknolojimiz yok. 21. yüzyılda hala en iyi, en temiz ve akıllı enerji kaynağı olan güneş enerjisini, yaygın olarak kullanacak teknolojimiz yok. Dünyanın kaynaklarının sınırsızlığı, bilim ve teknolojik ilerlemeye bağlı. Bilim ve teknolojideki ilerleme durur veya mevcut durumdaki gibi iyice yavaşlar ve hatta yanlış alanlara hapis olursa, dünya kaynakları sabit kalır. Bu durumda da sistem çöker; zira sistem ucuz işgücü için nüfus artışını, ekonomik canlılık için ise, gereksiz tüketimi pompalamakta. Her iki hedef de, yani nüfus artışı da, tüketim fazlalığı da, sürekli artan miktarda kaynak kullanımı demektir. Bu da kaynakların sürekli olarak artması gerektiğini gösterir. Peki bilimsel gelişme durursa, güvenli, ekonomik, sağlıklı bir nükleer enerji teknolojisi, yaygın ve pratik bir güneş enerjisi teknolojisi hala geliştirilmemişse, üstelik mevcut alternatif teknolojiler bile, sistemdeki muhafazakar eğilimler yüzünden, kullanıma sokulmamakta ise, kaynaklar artmayacağına göre, ne olması beklenebilir, çöküş dışında?


Yukarıda anlattığım, maalesef dünyada egemen, aptalca uygulanan, mevcut kapitalist sistem. Aptalca uygulanan diyorum, zira kapitalist sistemi kullananlar, son 30 yıla kadar, bu denli aptalca hareket etmiyordu. 1980’den bu yana yaşanan ekonomik değişimlerin neredeyse hepsi, olumsuz yönde gerçekleşti. Gerçek olan şey ise, kapitalist sistemin, asla serbest piyasa ekonomisi olmadığı ve bu yüzden zaman içinde kendi kendine kazık atacağıdır.
İddia edilenin aksine, serbest piyasa ekonomisi diye yutturulan ekonomik yapıda, yani kapitalist sistemde, devlet ekonomiden ve piyasalardan elini çekmiyor. Bir kere bunun olması için, vergilerin olmaması gerek. İkincisi devletin, belli çıkar grupları yararına, kanunlar yapmaması gerek. Yine devletin en büyük tüketici olarak, kaynak tüketiminde bulunmaması gerek. Oysa devlet aldığı vergi ve dış borçlar ile, büyük bir kaynak israfı olan, savaş ekonomisine, silahlanmaya, orduya ve silahlı güçlere yatırım yapıyor. Ülkenin gayrı safi milli hasılası, toplam üretimi, kaynakları çöpe atılıyor bu sayede. Hem de çok yüksek oranlarda. Yüzde 30-40-50’lere varan oranlarda. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi bile, bu durumda bir iyileşme yaratmıyor. Ordusu olmayan ülke sadece Japonya. Japonya mucizesinin ardındaki gerçek de bence bu. Zira orduları olan, silahlanan her ülke, inanılmaz miktarda kaynağını çöpe atıyor her yıl. Sanki dibi delik bir sistem gibi, sürekli kan kaybeden bir insan gibi, ekonomik sistem sürekli olarak, ürettiğinin büyükçe bir bölümünü bu şekilde atarsa, ülkenin zenginleşmesi mi beklenir, fakirleşmesi mi? Devletin var olması, eşitliğe aykırı kanunlar ve düzenlemeler, alınan vergiler ve silahlı güçler için çöpe atılan kaynaklar, zaten serbest piyasa ekonomisini çalışamaz hale getirmeye yeterli nedenler. Temel olarak en büyük çelişki, askeri harcamalar. Herhangi bir sistemde, bir şey tüketebilmeniz için üretmeniz gerekir. Siz üretmemiş olsanız bile, büyükbabanızın üretmiş olması gereklidir. Üretmiyorsanız, tüketemezsiniz de. Zira paranız yoktur. Oysa askeri harcamalar da durum böyle değildir. Askeri harcamaların karşılığında, hiç bir şey üretilmez. Sadece tüketilir. Sadece yıkılır; yok edilir; sadece kaynak israf edilir. İşin ahlaki yanı bir yana, askeri harcamalar tek başına sürekli olarak ekonomik sistemin açık vermesi demektir.
Ama zaten herhangi bir şekilde reel sektörün serbest olduğunu iddia etmek mümkün değil. Reel sektör, borsa ve finans sektörünün egemenliği altında. Borsa ve finans sektörü, gerçek bir tröst ve manipülasyon işin özü. Yüzde yüz kontrol amaçlı hareket ediyorlar ve gerçekten de kendi açılarından başarmış durumdalar. Ekonomilerin serbestisi işte bu kadar. Rekabet tabi ki yok. Ülkeler bile global finansın karşısında acizler. Zaten çoğu durumda ülkeleri de global finans yönetiyor. İzlanda örneğinde olduğu gibi küresel finans, işlerin çok iyi olduğu bir ülkeyi bile, bir kaç yılda bitirebiliyor.
Kaynakların global düzeyde aptalca sömürülmesi, ucuz iş gücü arayışından dolayı yaşanan nüfus patlaması, bireylerin gerçekte çok basit ihtiyaçlarını karşılayamamaları, yani seks ihtiyaçlarının aç bırakılmasından dolayı, bunun yerine çılgın gibi tüketmeye yönlendirilmesi, kalite ve dayanıklılık prensipleri yerine, bireyleri aptal yerine koyan, moda akım ve beyin yıkama taktiklerinin güdülmesi ve maalesef bunların işe yaraması, bireylerin tümünün finans sistemine borçlanmasının dayatılması ve bu şekilde bireylerin ellerindeki her şeyi kaybetmesi, bilimsel ve teknolojik gelişme için herhangi bir insan kaynağı veya araştırma yatırımı yapılmaması, tek amacın küresel düzeyde merkezi bir yapılanmaya doğru gidilmesi olması sonucu gelinen nokta, işte şimdi bulunduğumuz bu nokta.
Küresellik tek amaç. Tek dünya, tek toplum, tek din, tek dil, tek kültür, tek sistem, merkezi otorite. Küreselliğin amacı bu. Bağımsız ülkeler istenmiyor. Kendilerine rakip olacak herhangi bir güç istenmiyor. Tek başına tüm dünyaya, tüm halk ve bireylere egemenlik. Ulusal yapılar çözülecek ve küçük, yerel ayrışmalar desteklenecek. Böylece küresel güce karşı durabilecek hiç bir güç olmayacak. Avrupa Birliği bu merkezi yapılanmanın basit bir modeli. Ekonomik olarak da, sosyal olarak da, bu tip bir sistemin, maalesef birlik üyesi ülke vatandaşları için, hiç bir faydası yok. Bu yeni birlik yapısından memnun olan da yok. Zaten amaç birlik üzerinden, tüm Avrupa uluslarını daha kolay yönetmek. Yoksa zaten Avrupa birliği, uzun süreli bir birlik değil, merkezi otoriter yapı kurulduğunda, birliğin de sonu gelecek.
Dünya kaynakları yavaş yavaş ele geçiriliyor. Çevreci olduğunu iddia eden örgütler, aslında bu çıkar grupları yararına çalışıyorlar. Yani satın alınmış durumdalar. İlaç sektörü, insanları sömürülecek hastalar olarak gördükleri için ve sadece kar amaçlı hareket ettikleri için, tıp bilimi için umut yok. Dünya sağlık örgütü, yine aynı odakların hizmetinde ve her nedense sigaraya takmış durumda. Dünya eskisinden çok daha tehlikeli, silah sektörü sayesinde. İşin kötüsü konvansiyonel silahlara, yepyeni ve çok daha tehlikeli kimyasal, biyolojik, nükleer, elektromanyetik olanları da eklenmiş durumda. Her yıl yeni yeni salgın hastalıklar ortaya çıkıyor nedense. Enerji sektörü, temiz enerji üretmemek için, politik gücünü kullanıyor. Ve tabi esasen dünyayı yöneten güçler, global finansı da yönetiyorlar. Ve istedikleri anda istedikleri ekonomik ve finanssal krizi yaratıp, dünya halklarının önüne koyabiliyorlar. Ve tüm bunlar olurken, insanlar ve sözde insanların hizmetinde olan sistemler, hiç bir reaksiyon vermiyor ve sadece seyirci kalıyorlar. Tabi esas sorun, sistemlerin yani düzenin, insana yani bireye düşman olması. İnsanların bu düzene köle olmaları. İnsanların düzene başkaldırmamaları. Görünen köy ki, çok uzakta görünmüyor, insanların çok daha kötü şartlarda yaşayacağı ve yüzde yüz kontrol edileceği, merkezi, faşist bir yapılanmaya doğru gidildiğidir.

Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin