Gerçek dünya düzeni


ve 1980 ihtilallerinin neden ve sonuçları açıktır. Karşı devrim



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə9/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,72 Mb.
#19567
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

1970 ve 1980 ihtilallerinin neden ve sonuçları açıktır. Karşı devrim. Vatanperverlerin önü gerektiğinde idam edilerek kesilmiştir. Ülkedeki her yapı ve özellikle ordu, masonların etki alanındadır. Bu dönemlerde dahi istihbarat operasyonlarının tohumları atılmaya başlanır. Milli Görüş operasyonu-Ülkücü operasyonu-Fethullah Gülen operasyonu ve PKK operasyonu. Tabi burada sol örgütlenmelerin de operasyonlar kapsamı içinde yer aldığını belirtmeye gerek yok. Orijinal olarak samimi bir şekilde yola çıkılmış olsa dahi, daha sonra bütün sol örgütlenmeler de, aynı güçlere hizmet eder hale gelmiştir. Ancak sol örgütlerin, Türkiye’de ciddi anlamda varlık gösterememiş olmalarından dolayı, operasyonlar içinde bahis konusu edilmesi gereksizdir. Ancak global düzeyde olduğu gibi, Türkiye’de de sol örgütler, sol ideolojilerin kitleler arasında kabul görmelerini engelleme amacıyla kullanılmışlardır. Almanya, İtalya ve diğer ülkelerde olduğu gibi, sol örgütler sözde halkları bilinçlendirmek için, şiddet eylemleri içine girdikçe, halk kitleleri sol ideolojilerden uzaklaşmıştır.
Ülkücülük, 1960 sonrasında ordudan atılan Türkeş tarafından keşfedilen bir ideal değil. Aslında eski bir İttihat ve Terakki fraksiyonu. Atatürk, TC çıkarları dahilinde, bu ideale destek vermiş yaşarken. Ancak 1970’lerde gelişen politik oluşum, yani yeni ülkücülük, eski düşüncelere bağlı kalmasına karşın, dünya gerçeklerinden çok kopuk ve amacından çokça sapmıştı. Asıl ülkücü ideal, dünya Türklerinin birliğinin sağlanması olması gerekirken, Türkiye’de Atatürk’ün ideolojisine sahip çıkması gereken, ancak İnönü sayesinde Marksist diye resmi ideoloji düşmanı ilan edilen, sol ideolojileri benimsemiş olan gençlerin ve sol ideolojilerin ortadan kaldırılması haline gelmişti yeni ülkücü ideal. Yeni ülkücülük, Atatürk’ün bu ülkeyi kurduğu idealler dikkate alındığında, vatana ihanet, ırk üzerinden milliyetçilik yapılması, dolayısıyla bölücülük idi. Yeni ülkücüler, aslında ABD milliyetçisi, komünizm ve SCCB düşmanı, ABD ve mason çıkarlarına hizmet eden, aptal bir Siyonizm uşağı kitle haline gelmişti. Yeni ülkücüler, gerçek ülkücü ideali ise tamamen unutmuşlardı. 1990’ların sonunda SSCB dağıldı ve hangi ülkücü, hangi Türk devletinde hangi birliğin oluşması için mücadele etti veya başarı sağladı? Ülkücülerin kandırıldığı konu, asıl düşmanın SCCB değil, ABD ve masonlar olduğu, Türk birliğinin mümkün olsa dahi, bu taraflarca engelleneceği gerçeği idi. Bu arada ülke, 1970 sonrasında ülkücülerin silahlandırılması ile, terör cennetine dönüştü. Ülkücüler görevlerini yapıp, ABD ve mason çıkarları için, ülkedeki solcuları temizliyorlardı. Ordu ve devlet, bu duruma seyirci kalıyor ve gerektiğinde solcuları cezalandırıyorlardı, çoğu zaman salt örgüt üyesi olma suçundan. İstihbarat ve devlet, işkence, muhbir ve örgütlere sızma teknikleri ile, solcuları çoğu zaman ülkücüler gibi, kendi amaçlarına ters ve mason çıkarları için kullanabiliyorlardı. Sonuç 12 Eylül oldu ve halk, terör ve enflasyondan bezdiği için, sevinerek karşıladı başlangıçta ordu darbesini.
Milli Görüşe gelince, onların örgütlenmesi daha eski. Bu görüş, sanılanın aksine İttihat ve Terakki’deki Panislamizm düşüncesi ile uyumlu değil. Zira Panislamizm, Siyonizm’e çok ters bir ideal. Milli Görüş, su katılmamış bir karşı devrimci hareket. Tam anlamıyla Siyonizm’in Türkiye için rüyası. Eski anti-laik, dine dayalı, şeriat rejiminin kurulması hedefidir.
12 Eylül’e kadar, Atatürk’ün TC’sine düşman, mevcut kurumsal mason organizasyonlar dışında, esasen sadece Milli Görüş ve Ülkücülük adı altında, iki Siyonist operasyon vardı. Menderes’in gericiliği ve İnönü’nün muhafazakarlığı, zaten yıllarca TC’de iktidar olmuştu ve ülkeyi ve ulusu kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmişlerdi. NATO’ya girilmesi, Kore savaşı, AB’ye girilmemesi, Kıbrıs’a asker gönderilmesi, Afyon ekiminin yasaklanması, Ege ordusunun kurulması, ordunun gereksiz silahlanması, ABD’ye üs verilmesi gibi vatana ihanet teşkil edecek çeşitli politikalar, zaten mevcut yapıların mason kökenli kukla oynatıcıları sayesinde izlenmiştir. Ülkenin ekonomisinin bozulması da, kısmen bu oyunun bir parçasıdır. Kıbrıs savaşı-ambargo-silahlanma yarışı-döviz eksikliği gibi konuların üstüne, OPEC tarafından petrol fiyatlarının belirlenmesi ile, ülke ekonomik krize sokulmuş, devlet ekonomi üzerinde oynanan oyuna, aynen terör konusunda olduğu gibi göz yumunca, halk bunun zararını çekmiştir.
12 Eylül darbesi ile nasıl bir günde terör sona erdiyse, enflasyon da bir günde küçülmüştür. Dolayısıyla kukla oynatıcıların 12 Eylül’e verdikleri destek açıktır. Neden derseniz, bugünlerin temeli o tarihlerde atılmaktadır. ABD’de bizim çocuklar denen kişiler, ordunun kuvvet komutanları ve genel kurmay başkanıdır. Maalesef eğer bu çocuklar, onların çocukları ise, bu vatana ve ulusa hizmet edemezler ve masonlara hizmet ederler. Tabi burada yine çok önemli bir nokta, son iki operasyonun yani PKK ve Fethullah Gülen operasyonlarının başlangıç tarihleridir. Her iki operasyon da, 12 Eylül darbesi sonrasında ve tamamen askeri otoritenin egemenliği altında organize edilmiştir. Yani sorumluları orduda ve darbeyi yapanlarda aranmalıdır. Keza AKP örgütlenmesi de aynı şekilde, 28 Şubat 1997 muhtırasının bir sonucudur ve yine ordunun egemenliği ve koruması altında gerçekleşmiştir. Birkaç büyük çelişkiyi vurgulamak gerekli burada. Birincisi nasıl oluyor da, Atatürkçü ordu, Anavatan Partisi gibi gerici ve anti-Atatürkçü bir oluşumun örgütlenmesine izin veriyor? İkincisi yine aynı Atatürkçü ordu, nasıl oluyor da Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenmesine, hem de sıkıyönetim zamanlarında seyirci kalabiliyor? Ve yine nasıl oluyor da, 28 Şubat’ın laik düzen savunucusu ordusu, en sert söylemlere sahip RTE’nin siyasi yasağını kaldırtıyor ve AKP’nin örgütlenmesini destekliyor?
Ama tabi aslında Türkiye’yi yani Atatürk’ün Türkiye’sini, Atatürk’ün yolundan çıkaran, temel olarak bunların hiç biri, yani ne sahte Kürt milliyetçiliği, ne kafası karışık Marksist-Leninist fraksiyonlar, ne sözde Ülkücülük, ne sözde Şeriatçı örgütlenmeler. Atatürk’ün Türkiye’sine en büyük ihanet, aslında Atatürkçülüğü kendi çıkar ve siyasi görüşüne göre yorumlayıp, bütün Türkiye’ye dogma şeklinde yutturan İsmet İnönü’den kaynaklanmaktadır. Ve Atatürk’ün kurduğu ülkeyi savunmaya, namusu ve şerefi üzerine yemin eden ordudan. Bir ülkenin ordusu ve tabi daha önemlisi istihbarat kuruluşları, dışa bağımlı olursa ne olur? MİT ve Türk Ordusu, kaç yılından beri ABD’ye bağımlıdır? Kesin olan bir şey var ki, en azından 1950’lerden beri. Peki Atatürk’ün Türkiye’sine karşı yapılan bu saldırılar, ülkenin tüm kurumlarına ve sosyal ve entelektüel yapısına sızmalar, kim tarafından gerçekleştirilmiştir? Esas olarak Yahudi dönmeler olan, sözde Müslüman Sabetaycılar ve esas olarak bunları içine alan ve küresel düzeyde dünyayı belki 2000 yıldır yönetmekte olan masonlar üzerinde araştırmalar yapılmalıdır, bu sorunun cevabı bulunmak isteniyorsa.
Peki günümüze gelirsek ülkenin bu hale gelmesinde ilk olarak kim sorumludur?

Tek bir cevabı var aslında. Kurumsal gücü Atatürk’ten ve Kurtuluş savaşı döneminden kalma bir şekilde, Türkiye’de en güçlü irade aslında ordudadır. Sorumlu da, aslında büyük oranda ordudur. Çok basit bir şekilde, 12 Eylül 1980 darbesi kime karşı yapılmıştır? Sözde şeriatçılara karşı ve kırılma noktası olarak gösterilen nedir? Daha sonra Anavatan partisi kurucu üyesi olan, eski MSP’li Mehmet Keçeciler’in belediye başkanı olarak organize ettiği Konya mitingi. Peki 80 sonrasında Türkiye’de neler yaşanmıştır? Uğur Mumcu’nun o dönemlerde ısrarla üzerine gittiği şekilde, Rabıta diye bir örgüt vasıtasıyla Suudi paraları ile, Türkiye’de bir Fethullah Gülen cemaati, ordunun gözü önünde ve sıkıyönetim şartları altında, bu ülkede kurdurulmuştur. O zamanki genelkurmay başkanı, önünde bulunan üç orgenerali saf dışı bırakarak, Kenan Evren olmuştur. Şu anda Kenan Evren’in, Türkiye eyaletlere bölünsün önerisinden sonra, hangi safta yer aldığı konusunda şüphesi olan var mı bilemiyorum. Peki ordudaki gelenekleri yıkarcasına, genelkurmaya başkan tayin edilen Evren’i, bu pozisyona atatabilecek gücü olan derin ABD, ordu içinde bu denli güçlü iken, ordudan Atatürk’ün Türkiye’si için bir şey yapması beklenebilir mi? Hayır. Ordunun samimi vatansever mensupları, peki bu duruma nasıl göz yumabiliyorlar? Ya da gerçek milliyetçi, ulusalcı veya solcu aydın ve insanlar, içlerinde bulundukları örgütlenmelerin tepelerini işgal eden hainlere nasıl göz yumabiliyorlar? Çünkü muhalif olanlar anında yok ediliyor. Aynı ordu, istediği takdirde, milli görüş hareketini bitirebiliyor. Aynı ordu, istediği zaman Eylül 80’de olduğu gibi, terörü anında bitirebiliyor. Aynı ordu, istediği zaman ülkücü mafyayı da bitirebiliyor. Peki o zaman bunca halk desteği varken, bu denli Siyonist-Emperyalist-Küreselci-Tekelci-Sahte Şeriatçı vatan hainlerini niye bitiremiyor?


Tekrar 12 Eylül’e geri dönersek, o zamandan bu yana yapılanları düşünürsek, neler oldu bu ülkede son 30 yılda?
Ülke ekonomisine bakarsak, 12 Eylül’de anormal koşullar, kıtlık ve karaborsa bir günde bitti. Çok şaşırtıcı, eğer ekonomi tek elden kontrol edilmiyorsa. Tek elden kontrol ediliyorsa ve darbeyi yapanlarla aynı patrona çalışıyorlarsa, 12 Eylül öncesi ekonomiyi mahvedenler, bu durumda bu gelişmeyi normal karşılamak gerek. Daha sonra Özal iktidarı, söylediğinin tam aksini yaparak ve enflasyonist bir politika izleyerek, ülkede büyüme sağladı. Ama ne pahasına! Ve ülke ekonomisi dışa açıldı. Sosyalist ekonomi tamamen yıkıldı. Devletin sosyal ve ekonomik görevleri ihmal edildi. Sonuç olarak özel sektör büyüdü. Çiller ile özel sektör sözde halka arz oldu ve borsa kuruldu. Bu da sıcak paranın ve global finans kurtlarının ülkeye çöreklenmeye başlamasını sağladı. Ecevit’in IMF ile kur sabitleme politikası, ülkenin sonunun başlangıcı idi. Ülke, Ecevit’in bu son ihaneti sayesinde, gerçek bir ekonomik krize girdi.
AKP geldiğinden beri, ekonomide herhangi bir iyileşme belirtisi bile gerçekleşmedi. Türkiye sözde büyüyor! Büyüyen ülkenin üretim, ihracat, yatırım, istihdam artışı yaşaması lazım değil mi? Hangisi var? İhracatımız büyük oranda reeksport, yani ithal ettiğimiz ara malları yeniden ihraç ediyoruz ve ihracat rakamları ithalat girdileri düşülmeden hesaplanıyor. Oysa ithalat girdileri düşüldüğünde, ihracat rakamlarının belki yüzde 90’lar oranında gerilediği görülecek. Üretim artışı var mı? Nasıl olabilir ki? Yatırım olması lazım üretim artışı elde edilmesi için. Özel veya kamu sektörlerinde yatırım oranı nedir? Negatif. Eee o zaman ülkede üretim artışı nasıl varmış gibi gösteriliyor? Sözde verimlilik artışları ile ve oynanan rakamlar ile. Madem üretim artışı var, o zaman doğrudan vergi gelirlerindeki cüceleşme neden? Kurulan tek bir yeni fabrika yok, ama üretim artıyor. Nasıl? Peki istihdamda artış olmazken, üretim nasıl artar? İşsizlik inanılmaz boyutlara ulaşmışken nasıl istihdam artıyor olabilir? Yatırım olmayacak, dolayısıyla istihdam artışı olmayacak, üretim ve ihracatta artışlar olmayacak ve ülke zenginleşecek? Nasıl yani? Türkiye zenginleşiyor, hem de enflasyon neredeyse % 5-10, ama insanlar gitgide fakirleşiyor ve herkes borç batağının içinde! Enflasyon yüzde 10 düzeyinde, ama her şey yüzde 30-50 civarında zam alıyor. Bu enflasyon rakamları uzayda mı hesaplanıyor ve istatistikçiler bu mucizeyi nasıl gerçekleştiriyorlar? Basit açıklaması ile, DİE sürekli olarak enflasyona baz aldığı sepetle oynuyor. Vergi oranları düşmüyor, sürekli olarak yeni vergiler üretiliyor, insanlardan hava vergisi bile alır hale geldiler, ama vergi gelirleri giderek azalıyor, hem de Türkiye’nin hızla büyümesine rağmen! Özel sektör ve kamu sektörü satış yarışında; yabancılar her şeyi alıyor, hem de bedavaya, ama Türkiye büyüyor. İthalat inanılmaz seviyelerde, cari açık inanılmaz, ihracat hepsi gerçek olsa bile, ithalatın yarısını karşılamıyor ve bütün finans kurumları, borsa her şey yabancıların eline geçti! Peki Türkiye bu durumda nasıl zenginleşti? Ama tabi bir takım cemaatçiler ve masonların desteğinde olanlar ve Sabetayist kapitalistler zenginleşti ve artık Forbes listesinde çok daha fazla zenginimiz var. Ülke ekonomisi bir taraftan küçülüyor ve gittikçe fakirleşiyor ve her şeyini satıyor ama bir takım orospu çocukları inanılmaz düzeyde, hem de kapitalizmin kurallarına meydan okuyarak zenginleşiyorlar. Ülker, çikolata ve bisküvi satarak, petrol şirketlerini solluyor. Eğer ekonomi biliyorsanız gelin bunu açıklayın. Uyuşturucu satsa yine de yapamaz. Tabi birileri Ülker’e geri ödeme yapıyor. Şimdilerde reel ekonominin yerine, cemaat ekonomisi yerleşti.
Cemaat ekonomisi ne? Diyelim ki, cemaattensiniz ve diğer cemaat üyeleri gibi, beş para etmez, vasıfsız, orospuluk veya orospu çocukluğu dışında bildiğiniz bir şey yok ve bilmediğiniz bir işe gireceksiniz. Cemaat size kredi vermiyor; direkt para veriyor, iş kurun diye. İşi kurmanız için yapmanız gereken harcamayı veya bulmanız gereken finansmanı, direkt cemaatin karşıladığı yetmiyormuş gibi, işletme giderlerinizi de karşılıyor. İşi yapabilir ve kar ederseniz, karı cemaat ile nasıl paylaşıyorsunuz bilmiyorum. Ama büyük bağışlar yaptıkları kesin. İş gerçekte, ülkeye giren Siyonist finansmanı için sadece paravan. Bu şekilde ülkede, giderek artan sayıda, cemaatçi ekonomik girişim oluyor. Bu arada gerçek-reel ekonomi öldüğü için, cemaat ekonomisi, rekabetin yok olduğu ortamda, rahatça tekelleşiyor. Buna sermayenin el değiştirmesi diyor, yalancı ve satılmış ekonomistler. Aslında ortada sermayenin el değiştirmesi gibi bir durum yok. Siyonistler, ülkede özellikle finans sektörü olmak üzere, her şeyi satın alıyorlar ve sağladıkları finanssal destek ile, cemaat destekli bir ekonomik sistem yaratıyorlar. Bu arada ülke ekonomisini bitirdikleri için, herhangi bir rekabet ile mücadele etme gereği duymadan, tekelleşiyorlar.
Yine 12 Eylül’de terör de bir günde bitti. Ya terör tamamen ordu kaynaklı idi, ya da ordu ve terör odakları aynı güçten emir alıyordu ki, işin gerçeği aslında bu. Gerek yoldan çıkmış solcu veya sağcı teröristler, gerekse ordu içinde egemen olan Amerikancı satılmışlar, gerekse MİT, aynı odaklara hizmet ettiklerinden, terör de bir günde bitti. Tabi sağ-sol terörü biterken, bir başkasının temelleri atılıyordu, hem de sıkıyönetim ortamında. PKK!!!
PKK bu ortamda inanılmaz derecede güçlendi. Ekonomik olarak da, halktan aldığı destek olarak da, askeri olarak da, siyasi olarak da çok güçlendi. Hayali bir Kürt milliyetçiliği ortaya çıktı. Bölünme artık hayal değil, kaçınılmaz olarak görülüyor ve iktidar partisinin örgütlerinde açık açık savunuluyor. PKK’nın bu hale gelmesi, sadece ve sadece ordu sayesindedir. PKK gerçekte, MİT ve ordunun ve dolayısıyla devletin desteğini almadan, bu hale asla gelemezdi. İddia şudur ki, Musul ve Kerkük bizimdir ve bu bölgede talebimiz olması için, PKK faydalıdır. Ancak PKK’nın ülkeye verdiği zarar ortadadır. PKK sayesinde ordu güçlenmiştir. PKK sayesinde milliyetçi söylem güçlenmiştir. PKK ve tabi ordu sayesinde, Kürt-Türk çatışması güçlenmiştir. PKK’nın finans, lojistik ve istihbarat desteği aldığı açıktır. En azından bölgede mutlak bir sıkıyönetim varken, PKK’nın bu destekleri, TC devletinin izni olmadan, alması imkansızdır. Ordunun ve gizli servislerin gayretli çalışmaları sayesinde, PKK Kürt gençleri içinden, ihtiyaç duyduğu insan kaynağını da elde etmektedir. Bütün bunlar olurken, siyasal olarak olayları analiz edenler ve halk, sadece PKK’nın askeri operasyonlarına ve bölgenin sosyoekonomik şartlarına odaklanmaktadır. Bu kör topluluk, PKK’nın finanssal, lojistik, istihbarat kaynaklarının kimler olduğu ve egemenlik sınırları dahilinde, bu desteklere iznin TC devleti içinde, kimler tarafından verildiğini görmüyorlar. Veya görmek işlerine gelmiyor. 1980 öncesinde Kürtlerin varsa tek talepleri, ekonomik şartlarının düzeltilmesi iken ve esasen İstanbul’un altını için göç etme derdi dışında bir problemleri yokken, mevcut feodal düzene bile itiraz bir yana boyun eğmiş, ülkenin üniter yapısına en ufak bir tehditleri yokken, şu anda gelinen durumda, belki aynı Ermenilerin kandırılması gibi, Türklere uzatılan elma şekeri, Musul ve Kerkük hikayesi (Özal’ın aldığı üçün biri) sayesinde, her tür imkansızlığa rağmen gerçek bir Kürt-Türk çatışması/bölünmesi yaratılmış suni bir şekilde. Bu TC devletinin, ordusu, istihbarat servisleri, polisi, siyasetçileri ile, son 30 yılda elde ettiği sonuçtur. Türkler ve Kürtler gerçek bir oyuna gelmiştir. Ve bu sayede gerçekten de, artık Siyonist Kürdistan’ın kurulması hayal değildir.
Aynı dönemde ülkücülük palazlandırıldı. Ülkücü mafya diye bir oluşum ortaya çıktı. Türkeş ideolojiyi şeriatçılara peşkeş çekti ve Türklerin orijinal dini olan Şamanizm unutuldu ve Türk-İslam sentezi masalı okundu. Ülkü ocakları inanılmaz popülarite kazandı. Ülkü tamamen unutuldu. Çıkar grupları ve cemaatlere hizmet eder hale geldi ülkücüler. Ülkücülüğün gerçekten çığırından çıktığı dönem 80 sonrasıdır. Neredeyse tüm gençlik ülkü ocaklarının eline bırakıldı. Gerçek ülkücülükle alakası bile olmayan, kafası çok karışık, milyonlarca ülkücü yetiştirildi. Türklükle alakası bile olmayan, Arap-ABD-Siyonist yanlısı, konformist bir dolu insan. Oysa ülkücülük bir idealdi. Ülkücü olmak idealist olmak idi. Amaç Pantürkizm idi. Yoksa onun bunun maşası olmak değildi. Ama resmen ideoloji satıldı ve sonuç bu oldu maalesef.
12 Eylül sonrasında şeriatçılık palazlandırıldı; eskiden şiddet eylemleri içinde olmayan şeriatçılar, ülke çapında gençlere ve çocuklara dövüş sporları öğrettiler. Niye? Neye hazırlık yapıyorlar? Zaten Erbakan da dilinin altındakini saklamadı, AKP’li yalancılar gibi. Dışardan destekli Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenmesi görmezden gelindi. Siyonist kökenli Suudi petrol dolarları ülkeye aktı. Bu paralar ile, insanlar satın alındı; cemaatler kuruldu. Ülke çapında esnaftan haraç toplamalarına göz yumuldu. Terör örgütünün yayın organları, Zaman ve Sızıntı, bir kere bile yasaklanmadı veya ceza almadı. Yargı, istihbarat, ordu, emniyet gibi kurumlara sızmalarına engel olunmadı. Örgüt evleri veya okulları basılmadı. Hatta devlet bunlara destek oldu. Yıllarca sorular çalındı; istihbarat verildi ve FEM dershaneleri ve benzerlerinin başarısı sağlandı. YÖK ve ÖSYM buna göz yumdu. Fethullah Gülen basit bir cami imamı iken 1980’de, ABD, CIA, MİT, ordu, TC devleti, Evren-Özal-Ecevit ve benzerleri sayesinde, şimdi ABD’de yaşayan global bir tarikat lideri.
Milli Görüş şeriat bayrağını AKP’ye devretti. Yapıldığı iddia edilen seçimlerde alınan oy oranı %50’ye ulaştı. YSK marifetleri sayesinde, Siirt seçimleri iptal edildi, CHP sayesinde yasa değişikliği ile RTE Başbakan yapıldı. YSK marifetleri sayesinde, inanılmaz seçmen listeleri oluştu ve kabul edilemez bir bilgisayar programı ile, artık masonların istediği (anketlerde medyayı yüzde yüz kontrol ederek belirledikleri sonuç) seçim sonuçları bir saat sonra önünüze yerleştiriliyor. Kimse itiraz bile etmiyor. Ama tabi bu seçimler, hilelerin yapıldığı ilk seçim değil. Ama bir seçim yapılıyor 2007’de. Muhalefet sözde muhalif. Hatta muhalif görünen televizyon kuruluşları bile aynı. Sözde muhalefet yapıyorlar. Neden? Savaş kazanıldı mı ki barış yapılıyor. Hayır. İnsanlar aldatıldı. Milyonlar mitinglere koştu; oy vermek için elinden geleni yaptı. Sonra ne oldu? Livaneli’nin dediğine göre, Baykal’la Erdoğan görüştü ve anlaştı. Ordu, içindeki vatansever subay ve astsubayları yatıştırmak için, göstermelik bir muhtıra verdi. Muhalif kanallar, sanki başka yolsuzluk yokmuş gibi, Deniz Feneri’nin üzerine gitti. Aaa bir de baktınız bizim UTANGAÇ seçmen AKP’yi seçmiş. Hem de ne tuhaf AKP+DTP= 365-367 ediyor. Mitinglere bakın ve bir de medyanın anketlerine. Nasıl oluyor da AKP ulusalcıların onda biri kadar bile insan toplayamazken, hem de yıllardır petrol paraları ile insanları satın almalarına rağmen, seçimlere gidildiğinde %47 oy alabiliyor? Zaten ilk düzmece seçim bu değil ki. 2002 seçimlerindeki seçmen sayısı kaç? 41.5 milyon. Şimdi kaç? 42.5 milyon. Kaç olması lazım? 45-46 milyon. İşe bakın ne acayip bir durum. 3-4 milyon seçmen yok olmuş geçen beş yılda. Oysa Türkiye’nin nüfusu ortalama yılda bir milyon artarken ve genç nüfus daha fazla olduğundan 2002’de 13-17 yaşlarında olanlar bu yüzden çok daha fazla sayıda olmalarına karşın. Yani bu şu demek 2002’de 41.5 milyon seçmen varsa 2007’de en az 46 milyon seçmen olması lazım. Nerede bu hayali 4 milyon seçmen? Yok. Peki aynı YSK değil miydi Erdoğan’ı seçtirmek için Siirt seçimlerini iptal eden. Hayali 4 milyon seçmeni var eden. Ve aynı YSK’ya rağmen seçim yasaklarını bilin bakalım ilk kim deldi Türkiye’de? FOX. Ve ilk defa olarak görüyorum ki, seçim sandıklarının kapanmasından iki saat sonra sandıkların yüzde 40’ı açıldı. Tabi FOX ve bizim satılmış medya kurumlarına göre. Şimdi bu sözde seçime dayanılarak deniyor ki, AKP’nin arkasında demokratik bir güç var: halk. Ama sorun çevrenize kaç kişi bulabilirsiniz AKP’ye oy vermiş olan? Peki kim verdi? Muhafazakarlar arasında bile kaç kişi oy vermiş olabilir ki, Irak’ta Müslümanlara soykırım düzenleyen ABD ve İsrail yandaşı olan Yahudi kökenli AKP’ye? Yani bu ne saçma mantıktır ki, Müslüman olan, Müslüman olana yapılan soykırımı destekleyen bir hükümete destek verir. Peki bu %47 nereden çıkıyor? Siz YSK’nın üyelerini şantaj altında tutarsanız ve seçimlerde kullanılan yazılımı ABD’den ithal ederseniz ve medyayı da yüzde yüze yakın kontrol etmekteyseniz, kim sizi yalanlayabilir ki? Hem son iki ABD başkanlık seçimlerinde hile yapıldığı kanıtlanmadı mı? ABD’de eğer Supreme Court (bizdeki Anayasa Mahkemesi) oylama sonucu ile kimin başkan olacağını belirliyorsa, siz kim oluyorsunuz da Türkiye’de sağlıklı seçimlerin yapılacağına inanabiliyorsunuz? Seçimler dünyanın her yerinde önceden belirlenen şekillerde gerçekleşir.
AKP, artık kendine muhalefet eden herkesi ve özellikle 2007 seçimleri öncesinde faşizme direnenleri, hayali bir terör örgütü üyesi olma suçlaması ile hapse atıyor ve itiraz dahi edemiyorsunuz. Polis SS gibi hareket ediyor. İstihbarat servisleri MOSSAD’a çalışıyor. Zaten MOSSAD Telekom’u aldığından beri, ülke içindeki herkes yüz kontrol altında. Muhalif olmak bile suç artık. Zaten vatanseverlerin hepsi zamanında öldürüldüğü için, vatanı için kendini tehlikeye atacak kimse de kalmadı. Sözde sol ve liberal görüşlülerin, hepsi ya satılmış, ya da korkmuş durumda. Herkes dinleniyor ve izleniyor. Ülke tam anlamıyla terörize olmuş durumda. Cemaat her yerde ve sürekli ensenizde. Cemaat dışında herkesin ekonomik durumu kötü. Ekonomi cemaat ekonomisi haline gelmiş. Cemaatten değilseniz, iş yapma olasılığınız yok. Muhalifseniz yaşama şansınız yok. Açık açık söylüyor ve gerçekleştiriyorlar. Ülke ekonomisi reel olarak tamamen bitmiş durumda. Sadece cemaat ekonomisi yükselişte. Aslında ülkenin geldiği durum 2. Dünya savaşı öncesi Almanya gibi. Nazilerin yerinde Fethullah Terör Örgütü var. AKP de onların siyasallaşmış yapısı. Seçimler yine sahte. Baskı aynı baskı. Faşizm hortlamış durumda. Muhalif herkesi tutukluyorlar. Hem de demokrasi adına. Siyonistler 1930-45 arası Almanya’da yaptıklarını, şimdi Türkiye’de yapıyorlar. Aynı ekonomik şartlar. Aynı siyasi şartlar. Aynı faşizm.
Peki bu işgal olurken ordumuz ve istihbarat örgütlerimiz nerdeydi? Veya son dönemde AKP’ye ve derin ABD’ye karşı muhalefet yapan, yargı ve akademik çevreler nerede idiler? Ya da sözde muhalif ve ilerici basın nerede idi? Ya da sözde muhalif siyasi partiler neredeydi? Türkeş, Ecevit, Demirel, Çiller, Baykal, Yılmaz, Mumcu, Karayalçın, İnönü, Bahçeli ve diğerleri nerede idi? Tabi ki burada vatandaşın suçu yok! Solcusu da sağcısı da, şeriatçısı da ateisti de, ülkücüsü de devrimcisi de satıldı. Satanlar kimler mi? Aydınlar-akademisyenler-yazarlar, mevki sahipleri, kurmaylar, yüksek yargı mensupları, medya babaları, mafya babaları, parti liderleri, holding patronları, aşiret reisleri, örgüt liderleri, ülkücü reisler, tarikat liderleri. Satılan kim? Siyasi veya dini görüşü ve inancı ne olursa olsun vatansever Türk insanı. Hepimize geçmiş olsun!!!!!!!!!!!!

BÖLÜM 14
YENİ DÜNYA DÜZENİ: TERÖRİZM
Medeni dünya yani insanın dünyası, geçen zaman içinde değişiyor. Antik çağlarda dünyayı yönetme hevesindeki liderler, örneğin Persler, emperyalist amaçları için, halkalarını militarize etmiş ve ordularını kullanarak, ülkeleri fethetmişler. Bunu yaparken, yani emperyalist amaçları için sivil toplumları militarize etmek için de, dini kullanmışlar. Özellikle halkın özgür olmadığı toplumlarda, bunun gerçekleştirilmesi son derece kolay olmuş. Yani ilk dönemde askeri güç, en önemli güç olmuş ve din sadece bir araçmış, askeri gücün harekete geçirilmesinde. Bu yüzden de hala ordunun bakışıyla, din gereklidir toplumlar için. Gerekli bir güçtür din, toplumları militarize etmek için.
Ancak Yahudi inanç sisteminin çıkışı ile, yeni bir emperyalist teknik ortaya çıkmış. Yahudi isyanlarında görüldüğü üzere, din tek başına güç oluşturarak, ciddi bir yayılmacı sonuç vermiş. Roma, bu Yahudi isyanlarından ders alarak, Hıristiyanlığın yaratılması ile, orduların yapamadığını, ruhban örgütü ile, yani Katolik kilisesi ile başarmış. Batı Roma, Germen istilası ile MS 5. yüzyılda egemenliğini kaybetmesine rağmen, istilacıları Hıristiyanlaştırarak, ilk önce Avrupa’yı, daha sonra tüm dünyayı egemenliği altına almış. Artık ordular yerine, orduların emrine verildiği din sayesinde, emperyalist amaçların gerçekleştirilmesi mümkün hale gelmiş. Dolayısıyla bu karanlık çağda din, her şeyin üstünde; yani devletlerin, kralların, orduların da üstünde bir güç haline gelmiş.
Ancak 18.-19. yüzyıllarda Avrupa’da yaşanan dini, politik, bilimsel uyanış sonucu, kitlelerde sınıf bilincinin oluşması ve hümanizmin yayılması gerekirken, sistemi yönlendirenlerin sayesinde, tam aksine milliyet düşüncesi uyandırılmış. Hümanizm yerine milliyetçi politikaların desteklenmesi ile, ırkçı-milliyetçi-faşist politikaların egemenliğinde, toplumlar yeniden, ama bu sefer esasen milliyetçi söylemler ile, vatan ve millet adına, militarize edilmişler. Bu yeni emperyalist politikanın sonuçları dünya savaşlarıdır.
Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin