Gerçek kullanışlı mı?
Çetin Balanuye
VİRGÜL 31, Haziran 2000, s. 51
Sanırım uzun uzun açıklamaya gerek yok; başlıktaki ‘gerçek’, mutfakta yakalanmış yumurcağa “doğru söyle, dolaptaki son kurabiyeyi sen mi yedin” diye soran annenin aradığı şey değil. Mahkemede bizden istenen türden ya da “Picasso’nun gerçek çizimleri” derken kastettiğimiz türden bir gerçek de değil. Daha eski, yaşlı ve yıpranmış bir şeyden söz ediyoruz; felsefede gerçek ya da hakikat, Platon’dan bu yana “görünenin ötesinde uzanan ve her çeşit kuşkudan arınmış bir Tanrısal kesinlik düzlemi” anlamına geliyor. Felsefenin ereği olan “bilgi” başından beri işte böyle bir düzleme karşı sınanıyor; felsefî soruşturma, nesnesi ne olursa olsun, içten içe bu hakikat düzlemine erişmeye koşullanıyor; hakikat felsefeyi kendine kelepçelemiş, felsefe o gün bu gündür tutuklu…
Richard Rorty bu kelepçenin anahtarını ilk kez Philosophy and the Mirror of Nature’da (Felsefe ve Doğanın Aynası) gösterdi ve felsefenin “gerçek”le bağının kaçınılmaz olmadığını, üstelik bu ikisinin ayrılmasının yalnızca olanaklı değil, gerekli de olduğunu vurguladı. Ona göre “gerçek” her şeyden önce “kullanışlı” değildi. Post-modern söylemle yaygınlık kazanan “büyük anlatılara ilişkin çağcıl kuşku”, bir anlamda, Rorty’nin sözünü ettiği “hakikatin işe yaramazlığı ve oyalayıcılığı” argümanıyla dile getirilene benzer bir tedirginliğin dışavurumuydu. Rorty Platon ve Kant metafiziğinin özellikle “moral” alanda yarattığı o soyut ve ulaşılmaz ‘gerçek erdem’e yönelik tutkudan, James ve Dewey’in “pragmatik” ve dolayısıyla “kullanışlı” insan anlayışına yönelişinin ilk işaretlerini de bu kitapta verdi.
Philosophy and Social Hope (Felsefe ve Toplumsal Umut), Rorty’nin son kitabı. XX. yüzyılın son günlerinde piyasaya çıkmış olması, kitabın içeriği ile yayın tarihi arasındaki örtüşme bakımından ilginç bir durum. Geçtiğimiz yüzyılda felsefe, hakikatin olanaklılık ve istenirliğine ilişkin pragmatik ve Nietzsche’ci kuşkularla tanıştı. Politikada ise büyük kurtuluş ümitleri boşa çıktı. Dünü tümden kaldırıp atmak ve her şeye ‘yeniden’ başlamak, ‘yepyeni bir insan ya da dünya yaratmak’ biçiminde basitleştirilebilecek dev politik projeler yolda kaldı. Rorty’ye göre bütün bu yaşananlar, aslında, hayatın hiç de öyle ‘tümden’ ve belli bir ‘kuramsal temele göre’ değiştirilebilir olmadığını gösterdi.
Rorty’ye göre felsefenin önündeki yeni ödev hayatı bu tuhaf Platonik beklentinin dışına çıkarmada politikaya yardımcı olmak. Çünkü bu beklenti, kendini kimi zaman kozmosta gizli bir anlam ve dengenin varlığına ilişkin animism’e inanmada, kimi zaman ‘insanın doğası’ biçiminde ifade edilen bir ve değişmez bir ‘temelciliğe’ bel bağlamada, zaman zaman da kusursuz ve kapsamlı politik kuramlar üretme tutkusunda gösterebiliyor. Bütün bu ‘insanüstü’ eğilimlere karşı Rorty, tam tersine, insanla olanaklı ve insan için olan, gündelik, kullanışlı bir “pratik felsefenin” gereğini vurguluyor. Ona göre bir yerlerde gizli ve tarafımızdan keşfedilmeyi bekleyen bir hakikat ve anlam yerine, içinde bulunduğumuz gün ve koşullarda bizim yaratacağımız, “işe yarar” bir anlam ve bilgi bütünlüğüne gereksinim var. Bu bağlamda, Rorty, yaklaşık son on yıllık çabasını felsefe ile toplumsal umut arasında olumlu bir ilişki kurulabileceğini göstermeye adadığını söylüyor.
Rorty’nin çeşitli kereler vurgulamakta sakınca görmediği “kullanışlılık” ya da “işe yararlık”, hayatı basit bir teknik konfora indirgeme niyeti olarak anlaşılmamalı. Rorty’de kullanışlı olan, örneğin doğa bağlamında, canlı ve cansız tüm varlıklar ile türümüzün bir aradalığına olanak verecek bir bilgi ve felsefî gerçek türüdür. Bu anlamda Rorty, “doğadaki hakikat nedir?” sorusunu “doğayla ilişkimi nasıl düzenlemeliyim?” sorusuyla değiştirir; ikinci soru pragmatik olduğu kadar çevreci, teknik olduğu kadar da felsefîdir.
Kitap, Rorty’nin son birkaç yılda çeşitli dergi ve kitaplarda yayımladığı çok sayıda makalenin derlenmesiyle oluşturulmuş. Bölümler kendi içlerinde yeterli bir tartışma sunduklarından ayrı ayrı okunmaları olanaklı; kitabın tamamını okuyan bir okuyucu ise Rorty’nin temel fikirlerinin bütünüyle –bir ölçüde– tanışmış oluyor. Bana kalırsa Philosophy and Social Hope, en çok, eğitim felsefecileri açısından “kullanışlı”. Kitapta eğitim üzerine yalnızca bir bölüm var; özellikle bu bölüm ama genelde kitabın tamamı “eğitim ve değerler”, “eğitim ve bilgi”, “eğitim ve özgürleşme” gibi konulara şaşırtıcı bir aydınlık getiriyor. Kuşkusuz bu aydınlık büyük oranda Rorty’nin yalın ve anlaşılır yazabilme konusunda sergiledigi üstün performanstan kaynaklanıyor. Dilde yakaladığı yalınlık ile geleneksel felsefeye yönelik meydan okuma, eğitim felsefecilerini temel kavramları üzerinde yeniden düşünmeye yöneltecek nitelikte.
Aslında Rorty’nin Batıya özgü eğitim paradigmasına ilişkin eleştiri ve gözlemleri Türkiye’ye ne kadar uymakta, emin değilim. Bizde eğitim hiçbir zaman “gerçek”le Batıda olduğu oranda ilişkilenmemiştir; özellikle Cumhuriyet dönemi eğitim pratiğimizin büyük oranda “gelişme-ilerleme” amaçlı olduğu bilinir. Bizde tekniğe bürünmemiş bir gerçek de para etmez, yani “kullanışlı” değildir. Ülkemizdeki eğitim etkinlikleri için adamakıllı bir eğitim felsefesinin bugün bile tanımlanamıyor olması, bir anlamda, bu ‘gelişme aciliyetinin’ sonucudur. Rorty’nin pragmatik felsefesi ve onun eğitimsel sonuçları daha kapsamlı bir yazının konusu olmalı aslında.
Rorty’nin son kitabı çıktığı ilk günden başlayarak Batının entelektüel gündemine oturdu. Pragmatik gidişin zorunlu olarak kötü bir şey olmayabileceğini ve toplumsal umut için felsefenin ‘kullanışlı’ olabileceğini gösteren bu birinci sınıf yazılar, Türkiyeli okuyucuyla buluşturulmalı... •
Dostları ilə paylaş: |