8- Ebubekir'in Kızı Ayşe ( Ümmül Müminin)
Peygamberimizin hanımı ve müminlerin annesidir. Hicretten iki veya üç yıl sonra Peygamberimiz onunla evlenmiştir. Meşhur görüşe göre Peygamberimiz vefat ettiğinde Ayşe on sekiz yaşında idi. Peygamber'in bütün hanımları için "Ümmül Müminin" (müminlerin annesi) lakabı geçerlidir. Mesela şöyle denir: Ümmül müminin Hatice, ümmül müminin Hafsa ve ümmül müminin Mariya…
Bu noktaya değinmemin özel bir nedeni vardı. Çünkü insanların çoğu "ümmül müminin" lakabının Peygamber'in bütün hanımları için geçerli olduğunu bilmiyor. Zira Ehlisünnet hadislerinin hepsi Ayşe'den rivayet ediliyor ve Peygamberimizin diğer hanımları hakkında bir şey rivayet edecek olsalar yine Ayşe'nin rivayetlerine müracaat ediyorlar. Adeta dinlerinin yarısı Ayşe'den veya başka bir deyişle Hümeyra'dan313[313] (al yanaklı) öğreniyorlar. Sanki ümmül müminin lakabı Peygamber hanımları arasında sadece Ayşe için geçerliymiş gibi…
Oysa Allah-u Taâla, Peygamberimizin vefatından sonra onun bütün eşleriyle evlenmeyi tüm Müslümanlara haram kılmış ve şöyle buyurmuştur:
"Sizin Allah Resulüne eziyet etmeniz ve ondan sonra eşlerini nikâhlamanız asla (caiz) olmaz. Bu, Allah katında çok büyük bir günahtır."314[314]
"Peygamber, müminlere canlarından daha ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir."315[315]
Daha önce de söylediğimiz gibi, Talha "Muhammed (s.a.a) öldüğünde amcamın kızı Ayşe'yle ben evleneceğim" demiş, bu sözüyle Peygamberimizi incitmiş ve Allah-u Taâla da yukarıdaki ayetle müminlere, "Peygamber eşleriyle evlenmek, tıpkı annelerinizle evlenmek gibi size haramdır" mesajını vermiştir.
Dikkat etmek gerekirse, Ayşe kısırdı ve çocuğu da olmuyordu. İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biriydi ve Müslümanların dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştı. Zira bazı şahsiyetlerin hilafete geçmesinde, bazılarının azledilmesinde, bazılarının şahsiyetinin ön plana çıkmasında ve bazılarının da gözden düşmesinde önemli bir rol oynamıştı. Birkaç savaşa katılmış, bazı savaşlarda önderlik etmiş ve erkekleri yönetmişti. Kabile reislerine mektuplar gönderir, onlara emir ve nehiylerde bulunurdu. Bazı ordu komutanlarını görevden alır, yerlerine başkalarını atardı. Cemel Savaşı'nda da asıl komutan oydu. Talha ve Zübeyr ise, onun emirlerine göre hareket ediyordu.
Biz, burada, Ayşe'nin hayatını çeşitli yönleriyle incelemek amacında değiliz. Bu konuyu araştırmak isteyen olursa Zikir Ehline Sorun adlı kitabımıza bakabilir. Burada, onun yaptığı içtihatlara ve değiştirmiş olduğu Peygamber sünnetlerine değinmek istiyoruz. Zira Ehlisünnet ve'l-Cemaat mensupları Ebubekir, Ömer ve Ayşe gibi öncülerini pak Ehlibeyt (a.s) imamlarından üstün tutuyorlar. Bu yüzden de haklarında örnekler vermemiz, nasıl bir kişiliğe ve nasıl bir inanca sahip olduklarını anlatmamız gerekir.
Bunların yaptıkları kabilecilikten başka bir şey değildi. Peygamber'in (s.a.a) sünnetini yok etmiş, nişanelerini ortadan kaldırmış ve ışığını söndürmüşlerdi. Ali (a.s) ve Ehlibeyt imamları bunların karşısında olmasaydı, bugün Peygamberimizin sünnetinden geriye pek fazla bir şey kalmayacaktı.
Daha önce Ayşe'nin, Peygamber sünnetini görmezden geldiğini, onu önemsemediğini ve Hz. Ali hakkında Resul-i Ekrem'den birçok hadis işitmesine rağmen aksine hareket ettiğini söylemiştik. Ayşe, Allah ve Peygamber'inin emrine karşı gelerek evinden dışarı çıkmış, kötü sonuçlar doğuran Cemel savaşını yönetmiş ve sonuçta binlerce günahsız insanın kanının dökülmesine vesile olmuştu. Osman b. Hanif ile yapmış olduğu barış anlaşmasını da ayaklar altına alarak adamlarını yakalatmış, ellerini bağlatmış, elleri bağlı bir şekilde yanına getirildiklerinde hepsinin ölüm emrini vermişti. Sanki Peygamberimizin şu sözünü duymamıştı: "Bir Müslüman'a sövmek takvasızlık, onu öldürmek veya onunla savaşmak küfürdür."316[316]
Bizler Ümmül Müminin'in başlattığı savaşları, sebep olduğu can ve mal kayıplarını görmezden gelerek Allah'ın dini hakkında ortaya koyduğu şahsî görüşlerini ve içtihatlarını inceleyeceğiz.
Ne ilginçtir ki kendisi de bir sahabe olduğu halde aynı dönemde yaşayan insanlar karşılaştıkları meselelerde ona müracaat ediyor, görüşlerini hüccet kabul ediyor ve "dinlerinin yarısını" ondan öğreniyorlarmış!
Buharî kendi Sahih'inde taksir (dört rekâtlı namazları yarım kılmak) bölümünde Zührî'den, o da Urve'den, o da Ayşe'den şöyle naklediyor: «"Namaz ilk vacip olduğunda iki rekâttı. Yolculukta namaz iki rekât olarak kaldı. Ama hazır durumda dört rekâta çıktı."
Zührî der ki: Urve'ye, "Peki neden Ayşe yolculukta namazı dört rekât tam olarak kılıyor?" diye sordum. Urve şöyle cevap verdi: "O da Osman gibi içtihat etmiş."»317[317]
Sizin için de şaşılacak bir durum değil mi? Nasıl oluyor da Ümmül Müminin olan Peygamber hanımı, kendisi nakledip doğrulamasına rağmen Resulullah'ın sünnetini bir kenara bırakıp, öldürmeleri için insanları üzerine kışkırttığı Osman'ın bidatlerine amel ediyor? Hâlbuki Peygamber'in gömleği henüz eskimemişti. Ama Ayşe onun sünnetini eskitti ve unutturdu.
Evet, bu işi Osman zamanında yaptı. Ama Muaviye zamanında da görüşünü değiştirdi. Osman'ı öldürmesi için halkı kışkırttı. Halkın Osman'ı öldürüp biat için Ali'ye koştuğunu duyunca bir kez daha görüşünü değiştirdi ve zorla da olsa Osman için ağlayıp, bu kez de Osman'ın kanının intikamını almak için ayaklanma başlattı.
Bu rivayetten de anlaşılıyor ki Ayşe, Muaviye zamanında seferdeyken namazlarını tam olarak (dört rekât) kılıyordu. Ama Muaviye, velinimeti olan Osman'ın bidatlerini gündemde tutup, yaşatabilmek için onun gibi dört rekât kılıyordu. Zaten halk da hükmedicilerin sözlerini dinliyordu. Ayşe de Muaviye ile düşman olduktan sonra onunla barışan halktan biriydi. Hâlbuki Muaviye, Ayşe'nin kardeşi olan Muhammed b. Ebubekir'i feci şekilde öldürmüş, bedenini paramparça etmişti.
Bunca şeye rağmen müşterek dünya menfaatleri düşmanları bir araya getirebiliyordu. Bu ortak emeller yüzünden Muaviye kendisini ona yakınlaştırdı ve o da Muaviye'ye yakınlaştı. Muaviye, sık sık ona hediyeler ve paralar gönderiyordu. Bu konuda tarihçiler şunları söylüyorlar:
«Muaviye Medine'ye geldiğinde Ayşe'yle de görüşmüş olmak için onun yanına gitti. Oturur oturmaz Ayşe ona, "Ey Muaviye, kardeşim Muhammed'in intikamını almak için evde adam saklamadığımdan nasıl emin olabildin?" diye sordu. Muaviye, "Ben insanların güven yurdu olarak bildiği emin bir eve geldim" dedi.
Ayşe, "Hicr b. Adiyy ve dostlarını öldürürken hiç mi Allah'tan korkmadın?" diye sorunca Muaviye şu cevabı verdi: "Onları öldüren kimse aleyhinde şahitlik yapan kimselerdi."»318[318]
Tarihçilerin yazdığına göre Muaviye, Ayşe'ye çeşitli hediyeler ve elbiseler gönderiyordu, o da bu hediyeleri sandığında saklıyordu. Öyle ki bir seferinde Muaviye ona yüz bin319[319] (dinar veya dirhem) göndermişti.320[320]
Bir keresinde de Ayşe Mekke'de iken Muaviye ona, değeri yüz bin (dinar veya dirhem) olan bir gerdanlık göndermişti. Ayrıca Ayşe'nin on sekiz bin dinarlık borcunu yine Muaviye ödemiş, halka bağışladığı her şeyi yine Muaviye temin etmişti.321[321]
Zikir Ehline Sorun adlı kitabımızda da yazdığımız üzere, Ayşe bozduğu bir yeminin kefareti olarak bir günde kırk köle azat etmişti.322[322] Benî Ümeyye'nin vali ve komutanları da ona para ve bazı hediyeler gönderirlerdi.323[323]
Muaviye ile Ayşe arasındaki yakınlaşmadan söz açılmışken, ne zaman aralarına düşmanlık girdiğini ve eğer düşman olmuşlarsa ne zaman birbirlerine yaklaştıklarını da belirtelim.
Muaviye'yi hükümete ortak eden ilk kişi Ebubekir olmuştu. Kardeşinin ölümünden sonra onu Şam'a vali olarak atadı. Bundan dolayı Muaviye, her yerde Ebubekir'in kendisine yaptığı iyiliklerden bahsederdi. O olmasaydı, Muaviye hilafeti rüyasında bile göremezdi.
Muaviye, öncü büyüklerinin hazırladığı entrikalarda yer almış, Peygamber sünnetini ve Ehlibeyt'ini (a.s) ortadan kaldırmak için bu grupla birlikte çalışmıştır. Onlar bu işleri aralarında paylaşmışlardı. Öncekiler sünneti ateşe vermişler, Ehlibeyt'i ortadan kaldırma işini de Muaviye'ye bırakmışlardı. Muaviye, mücadelesini sonuna kadar götürdü. Bu amaçla işini kolaylıkla yapabilmek için halka zorla Ehlibeyte lanet okuttu. Onun hileleri sonucu Haricîler, Hz. Ali'ye (a.s) karşı ayaklandılar ve bu fitneler neticesinde de İmam Ali'yi (a.s) ve İmam Hasan'ı (a.s) şehit ettiler. İmam Hasan'ın öldürülmesi için zehri gönderen Muaviye idi. O, bunlarla yetinmeyip kendinden sonra yerine oğlu Yezit melununu bıraktı ve o da babasının işini devralarak Ehlibeyt'ten geri kalanları şehit etti.
Aslında Ayşe ile Muaviye arasında düşmanlık yoktu. Ayşe'nin "Ey Muaviye, kardeşim Muhammed'in intikamını almak için evde adam saklamadığımdan nasıl emin olabildin?" sözü de şakadan başka bir niyetle söylenmemişti. Çünkü Muhammed b. Ebubekir, Cemel Savaşı'nda, Hz. Ali'nin yanında yer almış, Ayşe'ye karşı savaşmıştı. Dolayısıyla Ayşe, onun kanının dökülmesini bizzat kendi helal kılmıştı. Zaten anneleri de ayrıydı ve onu sevmiyordu.
Onun İmam Ali'ye (a.s) karşı inanılmaz bir düşmanlığı vardı. Bilemiyorum, acaba düşmanlıkta hangisi daha ileriydi: İmam Ali ile savaşan, ona küfreden, lanet okutan ve nurunu söndürmek isteyen Muaviye mi, yoksa yine İmam ile savaşan, adını ağzına bile almayan, namını ortadan kaldırmaya çalışan ve o hazretin ölüm haberini alınca şükür secdesine kapanan Ayşe mi?
Ayşe, İmam Ali'den (a.s) sonra onun evlatlarıyla da düşmanlıktan geri kalmadı. Öyle ki, İmam Hasan (a.s) şehit edildikten sonra dahi cenazesinin dedesi Resul-i Ekrem'in (s.a.a) mezarının yanına defnedilmesine izin vermedi. Feryatlarla evden çıkmış, bir katıra binmiş, Haşim oğullarına karşı Ümeyye oğullarından yardım istemiş, "Sevmediğim bir kimseyi evimde istemiyorum!" diye bağırmıştı. Böylece yeni bir savaş çıkarmak istiyordu. Hatta yakınlarından biri ona şöyle demişti: "Kızıl bir deveye bindiğin gün bize yetmiyormuş gibi şimdi de haki bir katıra binerek ne yapmaya çalışıyorsun; halk bize ne der sonra?"
Ayşe, Ümeyye oğullarının hükümeti zamanında uzun süre yaşamış, onların minberlerde Ali'ye (a.s) ve Ehlibeyt'e lanet okumalarına şahitlik etmiş ve ne yazık ki buna hiçbir şekilde muhalefet etmemişti. Belki de aksine, onları gizlice bu işe teşvik ediyordu.
Ahmet b. Hanbel, Müsned'inde şöyle yazar: Adamın biri Ayşe'nin yanına gelerek Ali ve Ammar hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Bunun üzerine Ayşe şu cevabı verdi: "Ali hakkında sana bir diyeceğim yok. Ama Ammar hakkında Peygamber'in şöyle dediğini duydum: Eğer Ammar'ı iki şeyden birini seçmeye zorlasalar, o, en zor olanı seçer."324[324]
Bu yüzden Ayşe'nin Peygamber sünnetini yok etmeye çalışması, Muaviye'yi ve Ümeyye oğullarını razı edebilmek için Osman'ın bidatini sahiplenmesi ve seferde namazı tam kılması pek de şaşılacak şey olmasa gerek. O, hem yolculukta, hem de hazırda namazlarını tam kılıyor, halk da dinlerinin yarısını (!) ondan öğreniyordu.
Ayşe'nin fetvasına göre, yetişkin erkeklere de süt verilebilirdi. Erkekler kadınların memesinden süt emebilir, böylece onlara mahrem olabilirlerdi.325[325]
İmam Malik'in Muvatta adlı kitabında öyle bir rivayet var ki, kadın erkek tüm inananların tüylerini diken diken eder. Rivayete göre; Ayşe, erkekleri kız kardeşi Ümmü Kulsum'a ve erkek kardeşinin kızlarına gönderir, onlardan süt emzirir, böylece Ümmül Müminin Ayşe, onlarla hicapsız olarak görüşmeyi kendine helal bilirdi.326[326] Çünkü Ayşe'nin içtihadına göre bu erkekler artık ona mahrem oluyorlardı!
Düşünün bir kere… Müslüman bir erkek eve geliyor, ansızın karısının yanında yabancı birini, onun göğüslerini ellerken görüyor. Sonra da karısı ona, "Kocacığım, yanlış anlama! Bize mahrem olabilmesi ve eve rahat gelip gidebilmesi için ona süt veriyorum; artık bu adam da bizim evladımız sayılır!" diyor. Zavallı koca da bu durumu mecburen kabulleniyor. Çünkü Ümmül Müminin Ayşe'nin bidatine, her ne kadar kendisine zor da gelse uymak zorundadır.
Ben burada, araştırmacıların dikkatini bu büyük musibete çekmek istiyorum. Çünkü sadece bu musibet, hakikatin ortaya çıkmasında ve hak ile batılın birbirinden ayırt edilmesinde başlı başına önemli bir etkendir. Buradan da şu sonuca varıyoruz ki; Ehlisünnet ve'l-Cemaat, Allah'a, onun göndermediği şeylere dayanarak tapıyor. Bunlar hiçbir surette araştırma yapmıyorlar. Eğer bu bidatlerin iç yüzünü anlasalar, onlardan nefret edecek ve kendi istekleriyle onları terk edeceklerdir.
Ben özgürce düşünebilen öyle Ehlisünnet âlimlerine rastladım ki, yetişkin insanların emzirilmesi hakkındaki rivayeti gördüklerinde şaşkına dönmüş, "Biz neden bu hadisi daha önce görmedik!" diye hayıflanmışlardı.327[327]
Bu ilginç rivayetler, Şia'nın uydurduğu rivayetler değil, Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in sahih kitaplarında yer alan rivayetlerdir. Ama gelin görün ki, Ehlisünnet mensupları dahi henüz bu rivayetleri duymamışlardır. Üstelik bunları okuyanları da kâfir bilmektedirler.
"Allah, kâfir olanlara, Nuh'un ve Lut'un karısıyla örnek getirmededir; ikisi de, temiz kullarımızdan ikisinin nikâhı altındaydı, derken onlara karşı hainlikte bulundular da o iki temiz kul, hiçbir suretle onları Allah'ın cezasından kurtaramadı ve onlara 'Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin ateşe!' dendi."328[328]
Dostları ilə paylaş: |