Eğer sahabe hakkında tarafsızca bir inceleme yapacak olursak görürüz ki, Şia Kurân'ın, sünnetin ve aklın verdiği değer kadar sahabeye değer vermiştir. Ne gulât ve bazı aşırı gruplar gibi bütün sahabeleri tekfir ederler, ne de Ehlisünnet ve'l-Cemaat gibi bütün sahabeleri adil kabul ederler.
İmam Şerefuddin Musevî, bu konuda şöyle der:
«Bizim sahabe hakkındaki görüşlerimizi okuyanlar diğer tüm görüşlerden daha ılımlı olduğunu görürler. Ne gulat gibi saygısızlık ederek bütün sahabeyi kâfir biliyoruz, ne de çoğunun düşündüğü gibi bütün sahabelerin adil olduklarına inanıyoruz. Kâmiliye vb. gibi aşırı fırkalar sahabelerin hepsini kâfir bilmektedir. Ehlisünnet ise Resulul-lah'tan (s.a.a) bir şey işiten veya Resulullah'ı Müslümanken gören herkesin adil olduğuna inanır.
Bizler her ne kadar Peygamber'le oturup kalkmayı ve onunla sohbet etmeyi büyük bir saadet olarak görsek de, bu özelliğin başlı başına insanın masum olmasını gerektirdiğine inanmıyoruz. Sahabeler içerisinde tıpkı diğer insanlar gibi adil ve bilge insanlar vardı. Ama bunun yanı sıra asi, münafık ve meçhul kimseler de vardı. Biz daima sahabeler arasındaki adil kimseleri esas alıyor, dünya ve ahirette onların taraftarlığını yapıyoruz.
Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kardeşi ve vasisine karşı isyan edenleri, mesela, Hind'in oğlu Muaviye, Amr'ın oğlu As ve Ertad'ın oğlu Busr gibi günahkârları sevmez ve onların hadisine değer vermeyiz. Onlar henüz tanınmamışlar. Haklarındaki gerçekler aydınlanmadıkça da rivayetlerini kabul etmeyeceğiz.
İşte, hadis nakleden sahabeler hakkında bizim görüşümüz budur. Bu konuda bizim delilimiz ise Kurân ve sünnettir. Usul-u Fıkıh ilminde bu konu yeterince konuşulmuştur. Ama çoğunluk, adı sahabe olan herkesi takdis ederek aşırıya kaçmış, orta yoldan öteye adım atmıştır. İyi olanı da, kötü olanı da delil olarak alıyorlar. Peygamber'den bir kelime duymuş her Müslüman'a itaat ediyorlar. Bu, körü körüne itaatten başka bir şey değildir. Kim onlarla bu konuda aynı görüşe uymazsa, yani bu aşırılığı kabul etmezse, muhalefet edip onu mahkûm etmede sınır tanımıyorlar.
Bizim birçok sahabenin rivayetini reddettiğimizi, ravilerinin güvenilir olduğuna inanmadığımızı veya meçhul kabul ettiğimizi gördüklerinde dinî bir sorumluluk hissedip hakikati ortaya çıkarmak ve Peygamber'in sahih sünnetini elde etmek istememize rağmen şiddetle üzerimize geliyor ve bizi kınıyorlar. Bu doğrultuda hakkımızda kötü düşünüyor, bizi, kendi suçları olan cahillikle suçluyorlar. Eğer akıllarını başlarına alıp ilmî kurallara dikkat edecek olsalar, "Sahabelerin Adaleti Esasının" hiçbir delile dayanmadığını görürler. Eğer Kurân ayetleri üzerinde düşünecek olsalar, görüyorsunuz ki münafıklardan bahseden birçok ayet var. Sadece Tövbe ve Ahzab sureleri… bu konuda yeterlidir.»
Kahire Aynu'ş-Şems Üniversitesi'nde Arap edebiyatı öğretim üyesi ve Arap Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı olan Dr. Hâmid Hafnî Davud şöyle yazar:
«Şia'nın inancına göre sahabe de diğer Müslümanlar gibidir. Onlarla sonradan gelenler ve kıyamete kadar gelecek olan Müslümanlar arasında bir fark yoktur. Bunun sebebi, karşılaştıkları meselelerde onların tek terazilerinin olmasıdır. O da adalet terazisidir. Sahabelerin, diğerlerinin ve gelecek neslin bütün işlerini bu terazide tartarlar. Çünkü Peygamber'le oturup sohbet etmek ancak liyakati olan ve Peygamber'in risaletine amel eden kimseler için fazilettir.
Sahabelerden bazıları, Resulullah (s.a.a) döneminde yaşayan imamlar gibi, yani Hz. Ali (a.s) ve evlatları gibi masum idiler.
Bazıları, Peygamber'le ve Peygamber'den sonra Hz. Ali (a.s) ile en güzel biçimde geçinmiş olan adil kimselerdi.
Bazıları müçtehit olup hakikatlere ulaşmış, bazıları da müçtehit olup yanlışlıklara dalmıştır.
Bazıları fasık, bazıları da fasıktan daha beter olan zındık kimselerdir. Onların cezası diğerlerinden daha şiddetlidir.
Allah'ı sadece dilde ibadet edenler ise münafıklardır. Bazıları da nifaklarından vazgeçmeyen veya İslam'dan dönen kâfir kimselerdir.
Bu sözün manası şudur ki; çoğu kıble ehli olan Şiîler, bütün Müslümanları tek bir teraziyle tartıyorlar. Sahabeyi, tabiini ve sonraki nesli aynı gözde görüyorlar. Sadece Peygamberle konuşmuş olmanın haklarında özel bir inanç veya masumluk gerektirmediğine inanıyorlar.
Bu esaslar üzerine kendilerine, içtihatları doğrultusunda sahabeyi eleştirme ve adalet dereceleri hakkında görüş belirtme hakkı vermişlerdir. Böylece bazı sahabeleri, sahabeliğin hakkını vermedikleri ve Peygamber ailesine olan sevgilerini düşmanlığa dönüştürdükleri için eleştirmişlerdir.
Neden böyle olmasın ki? Yüce İslam Peygamberi buyurmamış mıdır; "Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum, onlara sarılırsanız asla sapmazsınız; biri Allah'ın kitabı, diğeri de Ehlibeyt'imdir. Bu ikisi Kevser Havuzu başında bana ulaşıncaya dek birbirinden ayrılmaz. O halde bakalım benden sonra onlara karşı nasıl olacaksınız?"
Şia bu ve bunun gibi birçok hadise dayanarak sahabenin çoğunun Ehlibeyt'e düşman olduğuna, onlardan bazılarını lanetlediklerine ve bu tavırlarıyla mezkûr hadise muhalefet ettiklerine inanmaktadır. Öyleyse sohbet ortamının tüm şartlarına sahip oldukları ve hepsinin adil olduğu nasıl söylenebilir?
İşte, Şia'nın sahabe hakkındaki görüşü böyledir. Sahabeden bazılarının adaletini bu gerekçelerle kabul etmiyorlar. Bu deliller ilmî ve hakikî delillerdir. Sözleri bu sağlam delillere dayanır.»
Dr. Hâmid Hafnî Davud başka bir yerde de şöyle itiraf ediyor:
«Sahabeyi eleştirmek Şia'nın bidati değildir. Geçmişte de Mutezile, itikadî konularda değil sadece sahabeyi, hatta halifeleri bile eleştirmişlerdir. Bu yüzden bazıları onlara katılmış, bazıları da bu görüşü benimsemeyerek muhalefet etmiştir.
Sahabeyi eleştirme konusu önceleri sadece derin bilgiye sahip âlimlere, özellikle de mutezile âlimlerine has bir özellikti. Daha öncesinde ise Âl-i Muhammed'in (a.s) taraftarlığını yapan Şiî öncüler ön ayak olmuşlardı.
Daha önce de dediğim gibi, kelam âlimleri ve Mutezile'nin büyükleri birinci yüzyıldan itibaren Şiî öncülere minnettar idiler. Dolayısıyla sahabeyi eleştirmek, Ehlibeyt'in hakkını savunan Şiîlerle başlamıştır. Gerçi eleştirideki bu şöhret, onların Şiî olmalarından değil, Şiîlerin akait ilimleri dalında maharetli olmalarından kaynaklanıyordu. Çünkü onlar bu ilmi tertemiz çeşmeden, yani Ehlibeyt imamlarından (a.s) almışlardı. Nitekim İslam'ın zuhurundan günümüze kadar gelen bütün İslamî ilimlerinin ve İslam kültürünün membaı Âl-i Muhammed'dir (a.s).»456[456]
Ben, hakikati arayan bir kimse için eleştiride bulunma kapısını daima kendisine açık tutması gerektiğine, aksi takdirde hakikatten mahrum kalacağına inanıyorum. Nitekim Ehlisünnet ve'l-Cemaat bu kapıyı daima kendisine kapalı tutmuş, sahabe konusunda araştırma yapmaksızın adaletine inanmış ve haktan uzak bir şekilde bugünlere kadar gelmiştir.
Dostları ilə paylaş: |