ÖZGÜN BASKI RESİM SANATÇILARI
Yakın zamana kadar sanatçılarımızın, çalışmalarını yağlıboya resimde yoğunlaştırdığını, zaman zaman baskı resim yaptıklarını görürüz. Ancak, son yıllarda çalımalarını baskı resimde yoğunlaştıran, ya da salt baskı resim çalışan sanatçılarımızın sayısı giderek artarken bu tekniklerden birinde uzmanlaşma da söz konusu olmaktadır. 1960’lı yıllardan başlayarak oldukça hızlı bir gelişim grafiği çizen Türk Özgün Baskı Resim Sanatı’nın gelişmesine çalışmaları ve çabaları ile katkıda bulunmuş sanatçılarımızdan; Aliye BERGER (1903-1974), Türkiye’de Baskı Resim Sanatı’nın zenginleşmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuş, konularını çevresindeki oluşumlardan ve yaşamın bütünü içinden seçmiş, Turgut ZAİM (1906-1974), yapıtalrını gelenekçi bir tavır ve yalın bir anlatımla çukur baskı ve linol üzerine yüksek baskı teknikleri ile gerçekleştirmiştir. Sabri BERKEL (1909), baskı resimlerini geometrik non-figüratif düzenlemeleri ile oluştururken, Muammer BAKIR (1926-1980), yöresel konuları tahta kalıbın liflerini kullanarak yalın bir anlatımla işlemiştir. Gündüz GÖLÜNÜ (1937), stilize, kuşbakışı peyzaj çözümlemeleri ile Güngör İBLİKÇİ, çukur baskı resimlerinde figürsüz soyut kurguları ile özgün bir yoruma ulaşır. Fethi KAYAALP doku-biçim ikilemi ile pertür tadında düzenlemelerini oluştururken, Türk Baskı Resim Sanatı’nın yaptığı aşamada büyük paya sahip Mustafa ASLIER (1926), Anadolu kökenli figür gruplarını geometrik bir mekan düzeni içinde ele alıp, yöreselliğin vurgulayıcı yönünü işler. Mürşide İÇMELİ, Türkiye’de baskı resim sanatının çağdaş bir teknik ve duyarlılıkla yayılmasına öncülük etmiş, daire ve figür yığınlarından oluşan simetrik düzenlemelerini çukur baskılarında ısrarla kullanır. Nevzat AKORAL (1926), özellikle tahta baskılarında Anadolu insanı ile ilgili anlatımlarını, simgeye dönüşmüş çağdaş bir kurgu düzeni ile sağlar. Süleyman Saim TEKCAN (1940), Türkiye’de ipek baskı tekniğini sanatsal amaçla kullanarak öncülük etmiş, son dönem çalışmalarında “Anadolu Uygarlıkları” serisinde Hititler’den bu yana oluşan birikimi, çağdaş bir dille aktarır. Ergin İNAN (1943), eski Türkçe kitap sayfaları da kullanarak çizdiği figürleri ve böcek desenleriyle süslediği çizgi düzenlemeleri ile kişisel bir anlatım geliştirir. Musatfa PLEVNELİ (1940), çukur baskılarını, doku-biçim ikilemi ile motif dokuları ve onların gerçekçi bir anlatımı ile oluşturur. Ali İsmail Türemen (1942), çukurbaskı resimlerinde, salt biçim ve resimsel dokuya ağırlık vererek insan figürlerini bir renk yığını içinde gizler. Hayati Misman (1945), düzenlemelerinin çatısını geometrik bölümler içinde büyük renk lekeleri ile oluşturur. En çok işlediği kadın ve kuş figürleri simgesel bir kişiliğe bürünür. Fevzi KARAKOÇ (1947), insan ve at figürlerinin dinamik yapısını yetkin ve güçlü tekniği ile bütünleştirerek lirik bir anlatıma ulaşır. Gören BULUT (1945), özellikle tahta baskıları ile kent dokusu içinde insan ilişkilerini irdeler, resmi, kendi plastiği içinde değerlendirir. Atilla ATAR (1945), pentür tadındaki renkli taş baskılarında düş ile gerçeklerin kesiştiği noktaları yatay ve dikeylerin oluşturduğu bir dengede yakalar. Güler AKALAN (1954), çukur baskı resimlerinde doğayı geometrik parçalara ayırarak iki boyutlu düzenlemeler yapmaktadır. Bu sanatçılardan Mustafa ASLIER, çukur baskı ve yüksek baskı, Ergin İNAN, Mürşide İÇMELİ, Hayati MİSMAN, çukur baskı, Fevzi KARAKOÇ, çukur baskı ve taş baskı, Süleyman Saim TEKCAN, ipek baskı, Atilla ATAR, taş baskı, Gören BULUT, tahta baskı dalında uzmanlaşmışlardır. Çeşitli sergilere baskı resimlerini veren Sema Ilgaz TEMEL, İlhami ERCİVAN, Basri ERDEM, İsmail Hakkı DEMİRTAŞ, Ahmet Aydın KAPTAN, Ayşeygül İZER, Emin KOÇ, Mahmut DURMUŞ, Uğurgün PAMİR, Sema BOYANCI, Muhammet ŞENGÖZ, Devabil KARA, Mürteza FİDAN, Şakir GÖKÇEBAĞ ve daha bir çok sanatçının Türk Baskı Resim Sanatı’na katkılarını belirtirken, boya resim ya da heykel çalışmalarının yanında baskı resim yapmış ve yapmakta olan sanatçıları da saymakta yarar var. Bu sanatçılardan ilk akla gelenler; Bedri Rahmi EYÜPOĞLU, Ercüment KALMIK, Nurullah BERK, Ferruh BAŞAĞA, Mümtaz YENER, Cihat BURAK, Nuri İYEM, Neşet GÜNAL, Orhan PEKER, Abidin DİNO, Adnan TURANİ, Nevide GÖKAYDIN, Ali Teoman GERMANER, Özer KABAŞ, Devrim ERBİL, Zühtü MÜRİDOĞLU, Erol DENEÇ, Ercan GÜLEN, Alaaddin AKSOY, Asım İŞLER, Şükrü AYSAN, Mehmet GÜLER, Gül DERMAN, Hasan PEKMEZCİ, Hüseyin BİLGİN, Zafer GENÇAYDIN, Zahit BÜYÜKİŞLEYEN, Halil AKDENİZ, Mehmet ÖZER, Berna TÜREMEN, Nail PAYZA, Mehmet UYANIK, Kadri ÖZAYTEN, Filiz ÖZAYTEN (Başaran) İbrahim ÇİFTÇİOĞLU, Aydın AYAN, Teoman SÜDOR, Gülseren SÜDOR, Tayfun ERDOĞMUŞ, Şenol YOROZLU’dur.
BASKI RESİM NEDİR?
Kalıbın hazırlanmasından basımına kadar geçen tüm aşamaların sanatçı tarafından gerçekleştirilip, sanatsal amaçla kağıda ve benzeri malzeme üzerine basılarak çoğaltılması yoluyla yapılan resme BASKI RESİM denir. Baskı resimler belirli sayıda basılır, sanatçısı tarafından imzalanır ve kullanılan kalıp baskı bitiminde yok edilir.
Baskı Resim sözcüğü ilk kez 1972 yılında Mustafa ASLIER tarafından kullanılmış ve kısa sürede belirlenmiştir. Daha önceleri sanat grafiği, gravür, kazı resim şeklinde adlandırılan Baskı Resim, estetik değerler ve özgünlük açısından boya resminde farklı değildir. Tek önemli fark baskı resimin belli sayıda çoğaltılmasıdır. Baskı resim estetik anlatım biçim ve teknik zenginlikleri nedeniyle sanatçılara geniş olanaklar sağlamaktadır. Sanatçıya çok değişik ve çeşitli olanaklar sağlayan baskı resim şu şekilde sınıflandırılabilir.
-
Yüksek Baskı, Linol Baskı, Ağaç Baskı,Ağaç Gravür, Metal Üzerine Yüksek Baskı.
-
Çukur Baskı, Elle Oyma Teknikleri, Asitle Aşındırma.
-
Düz Baskı, Taş Baskı.
-
Şablon Baskı, İpek Baskı.
BASKI RESMİN TARİHÇESİ
Çukur Baskı ve Yüksek Baskı:
Sert yüzeyleri çizgilerle oyarak desen yapma, eski çağlardan bu yana kullanılan tekniklerden biri olarak kabul edilir ve insanın bu eğilimi paleolitik devirden beri görülmektedir. Kaya, boynuz ve kemik gibi malzemeler üzerine sivri bir aletle meydana getirilen çizgiler, bugünkü sanatçının kol kuvvetiyle kullandığı çelik kalemin (Burin) bakır levha üzerinde meydana getirdiği çizgilerle benzer özelliktedir. Sümerler oyulmuş silindir mühürleri kil üzerinde döndürerek baskı tekniğini kullanmışlardır. Bu işlem ilk baskı yöntemi olarak kabul edilebilir. Tarih boyunca metal ustaları silah, zırh, at koşumları, çeşitli ev eşyaları ve takı gibi altın, gümüş veya bronzdan yapılmış değişik madenleri sivri aletlerle oyarak süslemişlerdir. Bu insanlar yaptıkları işlerin etkisini görebilmek için oydukları desenleri yumuşak kil üzerine basmış olabilirler. Ancak bugünkü baskı sanatının temelleri kağıdın bulunuşu ile atılacak, çelik kalem ile çalışan ustalar için yepyeni bir anlatım olacaktır. Batı Avrupa’da oyulmuş tahta ve metal levhadan ilk kez hangi tarihte baskı yapıldığı bilinmiyor. Ancak bu tekniklerin, kalan eski örneklere dayanarak, XV. yüzyılda Avrupa’nın bazı ülkelerinde kullanıldığı söylenebilir. Bir başka önemli bulgu da tahta baskıların metal baskılardan daha önce asitle yedirme tekniğinin ise bu iki teknikten daha sonra kullanıldığıdır. Baskı tezgahının bulunuşu ile tahta baskılar dini kitapları süslemek amacıyla kullanılmış baskı için madeni levha oyma yöntemi ise ilk defa olarak bu devirde metal oymacılığının ustası olan kuyumcular tarafından geliştirilmiştir. Bu devirde Almanya ve İtalya’da kullanılan kalburlama yönteminde, madeni levhanın üzerinde sayısız noktacıklar meydana getiren bir teknik kullanılmaktadır. Bu teknikte çekiçle vurularak oyuklar yapılıp, boyanan levhanın üzerine kağıt bastırılarak baskılar elde edilmektedir. Bu baskılarda oyuntular beyaz, diğer kısımlar ise siyah çıkmakta, aynı levhanın oyukları mürekkeple doldurulup yüzeyi temizlenerek basıldığında ise oyuklar siyah, diğer kısımlar ise beyaz olarak çıkmaktadır. Böylece tek levhadan birinin zıddı iki baskı elde edilmektedir. Bu baskı çukur baskının kaynağı olarak kabul edilir. Bu baskıları yapan kişilerin bugünkü anlamıyla sanatçı olamayıp asil kişiler veya kil, ise emrinde çalışan zanaatçılar olduklarını belirtmek gerekmektedir. Bu devrin diğer bir baskı resim türü ise “Niello” tekniğidir. Bu teknikte bakır, gümüş veya altın levha üzerindeki oyuklar siyah kimyevi bir madde ile doldurularak yüzeyde siyah beyaz değerler elde edilmektedir. İtalyan kuyumcusu Maso Finiguerra (1426-1464), ilk nielloculardandır. Usta bir oymacı olan Finiguerra, Floransa’da kendinden sonra yetişecek olan baskı sanatçılarını etkileyecektir. Ancak Finiguerra’nın atölyesinde yapılan baskılar dekoratif amaçlarla yapılmaktadır. Ondan sonra yetişen baskı resim sanatçıları salt baskı sanatı yapmak için levha oymaya başlamışlardır. Antonio Pollaiolo (1429-1498), baskı resim sanatının ilk büyük sanatçılarındandır ve o da Niello atölyelerinde çalışmıştır. Baskı resim tekniklerini kullanan sanatçılardan biri olan Albert DÜRER, baskı sanatının en büyük ustalarındandır ve tahta baskı, bakır üzerine kuru kazı ve asitle yedirme tekniklerini kullanmıştır. Çizgi, nokta ve çapraz taramanın bütün imkanlarını kullanan Dürer, ayrıntıları büyük bir titizlikle, incelikle oymuş, kullandığı değişik dokularla siyah beyaz dengesini özenle kurduğu yapıtlar üretmiştir. Devrin ikmi araştırmaları, çözümlenemeyen sorunlar, insanın değişmekte olan çevresiyle ilişkileri Düren’in baskılarında dramatik ve buruk bir atmosfer içinde yansıtılmıştır. Baskı resmi kısa zamanda bir çok sanatçı tarafından benimsenmiş, büyük ressam Rafaello, İtalya’da bir grüvür okulu kurarak öğrencilere resimlerin eskilerinden gravürler yaptırmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda çoğaltma amacını aşarak baskı resim sanatına yenilikler getiren ustalar yetişmiş. Bu sanatçıların eserleri ve geliştirdikleri yöntemler, günümüz sanatçılarına dek etkisini gösterecektir. Bu grubun en büyük ustası Rembrandt’tır. İlk önceleri salt dağlama tekniğini kullanan Rambrandt, sonraları buna kuru kazı tekniğini de eklemiş, daha sonra ise desenlerinde kullandığı rahat ve coşkulu kalem darbelerine madeni levha üzerine kuru uçla işlemiştir. Bu devrin diğer bir ustası Hercules Sogers, çukur baskıda renk ile denemeler yapan ilk sanatçıdır. XVII. yüzyılda İngiltere, Fransa ve Hollanda’da gelişen kazı resim okullarında baskı sanatına resmi çoğaltan ve taklit eden bir sanat dalı olarak bakıldığında gravürde resim etkisi oluşturacak yöntemlerin aranmasına devam edilmiştir. Yumuşak ve dolgun dokular sağlayan leke baskı ve siyah tarz teknikleri ilk olarak bu dönemde kullanmılmıştır. VXIII. ve XIV. yüzyıllarda kazı resim sanatı kalıplaşmış bir duruma gelmiştir. Asit ve yedirme, siyah tarz, çelik kalem tekniklerinin kullanıldığı büyük boyutlardaki çelik levhalarla yağlıboya resimlerine çok benzeyen baskılar yapılmış, ancak bu tekniklerin hemen hepsi salt resmi taklide yönelmiştir. Bu anlayışı benimsemeyip dilediği gibi çalışan Francisco Goya, (1746-1828), leke baskı tekniğini ustaca kullanan bir sanatçıdır. İngiltere’de ise William Blake teknik yönde araştırmalar yapmış ve baskı resime yenilikle getirmiştir. XX. yüzyılın başlarında Jacques Villon gibi sanatçılar ise yeni yeni uygulamalara yönelmişlerdir. Villon, modern baskının babası sayılır. Fovizm ve Kübizm’den etkilenen sanatçı, 1910’da çizgi ağları ile Kübist bir Esbast yaratarak baskı resim sanatçılarının halen kullandıkları çok modern ve değişik bir Esbast anlayışını baskı resime uygulamıştır. Gravür sanatında XVII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar yağlıboya tabloları kopya ederek çoğalma yöntemleri ağır basmış, bu dönemde yağlı boya, sulu boya veya desen gibi tekniklerden daha az önemsenmiştir. Baskıların çoğunlukla siyah beyaz olarak yapılması ve çoğaltılarak daha ucuza satılabilmeleri, halkın gözünde onları fakirlerin tablosu durumuna düşürmüştür. Stanley William Hayter gravür sanatçılarının grup halinde çalışarak kazı resminde yeni anlatım olanaklarının faydalarına inanmış ve bu amaçla 1927 yılında, Paris’te, sonraları Atölye 17 adı ile tanınacak olan atölyesini kurmuştur. Atölye 17’nin sanatçıları çelik kalem, kuru kazı, yedirme ve tozlama gibi gravür tekniklerinin sonsuz olanaklar sağlayabileceğini ve bu tekniklerin sistemli olarak araştırılıp geliştirilmesi sonucunda baskıresim başlı başına bağımsız bir sanat türü olarak ortaya çıkabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu açıdan hareket ederek çalışmalarını sürdüren sanatçılar, 1933 yılında levha yüzeyinde çelik kalem ile valörlerin mekanik üretimini anlamsız bularak gerektiğinde nötr bir yüzey sağlayabilecek yöntem olan yumuşak vernik üzerine doku yapma işlemine başlamışlardır.
Atölye 17’nin sanatçılarından olup 20.yy gravürüne teknik yönden büyük katkılarda bulunan Max Ermst, değişik dokuları bir levhada toplayarak kolay yöntemine uygulamıştır. Beyaz tümsek (rölyef) kullanma Japon tahta baskıcıları tarafından daha önceden bilinmekle beraber tek değişik yükseltideki tümsekler ve çukurlarla renkli baskı yapmak 1933 tarihinde ilk defa bu atölyede kullanılmıştır. Bu atölye sanatçılarından Hayter’in gravür sanatına getirdiği en büyük yenilik, renk veren elemanların içindeki yağ miktarından ve oyulan levhanın tümseklerinden faydalanılarak tek baskıda tek levha ile değişik renklerin bir arada kullanılması olmuştur. Hayter’in ileri sürdüğüne göre gravürün, resim ve heykel sanatları ile birçok ortak yanları vardır. Bu sanatların her çeşit doku ve değerleri gravür teknikleri ile verilebilir. Hatta büyük örnekliğe sahip olan baskı sanatlarında daha denenmiş birçok yollar vardır ki malzemenin vereceği beklenmedik sonuçlar sanatçıların yeni araştırma olanakları sağlayacaktır. Deneme ve araştırmalara açık olan baskı sanatları zamanımızın en önemli anlatım yollarından biri durumundadır.
ÖZGÜN BASKI RESİM SANATI TEKNİKLERİ
Özgün baskı resim kalıpları, genelde, elle yapılan işlemlerle ve sanatçısı tarafından yapılmaktadır. Sanatçı bu işlemlerin hemen her aşamasında, biçimsel oluşmayı ve yaratmayı sürdürmektedir. Çeşitli işlemler için, aletler, makinalar, yeni teknikler ve malzemeleri kullanabilir. Yeni yardımcı teknikler ve yeni malzeme özgün baskı tekniklerinin şekillendirme olanaklarını ve sanatçının görsel dilini zenginleştirir. Sanatçının amacı tüm olanaklardan yararlanarak yeni ve özgün bir baskı elde etmektir. Özgün eser bütün yaralanılan malzeme ve tekniklerin sonucu olarak ortaya çıkar. Malzeme ve teknikler var olan bir eseri basarak çoğaltmak için değil , var olmayan orijinal eseri yaratıp yapmak için kullanılır. Özgün eser, yaratma olayı sırasında oluşur ve baskı sırasında doğmuş olur. Kaç tane basılırsa o sayıda eser doğmuş demektir. Özgün baskı teknikleriyle hazırlanan kalıptan baskıyı da sanatçısı genellikle kendisi yapar. Kalıbın tamamladığı kanısına varabilmek için deneme baskıları yapmak gereksinimi duyar. Deneme baskılarda aldığı sonuçlara göre kalıpta değişiklikler yapabileceği gibi, baskının renk ve diğer niteliklerini de saptayabilir. Bu saptamalara göre baskıda kullanılacak boyalar, renkler ve baskı nitelikleri ayarlanır. Sanatçı baskıları bu işi iyi bilen bir ustaya yaptırsa bile, kendi basıyormuş gibi ilgilenmek, denetlemek durumundadır. Özgün baskı sanatı çalışmalarında bugün en çok yararlanılan teknikler, teknik özelliklerine göre gruplandırılabilir:
-
Yüksek Baskı Teknikleri,
-
Düz Baskı Teknikleri,
-
Çukur Baskı Teknikleri,
-
Elek Baskı Teknikleri.
A- Yüksek Baskı Teknikleri
Bu tekniğin özelliği, düz kalıp yüzeylerinde basmayacak yerlerin oyularak çukurlaştırılması, yüksekte kalan yerlere tampon veya merdane ile boya verilerek baskı yapılmasıdır. Yüksek baskı kalıpları genellikle ağaç yüzeylere oyularak veya kazınarak yapılır. Ağaç dışında oymaya veya kazımaya elverişli çeşitli muşambalar (linolyum vb.), kurşun levhalar da kullanılır. Asitten yararlanarak, çinko ve bakır levhalar da oyulabilir. Ayrıca çeşitli malzeme çeşitli dokular, yüzeyler ve biçimler elde etmek üzere doğrudan baskıda kullanılabilir. Oyularak yapılmış tahta kalıplardan resim basma tekniği Çin’de 3.yüzyılda ortaya çıkmıştır. 105 yılında Çin’de kağıdın yapılabilmesi baskı sanatının doğumunu hazırlamıştır. 12.yüzyılda bir resim yapma ve çoğaltma tekniği olarak yayıldığını görüyoruz.
17.yüzyılda tahta kalıplardan çok renkli özgün baskılar yapıldığını ve bu tekniğin Japonlarca da benimsendiğini biliyoruz. Tahtaya resim kalıpları oyma tekniği Ortaçağ’ın sonlarında Avrupa’da kutsal kitap resimleri için baskı kalıpları yapmakta kullanılmaya başlanmıştır. Rönesans öncesi Avrupa’sında kitapların sayfalarının olduğu gibi tahta bloklara oyularak basıldığını görüyoruz. İşte bu kitaplara konulan resimlerde aynı teknikle basılıyordu. 1440 yıllarında harfleri dizerek sayfa kalıplarını oluşturma tekniği Gutenberg tarafından bulunduktan sonra, tahta kalıplar yalnız resim baskıları için kullanılır olmuştur. Kutsal resimleri çizen ve boyayan resim ustalarının asıl resmi veren çizimi kalıptan basarak sonra boyamak gibi daha kolay üretme tekniğine yönelmeleri bu teknikle özgün resimler yapma yolunu açmıştır. İlk kağıt fabrikasının 1390 yılında, Nürnberg’de kurulduğunu biliyoruz. Kağıt yapımındaki gelişme resim baskısınında gelişmesine yardımcı olmuştur. Rönesans döneminde Almanya’da Albrecht Dürer, Lucas Granach, Holbein gibi ressamların tahta kalıplardan resimler bastıklarının görüyoruz. İtalya’da Ugo da Carpı, 1516 yılında, tahta kalıplarla renkli basma tekniğini geliştirmiştir. Bu ustalar batı kültürü dünyasında ilk özgün baskı sanatı örneklerini vermiş sayılırlar. Onlardan bu yana, yüzyılımızın başına kadar geçen sürede yüksek baskı tekniği ile yapılan özgün baskılar resim sanatı içinde belirgin bir yer almaz. Tekniğin daha çok bir reprodüksiyon kalıbı yapma yönünde geliştiği görülür. Renk, çizgi, biçim gibi görsel öğelerin kendi değerlerinin resim sanatında öne çıkması yüzyılımızın başında bilinçli olarak ele alınmıştır. Renklerin renk, yüzeylerin yüzey olarak değer kazanması özgün baskı tekniklerine sanatçıların ilgisini çoğaltmıştır. Alman ve Fransız dışavurumcularının ardından soyut resmin çeşitli sanatçıları bu teknikle eserler vermişlerdir. İki dünya savaşı arası ve sonrası özgün baskı sanatının dünyaya hızla yayılma dönemi sayılabilir. Bugün diğer tekniklerde olduğu gibi yüksek baskı teknikleriyle eser veren pek çok özgün baskı sanatçısı vardır. Ağaç kalıp olarak şimşir, frenk çınarı, ıhlamur tahtası, kiraz, elma, armut, akça ağaç en çok kullanılan kalıp çeşitleridir. İnce izler kazımak için ağacın liflerine dikey kesitten elde edilen tahtalar kullanılır. Büyük izli oymalar için liflere paralel kesilmiş tahtalar kullanılmaktadır.
B- Düz Baskı Teknikleri
Özgün baskılar için kullanılan düz baskı tekniklerinin ilkel şekli monotipi adıyla bilinenidir. Cam veya parlak metal bir levhaya merdane ile baskı boyası verildikten sonra bu levha üzerine yatırılan kağıdın arkasına bir kalem veya benzer bir araçla çizilerek baskı elde ediler. Resim çizilirken baskı da oluşur. Yalnız bir baskı elde edildiği için bir baskı anlamına monotipi denilmiştir. Bu teknikte de çeşitlemeler yapılabilir. Boya verilmiş levha üzerinde silme, kazıma, boyama yolu ile elde edilen resim bir kağıda basılarak da baskı resim elde edilebilir. Düz baskının en çok kullanılan ve yaygın olanı taşbaskıdır. Taşbaskı (litografi) sözcüğünün kökü eski Yunanca’dır ve “taş üzerine yazılmış” anlamına gelir. Baskı kalıbı olarak kullanılan taş %98 kalsiyum karbonat ve bikarbonatlardan oluşmaktadır. Mikroskobik deniz canlılarının kabuklarından yer tabakalarının basıncı altında ve milyonlarca yıda oluşmuştur. Bu taşın temiz yüzüne yağlı kalem ve boyalarla çizilen resim, bir oyma veya kabartmaya gerek kalmadan, basılabilir. Taşın çok sert olan dokusu hem suyu, hem yağı iyi tutar. Bu özelliği nedeni ile basmayacak yerler ıslak tutularak yağlı kalem veya boya ile çizilen resme merdane ile baskı boyası verilebilir ve bu boya baskı ile kağıda geçirilebilir. Taşın bu özelliğini ilk bulan ve değerlendiren Prag’lı Alois Senefelder’dir. 1799 yılında bu buluşunun belgesini almış, 1826’da ilk çok renkli litografiyi, 1833’te bu teknikle bir yağlıboya resmin renkli benzer baskısını yapmıştır. Litografi tekniği bugün yalnız özgün baskı sanatının hizmetindedir. Öğretim kurumlarının ve sanatçıların atelyelerinde bütün olanaklarından yararlanılarak özgün baskı resimler yapılmaktadır. Artık tarihsel örnek durumundaki el presleri yeniden sanat atelyelerinde işler olmuşlardır. Taş kalıp bulma zorluğu, taş yerine grenli çinko veya aliminyum levhaların kullanılması ile giderilmektedir.
C. Çukur Baskı Teknikleri
Bu tekniklerde kalıp olarak, bakır, çinko veya çelik levhalar kullanılır. Başka çeşitli metaller denense de, en başarılı sonuçlar bakır ve çinko levhalarda alınmaktadır. Kalıpta çizgiler, çeşitli koyulukta lekeler, yumuşak ton geçişleri, sert ve yumuşak çizgiler, dokular elde edebilmek için çeşitli kazıma, oyma, yedirme araç gereç ve malzemesi kullanılır.
Tekniğin özelliğine göre şu çeşitler belirtilebilir:
-
Elle kazıma: sivri veya sivri üçgen kesitli çelik kalemlerle resim metal üzerine doğrudan kazınarak elde edilir. Kazıma yolu ile oluşan çukurlara ve bu çukurun yanında oluşan çapaklara giren boya, diğer yerlerdeki boya silindikten sonra nemlli kağıtlara preste baskı ile geçirilir.
-
Yedirme yolu ile oyma: Metal plakanın yüzü aside dayanıklı özel lakla kaplandıktan sonra plak üzerine çelik sivri uçlarla resim çizilir. Çizgi ve taramalar veya noktalarala istenen yüzey, ton ve dokular resmedildikten sonra, metalin üzerindeki bu resim asitle yedirilerek resim olan yerler oyulur. Kalıptaki lak temizlendikten sonra oyulmuş yerlere baskı boyası verilir, yüksekteki boyalar silinir, preste baskı ile resim nemlli kağıda geçirilir.
-
Akuatinta: Metal plak üzerine toz reçine veya asfalt serpildikten sonra tozlar ısıtılarak eritilir. Plak üzerinde aside dayanıklı laklarla kapatmalar yaparak, açık kalan yerlere asitle yedirerek resmi yapma işlemi sürdürülür. İstenilen koyu ve açık tonları elde edecek şekilde kapama ve yedirmeler yenilenir. Sonuçta lak ve reçine artıkları, benzin, ispirto veya tinerle temizlenir. Çukurlara boya verilir, yüksekteki boyalar silinir ve preste baskı yapılır. Reçine ve asfalt tozu yardımı ile elde edilen tepecik ve çukurlardan oluşan sık doku ezilerek veya kazınarak tonların açık ve yumuşak geçişli olması sağlanır.
-
Mezzotinta: Bu yöntemde çeşitli dişli bıçak veya ruletler (dişli silindircik) kullanarak metal plak üzerinde çukurluk ve çapaklardan dokular oluşturulur. Kullanılan bıçak ve ruletlerdeki diş kalınlığına göre çeşitli karakter ve derinlikte dokular elde edilebilir. Bu dokular ezilerek ve kazınarak çukur ve çapak derinlikleri değiştirilir. Diğer yöntemlerde olduğu gibi baskı yapılır.
-
Baskı, sıçratma, aktarma teknikleri ve diğer teknikler: metal plak üzerine yumuşak lak sürülüp, bu lakın üzerine çeşitli malzemelerle baskı yaparak istenilen doku izleri elde edilebilir. Vernik veya özel lakta erimeyen, asit veya suda eriyen tozlar (şeker, kum, pomza tozu vb.) vernik veya lakla beraber metalin yüzeyine sürülür. Lak kuruduktan sonra plaka aside atılınca tozlar erir ve açılan izlerini asit yer. Bu yöntemle çeşitli ince ve kalın dokular, etkiler elde edilebilir. Bu tür denemeler sanatçıların hem kendi dillerini, hem de çukur baskının olanaklarını zenginleştirmektedir.
Çukur baskı tekniklerinin özgün baskılarda kullanılmasının XV. yüzyılda Avrupa’da başladığını görüyoruz. Bakır plakaların kazınması tekniğinin daha antik çağlarda kuyumcular tarafından kullanıldığını biliyoruz. Bakır ve çelik plakaların kimyasal eriyiklerle yedirilmesi tekniği de daha çok silah ustaları ve silah süslemecileri tarafından kullanılıyor ve biliniyordu. Kuyumcular ve silah süslemecileri oyulan motifi daha keskin göstermek için, oyulan yerleri siyah maddelerle dolduruyorlardı. Süslemelerin kopyasını elde etmek için oymaları kağıda bastıkları da oluyordu. Bu çalışmalar giderek resim basmak amacıyla plak oymayı doğurmuştur. Kazıma bakır kalıplarından ilk resim baskıları XV. yüzyılda Orta Avrupa’da görülür. İlk bilinen kazıma baskıları ES işaretli “Usta ES” diye anılan sanatçı tarafından Almanya’da yapılmıştır. Onun etkisi ile bakır ve kazıma çalışmalarına başlayan ilk büyük ressam sanatçı Martine Schongauer’dir (1430-1491). Bir kuyumcunun oğludur, çok sayıda kazıma tekniği ile özgün resimler yapmıştır. Hemen onun ardından ve onun etkisinde kalan Albert Dürer’in bu teknikle eserler yaptığını görüyoruz. Elle çizilmiş kalıbı kimyasal yolla yedirerek oyma tekniğini ilk değerlendiren Agusburglu sanatçı Daniel Hopfer’dir. Kısa süre sonra aynı teknikten Dürer de yararlanmaya başlamıştır. Aynı yıllarda İtalya’da Mantegna’nın her iki yolla eserler verdiğini biliyoruz. 1645 yılında bu tekniklerle ilgili bilgiler Abraham Bosse tarafından ilk kez yayınlanmıştır. 1642 yılında bir amatör olan Ludwigvon Siegen tarafından Mezzontinta tekniği bulunuyor ve tekniğin koyu açık yüzeyler oluşturma olanağı zenginleşiyor. XVIII. yüzyılda Fransız Jean Babtiste Lebrince tarafından Akuantinta tekniğinin de bulunması ile çukur baskı ressamların daha da çok ilgisini çekmeye başlıyor. Hollanda’da Van Dyck (1549-1641) ve Rembrandt (1606-1699), çukur baskı ile özgün baskı sanatının sanat olarak değerini kabul ediyor ve ettiriyorlar. Fransa’da François Bucher (1703-1770) hem ustası Watteau (1684-1721)’nun eserlerinin benzer baskılarını, hem de kendi özgün baskılarını bu teknikle yapmıştır. İspanya’da Francisco Goya (1746-1828) yedirme ve Akuatinta tekniğinden yararlanarak, bugün de etkisini sürdüren özgün baskı eserleri vermiştir. Onun “Caprichos” olarak bilinen özgün baskı dizisi sanat tarihinin önemli bir olayıdır. Özgün baskının anlatım gücünün kanıtı olan bu resimler dünyanın baş eserleri arasında sayılır. Fotomekanik teknikler ve makinalar bulununcaya kadar çukur baskı tekniklerinin giderek benzer baskı aracı olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. Yalnız çukur baskı değil, yüksek baskı ve litoğrafide XVIII. ve XIV. yüzyıllarda, benzer baskı tekniği olarak, teknolojik bir gelişme dönemine giriyor. Yüzyılımızın başına kadar bu gelişme, özgün baskı tekniği olarak kullanılmasını gölgeliyor. Ancak bir yandan da bu tekniklerle renkli eserler basılabileceği teknik olarak kanıtlanmış oluyor. Fotomekanik teknolojilerinin benzer baskı kalıplarını yapmada daha başarılı ve verimli bir düzeye ulaşması bu teknikleri yalnız sanatçıların yaratma aracı olarak kullanılacağı bir yere getiriyor. Yüzyılımızda önce açıkladığımız nedenlerle özgün baskı tekniklerine sanatçıların ilgisi artıyor. Geçen yüzyılın sonlarından bu yana Fransa’da Corot, Manet, Rodin, Degas, Gaugin, Picasso, Chagal, Derain; Almanya’da Corinth, Slevoght, Liebermann, Meid, Orlig; İskandinavya’da Munch; İngiltere’de Moore gibi sanatçıların bu tekniklerle de özgün eserler verdiklerini görüyoruz. Bütün dünyada sanatçı yetiştiren kurumlarda hem bir eğitim hem de yaratıcı resmetme aracı olarak ele alınmakta ve öğertilmektedir.
D. Elek Baskı Teknikleri
Serigrafi, Filmdruk, Şablon Baskı adlarıyla da anılan bu teknikler Çin’de ve Japonya’da yüzyıllar önce kumaşlara baskı yapmak için kullanılmıştır. İpekli sentetik ve metal ipliklerle dokunmuş bir dokuma, çerçeveye gerilerek elde edilen eleğin basmayacak yerleri kapatılır. Elde edilen kalıbın bir kağıt üzerine oturtulması eleğin içine konan baskı boyasının sıyrılarak alttaki kağıda geçirilmesiyle baskı elde edilir. Kalıbın dokuması üzerine uygulanan kapatma, açık bırakma işlemleri için çeşitli malzeme ve yardımcı tekniklerden yararlanılır:
-
Kesme, oyma şablonları kağıttan ve çeşitli yapışkan düz tabakalardan oyularak hazırlanır. Bu şablonlar eleğin dokumasına yapışkanlarla veya ütü ile yapıştırılır. Keskin kenarlı, geniş yüzeyli resimler veren ilkel ve kolay bir kalıp hazırlama yoludur.
-
Resim eleğin dokuması üzerine yağlı kalem ve mürkkeple resmedilir. Sonra eleğin tüm yüzü Kolloidal eriyiklerle sürülerek kapatılır. Kurutulduktan sonra yağlı kalem ve mürekkep izleri benzinle silinir. Basacak yerler açılmış ve kalıp baskıya hazırlanmış olur.
-
Işığa duyarlı maddeler Kolloidal eriyik durumunda eleğe sürülür ve kurutulur. Elek ışığa duyarlı durumdayken üzerine saydam folyeler üzerine çizilmiş ve boyanmış resimler ışık yardımıyla kopya edilir. Resim olan yerler ışıktan etkilenmez. Açık yerlerden geçen ışık duyarlı tabakayı sertleştirir. Yıkanarak sertleşmeen yerler açılır ve kalıp kurutularak baskıya hazır duruma getirilir.
-
Resmin siyah beyaz değerleri fotografik yolla filme geçirilir. Bu yolla özgün resmin her rengi ayrı film çekilebilir. Bu filmlerdeki resim izleri ışığa duyarlı maddeler yardımıyla eleğe geçirilir. Bu teknikten daha çok benzer baskılar (reprodüksiyon) yapmak için yararlanılır. Sanatçı özgün resim yapılması aşamalarında bu teknikten yararlanabilir. Bu durumda özgün resim baskıdan sonra ortaya çıkar. Önceden proje niteliğinde resimler yapılmış olabilir. Ancak baskıdan önce baskının benzetilmeye çalışıldığı bir orijinal resim ortada yoktur. Bu sayılan tekniklerin çeşitlemeleri karışık kullanılmaları gibi pek çok yeni olanaklardan yararlanılmıştır. Elek baskının özgün baskı sanatı alanında kullanılması oldukça yeni bir olaydır. 1850 yılında Lyon kentinde ipekli kumaşa renkli süslemeler “Lyon Emprimeleri” basmak için kullanıldığını biliyoruz. Bu iş 1870’de İsviçre’de ve Almanya’da 1900 yıllarında Amerika’da yapılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşı sırasında teknik Amerika’da geliştiriliyor, endüstri değeri kazanıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra elek baskı özgün resim baskısı aracı olarak benimseniyor. Hans Alp, Joseph Albers, Willi Baumeister, Victor Vasarely, Jacson Polloc, Robert Rauschenber, Andy Warhol gibi ünlü ressamlar bu teknikten yararlanarak özgün resim baskıları yapıyorlar. Bugün özellikle çok renkli resim baskılarında sevilen ve yeğ tutulan bir özgün baskı tekniği olarak çok yaygındır.
TÜRKİYE’DE ÖZGÜN BASKI RESİM SANATI
Kağda yazı ve resim basabilme tekniklerinin kullanılması ile, özgün resim basmak için ortam hazırlanmış olur. İstanbul’da yüksek baskı tekniği ile ilk kitap 1493 yılında yahudi yazısı ile basılmıştır. 1567 yılında ilk Ermenice, 1627 yılında ilk Rumca kitabın basıldığını biliyoruz. İlk Türkçe kitap, o zamanki yazımız olan Arap yazısı ile 1729 yılında İbrahim MÜTEFERRİKA tarafından basılmıştır. İbrahim MÜTEFERRİKA baskılarına kadar geçen sürede İstanbul’da, özgün baskı resim öncüleri sayılabilecek baskılar yapılıp yapılmadığı konusunda derlenmiş bilgiler ve örnekler yok. Gene de kitaplara verilen bazı resim ve şemaların tahtaya oyulmuş kalıplarla basıldığı kabul edilebilir. İbrahim MÜTEFERRİKA’nın 1730 yılında bastığı Tarihi Hindi Garbi isimli kitabı ile, resim basma tekniğinin İstanbul’da uygulandığını belgeleriyle kanıtlayabiliriz. Bu kitapta şimşire oyulmuş kalıptan yüksek baskı tekniği ile, basılmış 13 resim ve bakır levhaya oyulmuş kalıptan, çukur baskı tekniği ile basılmış bir dünya haritası bulunmaktadır. Harita baskısında görülen izlerden bakır levhanın balmumu tabakası ile kaplandıktan sonra harita çizgileri ve yazıların kazınarak açılıdığı, sonra bakır levha yedirilerek çizgi ve yazı izlerinin çukurlaştırdığı anlaşılmaktadır. İbrahim MÜTEFERRİKA 1733 yılında bastığı, Katip Çelebi’nin Cihannuma adlı kitabındaki haritaları da çukur baskı tekniği ile, bakır kalıptan basmıştır. İbrahim MÜTEFERRİKA’nın Tarihi Hindi Garbi’deki yüksek ve çukur baskı kalıplarını kendisinin yaptığı kabul edilebilir. Türkçe baskı yapan ilk basımevini gerçekleştiren bu büyük ustanın kitaptaki 40 haritanın bazılarının altında Ahmedül Kırımi, Mıgırdıç Galatavi, Tophaneli İbrahim gibi ustaların adları görülmektedir. MÜTEFERRİKA, basımevinin işi çoğaldıkça yanına yeni ustalar almış ve yetiştirmiş olabilir. 1730 yılında İbrahim MÜTEFERRİKA ile İstanbul’da başlatılan bu resim kalıbı yapabilme işi sonraki yıllarda, özgün baskı sanatını oluştaracak bir gelişme göstermemiştir. Kitap baskı işleri çoğalıp geliştikçe resimli kitaplar da çoğalmış ancak bu resimler özgün eserler olarak kitap dışına çıkamamışlardır. Yüz yıl sonra taş basma tekniğinin İstanbul’a gelmesiyle başlayan gelişme, baskı resmin kitap dışına çıkması yolunu açmıştır. 1831 yılında Mehmet Hüsrev Paşa’nın emriyle Fransa’dan gelen Hanri Kayol, Fransa’dan getirdiği donatım ve malzeme ile İstanbul’da ilk taş basmacılığı atölyesini kurmuştur. Ordunun emrinde olan bu basım evinde ilk kitap olarak Hüsrev Paşa’nın Nuhbetütalim adlı, bir askeri eğitim kitabı basılmıştır. Hüsrev Paşa sadrazamlıktan düşünceye kadar ordu emrindeki bu basımevinde, çeşitli resim ve şemaları da kapsayan eğitim ve yönetim kitapları basılmıştır. Basımevi kapatılınca 1836’da Kayol kardeşler Beyoğlu’nda kendi adlarına bir taş basmacılığı atölyesi açmışlardır. Sonraki yıllarda başka özel basımevleri kurulmuş, ordu emrindeki basımevleri yeniden açılmıştır. Taş basma tekniğinin resim çizip basmada sağladığı kolaylık ordu basımevlerinde değerlendirilmiştir. Asker eğitimi, silahların tanıtılması, haritacılık gibi konuları kapsayan kitap ve broşürlerde bu teknikten yararlanılarak çeşitli insan, silah resimleri, haritalar, şemalar çizilip basılmıştır. İlk özgün baskı resimler sayabileceğimiz resimlerde taş basma tekniği ile askerler tarafından bastırılmıştır. Ressam Hoca Ali Rıza çeşitli asker okullarında resim öğretmenliği yapmış, 1864-1935 yılları arasında yaşamış bir resim sanatçımızdır. Karakalem çizgilerle yüzlerce resim çizmiştir. Onun bu çizgi resimlerinden bir bölümü askeri rüştiye öğrencilerine örnek olmak üzere, taş basma tekniği ile basılmış ve albüm şeklinde yayılmıştır. Aynı çizgi resimlerden bir albüm de kitapçı B.Kasbel tarafından Mülki Rüştiye öğrencileri için, 1900-1910 yıllarında bastırılmıştır. İşte Hoca Ali Rıza’nın bu taş basma resimlerini özgün baskı resim sanatımızın öncüleri sayabiliriz. Özgün baskı resim sanatımızın öncüleri sayılabilecek diğer örnekler, kahve resimleri olarak bilinen halk baskı resimleridir. Bu resimler genellikle kahvehane duvarlarına, bunun dışında işyerlerine, evlere de asılan, taş basma tekniği ile basılmış, renkli resimlerdir. Boyları 35x50 cm. 50-70 cm., 52x84 cm. veya 57x82 cm. boyutlarında olurdu. Kahvehane duvarlarını resim ve yazı ile donatma geleneği Türk halk sanatında vardır. Bu konuda sayın Malik AKSEL Sanat ve Folklor adlı kitabında şunları belirtmektedir; “Resim ve yazı kahvehanelerin iki kardeş süsüdür. Bu gelenek eskidir. Vehbi Surnamesi’nde tiryakilerin oyununda ‘canı cebinde kahvehane duvarındaki resimler gibi adeta cansız’ tabiri geçmektedir. Her devirde kahvehaneler süslü idi. Türk halk sanatının resme ait özellikleri burada toplanırdı.”
“Bu geleneğin son kalıntısı 1962 tarihine kadar değişmemiş olan, Kumkapı’da Mehdinin Kahvesi idi. Burada dikkati çeken iki resimden biri Zaloğlu Rüstem’le korkunç, boynuzlu dev Sefit resmidir. Bunlar kavga eder halde görünmektedirler. Diğeri ise İskender’in yanında Hızır olduğu halde Ab-ı Hayatı aramasıdır.”
Kahvehanelerde yoğunlaşan Halk Duvar Resmi geleneği, taş basmacılığı yardımı ile basılmış duvar resimleri geleneğine dönüşmüştür. Doğrudan taş kalıptan veya ofset tekniği yardımı ile taşın yerini alan çinko levhalardan basılan bu resimlerin duvarlara asılması geleneği 30 yıl öncesine kadar sürmüştür.
Bu baskı resim geleneğinin XIV. yüzyılın ikinci yarısının sonuna doğru başladığı kabul edilebilir. Bugün elde örnekler bulunmadığı ve bu resimlerde genellikle sanatçı da belirtilmediği için kesin tarihler saptamak olanaksız. Bilinen büyük olayların ve eserlerin resimleri yapıldığı gerçeğine dayanarak yıllar tahmin edilebilir. Bu tür resimler arasında Süveyş Kanalı resmi de bulunduğuna göre, kanal açılış törenlerinin az bir zaman gecikmesi ile bu resimlere yansıdığı düşünülebilir. Bilinen resim konularına göre Meşrutiyet, Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı yılları bu tür baskı resimlerinin en çok yapıldığı dönemlerdir. Baskılı halk resimleri, halkın çeşitli kesimlerinin ilgi duyduğu konulara göre konu çeşitliliği gösterir. Halkın büyük çoğunluğunu etkileyen olaylar ve kişiler yeni resimler yapılmasına neden olur. Halk hikayeleri ve hikaye kahramanları: Köroğlu, Zaloğlu, Rüstem, Şahmaran, Demir Pehlivan’ın Aslanla Güreşi, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Güzeller Güzeli Fatma, Saba Melikesi Belkıs, Karacaoğlan, Aşık Garip, Aşık Ömer, Deniz Kızı, Seyyit Battal Gazi.
Cumhuriyet Dönemi’nde basılan resimlerin, özellikle çeşitli Atatürk resimlerinin, bazılarının Tarık UZMEN, Hüseyin UZMEN gibi basımevi ressamları tarafından yapılıdğını biliyoruz. Sanat iddası olmayan bu halk sanatçıları ile, basılı halk duvar resmi geleneği kapanmış oluyor.
1892 Sonrası ve Güzel Sanatlar Akademisi:
Sanayi-i Nefise Mektebi 1882’de öğretime açılırken bir de hakkâklık (gravürcülük) dalı açılması ön görülmüştür. Ancak bu dalda öğretime 1892 yılında Fransa’dan öğretici olarak Stanisias Arthur Naiper adlı bir ustanın getirilmesiyle başlanabilmiştir. Naiper beş yıl çalıştıktan sonra ayrılmış yerine 1989’de Nesim Efendi adıyle anılan bir usta getirilmiştir. Nesim Usta 1923 yılına kadar hakkâklık atölyesinde görev yapmış, 1923 yılında bölüm son mezunlarını vermiştir. 30 yıl öğrenim yapılan bu bölümde ortalama her yıl 10 öğrenci bulunduğunu biliyoruz. Ancak geçen 30 yıl içinde yetişmiş, özgün baskı resimleri yapmış bir sanatçı ismini ve eserlerini bulamıyoruz. Okulun diğer bölümlerinde öğrenim dört yıl olduğu halde bu bölümde üç yıldır. Sanatçı yetiştiremeyen bu bölümün, kalıp oymacı tekniğini öğreten bir atölye niteliği taşıdığı anlaşılıyor. O yıllarda matbaalara resim kalıpları oyan ustalar ve atölyeler bulunduğunu biliyoruz. Hakkâklık bölümü basım-yayım piyasasının bu gereksinimi karşılayacak eleman yetiştirmeyi amaç edinmiş olabilir. Resim sanatını seçmiş kişiler bu atölyede çalışmış olsaydı, özgün baskı resimler de yapılmış olurdu. Sanayi-i Nefise Mektebi Hakkâklık Bölümü 1924 yönetmeliği ile kapatılmış oluyordu. Akademi ismi 1920’de de ortaya çıkmış ve giderek kurumun adı Güzel Sanatlar Akademisi olmuştur. 1924-36 arası akademide özgün baskı sanatı konularında bir öğretim yapılmadığı ve bu dalda atölye bulunmadığı anlaşılıyor. Cumhuriyet’in bu ilk yıllarında oldukça çok sayıda ressam sanatçı yurtdışında öğrenime gönderilmiştir. Yurtdışından dönenler tablo resmi yapmada çok etkin oldukları halde, özgün baskı ile ilgilenen görülmez. 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir yenilenme eylemi başlatılır. Yurtdışından sanatçı öğretmenler getirtilir. Akademinin metal kalıplardan çukur baskı ve taş baskı yapmaya elverişli bir atölyesi 1948 akadami yangınına kadar işletilmiştir. Akademi yangınında zarar gören binanın ve özgün baskı preslerinin onarımı tamamlandıktan sonra, 1960 yıllarına girerken akademi özgün baskı atölyeleri yeniden işlemeye başlamıştır ve başında Profesör Sabri BERKEL vardır. Sabri BERKEL özgün baskı resimlerini daha çok 1960’dan sonra, serigrafi ve mono tipi ile yapmıştır. BERKEL sanatın bölgesel bir duyuş olarak değil, evrensel bir dil olarak biçimlenmesini ister. Bu anlayışını, biçimlerini ve renklerini seçerken değerlendirir. Genelde anlatımcılığın ağır bastığı Türk resmi içinde BERKEL’in sanatı evrensel ve kararlı bir yer alır.
Turgut ZAİM’in Özgün Baskıları:
Turgut ZAİM’in bugün elimizde 39 özgün baskı resmi var. Bunların 24 adedi çinko kalıptan çukur baskı, 15 adedi linol kalıptan yüksek baskı tekniği ile yapılmıştır. Çukur baskıların 1930-40 arası, yüksek baskıların 1960-66 arası yapıldığı anlaşılıyor. Kendi imzası ile sayılandırılıp tarihlendirdiği baskılar bulunmadığı için kesin yapılma tarihlerini bilmiyoruz. Turgut ZAİM, 1906-76 yılları arısnda yaşamış bir sanatçı olarak, kendi yaşıtı sanatçılar arasında en çok özgün baskı resim yapmış sanatçıdır. Turgut ZAİM’in Türk resim sanatındaki yeri neyse, özgün baskıları da o yeri pekiştirecek, bütünleştirilecek niteliktedir. Turgut ZAİM pentür çalışmalarında olduğu gibi özgün baskılarında da oyunsuz, yapmacıksız yalın ve iddasız bir tekniği ve anlatımı kullanmıştır. Bu içtenlik ve kendine güven onun sathındaki özgün kişilik bütünlüğünü oluşturmuştur.
Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü:
1932-33 Öğretim yılında, Ankara’da, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü öğretime açılmıştır. Bölümün amacı ortaöğretim kurumlarına resim öğretmeni yetiştirmektir. İlköğretmen okulları ve liselerden seçilen yetenekli gençlere bu bölümde yoğun bir sanat eğitim ve öğretimi uygulanır. Program her çeşit resim, grafik dersleri ile, bir tasarım uygulama eğitimi sayılabilecek, atölye çalışmalarını kapsar. Güzel Sanatlar Akademisi’nde D Grubu sanatçıları ve yaşıtlarının öğretim görevi üstlendiği yıllarda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de aynı kuşaktan Malik AKSEL, Refik EPİKMAN, öğretmen olarak görev alırlar. Grafik, yazı ve tasarım dersleri, Almanya’da tatbiki güzel sanatlar yüksek okullarında öğrenim görmüş kişilere verilir. Bölümün kuruluşundan 1960’a kadar geçen sürede özgün baskı resimleriyle kendilerini tanıtan, bu kurum çıkışlı sanatçılar Ferit APA, Mustafa ASLIER, Nevzat AKORAL, Adnan TURANİ, Muammer BAKIR ve Mürşide İÇMELİ’dir. Varlık dergisinin 1955-60 arası, sürekli olarak ASLIER’in özgün baskılarını benzer baskı olarak sayfalarına almasının sanat çevrelerinde bu dala ilgili çoğalttığı da söylenebilir.
1960 Sonrası ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu
1957 yılında İstanbu’da Güzel Sanatlar alanında üçüncü bir yüksek öğretim kurumu öğretime açılmıştır. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu. Bu kurum, o yılların en ileri Avrupa kurumlarını örnek alınarak, Türkiye’den ve Almanya’dan seçilen sanatçı öğretmenlerle öğretime başlamıştır. 1958 yılında Almanya’dan dönen Mustafa ASLIER Grafik Sanatlar bölümünde öğretmen olarak görevlendirilir. ASLIER’in girişimi ile 1960 yılında, özgün baskı atölyesi çalışmaları açıldı. 1965 yılından sonra Gazi Eğitim Enstitüsü grafik derslerinde Nevzat AKORAL ve Muammer BAKIR’ın girişimi ile çukur özgün baskı çalışmaları başlatılır. 1970 yılları başında, bu teknikleri yurtdışında iyi öğrenmiş olarak dönen Mürşide İÇMELİ, resim-iş bölümündeki özgün baskı öğretimini üstlenir. Büyük çoğunluğu 25-50 yaş arasında olan 1960 sonrası özgün baskı sanatçılarının, bu daldaki veya genel resim sanatındaki eserlerinin sayısını bilmek hepsini görmek olanağı yoktur. Türk ulusu sözlü ve sesli sanat dallarında, çok eskiden beri insanı anlattığı halde, dinsel inançların baskısı ile, islamlıktan sonra, insanı resim sanatı ile yeterince anlatamamıştır. Yüzyılların, insanı resimle anlatma özlemi, günümüz sanatçılarına aktarılmış gibidir. Ulus olarak tüm halkın bu özlemi taşıdığı söylenebilir. Bu nedenle figüratif anlatımcılık, öğesel biçimciliğin ve deneyimciliğin önüne geçmiştir. Bu tutum sanatçıları, hem nesnel biçimli, hem de soyut biçimli resimlerde, simgeci-anlatımcı biçim yorumları ve kurgularına götürmektedir. Figüratif anlatımcılığın genelde öne çıkması, gerçek üstücü, düşsü gerçekçi, çocuksu gerçekçi, doğal gerçekçi, aşırı gerçekçi anlatımlar olarak görülmektedir.
Son yıllarda bu kurumlarda görev yapın sanatçıların ve öğrencilerinin eserlerinde çağdaş ve özgün olma, uluslar arası en iyi düzeyde buluşma yönünde bir nitelik beraberliği açıkca görülüyor. Kurumlarda kanunla sağlanan şekil ve program beraberliği eserlerde sağlanmış olan denkliğin bir saptanması gibi değerlendirilebilir. Ancak en iyi ve çağdaş olanı oluşturma yönündeki deneme ve araştırmalar kişiden kişiye, kurumdan kuruma değişik yoğunluklar ve hızlar göstererek zaman içinde sürüp gidecektir.
Özgün Baskının Yayılma Merkezlerine Göre Gruplar
1936 yılından sonra güzel sanatlar akademisinde başlatılan özgün baskı çalışmaları, bu kurumun etki alanında, özgün baskı resimler yapan ilk çağdaş sanatçı grubunu oluşturmuştur. Bedri Rahmi EYÜPOĞLU, Nurullah BERK 1960 sonrası yıllarda pentür çalışmalarının yanı sıra özgün baskı resimler de yapmıştır. Bedri Rahmi kendi yaptığı birkaç metalden özgün baskı resmin yanı sıra, guaş resimlerinden bir dizi çok renkli serigrafi baskılar da yaptırmıştır. Nurullah BERK’in de linol oyma tekniği ile yapılmış bir dizi özgün baskı resmi vardır. 1960 yılından sonra Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda Mustafa ASLIER’in yönettiği atölye çevresinde de ikinci bir sanatçılar grubunun oluştuğunu görüyoruz. Ercüment KALMIK ve Cihat BURAK da özgün baskı resimler yapmışlardır. Cihat Burak önceleri naif sanatçılar arasında anılmasına neden olmuş, içten ve kendine güvenli resim dilini özgün baskılarında da sürdürmektedir. Günümüzün sanatçısı, sanatın tüm birikimlerinden yararlansa bile, yeni, özgün, kişisel bir sanat dili yaratmak savındadır. Başka bir anlatımla sanatçının eseri, doğduğu anda, başka sanatçıların eserlerine göre, özgün olmak ve yeni değerler taşımak zorundadır. Burada isimleri anılan sanatçıların bir bölümü çok genç olduğu bir bölümü de çok az sayıda özgün baskı resim yaptığı için tüm eserlerine dayanan bir değerlendirme olanağı yoktur. Bu nedenle genlleme içinde, ancak yaşı ve uğraşı gereği daha çok özgün baskı resim yapmış sanatçılar üzerinde durabildik:
Simge-biçim yorumcu ve anlatımcıları:
Turgut ZAİM, Mustafa ASLIER, Nevzat AKORAL ve Mehmet GÜLER eserlerinde genellikle ülkemizin insanından kaynaklanan anlatımlarını, arınmış, simgeleşmiş nesnel biçimlerle ve çağdaş bir kurgu düzeni ile sağlamaktadırlar.
Çocuksu anlatımcı ve yorumcular:
Aliye BERGER, Cihat BURAK, Berna TÜREMEN, Filiz ÖZAYTEN ve Gül DERMAN’ın resimlerinin ortak yanı olarak çocuksu, rahat ve içten anlatımları gösterilebilir. Ancak bu ortak yanın dışında Aliye BERGER daha denemeci, Cihat BURAK daha bilinçli safyürek, Berna TÜREMEN çocuksu yorumcu, Filiz ÖZAYTEN ise daha şiirsel gerçekçidir.
Düşsü gerçekötesi yorumcuları:
Erol DENEÇ, Uğur ÜSTÜNKAYA, Ergin İNAN, Alaaddin AKSOY ve Sabiha ERENGÖNÜL’ün düşsü anlatımda ortak yanlarını görüyoruz. DENEÇ ve ÜSTÜNKAYA düşsü yorumlarda ve genel kurguda daha soyutlamacı, Sabiha ERENGÖNÜL ise daha gerçekçi ve şiirseldir. Ergin İNAN yorumlarını resmin çizgisel tadı düzeyinde bir anlatımda tamamlamaktadır. Alaaddin AKSOY’un özgün baskıları gerçekçidir.
Biçimsel kurgucular:
Mürşide İÇMELİ, Süleyman Saim TEKCAN, Hüseyin BİLGİN kurguda geometrik düzeyde bir biçimciliğe önem veriyorlar. Bu kurgunun olanakları içine özgün motif yorumlarını yerleştirmek yolu ile ayrı ayrı anlatımlara ulaşıyorlar.
Konu biçim yorumcuları:
Fevzi KARAKOÇ, Kadri ÖZAYTEN, Mehmet ÖZER resimlerinde özgün kişisel yorumlar göstermektedirler. Biçimi yorumlarken, biçimin konuyla ilgili olarak taşıdığı anlatımı da artıran bir ortak özellikleri var. Resmin genel yapısında KARAKOÇ daha lirik, Kadri daha plancı ve dokucu, ÖZER daha doğal bir anlatım oluşturmaktadırlar. Bu grupta Fethi KAYAALP da anılabilir. KAYAALP pentür tadı veren özgün baskılarında daha nesnel bir anlatım ortaya koyar.
Doku biçim ikilemcileri:
Mustafa PLEVNELİ, İsmail TÜREMEN, Gündüz GÖLÜNÜ ve Devrim ERBİL’in biçim ve motif dokularından yararlanmada bir ortak yanları var. Ancak, PLEVNELİ resimin genel yapısını, motif dokuları ve onların gerçekçi anlatımı ile oluştururken, türenen motiflerden çok salt biçime ve resimsel dokulara ağırlık veriyor. GÖLÜNÜ ise biçimlerin optik etkisini çoğaltmak için ritmik dokular oluşturuyor. Devrim ERBİL resmin genel biçimi ve görünüşünü serbest ritimli dokulara dönüştüren bir anlatım oluşturmaktadır. Nesnelerden çıkan doku bir resimsel soyutlukla bütünleşmektedir.
Akademi çıkışlı, şimdi İsviçre’de yaşayan Güngör İBLİKÇİ de resimlerinde doku-biçim ilişkilerini özgün bir yorumla bütünleştirmektedir. Dokularında kıvrak, kaligrafik izlerden yararlanmakta, figürsüz soyut kurgulara ulaşmaktadır.
TAŞ
Taşbaskıda kullanılan taş kalıplar, Münih yakınlarındaki Solenhofen taş ocaklarından çıkarıldıktan sonra ortalama 10 cm kalınlığında düzgün plakalar halinde yontulup düzeltilir. Boyutları, kullanılan baskı kağıtlarına uygun ve uzun süre kullanıma olanak verecek biçimde belirlenmiştir. 30x41cm, 38x49 cm, 43x60cm, 54x70cm, 60x81cm gibi.
Bu taş kalıplar, yüzeyindeki küçük gözeneklerle suyu bir sünger gibi emen, yağa karşı da oldukça duyarlı doğal, homojen bir grene sahiptir. “Yapısında %94-98 oranında yağlı asidin etksisiyle kolayca çözülen kireç karbonatı bulunur. Çok veya az gözenekli yüzeyleriyle suyu farklı ölçüde tutarlar. Çok veya az yumuşak, çok veya az sert olduğu gibi, yüzeylerini temizleme ve grenleme işlemi de farklı uygulama gerektirir. Renkleri, sarıdan gri maviye kadar değişir. Gri taş en çok aranan dayanıklı ve sık dokulu bir yüzeydedir. İnce grenliliği yağlı madde yayılımını homojenleştirir. Tüm hassas çalışmalara elverişlidir. Yağlı kalemle çalışma ve aktarma tekniklerine uygundur. Sarı taş, seyrek dokulu az değerlidir. İnce gren vermeyen, taş yüzeyindeki damarlar, çatlaklar ile baskıyı tehlikeye düşürecek billurlaşma sebebiyle dikkatli çalışmayı gerektirir.
Uzun süre kullanılan ve grenleme sonucu pres basıncına dayanamayacak incelikteki taşlar ikilenebilir. İkileme, 10 cm kalınlık elde edene kadar taşların yapıştırılmasıdır. 1LOCHE.Renée. La Lithographie. Genéve, 1971
TAŞIN TEMİZLENMESİ
Taş baskı yapmaya uygun taş seçildikten sonra ilk aşamada düz yüzey üstte olacak şekilde temizleme tezgahına yerleştirilir. Eğer taş daha önce kullanılmışsa yüzeyini yeniden duyarlılık kazandırmak için ilk baskı desenleri iyice silinmelidir. Eski desenin az da olsa baskıda tekrar çıkmaması için yağ izleri kaybolana kadar grenleme yapılmalıdır. Birincisi, buriket (Bourriqoet) adı verilen bir araçla, ikincisi daha küçük boyutta bir taştan yararlanarak yüzey grenlenir.
Taşın yüzeyi su ile iyice ıslatılır ve üzerine iri grenli (örneğin 80 numara aşındırıcı dökülür). Silex bulunmadığı hallerde elenmiş dere kumu ya da döküm kumu kullanılır. Buriket adı verilen üzerine dikine bir kolu bulunan yuvarlak bir formda dökme bir kalıp taş üzerine yerleştirilir. Bu aygıt taşın çok çabuk temizlenmesinde faydalıdır. Özellikle çok geniş yüzeyler için idealdir.
Taş yüzeyini temizlemede ikinci bir yöntemde de yüzeyini aşındırıcı kum serpilmiş taşın üzerine biraz daha küçük bir taş yerleştirilir ve hareket ettirilir. Bu taş, her yönde çaprazlanan şekiller ve daireler çizilerek itilir (şekil 1). İşlem taşın bütün yüzeyini daima eşit seviyede tutmak üzere bastırmaksızın yapılır.
İki taşın birbirine tam temasını önlemek için yeterli ölçüde aşındırıcı kumun iki taş arasında olmasına özen gösterilir.
Aşındırma kumu ezilerek koyu bir çamura dönüştüğünde ve iki taş birbirine iyice yapıştığında tamamen kullanılmıştır. O zaman üstteki küçük taş alttakinin üzerinden özenle kaldırılır. Sonra bol su ve sünger yardımıyla yıkanır, temizlenir. Bu işlem eski desen tamamen kayboluncaya kadar tekrarlanır. Aşındırma sonucu keskinleşen taş kenarları bir lama eğe ile yuvarlaklaştırılır. Taş yüzeyi doğal bir sünger ile yıkanır, silinir, kurutulur yüzey düzgünlüğü metal bir cetvel ile kontrol edilir.
GRENLEME
“Yağlı kalemle veya tuşe mürekkebiyle lavi tekniğinde bir taş baskı gerçekleştirmek için taş yüzeyine grenleme yöntemi uygulanması gerekir. Yüzeyde oluşturulan prüzler kalemin yağını tutacaktır.
Gerçekte grenleme bir önceki baskıdan kalan silme işlemini devam ettirir. Çok daha ince bir aşındırıcı ile yine aynı yöntemden yararlanılır. Taş ıslatıldıktan sonra daha ince (aşındırıcı) kum taş yüzeyine serpilir. 240 numaradan başlanarak 400 numaraya kadar incelen aşındırıcı kum kullanılır.”2 LOCHE.Renée a.g.y. Taşın yüzeyi desen silmede olduğu gibi daha küçük boyutta bir taşla silinir.
PERDAHLAMA
“Eğer uçla bir desen çalışması veya transfer yapılmak isteniyorsa, taş yüzeyini daha da inceltmek için perdahlamak gerekir. Bu işlem içinde balmumu ve şap bulunan özel pomza taşı (sünger taşı) ile yapılır. Taşın yüzeyi bu taşla eşit olarak silinir, cilalanır. Hazırlanan taş kullanmadan önce lama eğe ile kenarları tekrar yuvarlatılır.
SANATÇININ ÇALIŞMASI
“Taşbaskıyı gerçekleştiren sanatçı, tamamen bir desinatör veya bir ressam gibi hareket eder. Zira bu tekniğin özelliklerinden biri, Ağaç üzerine rölief veya metal üzerine oyma tekniklerinin aksine sadece düz yüzeye uygulanan, çok yalın, çok duyarlı taşın yüzeyinin doğrudan etkilenmesidir.” 4 LOCHE.Renée a.g.y. Bu yöntemde taş kesinlikle oyulmaz yağlı mürekkep yüzeye derinlemesine işler.
Taş baskı sanatçıya çeşitleme imkan ve zenginlikleri sunar. Yağlı kalem, uç, fırça, kazıma kalemi, sivri uçlar veya seçilen diğer araçlar yardımı ile artistik mesaj taş üzerine doğrudan aktarılır. Kısacası, değişikliğe uğratmaya, silmeye, bütünün tümünü kesintisiz eklemeye imkan verir. Doğrusunu söylemek gerekirse, taş baskı tekniği bu mesleği çok iyi bilmeyen ressamların çok çabuk ilgisini çekti. “Bugünkü sanatın öncüleri olan ve taş baskı hakkında aynı şeyleri söyleyen, Matisse, Picasso, Braque, Miro bu tekniğe yeni bir boyut, sihirli bir çekicilik ve ışık kazandırdılar.” 5 LOCHE.Renée a.g.y.
Taş baskı, oldukça ilginç ve şaşırtıcı bir fizik kuralına dayanarak gerçekleşir; yağlı bölümlere karşı nemli yüzeylerin tepkisi. Bu kurala göre sanatçı, yağlı kalem ya da mürekkeple gerçekleştirdiği bir deseni bir dizi işlemden sonra taş yüzeyine tesbit etmelidir. Daha sonra taş yüzeyine merdane ile verilecek baskı mürekkebi desenin yağlı çizgilerine yapışacak, diğer bölümler temiz kalacaktır.
“Sanatçı, çalışmasının baskıda doğru yönde çıkması için taş üzerine kompozisyonu tersinden ve doğrudan çalışır. Bundan başka birkaç önlem zorunludur; taşın çalışma yapılacak yüzeyine asla parmakla dokunulmamalıdır. Zira derinin yağlı salgı maddesi, baskı sırasında istenmeyen lekeler oluşturur. Böylesine olumsuz sonuçtan sakınmak için el altına bir karton parçası veya ‘planşet’ adı verilen iki ucuna kısa takozlar çakılmış bir tahta koymak gerekir.” 6 LOCHE.Renée a.g.y.
Diğer yandan, kompozisyonun asla taşın tüm yüzeyini örtmemeli, kenarlarda ortalama 2 cm genişliğinde bir boşluk bırakılmalıdır. Bu da taş kenarlarının arap zamkı ile kapatılması ile sağlanır. Bu boşluklar, baskı yapana baskı sırasında ratosu ayarlama, basıncını ölçmede kolaylıklar sağlayacaktır. Kompozisyon, baskıda kullanılacak ratonun boyunu aşmamalıdır.
Sanatçı çalışırken, taşın yüzeyinin yanıltmaya elverişli hafif griliğini her zaman belleğinde tutmalıdır. Gerçekten Bütün saklı bölümler baskıda beyaz görünecek değerlerin çoğunluğu hafifçe değişikliğe uğramış olacaktır.
KULLANILAN GEREÇLER
Dostları ilə paylaş: |