GİRİT’E MUHTARİYET VERİLİYOR
1867'de Fransız amiral Simon komutasındaki Fransa donanması, dağlara kaçan çetecileri adadan kaçırmak için Girit'e geldi. Diğer yandan Fransa ve Rusya, Girit'te plebisit yapılması için Osmanlılara baskı yapmaya başladılar. Osmanlı Devleti bu baskılar karşısında, 6 Ekim 1867'de Girit'e muhtariyet vermeyi kararlaştırdı. Rumlar ise bunu kabul etmeyip enosis istediler.
Bu arada, halktan vergi toplanmasına son veren Osmanlı yönetimi, Müslüman ve Hristiyanların eşit şekilde katılacağı bir yerel yönetim oluşturdu.
Yunanistan ise ada halkının Osmanlı Devleti ile ilişkilerini düzeltmesini önlemek için yeni tahriklerde bulunmaya ve dağılan çeteleri yeniden organize etmeye başladı.
Satın aldığı 3 gemiye ENOSİS, GİRİT, HELEN isimlerini veren Yunanistan'ın yeni isyan hazırlıkları karşısında padişah, 11 Aralık 1868'de bu ülkeye sert bir nota vererek, tahriklerine son vermemesi halinde tüm ilişkilerini keseceğini bildirdi.
Yunan tahriklerinin sürmesi üzerine iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kesildi.
Ocak 1868'de ise Girit'te idari ve adli yapıda yeni reformlar yapıldı.
İsyanın basıtılmasına karşın, başta Fransa olmak üzere Batılı devletlerin baskılarına boyun eğen Osmanlı Devleti, Şubat 1869'da Girit sorunu hakkında Paris Konferansı diye bir konferans toplanmasını ve bu konferansa katılmayı kabul etti.
Konferansın 18 Şubat 1869'da aldığı kararlara göre, Yunanistan ile Osmanlılar arasında yeniden diplomatik ilişkiler kuruldu ve Girit'e verilen muhtariyet, Batılı devletler tarafından biraz daha genişletildi. Ne ki, Batılı devletlerin baskıları bitmek bilmedi. Ba?ta Fransa olmak üzere Avrupalı devletler, muhtar idarenin başına bir Rumun getiril-mesini istemekteydiler.
Ekim 1878'de varılan bir anlaşmaya göre adanın valisinin bir Rum olması kabul edildi. 1960'da aynen Kıbrıs'ta kabul edildiği gibi, Vali muavini de bir Türk olacaktı.
Yine 1960 anlaşmalarında olduğu gibi Meclis'teki Türk oranı da yaklaşık Rumların üçte biri olacaktı. Buna göre Meclis'te 80 Rum üyeye karşılık, 30 Türk üye bulunacaktı.
Türkçe yanında Rumca da resmi dil olacak, cinayetler işleyen isyancılar için af ilan edilecek ve ada gelirleri ikiye bölünecekti.
Batılı devletlerin baskıları ile getirilen bu düzen ancak 10 yıl yaşayabildi.
Bu süre içinde ada Rumları, Kıbrıs'ta 1974 öncesinde Makariosçular ve Grivasçılar olarak görülen bölünmenin bir benzeri olarak, muhafazakarlar ve liberaller olarak ikiye bölündüler.
İki grup arasında çıkan çatışmaları gerekçe gösteren Yunanistan 1889 yılında Enosisçileri desteklemek için müdahale hazırlıklarına başladı.
Saldırıların Türklere yönelmesi üzerine adaya 40 bin asker gönderen Osmanlı yönetimi, ayaklanmayı bastırdı.
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra çeşitli önlemler alan Osmanlı yönetimi, 1 Aralık 1889'da Girit Meclisi'ni tatil etti.
1895 yılında Osmanlı Devleti'nin çeşitli iç ve dış sorunlarını fırsat bilen Yunanistan, Girit Rumlarını ENOSİS için yeniden ayaklanmaya teşvik etti.
Osmanlı Devleti, 1895 sonbaharında başlayan ayaklanmayı bastırmak için uğraşırken, Yunanistan, ada Rumlarının istekleri yerine getirilmediği takdirde müdahale edeceğini açıkladı.
Osmanlı devletinin ayaklanmayı bastırmak üzere olduğunu gören Batılı devletler olaya müdahale ederek, GİRİT için bir reform paketi hazırladılar.
Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin baskılarına karşı daha fazla direnemeyerek, Batı tarafından hazırlanan önerileri 4 Eylül 1896'da kabul etti.
Yapılan reformları fırsat bilen Enosisçi Rumlar kısa sürede toparlanarak, 1897 Ocak ayında yeni bir ayaklanma başlattılar. Ocak ayının 28'inden başlayarak 15 gün devam eden katliamda binlerce Türk kadını, çocuğu, genci, yaşlısı vahşice katledilerek tuğla fırınlarında yakıldı. Sikya ve Etya köyleri Türkleri toptan katledildi (1974'de Atlılar-Muratağa-Sandallar katliamları gibi). Bu Enosisçi hareketin gerisindeki esas güç olan Yunanistan, 10 Şubat 1897'de donanmasını Girit'e gönderdi. 14 Şubat'ta karaya çıkan Albay Vassos komutasındaki Yunan birlikleri adayı Yunanistan'a ilhak için işgale başladı. Batılı devletler ise Osmanlı Devleti'nden Girit'e asker göndermemesi ricasında bulundular. Buna karşılık Girit'te bulunan askerlerinin Müslüman halkı koruyacakları konusunda söz verdiler. Ancak bu sözlerini tutmayacaklar ve adadaki Türk halkının katledilmesine seyirci kalacaklardı.
Bu arada Osmanlı Devleti'nin harekete geçmesini önlemek isteyen Batılı devletler, Girit'e tam bir muhtariyet verilmesi için padişaha baskı yaptılar. Buna karşılık adanın hiçbir zaman Yunanistan'a bağlanmayacağına dair güvence verdiler. Bu konuda verdikleri güvenceyi sağlamak için İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya askerleri de Girit'e üsleneceklerdi. Bu çerçevede 18 Aralık 1897'de Batılı devletler Girit'e özerklik verdiler. Böylece Türkler, 1897 savaşını kazanmalarına karşın Girit'i kaybetti.
Bir padişah fermanı olarak yayınlanan Haleba Mukavelenamesine göre 80 üyeden oluşan bir meclis olacaktı. Bu meclisin 49 üyesi Hristiyan, 31 üyesi de Türk olacaktı. Rum bölgelerini Rum kaymakamlar yönetecekti. Vali, Rum olduğunda muavini Türk, vali Türk olduğunda muavini Rum olacaktı. Meclis ve mahkemelerde konuşmalar Rumca olacaktı. Jandarmaya Rumlar da alınacak ve Rumlar da subay ve astsubay olabilecekti. Girit'te, Rumca gazeteler yayınlana-bilecekti. Af ilan edilecek ve Rumların silahlarını yanında bulundurulmasına izin verilecekti.
YUNAN VALİ GELİYOR
Bundan sonra Ethniki Eteriya Örgütü'nün yönetimindeki Yunanistan'ın ana hedefi, Enosisci birini vali seçtirmekti.
İngiltere ve Rusya bu konuda yine devreye girerek, Prens Yorgi'nin vali olarak atanmasını istedi.
İngilizlerin Rum yanlısı tutumları üzerine Kandiye şehrinde, İngiliz askerleri ile Müslüman halk arasında çatışma çıktı. Bu olayı bahane eden İngiltere, Osmanlı Devleti'nin adadaki askerlerini çekmesini ve adanın İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya'nın ortak işgali altına alınması için İstanbul üzerine büyük baskılar yaptı.
Baskılar altına gerileyen Osmanlı Devleti, Girit'ten Türk askerlerini çekti. Durumdan yararlanan İngiltere ve Rusya, Osmanlı Devleti'nin itirazlarına rağmen 21 Kasım 1897'de Prens Yorgi'yi Girit'e getirterek vali yaptılar.
İngiltere, Rusya ve Fransa'nın girişimleri ve Osmanlı Devleti'ne yaptıkları baskılar sonucu Girit'e vali yaptırılan Prens Yorgi'nin esas amacı, enosisi gerçekleştirmekti.
Yorgi'nin Vali yapılması birinci aşamaydı.
Böylece Yunanistan ile ada Rumları hedefleri olan enosise bir adım daha yaklaşarak, egemenlik Osmanlı Devleti'nde kalmak koşulu ile, ada yönetimini ele geçirerek tam muhtariyet elde etmiş oldular. Bundan sonraki adım, enosisi ilan edip, sadece kağıt üzerinde kalan Osmanlı egemenliğine son vermekti.
Bu son adımı atmak için fırsat kollayan Girit Rumları ile Yunanistan, bekledikleri fırsatı 1909 yılında yakaladılar.
1909'da, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini açıklamasını fırsat bilen ada Rumları, Girit'in de Yunanistan'a ilhak edildiğini açıkladılar. Yunanistan da ilhak kararını kabul ederek Girit'i sınırları içine aldı.
Osmanlı Devleti, muhtar Girit yönetiminin bu kararını protesto etti. İstanbul'da ilhak aleyhine büyük protesto gösterileri yapıldı ama sonuç değişmedi. Adadaki Osmanlı egemenliğine dayalı muhtar idarenin garantörü olan Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya ise, enosis girişimine karşı çıkacakları yerde, adadaki askerlerini geri çekerek ilhakın gerçekleşmesine olanak sağladılar.
Bu arada, Girit Muhtar Meclisi'ndeki Rum milletvekilleri, Yunan Meclisi'ne katıldı.
13 Ekim 1912'de Balkan savaşının başlaması ile birlikte, Ege'deki adaları bir bir ele geçiren Yunanistan, Girit'e de asker çıkararak ilhak kararını hayata geçirdi.
Böylece Yunan isyanının başlamasından 91, ilk Girit isyanının başlamasından (1770) 142 yıl sonra enosis gerçekleşmi? oluyordu.
BATI’NIN OYUNU
Bu sonuca ulaşılmasında başta İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya olmak üzere, Batılı devletlerin büyük rolü oldu.
Batılı devletler, Osmanlı Devleti'nin zayıf anlarında bazen yüzüne gülerek, bazen sahtekarlık yaparak, bazen de tehdit, şantaj ve baskı yoluna başvurarak, ama her zaman Yunanlıları silahlandırarak Türklerin üzerine saldırtmışlardır. Eğer Batı'nın bu desteği olmasaydı, onbinlerce Türk katledilmeyecek, yüz yıllarca Türk olan topraklar Yunan işgaline uğramaycaktı.
Girit'te ayaklanmaların başlamasından ve ilhakın gerçekleşmesinden sonra ada Türklerinin sayılarında katliamlar ve göçler sonucu büyük düşüşler olmuştur. Bugün ise Girit'te Türk kalmamıştır.
1760'ta Girit'te 200 bin Türk, 60 bin de Rum vardı. Göçler ve katliamlar yüzünden 40 yılda bu sayı 33 bine düştü. 1909 yılından sonra adada kalan Türkler de öldürülmü?lerdi.
MEGALİ İDEA HEDEFLERİ
1791 yılında çizilen ve 1796 yılında basılan Megali İdea haritasındaki hedefler yayılmacı Filiki Eteriya ve Ethniki Eteriya'nın programını oluşturmuştur.
Bu program, ?u hedeflerin gerçekle?tirilmesini öngörmekteydi.
1. Yunanistan'ın bağımsızlığı
2. Batı-Doğu Trakya ve Selanik'in ilhakı
3. Kuzey Epir'in ilhakı
4. Ege adalarının ilhakı
5. Oniki adanın ilhakı
6. Girit'in ve Rodos'un ilhakı
7. Batı Anadolu'nun ilhakı
8. Kıbrıs'ın ilhakı
9. İmroz ve Bozcaada'nın ilhakı
10. Pontus Rum Devleti'nin kurulması
11. İstanbul'un işgal edilerek Bizans İmparatorluğu'nun kurulması.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 30 Aralık 1918'de Paris'te toplanan Barış Konferansı'na bir muhtıra veren Yunan Başbakanı Venizelos da, Kuzey Epir, Trakya, Batı Anadolu, Rodos, Oniki Ada ve Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi ve Pontus Rum Devleti'nin kurulmasını istiyordu.
O günlerden bu yana Yunanistan, Megali İdea hedefleri içinde bulunan birçok toprağı ele geçirdi.
1829'da Mora'yı
1864'de Yedi Ada'yı
1881'de Teselya'yı
1897'de fiili olarak, 1913'de hukuken Girit'i
Balkan Savaşı sonunda Ege Adaları'nı, Makedonya'yı, Epir'i (Yanya)
1.Dünya Savaşı sonunda
- Trakya'yı, Dedeağacı, (Lozan anlaşması ile Doğu Trakya'yı geri aldık)
2. Dünya Savaşı sonunda
- Oniki Adayı
(Kıbrıs'ın bir bölümü 1974'de kurtarıldı).
- Ege'de deniz ve hava kontrolu fiilen gasbedildi. Kıta sahanlığı ve FIR hattı tartışmaları var.
Yunanistan 1830'da bağımsız olduğunda nüfusu 1 milyondan azdı. Yüzölçümü ise 50 bin kilometrekare idi. Yüzyıldan az sürede, Türkler aleyhine genişlettiği topraklarını 3 kat büyütmüştür.
Tamamı ile İngiltere, Rusya ve Fransa'nın politik-askeri desteğiyle sağlanan bu yayılmanın şimdiki hedefi KKTC'dir.
Ve, tarihi boyunca Yunanistan'a arka çıkıp, bu devletin yayılma stratejisine destek veren Rusya, İngiltere ve Fransa, bugün BM Güvenlik Konseyi'nin üyesidirler. Üstelik kendilerine ABD gibi, Türk düşmanı lobilerin çok etkin olduğu bir ülke de katılmıştır.
Oynanan oyun, Girit oyunudur.
1963'de yapılamayan şimdi yapılmak istenmektedir.
Kıbrıs'ta yapılmak istenen, önce tüm adada Rum egemenliğinde federal bir devlet kurdurtmak, daha sonra uygun koşullar geldiği zaman, Rum çoğunluğun kararı ile adayı Yunanistan'a bağlamaktır.
Bu hedefleri doğrultusunda bugün Güvenlik Konseyi üyesi olan aynı devletlerden yararlanmaktadırlar.
Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD'nin çıkarttıkları birçok BM ve AB Kararı, bu yönde atılmış adımlardır.
Girit örneğinden ders almayıp Güvenlik Konseyi'nin, AB'ın, ABD veya İngiltere'nin verdiği "güvencelere" inanır veya onların baskılarına boyun eğersek, sonumuz Girit Türklerinin sonlarından farklı olmayacaktır.
Bu senaryoyu bozacak tek olgu, iki devletli bir anla?ma ve KKTC'nin sonsuza dek yaşatılmasıdır.
TC-KKTC Cumhurbaşkanları arasında 23 Nisan 1998 tarihinde imzalanan Ortak Deklerasyon bunun güvencesidir.
Bu deklerasyonda belirtilen Milli politikadan geri dönü?, Girit oyununa prim vermektir ve bu, asla gerçekle?meyecektir.
INAF Araştırma Ekim 1997 KIBRIS DOSYASI :2
GİRİT'TEN KIBRIS'A
Türkiye, Yunanistan gibi bir komşusu olduğu için talihsiz bir ülke sayılabilir. Önce Osmanlı İmparatorluğu, daha sonra bu İmparatorluğun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler, bütün hırçınlığına ve düşmanca davranışlarına rağmen Yunanistan'a karşı daima hoşgörülü davranmış, ona dostluk eli uzatmış, ama o, bu eli hiçbir zaman sıkmamıştır.
Yunanistan hakkında doğru bir değerlendirme yapabilmemiz için önce, "Yunanlı'nın kim olduğunu, ne olduğunu?" bilmek gerekir.
"Yunanlı" dendiği zaman bir Avrupalı ya da Amerikalı'nın aklına ilk gelen "Eski Yunan medeniyeti ve soyluluğu" oluyor. Oysa Yunanlı Tarihçi Paparigopulos, çağımız Yunanlıları'nı şöyle belirler:
"Gerçek Yunanlılar, Milattan Sonra 146'da, Romalılar'ın, Korent'i işgal ve tahrip etmeleriyle yeryüzünden silinmişlerdir. Milattan Sonra 6. Yüzyılda, Kuzeyden ve Batıdan, Yunan Yarımadasına akan "Slav", "Arnavut" ve "Ulah"lar bu topraklara yayılarak yerleşmişler ve "Yeni Yunanistan"ı yaratmışlardır."
İşte bugün dünya sahnesinde, "Soylu Yunanlı"ların torunları olduklarını iddia eden "Yeni Yunanlı"lar melezleşmiş bir ırkın torunlarıdır.
"Yeni Yunanlı"ları yaratan, Çarlık Rusya’sıdır. Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak için Ortodoks Kilisesini kullanarak İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Osmanlı vatandaşı Ortodoks halkı, kilise kanalıyla örgütlemiş, devlete karşı isyana teşvik etmiştir.
Yunanistan her fırsatta, Rumların, Makedonların, Giritlilerin, Ege Adaları ile Korfu’da yaşayan halkın ve daha birçok milletin Yunan kökenli olduğunu öne sürerek bu insanların yaşadıkları topraklar üzerinde hak iddia etmiştir ve etmektedir. Hiçbir hakkı olmadığı halde değişik kökenli insanların bir bölümü binlerce yıl üzerinde yaşadıkları toprakları oldu bittilerle sınırlarına katmıştır.
Bu Yunanlılaştırma hareketinde ise, 19. Yüzyılda "Ellenizm"in Avrupa ve Rusya'daki yaratıcıları ile Ortodoks Kilisesinin rolü büyük olmuştur.
Yunanistan'ı yönetenler her dönemde, "Büyük Yunanistan"ı yaratmak amacıyla Balkanlar'da ve Anadolu'da Ortodoks Kilisesi’ni amaçlarına alet etmişlerdir.
Yunanistan, bir Krallık olarak sahneye çıktıktan sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve Ortodoks dininden olan her Osmanlı vatandaşına Kilisenin zoru ve Konsoloslukları kanalıyla Yunan pasaportu vermiş ve bu pasaporta sahip olanları Yunanlı saymıştır.
Giritlilere gelince, Girit Adası insanları kendilerini hiçbir zaman bir Yunanlı gibi hissetmemişler ve Yunanistan'ı bir işgalci olarak kabul etmişlerdir. Onların tek arzuları Yunan boyundurluğundan kurtulup, bağımsız bir devlet olarak yaşamaktır.
"Yeni Yunanlı"ların psikolojik yapısına gelince. Yunanlı Teorisyen Vezanis, günümüzün Yunanlı'sını şöyle tanıtır:
"Yunan Filotimo'su (onuru) her?eyden çok kendimize saygı duymamız anlamına gelir. Başka hiçkimsenin bizden üstün olabileceğini kabul edemeyiz. Bu bizi alındırır ve bizden üstün olanları hiçbir şe-kilde affedemeyiz. Bize karşı her türlü üstünlüğü yok etmek için, onurluluğumuzun içine düşmanlık ve bilgiçlik girer. Asıl inanılmaz olan, yalancılığın her yanımızı sarmış olmasıdır. Her şeye karşı süphe duyarız. İşimize gelmeyen herşey bizim için yalandır. Karşımızdakinin dürüst ve iyi niyetli olduğunu hiçbir zaman kabul etmeyiz. Kabul eden olsa bile onu "aptal" hatta "hain" ilan ederiz."
Her Yunanlının yaşamında iki yüzü vardır. Bunlar, gerçek dünya ile düşler dünyasıdır. Gerçek dünya, onun bedeni ile yaşadığı dünyadır. Hayal dünyası ise "Elenizm"in ölçüleri içinde yaratılan yaşamıdır.
Yunanlı, herkesin içinde yaşadığı ve bildiği olayları göz göre göre kabul etmeyip, böyle bir şeyin hiçbir zaman olmadığını iddia edebilecek bir yapıya sahiptir. Yunan hayranı olarak tanınan İngiliz şair Lord Byron bile onları bir kitabında "Yunan milleti, gerçeği kavrama yeteneğinden yoksundur." şeklinde tanımlamıştır.
Yunanistan 1832'de bir Krallık olarak dünya üzerindeki yerini aldığı zaman sınırlarının yüzölçümü, 47.516 Km2'lik bir alanı kapsıyordu. Bugünkü sınırları ise, 131.990 Km2'dir. Bütün bu topraklar bir damla Yunan kanı dökülmeden diplomatik entrikalarla ele geçirmiş, adeta gasp etmiştir.
Bugün Yunanıstan'ı oluşturan toprakların, Korfu Adası hariç, tümü bir Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'na aitti.
Yunan Krallığı'nın kurulması için Londra'da imzalanan protokolde, Osmanlı İmparatorluğu ile Yunan Krallığı arasındaki sınırlar belirlenmiş olduğu halde, Yunanlılar daha ilk kuruluş yıllarında yarattıkları sınır olayları ile Osmanlı İmparatorluğu'na ve dolayısıyla Türk milletine ciddi problemler yaratmışlardır.
Böylece Türkler 450 yıl üzerinde yaşadıkları toprakları, kurulan Yunan Krallığı'na terkedip gitmek zorunda kalmışlardı ama, "Yunan Varlığı"nın sahneye çıkmasıyla, bir bela halini alan problemleri bitmemiş, bilakis artmış, tırmanmış ve bir çıkmaza girerek bugünkü duruma gelinmi?tir.
Yunan Devleti'nin kuruluşundan bu yana tam 177 yıl geçtiği halde Yunanlıların Türklere karşı hislerinde en ufak bir değişiklik olmadı. 1919'da "Büyük Yunanistan"ı yaratmak için Anadolu'yu işgal etmeye teşebbüs eden Yunanlılar'ın, hamile Türk kadınlarını süngüleyerek doğmamış yavrularını karınlarında öldürürken, "Bir Türk piçini doğmadan öldürdük.." diye naralar attıklarına tanık olanlardan hala yaşıyanlar var. 1974'den önce aynı "Yunan Barbarlığı" Kıbrıs Adası'nda da yaşandı.
1963-1974 yılları arasında Kıbrıs'ta yaşananlar ile Girit'in Yunan topraklarına alınması sürecinde yaşanmış olaylar arasında büyük benzerlikler vardır. Kıbrıs'ta da, Türk oldukları için kadın, çocuk, ihtiyar ayırt edilmeden yüzlerce kişiyi acımasızca öldüren, sonra da üzerleri-ne benzin döküp yakanların başında Yunanlı subayların bulunduğunu bütün dünya biliyor. Bunlar İnsanlık tarihine mal olmuş acı olaylardır.
Yunanistan, 1840 yılının başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Girit Adası'nı da sınırlarının içine almak amacıyla hazırlık yapmaya başlamıştı. Atina'daki Osmanlı Elçisi Musuros, Yunan Hükümeti'nin Girit'te başlattığı ayaklanmaya katılmaları için Ada'ya gizlice asker ve silah yolladığını ortaya çıkararak bu durumu protesto etmi?ti. Yunan Dışişleri, Türk elçisinin protestosunu kabul etmemiş, iddiayı asılsız olarak nitelemişti.
Oysa, Yunan milli ar?ivinde bulunan bir belgede, 20 Haziran 1841 günü Poros Adasındaki deniz üssünden 2.000 adet silah ile 1035 okka barut çalındığı belirtilmektedir. Yıllar sonra çalınan bu malzemenin Girit'e gönderildiği gerçeği ortaya çıkmıştır.
Bunun bir tekrarı 1956'da kaydedildi. Yunanistan'ın eski Dışişleri Bakanlarından Evangelos Averof, "Kaybolmuş Fırsatlar" adlı kitabında, 1956'da Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Yunan Hükümeti'nin Kıbrıs'ta EOKA terör örgütünü nasıl beslediğini, Türkler'i ve İngiliz-ler'i öldürmeleri için hangi yollardan silah verdiğini, "Birleşmiş Milletler"i nasıl kandırdıklarını, kelimesi kelimesine şöyle anlatır:
"1956 yılı başlarında Andreas Azinas ile Makarios'un yakın çevresinden Papaz Papamiltiyadis'in kızı Marula, Atina'ya gelerek yerleştiler. Bunlar, Kıbrıs'a gönderilecek silah ve cephaneyi sağlayacak ekibi oluşturacaklardı. Bütün bu operasyonun en güç yanı, gizlilik konusunda gösterdiğim hassasiyet ve ısrarımdı. Kıbrıs'a gönderilen silahların kaynağının tesbit edilmesi halinde doğacak en ufak bir şüphenin ortalığı karıştıracağını bildiğim için, böyle bir durumda, sevkiyatın derhal anında durdurulmasında ısrar ediyordum. KIBRIS'A SİLAH GÖNDERDİĞİMİZİN ÖĞRENİLMESİ, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN, KAPILARINI YUNANİSTAN'A VE KIBRIS'A KAPATMASI DEMEKTİ Yasal olmayan yollardan silah sağlamak kolay birşey değildi. Bu silah ve cephanelerin, ordu depolarından gizlice alınması mümkün olamazdı. General Grivas'ın, (Kıbrıs'ta EOKA terör örgütünü kuran Yunan subayı) Azinas'a tanıştırdığı üç subay bu operasyonda çok önemli rol oynamışlardı. Bunlar Albay Eksindaris, Binbaşı Gramatikos ve Yüzbaşı Stavros'dan kurulu bir hücreydi. BU ÜÇ YUNAN SUBAYI ELLERİNDEKİ OLANAKLARI KULLANARAK YUNAN ORDUSUNUN YENİ SİLAHLARINI KULLANILMIŞ MİADI DOLMUŞ, CEPHANELERİ DE YAKILMIŞ GÖSTEREREK KA-YITLARDAN DÜŞÜRMEK SURETİYLE KIBRIS'A GÖNDERMESİ İÇİN AZINAS'A TESLİM EDİYORLARDI."
Yunanistan, ordusuna ait silahları "çalınmış" ya da "hurdaya" çıkmış göstererek, 1841'de Girit Adası'na olduğu gibi 1956'da da Kıbrıs Adası'na, Türkler'i öldürmeleri için gizlice kurduğu, terör örgütlerine göndermişti. Bugün ise yıl 1997, Yunanistan gene aynı oyunu yeni bir görünümle sürdürmeye devam ediyor. Atina bu kez dünya'yı "silahlar çalındı", "hurdaya çıktı" şeklinde değil de, "Güney Kıbrıs Rum Toplumuna eski silahlarımızı sattık, Kıbrıs’a gidenler paralı askerlerdir" şeklinde kandırıyor. Bu görünüm altında Yunanlılar, Kıbrıs'a, Türkler'e karşı kullanmaları için 50 Adet AMX tank'ı, "Leonidas" zırhlı araçları ve daha başka silah ve cephane gönderdiler. Kısacası, devlet olarak dünya üzerinde yerini aldığından bu yana 163 yıl geçmiş olmasına rağmen Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik melanetlerinde değişen birşey yok, dün ne ise bugün de aynı, hatta daha da tırmanarak bu kirli oyunlarını sürdürmeye devam ediyor.
Biz şimdi tekrar 1841'e dönelim. Osmanlı Hükümeti, Yunanlılar'ın Girit Adasında yaşayan Ortodokslar'ı ayaklandırmak için silahlandırdığını öğrenince, Ada'daki Türkler'i korumak için asker yolladı.
Atina'nın dayanılmaz tahriklerine rağmen, Türk tarafı serinkanlılığını kaybetmemeye çalışıyordu. O devrin büyük devletleri bir patlamanın her an yaklaşmakta olduğunu sezmişler, ipin ucunu fazla çekmemesi için Yunanistan'a baskı yapmaya başlamışlardı. Tıpkı bugün olduğu gibi.. Yunanlı politikacıların Arnavutluk, Makedonya, Ege ve Kıbrıs'a yönelik akıl almaz davranı?ları, bugün de Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, ABD ve dünya üzerinde söz sahibi ülkeler tarafından hoş karşılanmıyor, sık sık kendilerini toparlamaları ve saldırganlığı bırakmaları için ısrarla uyarılıyorlar.
Avusturya ve İngiliz elçileri, Yunanlı Bakan'ın önüne, Girit'e hangi tarihte, sivil kıyafetle kaç subay ve asker ile ne kadar silah ve cephane yolladıklarını gösteren belgeleri koyuvermişlerdi. Yunan Kral'ı buna rağmen "Yabancı dostlarımız bizi korurlar," inancıyla Girit'e asker yollamaya devam etmişti. Girit'teki Yunan Konsolosluğu ihtilalcilerin karargahı durumundaydı.
Yunanistan, Girit'te olduğu gibi Kıbrıs'ta da Konsoloslarını halkı Türkler'e karşı ayaklandırmak için kullanmıştı. Yunanlı Araştırmacı-Yazar Vasos Mathiopulos, "Kıbrıs'ı Kayıp mi Edeceğiz?" adlı kitabında bu konuya şöyle değinir:
"1931'de Lefko?a'daki Yunan Konsolos'u Aleksi Kiru'nun tohumlarını serptiği Enosis'in en ateşli destekleyicisi Ortodoks Kilisesiydi. Din adamlarının parolası, `Enosis ve yalnızca Enosis' idi."
Girit'teki olayların gitgide tehlikeli boyutlara ulaştığı günlerde Osmanlı Dışişleri Bakanı Rıfat Paşa, İstanbul'daki Yunan Elçiliği Maslahatgüzarını çağırarak, diplomatik bir dille; "Eğer Yunanistan bir devleti savaşa tahrik etmek istiyorsa oraya Girit'teki Konsolosu Peroğlu'nu atasın. O, savaş başlatmak için ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor.." demiş ve bu şekilde bir savaşın eşiğine gelindiğini imalı bir şekilde anlatmıştı.
İngiltere, önceleri Girit Adası'nın Yunanistan'a bağlanmasına karşıydı. İlk başlarda onun politikası, Ada'nın otonom bir devlet olarak yönetilmesi şeklindeydi. İngiltere Başbakanı Palmerston, İstanbul'daki İngiliz Elçisine, Bağımsız Girit konusunda Osmanlı çevrelerinin görüşünü alması için talimat vermişti. Yunanistan, İngiltere'nin Girit'in Bağımsız bir devlet olmasını istemesini ve bu yöndeki çabalarını kızgınlıkla karşılamıştı. Atina bu gelişmeler üzeri-ne Girit'teki Ortodoks çetecilerden, İngilizlerden uzak durmalarını ve otonomiyi bir yana bırakarak zaman kaybetmeden "ENOSİS"i ilan etmelerini istedi. Atina'dan gelen bu istek, çetecileri "OTONOMİ" ve "ENOSİS" isteyenler olarak ikiye ayırmıştı.
Bu arada Yunanistan'daki muhalif partiler, Türklerin, "Giritli kardeşlerini" zorla adaya yolladıklarını iddia ederek bunu bir sorun haline getirince, Başbakan Koletis, siyasi muhalifleriyle takışmamak için Türk Elçisi Musuros'a bir yazı yollayarak ondan Giritli Ortodokslar'ın Ada'ya zorla gönderilmemelerini istedi. Bu gülünç ve sahtekarlık dolu bir hareketti. Yunanistan bir devletti ve bu devlet sınırları içinde görev yapan yabancı bir diplomatın, o ülkede yaşayan ve himaye edilen bir kişiyi zorla istemediği bir yere göndermesi mümkün değildi. Bu meselenin arkasında yatan gerçek bir Yunan diplomasi düzenbazlığıydı. Amaç, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşmak için Atina'da toplanan Ortodoks Giritliler’in, savaş olmayınca Girit'teki Enosisçi çetelere katılmaları için geri gönderil-melerine zemin hazırlamaktı. Osmanlı diplomatları, Yunan yanlısı bu Giritli Ortodoks gönüllülerin Adaya dönmeleri halinde isyancılara katılacaklarını bildikleri için, onları zorla geri göndermeleri söz konusu değildi, aksine bunların Yunanistan'da kalmalarını tercih ediyorlardı.
Yunanlılar'ın, "Türkler, Giritli Hristiyanları zorla Adaya yollu-yorlar" şeklinde bir yaygara ile ortalığı ayağa kaldırmalarının bir diğer nedeni de, Enosis'çi çetelere katılmaları için Adaya kaçak sokma hazırlığı yaptıkları Giritliler'in yakalanmalarını ve cezalandırılmalarını sağlayarak "Türkler, Girit Hristiyan halkına işkence ediyor, öldürüyorlar" şeklinde bir propagandaya zemin hazırlamak ve yabancı ülkeleri Türk devletine karşı kışkırtmaktı. Bu akıl almaz bir davranıştı. Yunanistan, Türkiye aleyhine propaganda yapabilme uğruna, kendi adamlarını kurban etmekten kaçınmıyordu.
Yunanistan'ın, bir oldu bittiyle sınırları içine aldığı Girit’te oynadığı oyunun bir eşini bugün Kıbrıs üzerinde oynadığını görü-yoruz. Kıbrıs konusuna çözüm arayan Uluslararası güçler ve temsilcileri "Kıbrıs Meselesi"nin gerçek yüzünü bilmedikleri için Yunan-Kıbrıs Rum Yönetimi'nin sergiledikleri duygu sömürüsü ve benzeri propagandalarının etkisi altında kalarak, Kıbrıs Adası'na bir Yunan Adası gözüyle bakmaya meyilli gözüküyorlar.
Oysa ipleri, Atina'nın elinde bulunan Kıbrıs Rum Yönetimi'nin, İngiltere'ye karşı izlediği politika bir "Şantaj Diplomasi"si şeklinde geliştiği artık çok açık bir şekilde görülüyor. Özellikle 1997 yılı başından beri Güney Kıbrıs'ta Rumlar, Adadaki İngiliz Üslerine karşı şantaj amaçlı bir saldırı politikası izlemektedirler.
Yunanistan'ın, bugün, PKK ve "İnsan Hakları" konusunu, Avrupa Birliği içinde kullanarak, Türkiye'yi yıpratmaya çalışması da, komşusuna karşı sürdürdüğü "kirli diplomasi"nin bir diğer yüzüdür. Görüldüğü gibi Türk-Yunan ilişkilerinde değişen birşey yok.
1858'de Yunanistan tarafından beslenen ve kışkırtılarak yönlendirilen Giritli Ortodokslar, Vali Mustafa Paşa'ya baş kaldırdılar. İsyanı bastıracak kadar askeri bulunmayan Vali, zaman kazanmak için asileri yatıştırmaya çalışmış, İstanbul'dan asker gönderilmesini istemişti. Osmanlı İmparatorluğu'nun Başkenti olan İstanbul'dan gelen cevap: "Problemlerimiz yeteri kadar fazla, Girit'te olay yaratmayalım, yumuşak davranmaya gayret edin." şeklindeydi. Hatta Mustafa Paşa görevinden alınarak, yerine yumuşak mizaçlı bir kişi olan Sami Pa?a gönderilmi?ti.
Adada gergin hava yatışmak üzereyken, 18 Haziran 1858 gecesi bir Ortodoks Girit'li, bir Türk bakkalı öldürünce, Türk halkı vali ko-nağının önünde toplanarak, katili linç etmek için kendilerine veril-mesini istemişti. Jandarmalar galeyana gelen Türkleri durduramıyacaklarını anlayınca, alelacele kurulan bir mahkeme katili idama mahkum etmişti. Bu defa Giritli Ortodokslar kızmış, silahlarını kapıp dağa çıkmışlardı. Girit'in Yunanistan'a bağlanmasını isteyen çeteler gene eskisi gibi Türk köylerini basarak soyuyor, önlerine çıkan Türkleri öldürüyorlardı.
Sami Pa?a Ada'ya geldikten sonra durum biraz sakinleşmişti. Bu arada Osmanlı Hükümeti, Hanya şehrindeki Yunan konsolosunun, Ortodoks halkı Türklere karşı isyana teşvik ediyor gerekçesiyle geri alınmasını istedi. Yunanlılar onu geri çekmediler yalnızca süresiz izin verdiler.
Adayı yöneten Türkler, ortalığı sakinleştirmeye çalışırlarken, Yunanlı ajanlar ve Kilise, Ortodoks halkı kışkırtmaya devam ediyorlardı. Yunan konsolosluğunda Girit lehçesiyle yazılmış Türkleri hedef alan bir bildiri havayı bir anda gene elektriklendirmişti. Bu bildiride; “MÜSLÜMAN OLAN TÜRKLERİN GİRİT ADASINDA YAŞAYABİLMELERİ İÇİN ORTODOKSLUĞU KABUL ETMELERİ, AKSİ HALDE ADADA TEK TÜRK KALMAYINCAYA KADAR ÖLDÜRÜLECEKLERİ” belirtiliyordu.
1965'te Kıbrıs'ta da Ada Türklerine karşı bir soykırıma girişen EOKA terör örgütünün başında bulunan Yunanlı General Grivas da buna benzer birçok bildirilerle Ada Türklerini, EOKA çetecilerinin öldürmeleri için birer canlı hedef haline getirmi?ti.
Yunanistan, 1860'lı yıllarda Osmanlı İmparatorluğunu parçalamaya yönelik faaliyetlerini hızlandırmıştı. Bulgar ve Sırp gençleri, Atina'daki Harp okulunda eğitip subay yetiştiriliyor, İtalya'dan topladığı işsiz güçsüzleri, katil ve sabıkalı canileri paralı asker olarak Girit'e yolluyordu. Yunan Harp Okulundan çıkan Bulgar ve Sırp su-baylarla, İtalyan paralı askerler, Girit'te sözde bağımsızlık savaşı veren "çete"ler olarak cinayetler işliyorlar, soygunlar yapıyorlardı.
Türk askerleri bu çetecileri yakaladıkları zaman İtalyan, Bulgar ya da Sırp vatandaşı oldukları için, bunlarla Yunanistan arasında bir bağlantı kurulamıyordu.
Bu gelişmeler 1860'larda kaydedilmiştir. 1997'de ise aynı oyunun Güney Kıbrıs'ta sahnelendiğini görmekteyiz. Ada Türklerini saf dışı bırakarak bütün Kıbrıs Adası'nı büyük bir inatla sınırları içine alma çabası içinde bulunan Yunanistan’ın, Sırp ve Ortodoks Arnavut su-bayları ile PKK terör örgütünün militanlarını paralı asker olarak Türklere karşı savaşmaları için Güney Kıbrıs'a yolladığını da Güney Kıbrıs'ta görevli bütün yabancı diplomatlar görüyor biliyorlar.
Bu gelişmeler kaydedilirken, Yunanistan'dan Girit'e büyük bir parti silah gönderildi. Osmanlı yönetimi buna büyük tepki gösterdi ve Atina'dan, Girit üzerindeki oyunlarına son vermesi istendi. Yunanistan’ı yönetenler her zamanki pişkinlikleri ile "Biz barışsever bir milletiz, Girit'e silah göndermiş değiliz, yanlışınız var." şeklinde bir açıklamada bulunmuşlardı.
Bu açıklamadan iki gün sonra Atina, Türklerle alay edercesine Girit'e bir parti silah daha yollamıştı.
Osmanlı devleti oynanan oyunun farkındaydı, Girit'e savaş gemileri ve asker gönderdi. Bu müdahele sonucu isyancılar 2-3 hafta içinde dağıtılmışlardı.
İsyan'ın bastırılmasından kısa bir süre sonra Yunanistan gene "Panellinion" adlı gemi ile Girit'e gönüllüler, silah, cephane ve para yolladı. Ayrıca Kralın Yaverlerinden Zervudakis ile ihtilalcileri yeniden örgütleyecek yüksek rütbeli Yunanlı subaylar da gizlice Adaya gönderilmişlerdi. Yunanistan'ın tüm çabalarına rağmen, Türk Kuvvetleri, ihtilali bir kez daha bastırmış, Girit'te ihtilal yapmaya çalışan subayları yakalayarak cezalandırmak yerine Yunanistan'a iade etmişti.
Yunanistan, "GİRİT BENZERİ" bir entrika dizisini yıllar sonra Kıbrıs Adasında da oynamaya kalkışmış, Türkiye, bu tahrik edici oyunu yıllarca serinkanlılıkla izlemiş, ancak Kıbrıs Türk halkının can güvenliği söz konusu olunca 1974'de Hukuki Garantörlük hakkını kullanarak Adayı Yunanistana bağlamak amacıyla darbe yapan Yunan subaylarına karşı müdahelede bulunmuştur.
TÜRKİYE, YUNANİSTAN'IN KIBRIS ADASI ÜZERİNDEKİ EMELLERİNİ ÇOK İYİ BİLMEKTE VE YENİ BİR "GİRİT OLAYI"NIN YAŞANMAMASI İÇİN BUGÜN ÇOK HASSAS VE KARARLI DAVRANMAKTADIR.
Yunan Kralı, Girit fiyaskosunun faturasını, dönemin Başbakanına ödetmiş onu azlederek yerine Kumuduros'u getirmişti. Yeni Başbakan kurduğu hükümet'te "Meğali İdea"cı olarak tanınan politikacılara özellikle yer vermişti. Bu yeni Hükümetin aldığı ilk karar Girit İhtilalcilerine destek vermek için bir yardım kampanyası açmak olmuştu. Dış ülkelerde yaşayan Yunanlılarla İstanbul'da yaşayan Osmanlı vatandaşı Rum kökenli Yunanlılardan 28 milyon drahmi toplanmıştı. Bu para ile satın alınan silahlar alelacele Girit'e gönde-rilmişti. Ayrıca Adaya gizlice yollanan Yunanlı subaylar, çetecileri yeniden örgütlemeye ve eğitmeye başlamışlardı.
Kumuduros'un iktidarı çok kısa sürmüştü. Kral onu görevden aldı ve yerine Anayasa Mahkemesi'nin Başkanı olan Moraitini'yi atadı. Yunanistan'ın Girit Adası üzerindeki tahrik edici faaliyetleri Osmanlı yönetimini ciddi şekilde sinirlendiriyordu. Kral George, Türk tarafını sakinleştirmek için her zaman yaptığı gibi yabancı ülkelerin elçile-rine sığınıyor, Yunanistan'ı Türklerden korumalarını istiyordu.
NE GARİPTİR Kİ ŞİMDİ DE YUNANİSTAN BAŞBAKANI, TÜRKİYE'Yİ HEM TAHRİK EDİYOR, HEM DE TÜRKİYE'NİN YUNANİSTAN'A SALDIRACAĞINI İDDİA EDEREK, DÜNYAYI AYAKLANDIRIYOR, ONLARDAN YUNANİSTAN'I TÜRK TEHLİKESİNDEN KORUMALARINI İSTİYOR.
Yunan Parlamentosu, politikacı olmadığı için Moraitini'ye güvenoyu vermedi, bu yüzden hükümeti kurma görevi Vulgaris'e ve-rildi.
Vulgaris, Girit konusunu bir politika malzemesi olarak kullandığı halde, bunun kendisine problemler yaratacağını da çok iyi biliyordu. Hükümetin Dışişleri Bakanı Deliyanis ise onun aksine, Girit'teki ihtilalin körüklenerek, Türk tarafı için “KANAYAN YARA” haline geti-rilmesi gerektiğini meclis konuşmalarında tekrarlayıp duruyordu.
Yıllar sonra 1974'de Yunanlılar, Türk müdahalesi yüzünden Kıbrıs'ı sınırları içine alamayınca ülkenin Başbakanı Konstantin Karamanlis aynı yılın sonlarında Selanik Fuarının açılışında yaptığı bir konuşmada kelimesi kelimesine "KIBRIS'I, TÜRKİYE'YE KANAYAN BİR YARA HALİNE GETİRECEĞİZ" demişti.
Başbakan Vulgaris, şimşekleri üzerinden atmak için Girit konusunda Dışişleri Bakanı Deliyanis'e geniş yetki tanımıştı. Yeni Yunan Hükümeti iktidara gelir gelmez Girit konusunda Osmanlı devletini tahrik edici faaliyetlerin içine girince, Türk tarafı 29 Kasım 1868'de Yunan Hükümetine bir Nota verdi. Notada “5 gün içinde, Girit'teki çetelerin dağıtılması, Yunan subaylarının geri alınarak cezalandırılmaları, ayrıca bir daha Girit'te Türk devletine karşı eylem düzenlenmeyeceği konusunda söz verilmesi” isteniyordu.
20 Ocak 1869'da, Büyük devletler Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliği görüşmek üzere Paris'te bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda alınan karar, “TÜRKİYE'NİN HAKLI OLDUĞU VE YUNANİSTAN'IN GİRİT KONUSUNDA KIŞKIRTMACI OLMAKTAN KAÇINMASI GEREKTİĞİ” şeklindeydi.
Ne var ki, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu çok ciddi problemlerle yüzyüze bulunuyordu. Balkanlar bölgesinin halkları Rusya'nın kışkırtmalarıyla, İmparatorluğa karşı ayaklanmışlardı. Balkanlardaki isyanlar çığ gibi yayılmıştı. Osmanlı ordusu isyanları bastırmak için birkaç cephede birden savaşıyordu.
Osmanlı Devleti sınırlarını korumaya çalışırken, İsviçre'nin Cenevre şehrinde bir örgüt sahneye çıkmıştı. Bu örgütün adı "DEMOKRATİK DOĞU FEDERASYONU" idi. Örgüt Rum, Bulgar, Sırp ve Romanyalılar tarafından kurulmuştu. Yunanlılar dikkatleri üzerlerine çekmemek için örgütte “Rum” adı arkasında yerlerini almışlardı. Örgüte maddi destek verenler Yunanlı ve Ermeni zenginlerdi. Örgütün amacı Balkan ülkelerinin bir Federasyon çatısı altında toplanmalarıydı. Bu federasyon kuruluncaya kadar da örgüt Balkan bölgesinde Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başlayan ayaklanmaları besleyecekti.
Yunanlı politikacılar, Balkan bölgesini Türk devleti için bir yara haline dönüştüreceklerinden, bu arada Ermeni ve Kürtlerin de Doğu Anadolu'da ayaklanacaklarından emindiler ve bu yönde faaliyetlerde bulunuyorlardı. Böylece Girit'i ve Anadolu'da göz diktikleri Türk topraklarını sınırları içine alarak "Büyük Yunanistan"ı yaratacaklarına inanıyorlardı.
Ne gariptir ki, Yunanistan bugün bile yine aynı oyunu oynamaya devam ediyor. İşte bunun en açık bir kanıtı 1995 Mart ayı sonlarında Türkiye ve dünya basınında yayınlanan "Uluslararası İlişkiler Ajansı"nın aşağıdaki haberidir.
"Yunanistan, Türkiye'yi Parçalamak için Güney Kıbrıs'ı Üs Olarak Kullanıyor" başlıklı haberin tam metni şöyledir:
"Güney Kıbrıs'ı Türkiye'ye yönelik yıkıcı faaliyetlerin üssü haline getiren Yunanistan, Lefkoşa'da Türkiye'yi parçalamayı hedef alan bir toplantı düzenledi. "KÜÇÜK ASYA HALKLARI TOPLANTISI" adını taşıyan bu toplantının amacının, Türkiye Cumhuriyetini 47 parçaya bölmek olduğu ilan edildi.
Türkiye'den suç i?leyerek kaçan Ermeni, Kürt, Suriyeli, Arap ve Komünist teröristleri Atina'da toplayıp, Türkiye'deki bağımsızlık hareketlerinin temsilcileri olarak Güney Kıbrıs'a götüren Yunanlılar'ın başında bulunan iki isim dikkati çekiyor. Bunlardan biri kendisini PKK'nın çete başı çocuk katili Abdullah Öcalan'ın Yunanistan'daki temsilcisi olarak tanıtan Yunanlı Emekli Amiral Andonis Naksakis ile, Yunanistan'da iktidarda bulunan Sosyalist PASOK Partisi'nin Merkez Komitesi üyesi Mihalis Haralambidis'dir.
Toplantının bir diğer ilginç yanı da sözde parçalanacak Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde kurulacak hayali Rum, Kürt, Arap, Ermeni devletlerinin uydurma bayraklarının asılmış olmasıydı. Bu toplantıya Yunanlı Milletvekilleri de katıldılar ve konuşmalar yaptılar. Yunan anamuhalefet "Yeni Demokrasi" partisi milletvekili Panayotis Kamenos'un konuşması şöyleydi: "Bugün burada toplanan bizler, Türkler'e karşı tarihte yerini alacak ortak bir mücadeleyi başlatmak için toplanmış bulunuyoruz. Bizi birleştiren, bütünleştiren ortak bir düşmanımız var. BU DÜŞMANIMIZ TÜRKİYE'DİR.. İşgal edilmiş topraklarımızı Türkiye'nin elinden kurtarmak için ortak bir mücadele başlatmamızın artık zamanı gelmiştir."
Türkiye'yi "İnsan Hakları" ve "Demokrasi" konusunda yargılayan yabancıların adil olabilmeleri için bu gerçekleri ve "Türkiye üzerinde oynanan oyunları" çok iyi bilmeleri gerekir.
1870'lerde Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak toprakları üzerinde Balkan Federasyonu kurma faaliyetleri içine giren Yunanistan'ın, 1998'de Anadolu'yu parçalayarak üzerinde Kürt, Ermeni, Arap, Rum Cumhuriyetleri Federasyonu kurmaya çalıştığını görüyoruz.
Biz gene gerilere 1870'li yıllara dönelim. Osmanlı Ordusu Balkanlardaki ayaklanmaları bastırınca "DEMOKRATİK DOĞU FEDERASYONU" ortadan kayboldu.
Yunanlılar hiçbirşey olmamış gibi gene Girit'te yeni bir isyanı kışkırtmaya başladılar. 15 Eylül 1877'de, 700 kadar Giritli silahlarıyla Atina'da tarihi stadyumda toplanarak, Girit'i Türkler'den almak için yemin ettiler.
Bu arada Girit'teki Enosis'çi ihtilalcileri eğitecek olan Yunan subayları da, 1878'de Pire Limanı’ndan Girit'e hareket ettiler. Ada'da yaşayan Yunanistan yanlısı Ortodoks halk, yine yollara dökülmüş, Türkler aleyhine gösteriler yapıyorlardı.
Silahlar patlamadan önce "Girit İhtilal Komitesi" Osmanlı yönetimine bir mesaj yolladı. Bu mesajda, Yunan yanlısı Ortodoks halkın, Osmanlı devletinden, adanın bağımsızlığını tanımasını, kendi yöneticilerini kendi aralarında seçmesini kabul etmesini, Otonom yönetime yılda 500 kuruş vergi ödemesini ve yabancı ülkelerin garantörlüğünü kabul etmelerini istiyordu. Osmanlı Devleti bu isteklere cevap dahi vermeyince, çeteler dağa çıkıp saldırı hazırlığı yapmaya başladılar.
Girit Adasındaki Türk Kuvvetleri'nin komutanı İstanbul'lu bir Rum olan Adosidis Paşa idi. Adosidis Paşa Ortodoks halk'a karşı yumuşak davranıyor, onlara yakın olmaya çalışıyordu. Bunun nedeni onlara kendisinin de Ortodoks olması değil, onları kontrolü altında tutmak istemesi idi. Asilerin arasında ona bilgi taşıyan ajanları vardı. Bu şekilde onların bütün hareketlerini izleyerek önlemlerini alıyordu.
Adosidis Pa?a, ajanlarından, ihtilalcilerin “Bağımsız Girit” görünümü ile Avrupa ülkelerinin sempatisini kazanmaya çalıştıklarını, asıl amaçları'nın "Enosis" olduğunu öğrenmişti. Elinde bunu doğrulayacak belgeler de vardı. Bu sayede, Yunanistan'ın kont-rolünde bulunan ihtilalciler etkisiz hale getirildiler.
1889'un Kasım ayında Girit'teki Yunan yanlısı Ortodokslar yine ayaklandılar. Yunanistan'ın Adaya yolladığı ajanlar, Ortodoks halkı, kiliseyi de devreye sokarak "Enosis"i ilan etmeleri için zorlamaya başlamışlardı. Hatta Atina'da hazırlanan bir bildiri ile Girit Ortodoks halkının kendi iradesiyle Yunanistan'a bağlanması konusunda karar aldığını açıklamıştı.
Yunanistan, aynı oyunu 1950'de Kıbrıs'ta oynadı. Bir oldu bitti ile kilisenin içinde düzenlenen hile dolu bir plebisitle Adada yaşayan Ortodokslar'ın Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını istedikleri açıklandı. Girit'te olduğu gibi, Kıbrıs'ta yaşayan Türkler, tanınmak istenmemiş, insan yerine konmamışlardı.
Atina'da hazırlanan Girit Adasının Yunanistan'a bağlanmasıyla ilgili açıklama üzerine, Osmanlı Devleti duruma el koymuş ve Mahmut Celalettin Paşa'yı Adaya yollamıştı. Paşa ihtilalcilere önce yumuşak muamele etti. Onlar ise aksine kan dökmeye başlayınca, Celalettin Paşa sertleşmek zorunda kaldı.
Ba?bakan Trikupis, Yunanistan savaşa hazır olmadığı için Girit ihtilalcilerini durdurdu.
Türk-Yunan ilişkilerinin 1896-1897 bölümü, Yunanlı tarihçi Yorgo Kordatos'un "Yunan Tarihi" adlı kitabında şöyle yer alır:
"31 Mayıs 1895'de seçimleri kazanan Deliyanis Başbakan olur olmaz, her şeyi bir yana bırakarak ülkenin çok bozuk olan ekonomik durumunu düzeltmek için dış krediler sağlamaya ağırlık verdi. Bu arada Doğu Anadolu'da Ermeniler'in Osmanlı Devleti'ne baş kaldırdıkları haberi Atina'ya geldi. Bu haberin duyulmasından onbeş gün sonra Girit'teki Rumlar gene ayaklanmışlardı.
Ermeniler Berlin Anlaşmasının 61. maddesinden kendilerine de pay çıkararak, Anadolu'da toprak talebinde bulunuyorlardı.
Ermeni ihtilali, Avrupa'daki Türk düşmanları tarafından bir propaganda konusu haline getirilmişti. Yunanlılar, Türkler'i dünyaya "Barbar caniler.." olarak tanıtmaya çalışıyorlardı."
Bugün de Yunanistan'ın, Türkiye'ye yönelik yüzü aynı çirkinliği koruyor. Değişen hiçbir şey yok. Hatta propaganda malzemesi olarak kullanılan sözcükler bile aynı. Yunanlılar'a göre "Türkler, barbardır", "İnsan haklarını çiğniyorlar", "Yunanistan'ı, Ege'yi, Kıbrıs'ı işgale hazırlanıyorlar.." ve buna benzer daha bir çok hezeyanları dünyaya yayıp duruyorlar. Türkiye'yi parçalamak, Anadolu'yu yağmalamak için PKK ve benzeri kanlı terör örgütlerini topraklarında barındırdıkları gerçeği ortaya çıktığı zaman ise, İnsan Hakları savunucuları olarak ortaya çıkıveriyorlar.
Osmanlı Devleti, Ermeniler'le uğraşırken, Girit'te de bir isyanla karşı karşıya gelmek istemiyordu. Bu yüzden, kendi yöneticilerini seçmelerı için seçim yapmalarına izin vermişti. 8 Nisan 1895'de seçimler yapıldı. Atina, Girit'li Ortodokslar'ın yatışmasını istemiyordu. Türklere problemler yaratmaları için onları kışkırtmayı hızlandırdı.
Girit'e dağıtılan Atina'da hızırlanmış bildirilerde "Ermeniler Türklere karşı isyan ettiler. Bağımsızlık savaşı veriyorlar. Giritli kardeşlerimiz siz de Türklere karşı savaşın, onları adanızdan atın." deniliyordu.
Girit Adasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Genel Komutanı olan İstanbul'lu gerçek Rum kökenli Karatodori Paşa, Adadaki Yunan Konsolos'u Yennadi'nin, Ortodoks halkı isyana teşvik ettiği ortaya çıkınca, seçim sonuçlarını iptal etti ve yönetim meclisini kapattı. 7 Mayıs 1896'da Ortodoks halk, Yunanlı ajanların ve papazların kışkırtmalarıyla Türk askerlerine saldırdılar, silahlar patlamaya başlayınca 12 Mayıs'ta Yunan Başbakanı Adaya savaş gemileri göndereceklerini açıkladı. 15 Mayıs'ta Atina'da Girit için bir miting düzenlendi. 20 Mayıs'ta yapılan daha görkemli mitingde, Girit'in Türklerden kurtarılması için bir "Savaş Komitesi"nin kurulduğu açıklandı. Komite'nin başına Yunanlı General Koroneos getirilmişti. Ayrıca bir de "Giritliler Merkez Komitesi" kurulmuştu. Bu komite Girit İhtilalcilerinin propagandasını yapacak, yardım toplayacaktı.
Yunanistan'da Girit ile ilgili örgütlenmiş faaliyetler başlayınca, Yunanistan'ın dostu olan yabancı ülkelerden bazılarının İstanbul'daki elçileri, Padişah Abdülhamid'e Girit'te İsyanı bastıran Turhan ve Hasan Paşa'ları geri alması için baskı yaptılar.
Bu iki paşa, Yunanlıların örgütlediği Enosisçi asilere nefes aldırtmadıkları için Ada'da görevlerini sürdürmeleri işlerine gelmiyordu. Onları Ada'dan uzaklaştırmak için yabancı dostlarını kullanmışlardı. Padişah Abdülhamid, yeni problemlerle karşı karşıya kalmamak için bu iki paşayı Girit'ten geri çekmişti.
Osmanlı yönetimi Adadaki, bütün görevlilerini değiştirdi. Genel Komutan olarak Osmanlı vatandaşı İstanbullu bir Rum olan Yorgo Virovitis Paşayı tayin etti. Asiler yatışmak üzereyken Atina her zaman olduğu gibi ateşi körükledi. 27 Temmuz 1896'da Yunan ordusundan çok sayıda subay ve assubay "Mina" gemisiyle ihtilale katılmak amacıyla Girit'e gittiler.
Aynı tarihlerde Kıbrıs'ta da Yunan faaliyetleri doruğa ulaşmaştı. İngiliz Milli Arşivinde 883/6 numaralı dosyada bulunan belge bu faaliyetler hakkında bilgi veren bir istihbarat raporudur.
Limasol'da bir üst düzey İngiliz görevlisi tarafından hazırlanan raporda şöyle deniliyor:
"Toplantılarda, gösterilerde, sıradan olaylarda, festivallerde, ku-lüplerde ve oyun alanlarında Yunan bayrağı taşınıyor veya asılıyor.
Her ne kadar Kıbrıs İngiliz yönetimi altında, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olsa da, genelde belirgin bir şekilde görülen Yunan bayrağıdır.
Bu tahriklere Müslüman nüfus geçen yıl anlayışlı ve ılımlı davrandı. Eğer, Osmanlı Türkleri de, Ortodoks Hristiyanları örnek almış olsalardı, onlar da kötü niyet gösterip taşkınlıklar yapabilirlerdi. Osmanlı bayrağı hemen hemen hiç kullanılmıyor ve arada bir Vali konağında asılan küçük sancaktan başka İngiliz yönetiminin hiçbir amblemi görülmüyor.
Bu aralarda, ?ehrin ucunda sahilde, neredeyse evimin kar?ısında bulunan lisede sık sık çok büyük bir Yunan bayrağı yükseliyor. Bu ve diğer bayraklar limana giren ve oradan geçen gemiler tarafından görülebiliyor. Bu konuyla ilgili herhangi bir önlem almadım. Ancak durumu bilgi için size aktarıyorum."
1897 Ocak ayında, Yunanistan "Meğali İdea" arzularını açığa vurmuştu. Girit'teki Yunan yanlısı Ortodoks çeteciler, silaha sarılmışlardı. Osmanlı Devletinin yeni maceralara sürüklenecek gücü kalmamıştı. En ufak ayaklanmayı yayılmadan anında bastırması gerekiyordu. Girit'teki bu ayaklanma da böyle hassas bir ortamda bastırılmıştı. Örgütlenmiş Yunan propagandası, Avrupalıları, "Türkler Girit'te Hristiyan kardeşlerinizi öldürüyorlar." diyerek Türkler aleyhine kışkırtıyordu.
Yunanistan'ın silahlandırarak, Türklere saldırttığı çetecilerle, Yunanistan'dan Ada'ya kaçak giden Yunanlı subay ve askerlerin Ada Türklerini öldürüp mallarını çalmalarına verdikleri isim "Bağımsızlık savaşı"ydı. Tıpkı l963-1974 yılları arasında Kıbrıs'ta olduğu gibi, Türk halkını Yunanlı eşkiyalardan korumaya çalışan devletin bu katilleri durdurmaya çalışması ise, "Türk Barbarlığı" oluyordu. Yunan propagandası, yabancıları yalanlarıyla etkilemekte ustadır. Avrupa ülkeleri hükümetleri de, o dönemde Osmanlı devletiyle olan diplomatik ilişkilerine göre Yunan propagandasını ya sahipleniyor ya da dikkate almıyordu.
Ne yazık ki 2000 yılına yaklaşırken Türk devleti benzeri bir durumla gene yüzyüzedir. Yunan propagandasını kendi diplomatik ve iç siyasi politikalarına alet eden bazı ülkelerin, 19. yüzyılda olduğu gibi Türkiye'ye karşı cephe almış bulundukları görülüyor.
Girit’e dönelim:
Yeni problemler istemediği için Girit konusunu kapatmaya çalışan Sultan Abdülhamid, Giritliler'e Bağımsızlık vermeyi kabul etmişti. İngilizler de Girit Rumlarına bağımsızlık verilmesini istiyordu. Yunanlılar ise "Enosis"ten başka hiçbir çözümü kabul etmiyorlardı.
28 Ocak 1897'de, Yunan savaş filosu Girit'e doğru hareket etti. Yunan Veliahdı Yorgo, gemilerden birinin komutanı olarak sefere katılmıştı.
31 Ocak 1897'de Yunan Kralı, büyük devletlere bir çağrıda bulundu. Çağrı şöyleydi:
"Yunanistan, ‘Girit Yunanlıları'nı (Ortodokslar) koruması altına almıştır. Siz Avrupa ülkelerinden, Türklerin Girit'e asker göndermelerini önlemeniz için savaş filolarınızı Ada sularına göndermenizi istiyoruz."
Yunanlılar, bir yandan Adaya saldırıp "Enosis" ilan ederken, öte yandan Avrupalılara emrivaki ile savaş filolarını Girit'e yollamaları için adeta emir veriyorlardı.
Yunan gemileri 1 Şubat'ta Suda limanını abluka altına almış, Hanya'ya asker çıkararak adayı işgal harekatına başlamışlardı. 25 Şubat'ta Atina, Girit Adasını Yunanistan'a bağladığını dünyaya ilan etti.
Yunanistan'ın adayı işgale kalkışmasına ve "Enosis"i ilan etmesine karşı, Osmanlı devleti'nin gösterdiği tepki, Yunanistan'ın Avrupa ülkeleri nezdinde kınanması ve Anadolu'da asker toplanmaya başlanması şeklinde olmuştu.
Yunanistan'ın bu hareketi "savaş ilanı" anlamına geliyordu. Buna rağmen, Yunanlılar'ın Girit'i işgal etmeye kalkışmalarını sempatiyle karşılayan Avrupa ülkeleri de vardı. Bunlar, Yunan Kralı'na kutlama telgrafları yolluyor, onu adeta kışkırtıyorlardı. Bu ilgiden cesaret alan Kral, yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde: "İstediğim anda 300 bin kişilik bir ordu çıkarır, Osmanlı Devleti'ni yeryüzünden sile-rim. Bu, hedefimize ulaşmamız için yeterli bir güçtür." diyordu.
Yunan Kralı bir yandan, Türkiye'ye karşı savaş kışkırtmacılığı yaparken, öte yandan Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ile gizli diplomatik temaslar sürdürüyordu. Bu ülkelerin birbirleriyle olan diplomatik ilişkileri toprak ve ekonomik çıkarlara dayanıyordu. Kral Yorgo, desteklerini kazanmak için hepsine aynı şeyleri vaad edince oynadığı oyun ortaya çıkmıştı. Yunan Kralı'nın iki yüzlülüğünü ortaya çıkaran Rus Çar'ı idi. Oyuna getirilmeye çalışıldığını anlayınca Almanlarla birleşti ve Yorgo'yu tek başına bıraktı. Bu gelişmelerin sonucunda Avusturya, Rusya, Fransa ve Almanya 1 Şubat'ta Yunanistan'a birer Nota verdiler, Nota şöyleydi: "Girit Adasını işgal etme teşebbüsünüz barışı tehlikeye düşürmü?tür. Bundan doğacak sorumluluklar Yunan hükümetine aittir."
Durum böyle olunca İngiltere de buna benzer bir Nota'yı Yunanistan'a vermek mecburiyetinde kalmıştı.
Atina'daki Türk elçisi Asım Bey de, Yunan hükümetini, ileride doğabilecek olaylardan sorumlu tutulacağı konusunda uyarmıştı. Yunan Dışişleri Bakanı Skuzes'in Türk elçisine verdiği cevap terbiye ölçülerini çok aşmıştı. Yunanlı bakan ses tonunu yükselterek Türk elçisine şöyle demişti: "Sizin ne düşündüğünüz benim için önemli değil. Biz kararlarımızın hesabını kimseye verecek değiliz."
Yunan Devleti bu davranışlarıyla boğazına kadar batağa batmıştı. Geriye dönüş yapması için zaman çok geçti.
Osmanlı devleti, Yunanistan'a karşı izlediği "hoşgörü" ve "serinkanlılık" politikasını bir yana bırakarak, artık ona bir ders verme zamanının geldiğine karar vermişti.
2 Şubat'ta, Girit'teki Türk kuvvetleri harekete geçtiler, yakaladıkları ihtilalcileri anında yargılayarak idam ettiler.
Osmanlı yönetimi, Girit ihtilaline son vermek için adaya asker yolladı. Yunanistan buna büyük tepki gösterdi ve bir Nota verdi. Nota ?öyleydi:
"Girit Adasındaki Yunan halkının (Ortodokslar) can güvenliğini korumak için, Türk askerinin adaya ayak basmasına izin vermeyeceğiz."
Yunanistan'ın, bağımsızlık yıldönümü olan 25 Mart 1897'de, Atina'da savaş isterisi doruğuna ulaşmıştı. O gün, Türk topraklarına saldırıya geçildiği söylentisi etrafa yayıldı. Bu söylenti iki gün sonra gerçekleşti. 27 Mart'ta, Yunanlı subaylar Epir ve Makedonya'ya giderek, orada faaliyet gösteren çetelerin başına geçtiler ve Osmanlı devletine saldırdılar.
Türk-Yunan savaşı başlamıştı.
Türk ordusu aynı gün harekete geçerek stratejik mevkileri ele geçirdi. Yunan ordusunun Başkomutanı Kral Yorgo idi. Türk-Yunan savaşının başladığını duyan Kıbrıs'lı, Girit'li, İstanbul'lu ve İzmir'li olan ancak Ortodoks oldukları için kendilerinin Yunanlı olduklarına inandırılan çoğu Osmanlı vatandaşı binlerce kişi gönüllü olarak Yunan ordusuna katılmışlardı. Avrupa ve Rusya'dan gelip Yunan ordusuna katılanlar da vardı. Yunanistan bu savaş için yıllarca hazırlanmıştı. Avrupa'da eğitilmiş kurmay subayları, bol silah ve cephanesi vardı.
Yunan ordusu savaşın daha ilk gününde bir sabun köpüğü gibi eriyip yok olmuştu. Paniğe kapılan Yunanlı subay ve erler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Türk ordusu 21 gün içinde bütün Thesalya'yı işgal etmiş, Başkent Atina'nın kapılarına dayanmıştı.
Türkiye, 20 Temmuz l974'de de Kıbrıs Adasını bir darbe ile sınırları içine almak istemesi yüzünden Yunanistan ile savaşacak duruma gelmişti. Yunan yönetiminin emriyle Kıbrıs'ta terör örgütü EOKA ile birlikte Kıbrıs devletini yıkan Yunanlı subaylar, Adada çok kan dökünce Türkiye bir "Garantör" olarak müdahele etmek mecburiyetinde kalmıştı. İşte bu yüzden Türkiye ile Yunanistan 1897'de olduğu gibi bir kez daha savaş ortamına girmişlerdi. Ama ne var ki tarih boyu Türkiye'ye tehditler savuran Yunan ordusu, tek mermi atılmadan savaşı kaybettiğini kabullendi. Yunanistan'da seferberlik ilan edildiği anda tam bir kaos yaşandı. Yedeklerin yüzde 60'ı firar etti. Silah kasaları açıldığında içinden tüfek yerine taşlar çıktı. Türkiye'nin, Batı Anadolu sahilindeki Rodos, Sakız, Midilli gibi adaları işgal edeceğinden kesinlikle emin olan Yunanlılar Adadaki değerli eşyaları alelacele önce Atina'ya ve hemen sonra Girit Adasına kaçırdılar. Girit Adasına kaçırmalarının nedeni ise bir Türk saldırısına karşı Yunan savunmasının üç kademede geri çekilmesinden kaynaklanır. Türk kuvvetleri Trakya'daki Yunan sınırını aştıkları anda Yunan ordusunun ikinci savunma hattı, Selanik şehrinin güneyinde bulunan Larisa şehridir. Türk Kuvvetleri Selaniği almaları halinde ise Yunanistan'ın son savunma hattı Girit Adası'dır. Kısacası Türk Ordusu Atina'yı alırsa, Yunanistan devlet olarak varlığını Girit Adası üzerinde sürdürecek. Bu gelişmelerin en ilginç yanı, o günlerde (1974) Girit Halkı'nın da bağımsızlık için Yunanistan'a karşı baş kaldırmış olmasıdır. Rodos'ta yaşayan halk ise Ada'daki Türk Konsolosu ile bağlantı kurarak, “Adalarının Yunan işgali altında bulunduğunu belirtmişler ve Türk Ordusu adayı bombalamazsa Rodos Adasını Türk Askerlerine en ufak bir çatışmaya meydan vermeden teslim etmeye hazır olduklarını” bildirmişlerdi.
25 Mayıs 1898'de Türk Ordusu Thesalya'dan çekilmişti. Yunanistan'ın büyük bir bölümü bir yıl Osmanlı ordusu'nun denetimi altında kalmıştı. Eğer Türk tarafı, Yunanistan'ın bunca yıl onlara karşı sürdürdüğü düşmanlığın intikamını almak isteseydi, kuvvetlerini geri çekmeden önce Atina'ya girip bir resmi geçit yapabilir, hatta Akropol'e Türk bayrağını bile çekebilirdi. Bu, savaş galiplerine tanınan bir haktı. Büyük devletler bile Türk ordusuna bu hakkı tanımışlardı.
Ama gerçek şu ki, düşmanı bile olsa, Türk milleti, savaşta mağlup olmuş bir milletin onurunu çiğnemeyi düşünmeyecek kadar soyludur.
İngiltere Başbakanı Salisbury o günlerde "Skrip" dergisine verdiği bir mülakatta bu savaşı yorumlarken, "Yunanistan'ın bir deli gömleğine ihtiyacı var.." demişti.
Türk ordusunun karşısındaki hezimete rağmen Yunanistan akıllanmayı bilmiyor, Girit konusunda bildiğini okuyordu.
Yunanistan, o tarihlerde Girit üzerinde oynadığı oyunun bir benzerini de Kıbrıs Adası üzerinde sahneliyordu. Sadece Girit Adasını değil, Kıbrıs Adasını da sınırları içine almaya çalışıyordu.
İngiliz Devlet Arşivlerinde 883/6 numaralı dosyada bulunan 14 Nisan 1899'da tarihli belge, Kıbrıs'ta görevli Yüksek Komiseri Sir W.F.Haynes Smith'in, Londra'da Sömürgeler Bakanı Chamberlain'e gönderdiği bir rapordur. Bu tarihi belgede Kıbrıs'taki Yunan faaliyetleri Londra'ya şöyle aktarılıyordu.
"Geçen Kasım ayında Atina'da kurulan ve adı "Vatanseverler" olan bu örgütün hazırladığı bir plan ile Kıbrıs'ta yönetime karşı tahriklerin başlayacağını ve hedefin Kıbrıs Adası'nın Yunanistan'a bağlanması olduğunu bilgilerinize sunarım. Bu örgütün hedefleri ve örgütlenme şekli Kıbrıs'ın tüm kasaba ve köylerine yayılacak. Bunların sloganı "Ion Adaları, Thesalya, Girit'ten sonra şimdi sıra Kıbrıs'ta.
Yunanistan, Thesalya'yı ve Girit'i Türk hakimiyetinden alarak sınırlarına kattı. 1998'de aynı doyumsuzluğu Kıbrıs Türkleri'ni dışlayıp AB’a tam üye olarak dolaylı Enosis’i gerçekleştirmeye çalışmakla sergiliyor. Kıbrıs Türkleri'nin Rumlar'la anlaşma konusunda gösterdikleri hassasiyetin nedeni de budur. Kıbrıs Türk İnsanı hakkında karar alacak olanların adil olabilmeleri için, herşeyden önce Yeni Yunan tarihini ve "Elenizm'in İçyüzünü" çok iyi bilmeleri gerekir.
İngiliz Yüksek Komiseri'nin raporu şöyle devam ediyor:
"Bilindiği gibi Yunanlılar "Vatanseverlik duygusu" diye adlandırdıkları Elenizmi yaymak için okulları kullanıyorlar. Böylece Romanya'da, Bulgaristan'da, Mısır'da ve Doğu'da bu konuda faaliyetlerde bulunuyorlar. Kimse onları, kendi dinlerinden olan insanları Elen fikirleri ile yetiştirdikleri için suçlayamaz. Ancak onlar çok ileriye gidiyorlar ve bu okulları propaganda amacıyla kullanıyorlar. Buna rağmen, kendi silahları başka milletler tarafından kendileri-ne karşı kullanıldığı zaman, Bulgaristan ve Romanya'da olduğu gibi çok hiddetleniyorlar."
Yunanlılar, göz diktikleri ülkeleri ele geçirmek için o ülkelerde yaşayan Ortodoksları kullanmış, Ortodoks kilisesinin de yardımlarıyla kurduğu okullar vasıtasıyla, "Elenizm"i yaymış, böylelikle parçalayacağı ülkelerin topraklarını ele geçirmeye, "Büyük Yunanistan" hayalini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Atina, Güney Kıbrıs'ta olduğu gibi, aynı yayılma faaliyetlerini Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan'da da sürdürmektedir.
Yunanlılar, Türkiye'deki Rum okullarında da bu tür eğitim faaliyetlerini yıllarca sürdürmüş ve Rum okullarından mezun olanlar birer "Türk düşmanı" olarak ortaya çıkmışlardı.
1901-1908 yılları Yunanistan için bunalımlı bir dönemdi. Türkler'e karşı savaş çığlıkları atamadıkları için, politikacılarla askerler, aralarında iktidar savaşı veriyorlardı.
Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, Yunanistan'da "Meğali İdea" hortlayıvermişti. Diğer taraftan Türk subaylarının Girit'ten Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak bahsetmeleri Yunanlıları kızdırıyordu. Oysa Girit Adası Türklere aitti. Adayı kontrolleri altına alanlar ise Yunanistan'ın yönlendirdiği ve kontrolü altına aldığı Ortodoks Enosis yanlılarıydı.
Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde, Yunanistan'ın Girit'teki temsilcisi Zaimis idi. Ada'nın Türk yöneticileri bulunmasına rağmen, Yunanistan Zaimis'i Ada'ya Genel Vali olarak yollamıştı. Bu, Yunanistan'ın devlet olarak var olduğundan beri Türk tarafını nasıl tahrik ettiğini gösteren yalnızca bir örnektir. Bu tahrik örnekleri yüzlerce hatta binlercedir.
Zaimis, Yunan hükümetinin onayı ve Ruslarla, Avusturyalıların da desteği ile Girit'in tamamen Yunanistan'a bağlanması için bir tezgah kurmuştu. Her şey hazırlandıktan sonra, "Ben Avrupa'ya, kaplıcalara gidiyorum.." diyen Zaimis'in, Ada'dan ayrılmasından birkaç gün sonra 24 Eylül'de Atina'ya bağlı Girit'li Enosisçi Ortodoks liderler, Osmanlı Devleti'nin karşısına çıkarak "Enosis"i ilan ettiklerini açıkladılar. İlk yaptıkları da "Yunanistan Krallığı" mühürünü ve Yunan Anayasasını kullanmak olmuştu. Bu arada Türk yönetim hiçe sayılarak Türk bayrakları toplanıp yakılmış, yerine Yunan bayrakları çekilmişti.
O dönemin gelişmelerini Yunanlı Tarihçi Kordatos, "Yunanistan Tarihi" adlı kitabında şöyle anlatır:
"Türkiye'de bir gericilik hareketinin patlak vermesi sadece Yunanistan'da Theotokis hükümetini düşmekten değil, Yunanistan'ı büyük bir felaketten kurtarmıştı. İttihatçılar, Yunanistan'a savaş ilan etmeye hazırlanıyorlardı. 31 Mart olayı, Milliyetçi Türklerin içindeki bu ateşi söndürmüştü. Türkler ilk defa aralarında bölünmüşlerdi."
Türklerin bölünmesi Yunanistan'ı yok olmaktan kurtarmıştı. O dönemde ortam buna çok müsait idi. Yunanistan'ı yaratan ve her zaman ona arka çıkan Büyük devletlerin o günlerdeki problemleri oldukça fazlaydı. Rusya'da Çar'a karşı ayaklanmalar başlamış, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, esmekte olan savaş rüzgarlarına kapılmış bir yandan savaş hazırlığı yapıyor, öte yandan gelişmelere yalnızca seyirci kalıyorlardı. Yunanistan uğruna kimse parmağını oynatacak durumda değildi. Tek yaptıkları hareket, Yunanistan'a, "Ortalığı bulandırma, rahat dur, bize problem yaratma..." şeklinde bir uyarıda bulunmaları olmuştu.
Türkler arasındaki bölünme Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'daki topraklarını, Girit ve Ege'de bazı adaları kaybetmesine neden olmuştu. 24 Eylül'de Yunan yanlısı Ortodoksların Girit Adasını Yunanistan'a bağladıklarının duyulmasından hemen sonra, Atina'daki Türk elçisi Nabi Bey, Yunan Dışişlerine Türkiye adına verdiği Nota'da, “Osmanlı hükümeti'nin bütün hoşgörülü davranışına ve iyi komşuluk ilişkilerini problemsiz sürdürmek istemesine rağmen Girit'te "Enosis" ilan edilmesinin hoş karşılanmadığını ve bu davranışın tehlike yarattığını” belirtiyordu. Nota'da ayrıca “Girit'teki Yunan subaylarının Türk bayrağına karşı yakışıksız davranışları” da kınanıyordu. Osmanlı yönetimi, Yunan hükümetinden bir açıklama yaparak, "Enosis"in ilanını tanımadığını dünyaya ilan etmesini istemişti.
Girit'in bir oldu bitti ile Yunanistan'a bağlanmak istenmesine Osmanlı Devleti'nin gösterdiği tepki, yalnızca diplomatik yollardan olmadı. Türk savaş gemileri Girit'e doğru yola çıkmışlardı. Bu savaş demekti. Yunanistan paniğe kapılmıştı.
Paris'teki Yunan elçisi Deliyanis, Başbakan Clemanseau'ya giderek, Fransa'nın Yunanistan'a yardım etmesini istedi. Fransa Başbakanı'nın verdiği cevap "Sizin için yapabilecek birşeyimiz yok." şeklinde olmuştu. İngiltere Başbakanı'nın da verdiği cevap Fransa’nın yanıtından farksız idi.
Yunan Kralı Yorgo, Fransız ve İngilizlerin, Yunanistan'a ihtiyaçları olduğunu ve onu kolay harcayamayacaklarını bildiği için, usta bir kumarbaz gibi blöf yaptı ve oyunu kazandı.
Yunan Kral'ı İngiliz ve Fransız Hükümetlerine yolladığı mektupta "Girit'in Yunanistan'a bağlanması kabul edilmez ve Türklere, Girit'e müdaheleye izin verilirse istifa edeceğim." diyordu.
Kral'ın istifasının, Yunanistan'ın parçalanmasına yol açacağını bilen Fransa ve İngiltere, böyle bir durumun kendi politikalarına da problemler yaratacağını bildikleri için diplomatik girişimlerle Osmanlı Yönetimi'ni Girit'e müdahelede bulunmaktan caydırmışlardı.
Yunanlı tarihçiler bu durumu ?öyle yorumluyorlar:
"Türklerin karşısında bir defa daha küçülmüş, rezil olmuştuk. Bu son haysiyetsizlik damlaları bardağı taşırmıştı. Yabancı ülkeler araya girmeseydiler, durumumuz ne olurdu?"
Yunan Kralı'nın istifa etmemesi için Türk ordusunun Girit'e ayak basması engellenmişti ama, askeri bir darbe ile Kral Yorgo'nun sürgün edilmesini kimse engelleyememişti. 1909'da bir darbe daha oldu. Bu, "Denizciler Darbesi"ydi. 1909 Aralık ayında ülkeyi yöneten ihtilalci subaylar, Giritli politikacı Venizelos'u kendilerine danışmanlık etmesi için Atina'ya çağırdılar.
Yunanlı tarihçi ve araştırmacılar, Venizelos'un bir İngiliz ajanı olduğunu iddia ederler. Venizelos'un, Girit'te görevli İngiliz Başkonsolos'u Elliot ile yakın ilişki içinde olması ve Atina'da göreve başladıktan sonra İngiliz Hükümeti'nin Konsolos Elliot'u, Atina'ya Büyükelçi atamasını kimse bir tesadüf olarak kabul etmiyor.
Yunan tarihi bu ülkenin Başbakanlarının İngiliz, Amerikan ajanları olduklarına dair suçlamalarla doludur. Hatta bu iddiaların en son kahramanı Andreas Papandreu'dur.
Andreas Papandreu'yu zirveye CIA'nın getirdiğini iddia eden kaynaklar onun hakkında şu bilgileri verirler:
"BARKLEY üniversitesi İktisat Fakültesi Rektörlüğü görevinden istifa ederek Atina'ya giden Andreas Papandreu ile Yunanistan'da dikkati çekecek kadar fazla ilgilenen ABD'nin Atina Elçisi Hanry Lambois ile Elçilik Müsteşarı Leaflin Campbell oldu. Bu iki Amerikalı diplomat, dönemin Başbakanı Konstantin Karamanlis'i ziyaret ederek (Karamanlis'in de CIA'nın adamı olduğu iddia edili-yor.) Andreas ile ilgili bir görüşme yaptılar. Bir "İktisadi Araştırma Merkezi" kurmayı planlayan Yunanistan Başbakanı, Amerikalılarla görüştükten sonra Merkezi kurma görevini Andreas'a verdi. Genç Papandreu ile Leaflin Campbell ve Amerikan elçiliği'nin genç siyasi danışmanı Monteagle Stearns arasında o tarihte kurulan ilişkiler, bir dostluktan öteydi. Campbell CIA'nın, Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya'yı içine alan bölge'nin istasyon şefiydi. Stearns ise CIA ile Yunan İstihbarat Örgütü (EIP) arasında irtibatı sağlayan kişiydi. Bu üç sözde eski dostun sık sık Atina'nın kuytu bölgelerinde buluşmaları siyasi çevrelerde dedikodulara yol açmıştı.
Papandreu, 1981 yılı sonlarında Başbakan olur olmaz, Başkan Reagan'ın yardımcısı olan, CIA'nın eski Başkanlarından George Bush, alelacele Papandreu'nun eski dostu Monteagle Stearns'ı bu defa Elçi olarak Atina'ya gönderdi. 1966'lı yıllarda elçiliğin siyasi danışmanı hüviyetiyle CIA ile KIP arasında irtibatı sağlayan Stearns bu defa Papandreu ile ABD Elçisi olarak temas edecekti.
Stearns, Atina'da bulunduğu sürece Yunan Başbakanına arka çıkmış, onu korumuştu.
Venizelos ile Papandreu'nun İngiliz ve Amerikan İstihbarat örgütleriyle diplomatik kanallar aracılığıyla olan ilişkileri, derinlemesine incelendiğinde Yunanistan'ın karanlık bir yüzü daha ortaya çıkmaktadır.
1911'de Giritli Ortodoks Enosis'çiler, Yunan parlamentosuna temsilci yollamak istiyorlardı. Venizelos, Girit temsilcilerinin Yunan Millet Meclisine kabul edilmelerinin, Enosis'i pekleştirmek anlamına geleceğini ve böyle bir hareketin, Türkleri kışkırtmaktan başka bir işe yaramayacağını bildiği için, sabırlı olmalarını istemişti.
Muhalif politikacılarla, basının büyük bölümü Girit nedeniyle Venizelos'a ateş püskürüyor, "Megali İdea"yı öldürmekle suçluyorlardı.
Venizelos bütün bu saldırılara direndi, görmemezlikten, duymamazlıktan geldi. O başka türlü düşünüyordu. Eğer Giritliler Yunan Meclisine girerlerse, Türkiye'nin, Yunanistan'a savaş ilan etmesinin ihtimali fazlaydı. Oysa Venizelos, Türkler aleyhine bir cephe oluşturmak için Bulgar ve Sırplar'la gizli görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmelerin sonuç getirmesi için bir yıla daha ihtiyaç vardı. Cephe oluşturuluncaya kadar, Türk tarafının tahrik edilmemesi ve bir savaş ortamı yaratılmaması gerekiyordu.
Buna rağmen, Giritli temsilciler, muhalefetin, basının ve halkın tahrikleriyle, polisin engellemesine rağmen, zorla götürülüp meclise sokulunca, Venizelos çok zor durumda kalmıştı.
Yunanistan'ı, Türklerle bir savaştan kurtaran, İtalyanların, Trablus'u almak için, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi olmuştu.
Büyük devletler, Türkiye'nin müdahelede bulunmaları yönündeki çağrısını duymazlıktan gelince, daha da cesaretlenen İtalyanlar, Beyrut limanını bombalamış, 4 Mayıs 1912'de Oniki Ada'yı işgal etmişlerdi.
Osmanlı Devleti'nin, İtalya ile savaşması, Yunanlılar'ın bekledikleri fırsattı. Venizelos, Sırp ve Bulgarlarla yaptığı görüşmelere hız vermiş, onları Balkanlar'dan söküp atmak için en uygun zamanın gelmiş olduğuna inandırmıştı.
İtalyanların, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi, Sırp ve Bulgarların, Makedonya'yı aralarında paylaşma konusunda Yunanistan'dan gizli bir anlaşma imzalamaları, İngilizleri endişelendirmişti. Ege'de limanı bulunan, kontrol altında bir Bulgaristan, Rus politikasının ana hedeflerindendi.
Balkanlar'da, İngiltere'ye yakın tek ülke Yunanistan'dı. Sırp ve Bulgarlar arasındaki gizli anlaşma, Yunanistan'ın bölgedeki varlığını tehlikeye düşürüyordu. İngilizler, Yunanistan'ı da Bulgar-Sırp ittifakına sokmak için devreye girmi?lerdi.
Londra, Yunanistan'ın, Bulgar-Sırp ittifakına alınması için faaliyet göstermesi görevini "London Times" gazetesinin muhabiri Batser'e verdi. İngiliz gazeteci 1912 Mart ayında Atina, Sofya, Belgrad arasında mekik dokudu. Bulgar ve Sırp Başbakanlarına Venizelos'un mesajlarını taşıdı. Sonuçta gizli bir anlaşma ile Yunanistan da pakta kabul edilmişti.
Yunanistan, savaş hazırlıklarını yaparken, dikkati çekmemek için Thesalya'da bir askeri tatbikat yapacağını açıklamıştı.
Balkan ülkeleri arasındaki gizli anlaşma Bulgar ve Yunan Kralları tarafından 15 Haziran 1912'de resmen açıklandı.
Temmuz ayı ortalarında Bulgaristan Başbakanı Gosov, Sofya'daki Yunan elçisini davet ederek, "Türkler en zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Yunan parlamentosu, Giritli milletvekillerini Ada'nın temsilcileri olarak kabul etsin, böylece Türkler'i tahrik etmiş oluruz. Savaşı onların başlatması bizim işimizi kolaylaştırır." demişti.
Yunanlılar, Bulgarlara fazla güvenmedikleri için bu öneriyi duymazlıktan gelmişlerdi. Türklerle tek başlarına karşı karşıya kalmaktan korkuyorlardı.
Bu defa, Bulgar Genel Kurmay Başkanı General Fitsef, Yunan elçisiyle konuştu ve şöyle dedi: "Bulgaristan, Sırp ve Karadağlılarla birlikte Türklere karşı savaşmaya kararlıdır. Bu savaşa 500 bin asker 1500 top ile başlayacağız. Türklerin 300 bin askeri ve 850 topları var. Bulgar askerleri Meriç'te toplanıp Türk topraklarına saldıracaklar." Yunan elçisi, Bulgar Genel kurmay Başkanı ile görüştükten 48 saat sonra, Yunanistan seferberlik hazırlıkları yapmaya başladı.
Osmanlı yönetimi de bu arada Sofya ve Atina'daki ajanlarından aleyhine yapılan hazırlıkları öğrenmiş, 14 Eylül 1912'de seferberlek ilan etmişti.
Yunanlılar, Bulgarların isteklerine uyarak, Girit milletvekillerini meclise kabul ettiler. Ekim ayının ilk haftası içinde Giritli milletvekillerin, Yunan meclisine katılmaları nedeniyle Meclis Başkanı yaptığı konuşmada şöyle demişti:
"Balkanlar'ın dört hristiyan ülkesi, soydaşlarını Türk mezaliminden kurtarmak için birleşmişlerdir. Girit Adası şu andan itibaren Yunanistan'ın bölünmez bir parçasıdır." Böylece Girit oyunu tamamlanmış, Girit, nihayet 80 yılda Yunan yapılmıştı.
Ardından 4 ülke Osmanlı devletine saldırarak Balkan savaşını başlattılar. Milyonlarca Türk, bu savaşta katledildi, göçe zorlandı. Edirne’ye kadar Türk toprakları işgal edildi.
1910-1920 yılları döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamayı hedef alan bir dizi faaliyet gözlenmişti. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Ortodoks azınlıklar, Yunanistan'ın, Rusya'nın ve bazı dış güçlerin kışkırtmalarıyla ayaklanmış bir "Ortodoks İttifak" oluşturarak Türk Devleti'nden bağımsızlık istiyorlardı. Bu arada Anadolu'da yaşayan Ermeniler de devlete isyan etmişler, Doğu Anadolu'da katliamlar, başkent İstanbul'da ise terörle devleti yıpratı-yorlardı. Osmanlı Devleti'nin bu ayaklanmaları bastırmak istemesini ise Batı dünyasının bir bölümü ile Avrupa Basınının bir bölümünü verdiği büyük paralarla tarafına alan Yunanistan'ın kışkırtmaları ile "Soykırım" şeklinde Türkler aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanıyorlardı. Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu yıpratıldı, toprakları işgal edildi ve parçalanıp yok edilmek istendi. Bu durumdan en çok yararlanan ve en fazla Türk toprağını sınırlarına katan Yunanistan olmuştu.
Şimdi 1998 yılındayız. Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti toprakları gene 1910-1920'li yıllarda olduğu gibi parçalanmak isteniyor. Balkanlar bölgesi gene kaynıyor. Yunanistan, Rusya, Sırplar ve Kıbrıslı Ortodokslar bir "Ortodoks İttifak" oluşturdular. Bu kez Anadolu'da Ermenilerin yerini çocuk, kadın demeden binlerce masum insanı vahşice öldüren Komünist bir Kürt terör örgütü olan PKK aldı. PKK, Türkiye'yi parçalamak isteyen Yunanistan ve diğer güçlerin taşeronluğunu yapıyor. Yunanistan, PKK terör örgütünün katillerini beslediği yetmiyormuş gibi, Avrupa'da da onların "İnsan Hakları"nın savunuculuğuna soyunmuş bulunuyor. Bütün bu gelişmelerin yanısıra Atina, Kıbrıs üzerindeki oyununu da hızlandırılmış bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. Savunma Doktrini çerçevesi içinde Güney Kıbrıs'ta Hava ve Deniz üsleri kuruyor, S-300 füzeleri alınıyor, Yunan askerleri adaya geti-riliyor, Rumları silahlandırıyor ve Kıbrıs Türklerine saldırmaları için kışkırtıyor.
Bir hayal aleminde ya?ayan Yunanistan, ayaklanmalar yaratarak Türkiye'yi parçalayacağına ve bundan yararlanarak Kıbrıs'ı da, Girit gibi sınırlarına katacağına inanıyor.
Kıbrıs'ta çözüm arayanlar, tarihin sayfalarında yer alan yukarıda saydığımız gerçekleri göz ardı ederek Rum-Yunan tarafının ada üzerindeki yayılmacı emellerini ciddiye almazlarsa, tarihe olduğu kadar insanlığa da ihanet etmiş olacaklar.
Dostları ilə paylaş: |