1897 TÜRK - YUNAN SAVAŞI
Girit adasında, Halepa Sözleşmesi ile oluşturulan statüde, Rumlara geniş haklar verilmiş, ancak bu durum da onları memnun etmemişti. Rumlar, adanın yönetiminde daha etkili olabilmek ve adayı Yunanistan'a bağlamak amacındaydılar. 1878'den itibaren, bu amaçlarına ulaşabilmek için uygun bir ortamın çıkmasını beklemeye başlamışlar ve bu arada bazı girişimlerde bulunmuşlardı.
Nitekim, Girit Rumları 1885'de Bulgaristan ile Şarkî Rumeli'nin birleşmesi üzerine doğan Balkan bunalımından yararlanarak harekete geçtiler. Girit'in Yunanistan'a bağlanmasını, bu olmaz ise Halepa Sözleşmesi'nin kapsamının genişletilmesini istediler. Yunanistan da büyüyen Bulgaristan'a karşı dengeyi sağlamak gerekçesiyle, Girit'i ele geçirmeye kalkıştı ve ada Rumlarını isyan için kışkırtmaya başladı.
Girit Rumları, Halepa Sözleşmesi'nin iyi uygulanmadığını ileri sürerek 1888'de yeniden ayaklandılar ve adanın Yunanistan'a bağlanmasına karşı çıkan Türklere saldırılara başladılar. Bunun üzerine Babıâli, Girit'e asker gönderdi ve isyanı bastırdı(1). 26 Ekim 1889'da yayınlanan bir fermanla Girit valisine olağanüstü yetkiler verilerek yanına bir de komutan atandı. Valinin yetkileri şöyleydi:
1- Girit meclisine başkanlık yapmak ve görüşmeleri yönetmek,
2- Meclisin aldığı kararları onaylamak veya reddetmek,
3- Meclisin çalışmalarına son verebilmek(2). Daha evvel adaya verilmiş olan imtiyazlar da bazı sınırlamalara tabi tutuldu(3).
Girit adasında bu gelişmeler olurken, Yunanistan da Bulgaristan olaylarını fırsat bilerek Girit, Epir ve Güney Makedonya'yı kendisine katmak amacıyla Osmanlı sınırlarında bazı askerî hazırlıklara başladı. Bunun üzerine, Balkanlar'da yeni bir bunalımın çıkmasını kendi çıkarlarına aykırı bulan büyük devletler, İngiltere'nin önerisi üzerine Yunanistan'a baskı yaparak, askerî girişimlerine son vermesini istediler. Yunanistan'ın buna karşı çıkması üzerine de, Fransa dışındaki beş büyük devletin ortak donanması Yunanistan'ı kuşattı. Teselya'ya hücum eden bir Yunan askerî birliği de Osmanlılar tarafından püskürtüldü. Bunun üzerine Yunanistan, büyük devletlerin de isteğine uyarak bir kısım askeri terhis ederken büyük devletler de Haziran 1889'da deniz kuşatmasını kaldırdı. Böylece, Yunan emelleri bir süre frenlenmiş ve yeni bir Osmanlı-Yunan çatışmasının çıkması önlenmiş oldu(4).
1894 Haziran'ında ise Rumlar Halepa Sözleşmesi'nin uygulanmasını ve adaya Hıristiyan vali atanmasını istediler. Osmanlı Devleti, 1895 Mayısı'nda Kara Todori Paşa'yı adaya vali olarak atadı(5). Fakat bu Hıristiyan vali, selefi gibi azimli olmadığı için adadaki karışıklığı gideremedi. Ertesi yıl, onun yerine Girit valiliğine getirilen Turhan Paşa da bu hususta büyük bir başarı sağlayamadı(6). Bütün bu çabalara rağmen, Hanya, Kandiye ve Resmo'da olaylar önlenemedi. Rum çetelerinin saldırılarına karşı korumasız kalan Türkler için kırsal bölgelerde yaşama imkânı kalmamıştı. Sahillerdeki kasaba ve limanlarda Türkler, iç bölgelerde ise Rumlar çoğunluğu oluşturmaya başladılar(7).
Rumlar, Türklere karşı vahşi bir terör uygulamasına girişmişlerdi. Yunanistan'dan yardım gören çeteler Türk köylerini ve hatta kasabalarını basarak Müslüman halkı kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar ayırt etmeden öldürüyor, mallarını yağmalıyor, evlerini barklarını yerle bir ediyorlardı. Çok geçmeden, Türkler de teşkilatlanarak kendilerini savunmaya ve çetelerin yuvalandıkları yerlere karşı saldırılarda bulunmaya başladılar(8). Girit'teki konsoloslar, Türklerin varolma savaşını her zamanki gibi tek yanlı olarak değerlendirerek duruma müdahale edilmezse Hıristiyanların yok edileceğini bildirdiler. Fransa ve İtalya ada sularına gönderdikleri savaş gemileriyle Girit olaylarına müdahale etme girişimlerinde bulunurken, bu davranış diğer devletlerce benimsenmedi. Bu arada, Sultan II. Abdülhamid asilere karşı harekete geçerek, Avrupalı büyük devletler müdahale etmeden olayların bastırılması için adaya on altı tabur asker gönderdi.
Büyük devletlerin elçileri de kendi aralarında anlaşarak Osmanlı Hükümeti'nden Halepa Sözleşmesi'nin uygulanmasını ve Ada Genel Meclisi'nin toplanmasını istediler. Sultan bunun üzerine Avrupa devletlerinin baskısı üzerine, Halepa Sözleşmesi'nde tespit edilmiş olan bütün maddeleri uygulamaya hazır olduğunu ifade ederek adada genel af ilan etti. Sisam'ın eski prensi Georgis Beroviç'i de vali olarak atadı(9).
Ancak Rumlar, bununla da yetinmeyerek yeniden ayaklandılar. Girit'teki Türkler de Rumlara verilen imtiyazları kabul etmeyerek Babıâli'nin bu tutumunu protesto için 4 Şubat 1897'de ayaklandılar; böylece Girit adasında bir iç savaş başlamış oldu. Osmanlı Devleti, büyük devletlerin karşı çıkması üzerine adaya yeni askeri birlikler gönderemediğinden olayları kontrol altına alamadı.
Bu arada, Balkanlar'da yeni bir bunalımın çıkmasını istemeyen Avrupa devletleri, İstanbul ve Atina'ya bir savaşa yol açmamaları için baskı yapıyorlardı. Fakat Yunanistan bir yandan Girit'e asker gönderirken, bir yandan da Yunan ordusunu seferber hale getirmekte ve Teselya sınırına yığınak yapmaktaydı. Buna karşılık Osmanlı Devleti de askerî hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. OsmanlıYunan ilişkilerinin bu şekilde gerginleşmesi üzerine İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya devletleri, Girit'e ortak bir donanma göndermeye karar verdiler(10).
14 Şubat 1897'de Albay Timalen Vasos komutasındaki bir Yunan birliği Yunan kralı adına işgal için Girit'e çıktı. Albay Türklere her türlü vahşeti yaparak kendisine verilen görevin icaplarını yerine getirmeye çalıştı(11). Vasos, 16 Şubat 1897'de Yunan kralı adına adayı Yunanistan'a ilhak ettiğini bildiren bir beyannâme yayınladı. Yunan Başbakanı Deliyanis de Yunan Meclisinde Girit'in Yunanistan'a ait olduğunu resmen açıklamıştı(12).
Osmanlı Devleti, olayı şiddetle protesto etti. Büyük devletler de 2 Mart 1897'de Yunan Hükûmeti'ne müşterek bir nota vererek, 6 gün zarfında Girit'ten askerini ve harp gemilerini geri çekmesini, aksi takdirde şiddetli tedbirlere başvurulacağını bildirdiler(13). Yunan Hükûmeti ada sularındaki savaş gemilerinin bir kısmını geri aldı ise de Rumları "Türklerin fanatizmi"ne terk edemeyeceği için adadan askerlerini çekemeyeceğini açıkladı(14). Bunun üzerine büyük devletler, 21 Mart 1897'de Girit'i kuşatarak adada özerk bir yönetim kurulduğunu açıkladılar. Ertesi günü de adaya asker çıkartıp Girit'i geçici olarak işgal ettiler.
Bu durum Yunan kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. Etniki Eterya'nın etkisi altında bulunan Yunan Hükümeti ve kamuoyu, Osmanlı Devleti'ne savaş açılmasını istemeye başladı(15). Girit'teki hareket serbestisi kısıtlanan Yunanlılar bu sefer Teselya sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başvurarak, Osmanlı Devleti'yle harp isteyen kamuoyunun Makedonya'ya dönük ihtiraslarını gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. Etniki Eterya'nın ajanları vasıtasıyla ayaklandırılacak olan Makedonya Rumlarının yanı sıra Balkanlar'da bulunan diğer topluluklar da Osmanlı Devleti'ne savaş açacaklar, Yunanistan da bu yolla zafer elde edebilecekti(16). Bu planı gerçekleştirmek için Yunan subayları komutasındaki çeteler, Osmanlı sınırına tecavüze başladı. 9-10 Nisan 1897'de Kalabaka'da Osmanlı sınırını on beş kilometre kadar geçtiler. Ancak Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayarak Yunanistan topraklarına geri çekilmek zorunda kaldılar.
Yunan saldırılarının devamı üzerine Yıldız Sarayı'nda toplanan meclis savaşa karar verdi. On beş dakika sonra da padişahın, meclisin kararını onaylaması üzerine orduya savaş emri verildi. Bu sırada Yunan ordusunun eşkıya saldırısı süsü vererek hududu geçtiği haberi geldi. Böylece 17 Nisan 1897'de Osmanlı-Yunan savaşı başladı(17).
Savaş başladığı sıralarda devletlerarası politik durum Osmanlı Devleti'nin lehineydi. Yunanistan, büyük devletlerin uyarılarını dinlememiş ve barışı bozan taraf olmuştu. Makedonya'da büyük bir Yunanistan devletinin kurulması, öteki Balkan devletlerinin çıkarlarına ters düşüyordu. Bu sebeple Bulgaristan, Sırbistan ve Avusturya, bu arada Yunanistan'ın o tarihlerde daha fazla büyümesini istemediklerinden İngiltere ve Fransa tarafsız kalacaklarını bildirmişlerdi. Almanya da yeni yeni politik ve ekonomik ilişkilerini geliştirdiği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünden yanaydı. Rusya ise bütün bu devletlere karşı çıkarak Yunanistan'a tek başına yardım edemezdi. Böylece Osmanlı Devleti ile Yunanistan yalnız olarak karşı karşıya kalmışlardı.
Türk-Yunan savaşı, bu ortam içerisinde 18 Nisan 1897'de fiilen başladı. Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Yunanlıları, arka arkaya yenilgiye uğratarak Yenişehir ve Tırhala'yı ele geçirerek geri çekilmeye mecbur bıraktı. Sonucu kesin olarak tayin eden savaş ise, 15-17 Mayıs 1897'de Dömeke'de yapıldı. Burada Türk ordusu Yunanlıları kesin ve ağır bir yenilgiye uğrattı(18). Bu yenilgiden sonra Yunan ordusu hızla geri çekilmeye başlamış, halk dehşet içinde kalmış, hükümet ise ne yapacağını şaşırmıştı. Önünde artık ordu diye bir şey kalmamış olan Türk askerinin Yunanistan'ı baştan başa işgal etmesine ve başkent Atina'yı ele geçirmesine hiçbir engel kalmamıştı(19).
Yunanlıların bu kadar ağır yenilgi almasından hoşlanmayan Avrupalı devletler, savaşı bir an önce bitirmek için Osmanlı Devleti'ne müdahâle etmeye başladılar. Bu arada Yunanistan'da da iktidar değişikliği olmuş, yeni Yunan Hükümeti de Avrupalı devletlere ve sonra da Rusya'ya başvurarak mütareke yapılmasının sağlanmasını istemeye başlamıştı. Bunun üzerine, Rus Çarı, Sultan II. Abdülhamid'e telgraf göndererek savaşın durdurulmasını istedi. Abdülhamid ise ateşkes şartlarının oluştuğuna kanaat ederek, Türk ordusunun nihâî taarruza hazırlandığı sırada (20 Mayıs 1897) mütareke yapılması için emir verdi(20). Yunanlıları kendi elleriyle hazırladıkları kötü durumdan yine büyük devletlerin müdahaleleri kurtarmış oldu.
Avrupalı devletler ve Rusya, Babıâli ile Yunanistan'ı harp hususunda başbaşa bıraktıkları halde barış şartlarının tespiti için devletlerarası bir konferansın toplanmasını istediler. Bu maksatla 3 Haziran 1897'de toplanan "İstanbul Konferansı"'na, Osmanlı Devleti'nin temsilcisi ile Yunanistan adına hareket eden Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, Rusya ve İtalya'nın İstanbul elçileri katıldılar. Dört ay süren görüşmelerden sonra 18 Eylül 1897'de, Teselya sınırındaki bazı düzeltmeler dışında genel hatlarıyla savaştan önceki statüyü esas alan bir önbarış imzalandı(21).
Yunanistan'ın bu esasları kabul etmesi üzerine de Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 21 Ekim 1897'de İstanbul'da ikili barış görüşmelerine başlandı. Kesin barış antlaşması ise 4 Aralık 1897'de imzalandı. On altı maddeden meydana gelen İstanbul Antlaşması'na göre(22):
1- Türk ordusu tarafından ele geçirilmiş olan Teselya, küçük sınır değişiklikleri yapılmak şartıyla, Yunanistan'a geri verilecek, sınır savaştan önceki duruma getirilecektir.
2- Yunanistan, Osmanlı Devleti'ne 4 milyon lira savaş tazminatı, ayrıca savaş sırasında halka verdiği zararlara karşılık 100 bin lira tazminat ödeyecektir.
3- Osmanlı Devleti, savaş tazminatının ödenmeye başlanmasından bir ay sonra Teselya'yı boşaltacaktır.
Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin baskısıyla yapılan bu anlaşmayla savaş meydanında göstermiş olduğu büyük başarıdan yararlanamamış, masabaşı diplomasisinde kazandıklarını kaybetmiştir.
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/savas_barislari/turk_yunan_savasi.html
Dostları ilə paylaş: |