Orhun Türklerinin Aslı / Karim Kabulov [s.118-126]
Araştırmacı / Özbekistan
Asırlar boyu “Türk” kelimesi farklı anlamlar taşımıştır. “Türk”, kelimesi etnolojik, etnopolitik ve siyasî bir anlam taşıyordu. Farklı kaynaklarda etnolojik anlam taşıyan “Türk” kavramı, bir çok etnik toplumun isimlerini yansıtmaktadır. Bundan dolayı etnolojik anlam taşıyan “Türk” kelimesi ilim adamları tarafından farklı yorumlanmaktadır. Bu makalede “Türk” kavramının, etnoloji ve semantik anlamı, etnolojinin temeli olan halk ve onun asıl sorunu, mantık bağlantısı çerçevesinde incelenmiştir.
Türkler Orta Asya devletlerinin, Birinci ve İkinci Göktürk Kağanlıklarının kurucuları olarak Orhon Türkleri adıyla tanınmıştır. Orhon Türkleriyle akraba olan, dilleri ve asılları bir olan boylar (halkları), Oğuzlar veya Türkler olarak adlandırılmaktadır.
“Türk” Etnonimi
Etimoloji: “Türk” sözü etimolojik açıdan çok önceleri Türkleri tanımlayan bir kavramdı ve onlar bu kavramı komşularından almışlardı. Yalnız Türklerin çevresinde onlara akraba olan, Oğuzlar, Kırgızlar, Türgişler ve diğer kabileler “Türk” etnolojisinin sorununun kaynağı sözkonusu olduğunda ikilem aktüelliğini kaybeder. Bu kavram bugün ön-Türkçe diye bilinen, eski dillere aittir. Bu dilleri ve çağdaş Türk lehçelerini akraba diller olarak tanımlayabiliriz. Bu unsur, bizlere “Türk” sözünün manasını tespit etmeye yardımcı olur. Bu manayı herhangi bir çağdaş Türk dilinin, örneğin Özbek dilinin kelime hazinesinden yararlanarak öğrenebiliriz.
Yalnız “Türk” etnoniminin anlamı hakkında konuşurken, önce Orhon abidelerindeki yazıların okunuşunu incelemek gerekir. R. Giraud bu kavramı “türk”, “türkü”, G. Clauson ise “Türkü” olarak okuyorlardı. Eski yazıtlara göre “Türk” iki şekilde yazılmaktaydı: Sözün sonunda “©” harfi ve “Ø” (onun diğer versiyonu “®”) yazılmaktadır.
Birinci sessiz “K”, ikinci durumda (“Türk”) sözünde, yalnız “K” olarak okunmuyor, “ük” ve “kü” hece birleşmesi olarak ifade edilmektedir. Özbek dilcileri Abdurahmanov ve A. Rustamov, “Türk” kavramının okunuş şeklini bu harflere göre düzenlemişlerdir. Sözün sonunda “Ø” olunca “Türk”, ® harfiyle bitince Türük” olarak okunmaktaydı.1
Yalnız burada önemli neden “Türk” kavramının okunuş, şekil seçimi değil, bu kavramın eski yazıtlarda imla farklılıklarını ortaya çıkarabilmektir.
Herhalde Orhon abidelerinde yazılan “Türk” kavramının ikili yazı tarzı şu nedenlere bağlıdır:
1) Yazıtlarda, edebi yazı şeklinin haricinde, bir de “Türk” kavramının (sözünün) günlük konuşma şekli gösterilmektedir;
2) Yazıtlarda iki yakın akraba lehçe verilmiştir, bundan dolayı “Türk” kavramının (sözü) yazılış şekli farklıdır.
Peki, bunların hangi versiyonu gerçeğe yakındır? Bu sorunun cevabını sadece yazıtların kendisi verebilir. Köl-tigin’i anlatan, muhafaza edilmiş yazıtların bir kısmında, “Türk” kavramına, genel olarak 31 kere rastlanır. Tüm durumlarda kelimeler “Ø” ile bitmektedir.
Bilindiği gibi, “Büyük yazıt” ismini taşıyan bu abidenin ilk otuz satırı Bilge Kağan yazıtlarında tekrarlanmaktadır. Bu abidenin üzerindeki yazıtlardan bu parçayı çıkarırsak, Bilge Kağan yazıtlarında “Türk” kavramı sonu (“Ø”) biterek 17 kere tekrarlanmaktadır.
Zarara uğramamış Ongin adını taşıyan yazıtların bu kısmında, “Türk” kavramı sonu (“©”) ile biterek üç kere rastlanır. Bundan dolayı, söz edilen her üç abide de, karakteristik olarak kullanılan yalnız bir imla versiyonu doğrudur.
Meşhur Tonyukuk yazıtlarının metin incelemesinde, karşılaştığımız “Türk” kavramı 20 kere ifade edilmiştir. Onbir olayda, şekil olarak sonu “©”, diğer dokuz versiyonda ise sonu “®” ile bitmektedir.
Sonu “©” harfiyle biten yazının birinci kısmında sık kullanılmaktadır (1-22 satırlar), abidenin ikinci kısmı ise “®” ile bitiyordu (46-62 satırlar).2
Bir halkın adlandırılmasını oluşturan Tonyukuk yazıtında anahtar kelimenin ikili yazı şekli nasıl izah edilebilirdi? Bu soruya böyle bir açıklama getiriyorlardı; taş üzerinde oyma usulüyle yazan yazar, Tonyukuk’un kendisinin diktesi altında bu yazıları yazmıştır. Yazıları iki Şahıs yazmıştır.
Yazıtları yazanlardan biri Türklere akraba olan bir kabileden gelmekteydi ve bundan dolayı “Türk” kelimesini bulunduğu ortamın ifadesiyle yazıyordu.
Profesyonel yazarlar tarafından yazılmış olan metinlerde düzeltme yapılmıyordu.3 Bundan dolayı Tonyukuk abidesinde bir etnik kökenli kelimenin iki lehçeli yazı şekli meydana çıkmıştır. Bu unsur, “Türk” kelimesinin iki şeklinin meydana gelme sebeplerini ortaya çıkarmaktadır. Aynı zaman sonu “Ø” (“®”) bu kelimenin doğru olan okunuş şeklini tespit etmeğe yardımcı oluyordu. Gördüğümüz gibi Köl-tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında, “Türk” kelimesi yalnız sonu “Ø” harfli olarak gösterilmektedir. Bu yazıların yazarı, Türk olan Yollug Tigin olmuştur. Buna dayanarak “Türk” kelimesinin, sonu “Ø” ile biten imla versiyonunu, kuşkusuz Türk kelimesi olarak tanımlayabiliriz.
Sonu “©” biten “Türk” kelimesi ise, Türklere akraba olan kabilelerin diline yakındır. Bu akraba kabileler Oğuzlar, daha doğrusu Uygurlar olmuşlardı. Bu kabileler Oğuz kabile birliklerine dahildiler.
Çoy yazıtı İl-teriş Kağan’ın yaşadığı dönemde yazılmıştır. İl-teriş Kağan, ikinci Türk Kağanlığı’nın kurucusu idi, bu yazıtta Tonyukuk siyasi misyonla, Kağanlığına yeni bağımlı olan Oğuzlara gönderilmiştir. Bu tesadüf değildi. Oğuz kabileleri Türklerle mukayesede çok sayılı yalnız birliği olmayan ordu oluşturmaktaydılar.
Oğuzlar, Tang imparatorluğuna karşı yapılan savaşta Kağanlığın önemli bölümünü oluşturmaktaydı.4
Oğuzların kabilelerinden biri olan Uygurlar ikinci Türk kağanlığı döneminde devlette yüksek görevlerde yer alıyorlardı. Bunu ispatlayan ise, Ongin abideleri olmuştur.
Işbar yazıtının yazarı, Eletmiş yabgunun oğlu kendi babasının hayatını anlatarak, bunları söylüyordu: “Oğuzlar, Türklerin hakimiyetine geçtiği zaman, O (babası) kuzeyde İl-teriş Kağanını5 destekleyerek, aktif faaliyetlerde bulunmuş ve bundan dolayı “şad”6 rütbesini almıştır.”
Zamanla, Türk Kağanların sarayında, Eletmiş “yabgu” görevine yükseldi. Mahmud Kaşgari’ye ve diğer araştırmacılara göre, “yabgu” görevi, eski Türk devletlerinin önemli rütbelerinden biri olmuştur. Bu rütbe kağan ve veliaht rütbesindeki teginlerden7 sonra gelen bir rütbedir.
Yabgu rütbesini taşıyan şahıs, çağdaş terminolojiye göre Türk devlet yönetiminde icracı görevini taşıyordu, yalnız tahta çıkma hakkı yoktur.
Eletmiş ve onun yakınlarının kağanlık için yaptıkları çalışmalar büyüktür. Bundan dolayı onlar hak ettikleri rütbelere ve görevlere layık görülmüşlerdir ve devlete vergi vermemişlerdir.8 Onlar, yönetici sülalelerin güvenini kazanmışlardı. Eletmiş’in büyük oğlu Tamgan-Çor yabgu, babasının görevine getirilerek kağanlığın yüksek derecelerine yükselmiştir.9 Yalnız Göktürk sülalesinin Oğuz ve Uygurlara uyguladığı fedakarlıklar, siyasi anlam taşımaktaydı.
Bu tanımlama Oğuz ve özellikle Uygurların Göktürk Kağanlığı yönetiminde rolünü hiçbir şekilde etkilemiyordu. Bundan dolayı da ikinci Göktürk Kağanlığı’nın yönetiminde Uygur-Oğuz çevresinden bahsedebiliriz.
Tonyukuk’un yanında bulunan Uygur yazarı hakkındaki bilgiler rivayet değil, gerçektir. Tonyukuk kariyerinin başlarında, kağan tarafından Oğuz işleri temsilcisi olarak görevlendirilmiştir. Tonyukuk, aynı zamanda müteakip üç kağanın danışmanı olarak da çalışmıştır.
Tüm bu araştırmalarımızın sonucunu belirtelim; “Türk” kelimesinin imla etimolojisini netleştirelim.
Belirttiğimiz gibi sonu “Ø” harfiyle biten birinci örnek Eski Türk lehçesini temsil etmektedir. İkinci örnek, “©” harfiyle bitiyor ve Eski Uygur (Oğuz) lehçesini oluşturmaktadır. Yalnız, Orhon alfabesinde ayrı harflerin grafiğinde yazılış şeklinde lehçe farklılıkları vardır. Örneğin, önceleri “®” ve “Ø” bir harfin iki seçeneği olarak düşünülürdü. Yalnız şimdiki araştırmalara göre, bu şekillerin birisi Uygur-Oğuz, diğeri ise Türk olarak belirlenmiştir. Şimdi de “Türk” kelimesinin okunuş ve lehçe sorununu inceleyelim. Ongin yazıtlarında, abidenin Tonyukuk’a adanmış birinci kısmında, “Türk” kelimesi, bir anlamlıdır ve “Türk” lehçe örneğini oluşturan “Türk”, “Türük” ve “Türkü”, Uygur-Oğuz faktörü aynı anlama denk gelmiyor. Çünkü, ortada ortak alfabeye rağmen, imla ve lehçe farklılığı vardır.
Bundan dolayı, Türk örneğini okuduğumuz (seslendirdiğimiz) zaman, sadece “Türük” ve “Türkü” kelimeleri arasında bir seçim yapmamız gerekir. Bu kelimelerin birinci örneği Uygur-Oğuzlara daha yakın, bundan dolayı kelime Uygur-Oğuz örneği olarak, sesli harfleri sessiz harflerin aralarına eklenerek incelenebilirdi. Yalnız, bugün edebi olan “Türk” kelimesi, Özbek konuşma dilinde, zayıf sesli harfle “Türük” olarak söylenmektedir.
Yalnız bu örneklere farklı açıdan da bakmak mümkün: Uygur-Oğuz örneğinin ikinci sesli harfinin düşüşü sonucu “Türük” kelimesi meydana gelmiştir. “Türük” kelimesine karşılık olarak Uygur-Oğuz kelimesi “Türk” fonetik yakın okunuş şeklinin iki yolu tespit olunmuştur: Önce, “Türk” kelimesinin okunuşunu “hakiki” Türk olarak belirlemek, “Türkü” kelimesini fonetik anlamına ve Uygur-Oğuz örneğinden uzak oluşundan dolayı dilden uzaklaştırmak gereklidir.
Bu basit ve kolay gözüken çözüm yolu yanıltıcı da olabilir, bundan dolayı kuşkulara son vererek gerçek kaynaklar aramamız lazım. Bu kaynaklar, “Türk” kelimesinin Türk dilinin gerçek fonetik okunuş örneğini ispatlamalıdır. Çin kaynaklarında Türkler “Tutszüe” olarak adlandırılırlardı. Moğol dili Cücenlerin dilinde bu kelime-“Türküz” olarak geçiyordu.
Cücenlerin yönetim etkisi, ikinci Göktürk Kağanlığından beri Türk dilinde derin izler bırakmayı başarmıştır. Bunlara bir çok kelimeyi dahil etmek mümkündür. Moğol dilinin çoğu sayı alametini belirten kelimeler örneğin “Tarkat-Tarhanlar”, “Tegit-kağan oğulları”, “Eret-askerler” bundan dolayı bu kelimelerin sonunda kullanılan “t” harfi ile Avar “Türküt” rekonstruksiyonu “Türkü” kelimesinden farklıdır.
“Türkü” kelimesi örneği morfoloji planı açısından Eski Türk dilinin gramer sistemine yakındır. Bundan dolayı, halktan oluşturdukları (topladıkları) büyük aileyi, Türkler, “Türkü” olarak adlandırıyorlardı.
Semantik
“Türk” kelimesinin morfoloji bakımından son şekli, iki morfemden oluşuyordu: “Tür” kökünden ve “kü” ekinden. Eski Türk dilinde isim temelinde soyut semantik kelimeler oluşuyordu.
Mısırda, XIII. asırda yapılan Kıpçak-Arap sözlüğüne göre “Tür” kelimesi “çeşit” (tip) anlamını taşımaktaydı.10
Bugün de bu kelime çağdaş Özbek dilinde kendi anlamını muhafaza etmektedir.
Özbek dilinde bulunan “tür”, “boy” kelimeleri, bu dilin kelime hazinesinde eşit anlam taşıyan Arap, Fars-Tacik dilinden geçmiş “hil”, “hav” kelimeleriyle birlikte kullanılıyor.
“Türkü” sözünün türemiş versiyonu, tek veya karışık yeni bileşimlere yol açmaktadır.
(* “Türkü”) kelimesi karışık bileşim ve farklı asıllı Türk boy ve kabile birleşimleri gösteriyordu.
Türklerin Aslı
“Türk” kelimesinin anlamı Türklerin aslını belirlediğinden dolayı L.M. Gumilev’in hipotezini (tahminini) göz önüne almak gerekir.
Çin kaynağına göre birinci Göktürk Kağanlığını oluşturanlar Aşina sülalesinin mensup olduğu kabileden gelmektedir. Bu yorum 1950’li yıllardan sonra kendisine birçok taraftar bulmuştur. Gerçekten, “a”-Çin isimlerinde kullanılan ek harftir, bu ek asillik belirtisini ifade ediyordu. “Şino” kelimesi Eski Moğol (Sien-pi) dilinde “Kurt” demektir. “Aşina” kelimesi ise-“Asil kurt” manasını taşıyor. 11
Yazarın hipotezine göre, Aşına ismi altında birleşen “beş yüz aile”, farklı asıllarına bakmayarak, kendi aralarında Moğolca konuşuyorlardı. Yalnız, Çin’den Altay’a göç eden beşyüz Moğol ailesi Türklerin içine düşünce, VI. Asrın ortasında tümden Türkleşmek mecburiyetinde kalmışlardır. Onların konuştukları Moğol dilinden artık hiçbir alâmet kalmamış, sadece hatıra olarak rütbe isimleri muhafaza edilmiştir. 12
L.M. Gumilev’in hipotezi hakkında ne demek gerekir? Diğer hipotezler gibi onun da zayıf tarafları vardır. Örneğin, Moğol rütbelerin isimleriyle onları sadece Moğol dilinde konuşan Moğolların taşıdığı kanısı yanlış olur. Bu rütbeleri Türkler Cücenlerden de alabilirlerdi. Eskiden bu tarz benimsemelere de çok sık rastlanmaktaydı. Bu konuda emin olmak için, herhangi bir çağdaş dilin etimoloji sözlüğüne bakmak yeterli olacaktır.
L.M. Gumilev’ın “Ahillesova pyata” adlı hipotezinin son bölümünde, araştırmacı Aşina sülalesinin Moğol isimlerinin onun Moğol aslının ispatı, göstergesi olduğu söylenir. Yalnız bu L.M. Gumilev’in hipotezinin önemli kısmını oluşturan bu fikrin delilli ispata ihtiyacı vardır! Etnosun ismi veya isimlendirilmesi yabancı kökenli olabilir. Buna dahil örnekler gösterelim. XIX. asır Fergana kaynakları, 92 tane Özbek kabilesini, Kereit13 kabilesi olarak adlandırırlar. Boy ve kabile birlikleri değişerek yaşadığı halde göçebe boyların isimleri sabittir.
Yazılı kaynaklardan gördüğümüz gibi, bazı kabilelerin tarihini izlemek için büyük zaman süreci gerekir. Kereit kabilesi, XIX. asırda büyük bir kısmı Türkçe konuşan Batı Türkistan halkı arasına karışmıştır.
Yedi asır önce Kereit kabilesi, Kidank Lao İmparatorluğunun devletleri arasında önemli yer alıyordu. Kereitler, Çürçenlere karşı savaşta, Çin İmparatorluğunun hakimiyetinden kurtulup kendi özgürlüklerine kavuşmuşlardır.
Timuçin Van Han’ın Kereit sarayında yetişmiştir. Timuçin ilerde Cengiz Han ismi altında kurduğu imparatorluğuna Kereitler tarafından zarar geleceğini düşünerek, onları dağıtmıştır.
Kereitlerin isimlerinden bir sonuç çıkarmak mümkündür, onlar Batı Türkistan’da yaşayan Moğol kabileleriydiler, zamanla Türkleşmişlerdir. Yalnız bu düşünce bazı kaynaklara göre yanlıştır. Çin kaynakları, X. asırda Büyük Çin seddinin doğusunda, Huanhe bölgesinde yaşayan Şato-Türkleri hakkında bilgi veriyordu.
Ünlü Moğol tarihi araştırmacısı L. Viktorova’ya göre: “Şato Türklerinin yönetici neslini Çin yazarları çok iyi biliyorlardı. Çin dilinden çevirirken, bu yönetici neslin adı “voron” olarak isimlendirildi. Bu kabilenin Moğol versiyonu “Hereittir.”14 Bundan dolayı, herhalde Şato Türkleri Kuzey Huanhe bölgesinde yerleşen Türk kabile birliklerinin, kurucuları olmuşlardır. Bu birliğe Moğollar, yönetici kabilenin ismini vermişlerdir. “Hereit”. Daha sonraları “Hereit” adı Türk kabilelerinin genel ismi olarak belirlenmiştir.
“Nayman” Moğol ismini, diğer Türk kabileleri de taşıyordu.
Cengiz dünya devletinin kuruluşu uğruna bu kabilelerle de savaşmıştır. “Nayman”, Moğolca “sekiz” demektir. XIX. asırda söz konusu kabilenin içinde bir çok küçük boy vardı, bunlar “segizur” olarak adlandırılırdı ve gerçek manada “sekiz” kabile oluştururdu. Bundan dolayı XI-XII. asırlarda “segizur” kabile grubu önemli organizasyon merkezi olarak etrafında farklı Türk kabileleri toplanmaktaydı. Bu Türk kabileleri, zamanla Kitan ve Moğollar tarafından kendi topraklarından Batı Moğolistan’a doğru sürdürülmüştür.
“Nayman” Moğol ismini taşıyan kabile, kısaca Türk dilinde “segizur” demektir. Bundan dolayı, bu adlandırma, taşıyıcının etnik kimliğini, etnik olan herhangi bir dil kapsamında incelenmesi her zaman halledici unsur olmayabilirdi. Asıl sorunumuza dönelim, Türklerin aslını araştıralım.
“İkinci Kabile”
Böylece “Türk” anlamı, halkın karışık asıldan geldiğini belirtmektedir. Yalnız bir halkın karışık asıldan gelmesi, iki ve fazla halkların karışıklığından yeni etnik toplum oluşturmuyordu. Örneğin, Özbek milletinin içine dahil olan “Şurama” (qurama) olarak adlandırılan etnik grubun adından onun karışık aslını çıkarmak mümkündür.15 Bu grup, Taşkent bölgesinin Ahangaran nehri civarlarında yerleşmiştir. Eskilerde farklı Türk kabilelerine dahil olan bu grup beş boydan oluşmaktadır. Bu boylar coğrafya şartlarından dolayı birleşmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Yeni oluşumlardan biri de (önceleri farklı Türk kabilelerine dahil olan, boy birleşimlerinden) “Şuralaş” (quralash) 16 kabilesi olmuştur. Bu kabile 92 “Özbek kabilesi” içinde anılmaktaydı.17
XI. asır öncesi, “yabaşu (yabaqu) etnik boyu anılmaktadır. Bu ismin manasını çıkarmak zor değildir: “yabaşu” keçe ismiydi ve aynı zamanda dolaşmış saç manasını taşıyordu.18
Eski Türk halkının ismi geniş yerleşim alanları, onun birkaç kabilenin karışımı sonucu bir etnik toplum oluşturduğunu ispatlıyordu.
Yukarıda söylediklerimizi toparlayarak “Şurama”, “Şuralaş” ve bunlara benzer isimlerin, karışık boy ve kabile birliklerin adları olduklarını söyleyebiliriz. Eski dönemin “klasik” kabilelerinden farklı olan bu birlikleri “ikinci” kabileler olarak adlandırmak mümkündür.
“Türk” etnik ismi de manası itibariyle “Şurama” ve “Şuralaş” grubuna dahildir. Birkaç boydan oluşan, önceleri diğer etnik akraba kabilelerine dahil olan Orhon Türkleri, ikinci kabile olarak tanınmışlardır.
“İkinci” kabile birliklerinin oluşu,”birinci” kabilelerin dağılması veya o kabilelerin iç birliğinin zayıflaması sonucu meydana gelmiştir. Bu tarz kriz anlamı taşıyan olaylara, göçebe kabilelerin hayatında rastlanabilirdi, örneğin, onların yeni topraklara göç etmesi esnasında çıkabilirdi…
Kabileler toplu muhaceret zamanında, sık-sık birbirinden ayrı gruplar şeklinde farklı bölgelere dağılmak zorunda kalıyorlardı. Kabilelerle boyları ayrı ayrı yerlere yerleştiriliyorlardı.
Daha sonra, göçebe toplumların değişik durumlara, adaptasyon reaksiyonu ortaya çıkıyordu, o zaman yeni boy ve kabile grupları oluşuyordu. Bu işlem, farklı boylardan oluşan ve ortak topraklarda yaşayan birlikler oluştururdu. Bu tür süreç Moğol işgalinden kurtulmuş Batı Türkistan’da açık ve net olarak yaşanmaktaydı.
Türklerin tarihi meydana çıktığı andan “kargaşalı günler”le belirlenmiştir.
Hun devletinin dağılması, Orta Asya’nın içine kadar baskın yapan Çin ordusu ve Hunların, Siyen-pilerle uzayan savaşları da başarısızlıkları, Hun birliğine dahil olan Türk göçebe kabilelerin toplu muhaceretini oluştururdu.
Bu kabilelerin bir haylisi kendi topraklarını kaybederek, Altay ve Batı Türkistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu kabilelerin yeniden kurulması için uzun süreli siyasi sabit bir ortam gerekirdi. Bu arada Orta Asya’nın doğusuna yerleşen Türk asıllı Altay, Orhun ve Selenga kabilelerinin durumu pek de iyi değildir.
Hunları yenmeyi başaran Siyen-pilerin devleti de kısa bir süre içinde dağılmıştır.
Siyen-piler devletinin dağılmasından sonra onun yerinde Cücen Kağanlığı oluşmuştur.19
IV-V. asırlarda ortaya çıkan olaylar, Doğu Asya halkının yeni göçlerine sebep olmuştur. Bu bölgenin Türkçe konuşan halklarının durumlarını pekiştirmeleri uzun zaman almıştır. Hun devletinin dağılması ve Birinci Göktürk Kağanlığı’nın kurulması, Hunların uzak sülalesinden gelen Türklerin Orta Asya’da kendi egemenliğini yeniden kazanma süreci dört asır boyu sürmüştür.
IV-V. asırda Doğu Asya’da, etnik süreci etkileyen siyasi durumu göz önüne alarak bir sonuca varılabilirdi. Dünya’da Türk adıyla tanınan “İkinci” kabile, geçici olarak Cücenler tarafından yönetilen, barış ve istikrar ortamında V. asırda meydana çıkmıştır.
“Türk” Kabilesinin Terkibi
Yazılı kaynaklara dayalı olarak, bizler yeni kabileyi oluşturan iki boyun ismini söyleyebiliriz. Bunlar, bir zamanlar Türk Kağanlığı’nın yönetici boyu olarak bilinmekte olan Aşina ve Aşite boylarıdır.
S. G. Klaştornıy, bu boylar arasındaki ilişkileri inceleyerek böyle bir kanaate varmıştır: “Aşina ve Aşide boyları önceleri birlikte düalist (ikicilik) yani yalnız bir kabile içinde evlenme sistemini (endogomi) oluşturuyorlardı…”20 Ancak bir kabile içinde evlenme sistemi çok eskilerde kalmıştır, yeni halkın artık bir kabilesi vardır!
Bunlardan dolayı S. G. Klaştornıy’nin gözlemleri, Türklerin “ikinci” kabileden geldiklerini kanıtlamaktadır.
Ne yazık ki, bizler bu kabileyle birlikte hangi boyların yer aldığını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Örneğin, Dulo (Dulu) boyu, bu boy Birinci Göktürk Kağanlığı döneminde, yönetici Aşina boyuyla hakimiyeti uğruna savaşmıştır. Yalnız bu örnekler hiçbir kaynağa dayanmayan, uydurmalardır. Bundan dolayı da diğer kaynağı olan sorunları inceleyelim.
Türk Halkı -“Türkü Bodun”- ve Onun Terkibi
Orhon yazıtları, o dönemin siyasi durumlarını ve VIII. asırda Orta Asya’nın doğusunda etnik toplumlar hakkında bilgiler veriyordu. Yazıtlardan, Eski Moğol Otuz-Tatar, Kidan, Tatab kabilelerinden oluşan etnik toplumlar hakkında bilgiler alabiliriz.
Oğuz, Türgiş, Kırgız etnik siyasi birlikler hakkında net bilgiler var. Bu yazıtlarda ve Türkler hakkında ayrı halklar gibi-“bodun” isimlendirilerek bahsedilirdi.
Eski Moğol ve Türk etnik topluluklar, yakın kabile akrabalığı olan birkaç boy birleşimi sonucunda oluşmuştur. Bunu onların taşıdığı isimler ispatlıyor. Her isimde mutlaka bir sayı işareti var, “Otuz”, “tokuz” (dokuz) ve diğer örnekler gibi Çin kaynaklarına göre, Kidanlar sekiz kabileye bölünmüşledir. O zaman “Türkü bodun”-Türk halkının terkibi nasıldır?
Köl-tigin anısına yapılan yazıtta Bilge Kağan anlatıyor: O, devlet tahtına çıktığı zaman morali bozuk ve üzgündü. Halk aç ve sefalet içinde kıvranırdı. Bu sefalet onları azgınlaştırmıştı. Köl-tigin, Türk halkını bu sefaletten kurtarmak için gece gündüz çalıştı.
O, kendi hayatını iki Şadla birlikte acımadan feda etti ve sonuçta başarıya kavuştu.21 Bu parçada dikkati çeken iki isimsiz şad oldu. Şadın manası, Türk kabilelerde devlet kuruluşundan önceki dönemine intikal ediyordu. Şad, kabilenin yüksek kumandanı anlamını taşıyordu.22
Kağanlık döneminde, bu isim devlet görevi olarak belirlenirdi ve Kağanın kendisi tarafından verilirdi.23
Clauson bu görevi, vali, başkumandan gibi çağdaş görevlerle kıyaslar. Bu kıyaslama çok da doğru değildir, başkumandan görevini “sü başı” şad sorumluluğunu taşıyabilirdi yalnız son görevin ayrıcalığını teşkil etmiyordu.24
Clauson araştırmasında bir orduda iki başkumandan olamazdı.
Bilge Kağan yönetimi döneminde, Türklerin iki şad-komutanı vardır.
Büyük beyliklere bağlı küçük beylikler ordusu sefer zamanı kendi yöneticileri komutasında toplanıyorlardı ve kağan tarafından belirlenen başkumandana tabi oluyorlardı. Bilge Kağan döneminde iki şad, komutan görevini taşıyorlardı. Onların komutanlığında Türk ordusu bölünürdü. Ordu, boy ve kabile özelliklerine göre organize ediliyordu.
Bundan dolayı, her iki şad herhalde bir kabileden oluşan askerleri yönetmekteydi. “Türk” kabilesi şad yönetimine dahil değildir. Bundan dolayı, bizler böyle bir kanaate gelmiş oluyoruz, “Türk halkının” terkibinde, etnik “Türk” grubu haricinde iki kabile daha bulunmaktaydı.
Orhun yazıtlarının incelenmesi bu kabilelerin isimlerini belirtmeye yardımcı oluyordu. Kültekin anısına yapılan abide de, Bilge Kağan’ın özgürlük savaşının ilk günleri hakkında hikâye anlatıyor. Bu savaşın başında İl-teriş Kağan bulunuyordu.
İsyancıların büyük gücünü anlatan,25 Bilge Kağan şöyle söyler: “Tanrı onlara güç vermiştir, bundan dolayı da babamın (Kağanın) ordusu bir kurdu, onun düşmanları ise koyunu anımsatıyorlardı. O, orduyu toplayıp, onları ayakları üzerine sağlam basmayı öğretip, Doğu ve Batı yönüne doğru gönderiyordu. Toplam yediyüz kişi topladı. Bu yediyüz kişiden, o bir halk oluşturdu ve bu halkı kendi yöneterek onlara atalarımızdan bizlere kalan kuralları ve adet ananelerimizi uyguladı.”26
Bu sözlerin arkasından, Tölös ve Tarduş kabilelerinin isimleri anılır. O zaman bir soru ortaya çıkıyor. Yukarıda adı geçen kabilelerin, Göktürklerin yeni oluşumuyla bağlantısı nedir?
Tonyukuk’un yazılarını inceleyelim:
“… Yeryüzünde birleşmiş Türk halkı arasında hiçbir tane tam boy kalmamıştır. Sadece dağlarda yaşayan ve ayrılmış boylar toplanmışlardı. Onlar yediyüz kişiden oluşuyorlardı. İki kısmı atlı, bir kısmi ise piyade” idiler.27
Söz konusu parçadan bir sonuç çıkıyordu. Yediyüz asker Türk boyunun kalıntılarını oluşturuyorlardı, bunlar “Türk” adını taşıyan kabilelerdir.
Tonyukuk, Türklere karşı düşmanca niyetlenen komşuları hakkında bilgi veriyordu. O, şöyle der: “Çinin doğu ve güneyinde yerleşen Kitanlardan, Batıda Sirlerden ve Kuzeyde Oğuzlardan korunmak için bizim iki bin üç bin askerimiz vardır.”28
Türklerde, ordu sayısının artması, İl-teriş-Kağan’ın ordusuna Tölös ve Tarduş kabilelerinin dahil olmasına bağlıdır. Herhalde, zarara uğramış Köl-tigin abidesinde izah edilen bu konu olmuştur. Bu olay, Tonyukuk’un Kağana verdiği soruda da geçiyordu: “Kimler daha bize dahil olabilir? ”29
Tölös ve Tarduş kabilelerinin kendi istekleriyle Aşin kabilesiyle birleşmesi, Yeni Göktürk Kağanlığı’nın oluşmasına neden oldu.
Kelime: “O, zaman İl-teriş Yabgu ve Şad görevlerini belirtti.”30
Bilindiği gibi 687 yılında Ötüken savaşından sonra Dokuz-Oğuz kabileleri tarafından işgal edilmiştir.
Oğuzlara karşı yürüyüşe Tonyukuk önderlik ediyordu. Kağanın bizzat birkaç bin Türk askerinin yanında bulunması, Tonyukuk kumandanlığında olan ordu Tölös ve Tarduş kabilelerinden oluşmaktaydı.
Tonyukuk demektedir. “Biz iki bin kişi idik, iki orduyduk.”31
Belirttiğimiz gibi göçebenin askerî gücü boy ve kabile unsurlarına göre kuruluyordu. Buradan belli oluyor ki, Tonyukuk’un “iki ordusu”, iki kabile ordusundan oluşuyordu.
Göktürk Kağanlığı’nın siyasi hayatı, dış düşmanlarla ve bağlı beyliklerin ayrılmasından çıkan savaşlardan oluşuyordu.
Orhun yazıtlarında, Türklerin yaptıkları binlerce yürüyüş ve savaşlardan bahsediliyor. Yalnız bu yazılarda Türklerin, “Tölös” ve “Tarduş” kabileleriyle herhangi bir çarpışmasından bahsediliyor.
En ilginç alanda, tespitlere göre adı geçen kabileler Türk halkının içine dahildir.
Sonuç olarak, Tölös ve Tarduş kabilelerinin “Türkü bodun”a dahil olmasını Bilge Kağan’ın abidesi bir parça ispatlıyor:
“… Türklerin önceki beyleri… sonra Tarduş beyleri ve sonuçta Köli-çor başçılığında Şadapıt beylerinin önünde Tölös beyleri yer almaktaydı…”32
Tarduş kabilesinin, ikinci Göktürk Kağanlığı’nın siyasi sisteminde önemli yeri vardır.
Bilge Kağan, Türk geleneğine göre, babası Kapağan Kağanın kardeşinin, kendi amcasının vârisi oluyor ve Tarduş halkının Şadı olarak bilinmekteydi.33
Diğer örnek ise, Tonyukuk belirttiği haberde, Türgişlerin hücumuna hazırlanarak Kağan “sü başı”, baş
kumandan görevine Tarduş Şadı İnal Kağanı tayin etmiştir.34
Sözü geçen şahsın “Kağan” rütbesini taşıması, bizlere onun (Şadın) bir yönetici soydan gelmesini ve taht varisi olduğunu ispatlıyor.35
Orhun abidelerinde Türk halkı adıyla geçen, boy ve kabile birimlerine dahil olanlar, bunlardır:
-“İkinci” kabile “Türkler”, bir zamanlar Aşina ve Aşite boyunun birleşmesinden oluşmuşlardı.
-Tölös ve Tarduş kabilesi, bu halkın büyük kısmını oluşturuyordu.36
Araştırma içinde ilginç tarihi paraleller ortaya çıkıyor. Orhun yazılarının incelenmesi sonucu, bizler bir kanaate varmış olduk. İkinci Göktürk Kağanlığı bir devlet olarak, Tölös ve Tarduş kabilelerinin İl-teriş-Kağan’la birleşmesi sonucu meydana gelmiş. Bu olay tam olarak, Birinci Kağanlığın siyasi tarihinin başlangıcını tekrarlıyordu. Tiele (Orhun abidelerine göre Tölös ve Tarduş kabilelerinin, Türk hükümdarı Bumin Kağanın yönetiminde birleşmesi, bu olayların benzerliğinin göstergesi olmuştur.
Tölös ve Tarduş kabileleri “komşu” kabile olarak sadece iki Türk Kağanlıklarının tarihi sayfalarında yer almakla yetinmemişlerdi. Çin Suy sülalesinin (581-618), kaynaklarına göre, Tiele (Töles) kabileleri Hangay dağlık bölgesinde yerleşmişlerdi ve Tarduşların yakınında yaşıyorlardı. İlginç olan şu ki, Güney Hangay bölgesinde yaşayan Aşide kabilesinin daha geç kaynaklarda adı geçiyordu. Adı geçen tarih VIII. asır, “Tang kaynağıdır.”37
Yukarıda söz konusu olan deliller, “Türkü” kabilesinin, Tölös ve Tarduş kabileleriyle sıkı bağları olduğunu söylüyorlardı. Bu bağlantıların karakteri “türkü bodun” ilişkileri çerçevesinde ve göçebe halkın etnik şuur bilinci özelliklerinin kapsamında incelenmelidir.
Erken ilkellik çağında kabileler özgür etnik birimler oluştururdu. Etnik bilinç, belli olan bir kabilenin mensubiyet şuuru gibi oluşuyordu.
Oluşumun sonunda, ilkelliğin şekillenmesi döneminde, belli “akraba” olan kabilelerin grupların kendi topluluğu hakkında belli bir düşünce tarzı ortaya çıkıyordu.
Objektif olarak, bu oluşumlar kabileler arası etnik topluluklarda belli olmaktadır. Bu topluluklar genetik açıdan, akraba olanlarla kabile toplamını oluşturuyordu. Bu tarz toplulukların kaynaşması çağdaş milletin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Boy ve kabile toplum organizasyonu göçebe ekonomisine uygun geliyordu ve bundan dolayı Türk kavimleri yerleşik hayat tarzına geçerek aynı hayat tarzını tercih etmişlerdi. Bu unsur milletin etnik-siyasi toplum haline gelmesini engelliyordu. Sübjektif bakımdan kabile şuuru, etnik-siyasi şuurdan daha güçlüydü.38
Oğuz, Kırgız ve diğer Türkler, dil Göktürklerden ayrılıyor ve onları “yabancılar” kabilesi olarak görüyorlardı. Göktürklerin yönetimi altında yaşayan bu kabileler, sürekli onların yönetimine karşı isyanlar çıkarıyorlardı.
Tam ters bir durumu Türklerle birleşen Tölös ve Tarduş kabileleri sergiliyorlardı. Bu kabileler İl-teriş Kağanın yönetimi altında birleşmişlerdi ve kendi yöneticilerini destekliyorlardı. Bu olay, onların Türkleri kendilerine yakın “öz” olarak bulmasından kaynaklanıyordu.
Diğer bir sözle, Türkleri ve söz konusu olan kabileleri sadece siyasi amaçlar birleştirmiyordu, onların arasında önemli genetik bağlar vardır.
Üç birleşim arasında genetik bağlantı ve “Türkü bodun”un anlamı böyleydi: Aşina ve Aşite “Türkleri” “İkinci” kabileye dahil olmalarından önce, Tölös ve Tarduş kabilelerine dahil olmuştur.
Çin kaynaklarına göre yukarıda belirtilen Tarduş ve Aşide kabilesinin yaşadığı arazi benzerlikleri bizleri bir sonuca götürdü. Aşite kabilesi Tarduş aslına dahil olmuştur. Bundan dolayı, Aşite ilk önceleri Tölös kabilesine dahildir.
Boylar ve “Türkü bodun” kabileleri arasında olan genetik bağların Türklerin siyasi tarihinde büyük rolü vardır.
“İkinci” “Türkü” kabilesinin oluşu, daha önceleri söylediğimiz gibi V. asıra intikal ediyor.
Kronolojik süreci netleştirmek için, farklı yazarların bildirileri bu konuda yardımcı oluyordu: 439 yılında son Hun hanı Mugan Çinliler tarafından darmadağın edilmiştir. (Kuzey Çin) Altay’a göç ediyorlardı. 490 yılı Tiele kabileleri Avarlardan uzaklaşmışlardı, kendi memleketleri Huanhe’yi terketmişlerdi ve Altaya doğru göçetmişlerdi. Huanhe bölgesi (Nanşan dağları) civarında yerleşmişlerdi. Kuzeye doğru göç eden, benzer arazilerde yaşayan Aşina ve Tiele boyları bizim versiyonu ispatlıyordu. Aşina Tiele boyunun kabilesidir. Yalnız şimdi bizler için işin kronoloji boyutu önem taşımaktadır.
439 yılda Aşina boyu, Altay bölgesine yerleşiyor ve ona dahil olan tüm kabilelerle ilişkisini bitiriyordu. Bu yıllarda, Aşina boyu Aşite boyundan gelen Tarduş kabilesiyle komşuluk ilişkilerini sıkılaştırıyordu.
Bu ilişkilerin gelişmesi, yeni oluşumlara neden oldu, bu oluşum “Türkü” kendi komşularından almıştır. Bu birliklerin yönetici rolü, Aşin boyuna aittir. Bu tahminin bir delili vardır. Birinci Göktürk Kağanlığı’nın yönetici nesli, Aşina boyundan oluşmuştur.
İki boyun simbiyozu (ortak yaşamı), ilk önce ikili sistem şeklinde gelişiyordu. 1940 yılına kadar Altay’da kalan Tiele kabilesinin boyları muhaceret etmekteydiler. Olayların gidişatı gösteriyor ki, Aşina boyunun desteklenmesi, “baba yurdu” olan Tölös kabilesinde onların önemli bir yere lâyık görülmesiydi.
Tarduşların birleşmesi kolaylaşmıştır. Çünkü “Türklerin” ikinci yarısını Tarduş boyundan gelen Aşide oluşturuyordu. Bundan dolayı Tölös ve Tarduş kabilesinin her ikisi birbirinden ayrı olarak üzerlerinde hissediyor ve kendilerini “anasından babasından yüz çevirmiş evlat” olarak görmekteydiler.
Yalnız sonuçta “kansız” olarak Tölös ve Tarduş kabileleri, “İkinci” kabile olan ve bu kabilelerin kendi boyundan oluşan “Türkü” devlet birliğine dahil olmuşlardı.
Birinci Türk Kağanlığı’nın kuruluşunda Tölös ve Tarduş kabileleri “Altay Türkleri” yönetiminde zorla birleşmemişlerdi. Türk devleti, Türk kabilelerinin siyasi amaçlı birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu siyasi birliğin önemi ise, Avarları savaşta yenilgiye uğratmak ve müstakilliği elde etmektir.
Birinci Göktürk Kağanlığı’nın kuruluşu, Tölös ve Tarduş kabilelerinin oluşturduğu birliği temelinde yeni etnik topluluğun oluşmasına yol açtı.
Diğer taraftan Aşina ve Aşite boylarının “anababa” kabileleriyle kurduğu bağlantılar, “İkinci”, “Türkü” kabilesinin temeli altında kurulan, özgür etnik toplulukların oluşumunu engelledi.
Devletin temelini oluşturan “Türkü” birliği, “İkinci” kabile belirtilerini kaybederek, normal yönetici elit haline geliyordu.
Ananeye göre, Aşina ve Aşite boylarından gelen varlıklı kesim, diğer (“Tarduş” ve “Tölös” beylerinden) farklı olarak, “Türk beyleri” olarak adlandırılırdı.
Bu karşılaştırma, Aşina ve Aşide boylarının, Göktürk Kağanlığı’nın siyasi sisteminde ne kadar önemli (yüksek düzeyli) yeri olduğunu gösteriyordu. Böylece, Birinci Türk devletinin oluşundan sonra, “Türkü” olarak adlandırılan “İkinci” kabile bir boy ve kabile birliği gibi kayboluyordu. Tölös ve Tarduş kabileleri esasında birleşerek, sadece kendi ismini bir etnik topluluk Orhun yazıtlarında “Türkü bodun” (“Türk halkıyla”) adlandırılırdı.
“Türkü bodun”un bir etnik topluluk oluşu Birinci Göktürk Kağanlığı’nın düşüşü sonucu durdurulmuştur.
Kaynaklarda Tiele (Tölös) ve Tarduş kabileleri ayrı olarak belirtiliyordu, yalnız tüm söylenenlere göre bu kabileler kendi aralarında görevlerini değiştiriyorlardı.
Büyük Tang dönemi araştırmacısı Prof. E. H. Şefer yazıyor: “İki Türk devletine karşı davranış göz önündedir: 642 yılında Tölös Türkleri, imparatorluktan nikah anlaşması isteğinde bulunmuş ve bundan dolayı saraya üç bin at göndermiştir. Yalnız uzun tartışmalar sonucu, Tang sarayı, onları tahkir eden bu anlaşmayı reddetmiştir. Bir sonraki yılda bu anlaşmayı Tang sarayı Türk Sirtarduşlarla yapmışlardı. Türkler saraya imparator oğluyla birlikte beş bin at, deve, keçi ve boğa getirmişlerdir.”39
Herhalde, Tölös Türklerin ve Sir-Tarduşların (“Tarduş birleşmelerin”), Tang sarayına getirdikleri hediyelerden dolayı anlaşma sağlanmamıştır. Burada görüldüğü gibi Çinlilerin bu iki kabileye farklı bakış açısı ortaya çıkıyordu.
Birinci Göktürk Kağanlığı’nın özellikle 630 yılında onun Doğu bölgesinin dağılması, Tölös Türkleri için siyasi moral açısından büyük kayıplara neden oldu. Onların meşhur Aşina boyu Avrasya çöllerine dağılmıştır.
Türklerin bir kısmı, Aşina Sımo önderliğinde Tang İmparatorluğuna teba olmuş ve Doğu Ordos bölgesine yerleşmişlerdi.
Hazarların tarihi ve kültürünü araştıran S. A. Pletneva şöyle der: “Bir zamanlar Türklerin güçlü Aşina boyunun kalıntıları, Hazarların yönetici neslini oluşturmuşlardı.”40
Doğal olarak bu durumda, Tarduşlar siyasi arenada ilk sıralara çıkmışlardı. Bu durum ve Çinlilerin iki “Türk halkı” arasında ihtilaf oluştumu niyeti, Tang sarayını Tarduşlarla evlilik anlaşmasına itmiştir.
Tarduşların Aşite boyu hükümdarlığında güçlenmesi, Göktürk Kağanlığı’nın yeniden kurulmasına neden oldu.
Aşite boyu başçılığında, özgürlük uğruna başlatılan savaş sonucu ikinci Göktürk Kağanlığı’nın siyasi yapısını Tarduş kabilesi oluşturuyordu. Bunun açıklamasını özellikle bir faktör ispatlıyordu, Tarduşların taht varisi bir Şad (yüksek komutan) olmuştur.
Türk devletlerinin sürekliliği olmamasına rağmen, onların meydana gelmesi, varlığı Tölös ve Tarduş kabilelerinin etnik sağlamlaştırmasını oluşturmaktaydı.
Türk halkının “Türk bodun” mensubiyeti ve onun etnik şuur gelişimi hakkında en doğru bilgiyi Orhun abideleri veriyordu.
İkinci Göktürk Kağanlığı’nın dağılmasından sonra, Tarihi kaynakların sayfalarından Tölös ve Tarduş kabilelerin isimleri de kaybolmuştur.41
1 Abdurahmanov ve Rustamov A. “Kadimgi Türkiy Til”, Taşkent, 1982, s. 80, not-14.
2 Bu sayılar yazıtların metinleri esasında hazırlanmış ve Abdurahmanov ve Rustanov A. “Şadimgi Türkiy Til” adlı kitabında yayınlanmış, Taşkent, 1982, s. 87-91, 95-114, 121-134, 141-144.
3 Bu terimin (kavramın) çağdaş manasını anlamak ve kontrol etmek için yazılı metinin yüksek sesle okunması yeterlidir.
4 Klaştornıy S. G. “Drevnetürkskaya nadpis na kamennom izvayanii iz Çoyrena.”-v sobranii “Stranı i narodı Vostoka”, vıpusk zz, knigaz, Moskva, 1980, str. 100. (“Çoyran bölgesinden, Eski Türk yazıtları. ”-“Doğu ülkeleri ve halkları” toplusu, çıkış zz, kitap z, Moskova, 1980, s. 100”).
5 Onginsk yazıtı, satır 5.
6 Aynı kaynak, satır 6.
7 Mahmud Koşgariy “Turkiy süzlar devoni” (Devonu Lu g atit turk), III-cilt, Taşkent 196, s. 39.
8 Onginsk yazıtı, satır 4.
9 Aynı kaynak.
10 Attuhfatuz zakoyatu fillu g atit Turkiya, Taşkent, 1963, s. 266.
11 L. Soldadze. “İbn Sina (Avisenna) ” Taşkent, 1983, s. 38.
12 L. M. Gümilevın hipotez esası. Masimhon Rahmanın “Turk Hoşonligi” kitabında gösterilmiştir, Taşkent, 1993, s. 44-45.
13 “Kırgız ve Kırgızlar hakkında tarihi materialler”, 1-Çıkış, Mokova, 1973, s. 211.
14 L. Viktorova, “Moğollar, Halkın aslı ve kültür kaynağı”, Moskova, 1980, s. 197.
15 Çağdaş Özbek dilinde “Şurama” kelimesinin önemli anlamı vardı. “Karışım, karışık”, bunun haricinde, o bir köklü “quroq” kelimesi olarak, “parçalanmış, -ay, oe,” manasını taşıyordu.
16 “Şuralaş” kelimesi “Şurama” kelimesiyle ortak köke sahipler, çağdaş Özbek dilinde “aralaş-Şuralaş” olarak kullanılır. Bunların manası “karışık, karıştırılmış” demektir.
17 “Kırgızlar ve Kırgız halkın tarihi hakkında materialler”, I-çıkış, Moskova, 1973, s. 212.
18 Mahmud Koş g ariy “Turkiy süzlar devoni” (Devonu Lu g atit Turk), Tom-III, Taşkent, 1961, s. 43.
19 Bu makalede “İkinci” kabile durumu, Jujanların aslı hakkında bazı açıklıklar getirecek. Jujanlar, “İkinci” kabileden gelmişlerdi. Onlar Moğol dilli Uhuan veya Sanbiyslerin dağılmış boy birleşimlerinden meydana gelmişlerdi. Bunu Çin-Juan-Juan (“koalısyon kabile”) adı ispatlamaktadır.
20 S. G. Klaştornıy. “Drevnetürkskaya nadpis na kamennom izvayani i iz Çoyrena” v sbornike “Stranı i narodı Vostoka”. (“Çoyrem bölgesinin Eski Türk taş yazıtları.” “Doğu ülkeler ve halklar” toplusundan, çıkış-22, z-kitap, Moskova, 1980, s. 95.
21 Kul-Tekin anısına abide, Büyük yazı, satır 26-27.
22 Tonyuşuşun sözleri bir ispattır. Bu sözlere göre Türk Kağanlığı’nın yeniden kurulduğu zaman, Türkler arasında büyük Şad olmuştur. O, yediyüz kişinin yöneticisi idi (“Tonyukukun yazısı” satır 4-5).
23 Kul-Tegin anısına abide, Büyük yazı, satır 14.
24 Tonyukuk yazısı, satır 31.
25 Tonyukuk yazısı, satır 31.
26 Kul-Tegin anısına abide, satır 12-13, Tercümesi metinden yapılmış: Abdurahmanov, A. Rustamov, 1982, s. 104-105.
27 Tonyukuk yazısı, satır 3-4. Metinden tercüme: Abdurahmanov., A. Rustamov, 1982, s. 105.
28 Tonyukuk yazısı, satır 3-4. Metinden tercüme: Abdurahmanov., A. Rustamov, 1982, s. 105.
29 A.g.e.,
30 Kul-Tekin anısına abide 14: Abdurahmanov., A. Rustamov, 1982, s. 105.
31 Tonyukuk yazısı, satır 18, Abdurahmanov., A. Rustamov, 1982, s. 73.
32 Bilge-Kağan anısına abide, satır 13, metinden tercüme: Abdurahmanov., A. Rustamov, 1982, s. 132.
33 Kul-Tegin anısına abide, Büyük yazı, satır 17.
34 Tonyukukun yazısı, satır 31.
35 713 yılının baharında İnal-Kağan, Kuteyboy başçılığında Arap kuvvetleriyle karşı karşıya geldi ve savaş sonucunda vefat etti. Bu bilgiler kötü muhafaza edilmiş Tonyukukun yazdığı 45-46 satırlarda yer alıyordu.
36 Bu sonuç Aşin ve Aşide kabilelerinin askeri güç sayısının karşılaştırması esnasında ortaya çıkmıştır.
37 S. G. Klaştorskiy, belirtilen eseri, s. 94.
38 Bunlarla ilgili Özbekistan’da yapılan yazışma materyalleri kanıt olmuştur. Bu yazışmalar 1926 yılda Batı Türkmenistan’da ortaya çıkan millî karışıklıklar döneminde yapılmıştır. Taşkentin Fergane bölgesinden 100 bine yakın kişi kendini “Kıpçak”, “Şurama” ve “Türk” olarak adlandırmışlardı. Kendilerini Sart (Eski yerleşik bölge ahalisiyle) ve XVI-XVII. asırlarda Şeybani-han tarafından işgal edilen Amu ve Sırdarya nehirleri arasında yerleşen göçebe kabilelerin neslini oluşturan Özbeklerle kıyaslıyorlardı. Bak. M. Vahabov “Özbek sosialistik millati”, Taşkent, 1960, s. 495.
Taşkent’in Fergana bölgesinde 100 bine yakın yaşayan insan kendini “Kıpçak”, “Şurama” ve “Türk” olarak adlandırmışlardır. Onlar kendilerini Sart (bu bölgede yaşayan Eski Türk oturak halkı) ve Şeybani-han tarafından XV - XVII. Asırda fethedilmesi sonucu, Amu ve Sırderya nehirlerine yakın bölgeye yerleşen Özbeklerle kıyaslıyorlardı (Bkz. M. Vahabov “Özbek Sosialistik Millati”, Taşkent 1960, s. 495.
39 E. Sefer. “Zolotıye persiki Samarkanda” (“Semerğendin altın şeftalileri”) Moskova, 1981, s. 88.
40 S. A. Pletneva. “Hezerler”, baskı-Moskova, 1986 yıl, s. 21.
41 Doğu Türkistan’da XVII. asrın sonunda başveren olaylarla ilgili, istisna olarak tek bir büyük olmayan kabile grubu Tölös hatırlanırdı. Bk. Bununla igili: “Materialı po istorii Kirgizov i Kirgizi i”, (“Kırgızıstan ve Kırgız halkının tarihi hakkında materialler”), Moskova, 1873, s. 233.
Abdurahmanov A. Rustamov., “Kadimgi Türkiy Til”, Taşkent, 1982.
Attuhfatuz zakiyatu fillu g atit Türkiya, Taşkent, 1963.
M. Vahabov “Özbek sosialistik millati,” Taşkent, 1960.
L. L. Viktorova. “Mongolı. Proishojdeniye naroda i istoki kulturı,” (“Moğollar. Halkın aslı ve onun kültür kaynağı”), Moskova, 1980.
S. G. Klaştorskiy. “Drevnetürkskaya nadpis na kamennom izvayani i iz Çoyrena” V sbornike: “Stranı i narodı Vostoka.” (“Çoyrena bölgesinin Eski Türk taş yazıtları.” Çıkış 2, kitap 2, Moskova, 1980.
“Materialı po istorii Kirgizov i Kirgizi i” (“Kırgızıstan ve Kırgız halkı hakkında materialler.”) çıkış I, Moskova, 1983.
Mahmud Kaşgari “Türkiy süzlar devoni” (Devonu Lu = atit turk), III. cilt, Taşkent, 1963.
Masimhon Rahman. “Türk hokanliği” Taşkent, 1993.
S. A. Pletneva. “Hazarı” (“Hazarlar”), Moskova, 1980.
L. Soldadze. “İbn Sina (Avisenna)”, Taşkent, 1983.
E. Şefer. “Zolotıye persiki Samarkanda” (“Semerkandın altın şeftalileri”), Moskova, 1981.
M. Ermatov. “Etnogenez i formirovaniye Uzbekskogo naroda” (“Özbek halkının soy kökü ve oluşumu”), Taşkent, 1968.
Dostları ilə paylaş: |