Kubrat Han'ın Büyük Bulgar Devleti / Prof. Dr. András Róna - Tas [s.625-629]
Szged Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Macaristan
Giriş
oğudan gelip, Karadeniz boylarına inen Göktürkler ile onlardan kaçıp şimdiki Macar ovasında yurt tutan Avarlar arasındaki bölgede, Karadeniz ile Kafkaslar’ın kuzeyinde yaşayan ve toprakları bu iki güç arasında paylaşılan Oğur-Bulgar Türkleri, yaklaşık aynı zamanda (Birinci) Göktürk Devleti’nin yıkılması (630) ve Avarların İstanbul kuşatmasında (630) hezimete uğrayıp zayıflamasıyla bağımsızlıklarını kazanma imkanı bulmuş ve Kubrat Han önderliğinde bu bölgede kendi devletlerini kurmuşlardır. Tarihlere ‘Büyük Bulgaristan’ olarak geçen ve 40 yıl civarında yaşayan bu devlet hakkında çağdaş kaynaklar kısmi bilgi vermekte ise de, pek çok konu karanlıkta kalmaktadır. Öyle ki, henüz bu devletin tam yeri üzerinde dahi anlaşılamamıştır.
Önceki dönemlerde de önemli çalışmalar olmakla birlikte, Kubrat’ın Bulgar Devleti ile ilgili ilk derli toplu çalışmayı Moravcsik yapmış,1 onun çalışmaları daha sonraki eserlere temel teşkil etmiştir. Buna göre, Bulgar Devleti’nin kurulduğu yer Kuzey Kafkasya’da, Kuban ve Don nehirleri arasındaki bölgedir ve Bulgarlar aslında burada yaşayan Onoğurlardan başkası değillerdir. Ural boylarından gelen Macarların da daha sonra burada uzun süre kaldığını dikkate alan Macar alimleri bu fikre itibar etmişler, başta Németh,2 Szádeczky-Kardoss,3 Ligeti4 ve Bálint5 olmak üzere sürekli bu fikri destekler yönde yayın yapmışlardır.
Buna katılmayan bilginler de olmuştur. Örneğin Zimonyi, Kubrat’ın devletini Karadeniz’in kuzey kıyılarında düşünmüştür.6 Moravcsik’ten çok önce Westberg7 ve Marquart’ın8 Bulgar ve Onoğur kavim adları arasında ilgi olmadığını, dolayısıyla bu devletin yerinin batıda olduğunu düşündüğünü de eklemek gerekir. Son zamanlarda Pohl bu devleti Azak’ın her iki yanına yerleştirmiştir.9 Romaşov ise sonradan Kutrigurların Büyük Bulgar Devleti’ne katıldığını, Don-Dnyeper arasında yaşadıkları için de devletin sınırlarının batıda Dnyeper’e ulaştığını söylemiştir.10 Ben ise önceki iki çalışmamda Kubrat’ın Bulgaristan’ın Dnyeper bölgesinde olduğunu belirtmiştim.11 Bu devletin sınırları doğuda Don boylarında idi; batıda ise Bug nehrine dayanıyordu. Burada bu savım hakkındaki temel tespitleri sunacağım.
Devlet Nerede Kuruldu?
Kubrat’ın devletinin kuruluşu hakkında hâlâ tarihleme sorunları vardır. Gerçek olan şey, onun Avarlara karşı isyanının 627 yılındaki İstanbul kuşatmasında Avarlar ve müttefiklerinin yenilmesinden önce olamayacağıdır. Anlaşılan Kubrat Han, bu tarihe kadar Avarlara bağlı olarak Bulgarları yönetmiştir. Zira kaynaklar açık şekilde onun Avarlara isyan edip bağımsızlığını kazanmasından bahsederler. Onun ölüm tarihini belirlemek ise daha zordur. Elimize geçen kimi sikkelere bakılırsa, Kubrat 642 yılından sonra, ama 647’den de geç olmamak üzere ölmüştür. Theophanes’in bir kaydı ise durumu iyice karıştırır. Bizans vakanüvisi, İmparator 2. Constantine’in batıya hareket ettiği zamanda Kubrat’ın öldüğünü söyler, ama hareketten önce mi, sonra mı olduğunu bildirmez.12 Yani ölüm tarihi 668’e kadar ertelenebilir. Ancak, tekrar para delilleri bu tarihi en fazla 650 yapmamızı sağlar. Bu tarih en mantıklı görünenidir.
Kubrat’ın devletini Kuzey Kafkasya’da değil de, batıda düşünmemizi gerektiren önemli bir ipucu, 1912 yılında, bugün Ukrayna ortalarında bulunan Mala Pereşçepino köyü yakınlarında bulunan ve Kubrat’ın olduğu varsayılan gömüttür. Burası Dnyeper’in sol ayaklarından Vorskla
nehrinin sol kıyısındadır.13 Gömütte çıkan herşeyin Petersburg’a, Hermitage’a götürüldüğü hakkında şüpheler vardır. Ancak buraya ulaşan iki yüzüğün üzerindeki damgalaştırılmış yazıda ‘Xobratoy’ (Khovratou) ve ‘Xobratou Patrikou’ (Khovratou Patrikou) kelimeleri geçmektedir.14 Bu kabrin Büyük Han Kubrat’a mı, onun oğullarından birine mi, yoksa bir başka Kubrat’a mı ait olduğu tartışılmaktadır, ancak önemli olan, önceki bilginlerce Bulgar Devleti’nin merkezi olduğu sanılan topraklardan uzakta, yönetici sınıfa ait böyle bir kalıntının varlığıdır. Bu yüzden, Büyük Bulgar Devleti’nin merkezinin (ki, bu başlangıçta da olabilir, sonraki bir yer de) başka yerlerde olabileceği ihtimalini düşünmek için bir sebep ortaya çıkmaktadır. Öbür türlü bu mezarın nasıl buraya geldiğini açıklamak zorunda kalacağız.
Balint’e göre, esas arazisi doğuda olan Kubrat Han Hazar baskısı sebebiyle batıya çekilmiştir.15 Yani, Bulgar Devleti’nin yıkılışına sebep gösterilen, Kubrat’ın ölümünden sonraki Hazar baskısı aslında daha erken bir tarihte gerçekleşmiştir. Fakat kaynaklar bu varsayım ile çelişmektedir. Söz konusu Hazar baskısı ve Kubrat’ın oğullarının davranışı ile ilgili bilgileri, bugün elimizde olmayan aynı kaynağa dayanan Theophanes ve Nikephoros verirler. Bu ikisi belli noktalarda ayrılırlar, ancak verilerinden ortak kaynaklarının ne söylediğini anlamak mümkündür. Buna göre, dağılıştan sonra Kubrat’ın oğlu Batbayan’a bağlı kalan halk, yazarlarımızın zamanında hala atalarının topraklarında yaşıyorlarmış.
Kuphis Gerçekte Hangi Nehirdir?
‘Ataların toprağı’ Kubrat’ın kaçtığı veya ölmeden az önce göçtüğü yer olamaz. Ortak kaynakta bu araziyi belirlemeye yarayacak üç ipucu vardır: Birincisi, bu ülke Maetois (Azak) bölgesinde bulunmaktadır; ikincisi Kuphis nehri boylarındadır ve üçüncüsü, diğer oğul Kotrag babasının ölümünden sonra Don nehrinin diğer tarafına geçmiştir. Don nehrinin öbür tarafı doğusu da olabilir, batısı da. Keza, Azak bölgesi bu denizin doğusunda olabileceği gibi, kuzeyinde de olabilir. Bu yüzden, elimizde sadece, ısrarla Kuban nehri olarak tercüme edilen Kuphis nehri kalıyor. Halbuki, kaynaklar Kubrat’ın oğullarından Esperik’in (Asparuh) Dnyeper ve Dnyester nehirlerini geçerek batıya ilerlediğini söylüyor. Eğer Kubrat’ın devleti Kafkaslar’ın kuzeyinde, Kuban boylarında olsa idi, Esperik’in batı yolunda ilerlerken Don nehrini de geçmesi gerekirdi. Ama kaynaklarda böyle bir şey geçmemektedir.
Kuphis nehrinin ismi Bizans’ın 10. yy.’daki imparator yazarı Constantine’de de geçmektedir. De Administrando Imperio’nun (bundan sonra DAI) 42. bölümünde Constantine, Tuna’dan Don üzerindeki Hazar şehri Şarkel’e giderken geçilecek ırmaklar arasında Kuphis’in ismini de verir.16 Metinde ‘Kouphis ho Bogou’ ifadesi geçer. Eseri yayınlayan Moravcsik bunu ‘Kouphis kai ho Bogou’ olarak değiştirmiştir. Bu eklemenin doğru ve gerekli olduğuna karar vermek zordur, ama önemli olan Kuphis’in Bug ile aynı nehir olması değil, Dnyeper ile Dnyester arasında bulunmasıdır. Bu yüzden, onun Kuban ile aynı olması ihtimali kalmamaktadır.
Üstelik de Constantine’in verisi Theophanes’e uymaktadır. Zira Theophanes, bu nehrin Don ve İdil nehirlerinin birleştiği yerden doğduğunu söyler.17 Orta Çağ’da Don ve İdil’in, şimdi Volgagrad kanalının bulunduğu yerde birleşip yeniden ayrıldığı yaygın bir inançtı. Kuphis’in Karadeniz’e nereden döküldüğü ise daha açıktır: Kırım’ın batısında bulunan Necropela veya Necropyla. Buradan Constantine de bahseder ve Dnyeper nehrinin ağzından sonra geldiğini söyler.18 Burada yine de büyük ihtimalle Bug ve Dnyeper’in ortak halicinden bahsedilmektedir. Schramm da Kuphis nehri ile ilgili çalışmasında Theophanes’in bahsettiği nehrin Güney Bug olduğu sonucuna varmıştır.19
Bulgaristan’ın (Boulgaria) ve Kara Bulgarların doğuda, Kuban boylarında olmadığına işaret eden diğer kaynaklar da vardır. 7. yy.’da derlenen, ancak 9. yy.’a ait Latince bir tercümesiyle bize ulaşan Geographus Ravennas adlı coğrafya kitabı bunlardan biridir. Moravcsik’e göre bu kaynak Onoğur ülkesini (Onogoria) Don ve Kuban nehirlerinin aşağı boylarında göstermektedir.20 Metin açık şekilde Onogoria’nın Karadeniz kıyısında ve şehirleri Livanius’un Azak bataklıkları yakınında olduğunu söylemekte, ancak hiçbir şekilde Azak’ın doğusuna işaret etmemektedir. Yani, Marquart’tan başlayarak pek çok araştırmacının kullandığı gibi, bu eserdeki verileri Bulgar ülkesini Kuban boylarına yerleştirmekte kullanamayız. Bu konuda yardımcı olabilecek kaynaklardan, elimize ulaşan 733-746 yılları arasını içeren bir kilise listesinde Onoğur ve Hun patriklerinin Kırım’da bulunan Got Metropolitliği’ne bağlı olduğu yazılıdır. Buradan da Onoğur Patrikliği’nin Azak’ın doğusunda olduğuna dair bir veri çıkartamıyoruz. Kuzeyde olması da aynı derecede mümkündür.
Bulgar Dağları ve Kara Bulgarlar
Yakınlarda yeni bir tercümesi yayınlanan Şiraklı Ananias adlı bir Ermeni’ye ait coğrafya kitabı, Bizans kaynaklarından bağımsız olduğu için, sağladığı bilgi bakımından önemlidir. 679’dan önce ama kesinlikle 668’den sonra yazıldığı anlaşılan kitapta şöyle bir cümle geçmektedir: “Hazarlardan, Bulgar dağlarından kaçan ve Avarları süren Kubrat’ın oğlu Esperik, Tuna deltasında bir adada yaşamaktadır.”21 Aynı eserdeki Sarmat ülkesi betimlemeleri, Kubrat’ın oğlunun ‘At’ Dağları’ndan kaçtığını gösterir.
Nihai kaynak olan Ptolemeus’un eserinde At Dağları Hippikos olarak geçer. Ermeni yazar bunu ‘Jiakann’, yani ‘at’ olarak çevirmiştir. Her iki kaynak da At Dağlarından doğan ve Azak denizine dökülen ırmakları açık şekilde yine aynı denize dökülen Kuban’dan (Ermenice ‘Valdanis’, Yunanca ‘Ouardanes’) ayırır. Bu nehrin kuzeyinde (Gök) Türkler ve Bulgarlar yaşamaktadır. Dolayısıyla, Bulgar dağları Kuban nehrinin kuzeyindedir ve Kafkas silsilesinin bir parçası olamaz.
Buradaki Bulgar veya At dağlarının yerini belirlemede yine Ermeni kaynağı yardımcı olur. Buna göre İdil’in ‘Bilinmeyen Ülke’de iki kaynağı vardır.22 Bunların, Azak denizine dökülen Don nehrinin ayrıldığı At dağlarında bir ortak akışı vardır. Yani, bu dağlar, Don ve İdil’in ortak aktığı yerdedir. Böylece, Ermeni kaynağının, Kuphis nehrinin Don ve İdil’in birleşip yeniden ayrıldığı yerde doğduğunu söyleyen Theophanes’le anlaştığı görülmektedir. Burası ise Kubrat’ın yukarda anlattığımız mezarının bulunduğu yerden başkası değildir. Bulgar hakanının gömüldüğü dağların Bulgar dağları olarak adlandırılması da tesadüfi değildir.
Genning ve Halikov, Bulgar dağlarını Donetsk yükseltilerinde ararlar.23 Buraya kadarki bilgilerin ışığında, Romaşov’un bu dağları Yergen dağı ve Stravropol tepeleri ile özdeşleştirmesine katılmaya imkan yoktur, çünkü onun bu savı, Kuphis’in Kuban olduğu esasına dayanır.
Sözkonusu Ermeni kaynağının kısa nüshasında Bulgar Dağları geçmez ama aynı önemde bir diğer bilgiye rastlarız. Burada “Zalura’nın, yani Alman Bulgarlarının doğusu” ibaresi geçmektedir.24 Hewsen’e bir mektubunda Toumanoff’un bu Almanların Kırım’daki Gotlar olabileceğini söylemesi doğru olsa gerektir.25 Bizans kilise listesinde geçen Hıristiyan Bulgarların/Onoğurların Got Metropolitliği’ne bağlı olduğu haberi de bununla uyuşur.
Bundan sonra DAI’de geçen Kara Bulgaristan’ın yerini tartışmamız gerekecek. Bu ülkeyi Kuban bölgesinde düşünenler olmakla birlikte, önemli bir kısım bilgin Don-Dnyeper sahasını esas almakta, hatta İdil Bulgarlarını bu kara Bulgarlara bağlamaktadır. DAI’nin ‘Kara Bulgar ve Hazar Hakkında’ başlığını taşıyan 12. bölümünde şu cümle geçer: “Sözde Kara Bulgaristan da Hazarlara saldırabilmektedir.”26 Sonra 42. bölümde şöyle yazar: “Bu aynı Azak denizine çok sayıda ve büyük ırmaklar dökülür; bunun kuzeyinde, üzerinde Rusların Kara Bulgaristan, Hazar ve Suriye’ye doğru geldikleri Dnyeper nehri akar.”27 Bu haber, Kara Bulgaristan’ın Constantine zamanında Bulgar ülkesi olmadığını, sadece Bulgarların bir zamanlar yönettiği ülkeyi anlatan tarihi-coğrafi bir terim olduğunu gösterir. Dolayısıyla, Kara Bulgarların Azak’ın doğusunda yaşadığını iddia eden Moravcsik’in28 haklı olmadığı ortaya çıkar. Buraya kadar incelenen kaynaklar, ne Kubrat’ın ‘büyük’ Bulgarlarının, ne de hemen sonraki Kara Bulgarların Kafkasya’nın kuzeyinde yaşadığına dair bir şey söylememektedir.
Avarlarla İlişkilerin Söyledikleri
Ülkesinin yerini belirlerken, Kubrat’ın Avarlarla mücadelesini dikkate almakta fayda vardır. Nikephorus’a göre “Organa’nın yeğeni, Onoğundurların efendisi Kubrat, Avar kağanına karşı ayaklanarak onun ordusunu kendi ülkesinden sürmüştür.”29 Böylece Kubrat’ın Bulgar Devleti’nin Avar boyunduruğundan kurtulmakla başladığı anlaşılıyor. Bu isyanın tam tarihini belirlemek güçtür, ancak büyük ihtimalle, Avar kağanının İstanbul yenilgisinden sonra zayıflamasını fırsat bilerek hareket ettiği için 627 yılında bunu başarmış olmalıdır. Avar kağanının Kuban bölgesini elinde tuttuğuna dair bir haber yoktur. Çünkü ülkesi o kadar genişlememişti. Öte yandan, bu bilginin sahih olduğuna dair Szadeczky-Kardoss30 ile anlaşmamız gerekmektedir. Ancak, Kubrat’ın Bulgaristanı’nı Dnyeper bölgesine yerleştirirsek buradaki çelişkiden kurtulabiliriz.
Ayrıca, Mala Pereşçepino’daki buluntular, şekil ve üslup olarak Avar kalıntılarına büyük ölçüde benzerler. Bu da Kubrat’ın Bulgarlarının Avarlarla oldukça yakın ilişkide olduklarını gösterir. Bu ise ancak Dnyeper bölgesinde, bugünkü Ukrayna’nın kuzeydoğusunda olabilir.
Hunların hemen ardından Avrupa’ya gelen, uzun süre bir kabile birlikleri halinde yaşayan ve nihayet 150 yıl kadar sonra Kubrat Han önderliğinde bir devlet çatısı altında toplanan Bulgarlar, bu devleti uzun süre yaşatamamışlardır. Bunun sebebi, yukarda geçtiği gibi, Kubrat’ın oğullarının iç anlaşmazlığı veya Hazar baskısı, veya bu bölünmüşlüğün Hazarlarca kullanılması olabilir. Burada bunu ayrıntılı tartışmayacağız. Zira iki kaynağımız Nikephoros ve Theophanes bu konuda yoruma açık aynı cümleleri kullanırlar: “Bu ulus (Bulgarlar) bu yüzden bölünüp dağıldığında, Sarmatlara komşu olarak yaşadıkları Barsil ülkesi denen yerin içlerinden gelen Hazar kabilesi, tam bir dokunulmazlık içinde Karadeniz’in ötesindeki tüm toprakları istila etti. Onların içinde, Bayan’ı kendilerine haraç ödemeye tabi kıldılar.”31
Diğer Bulgarların (Esperik’e tabi olanlar) Hazar baskısı sebebiyle bu bölgeden sürüldüğüne dair haber, 250 yıl kadar sonra Hazar kağanı Yusuf’un Endülüs Emevi halifesinin başdanışmanı Yahudi Harday’ın mektubuna cevabında da geçer. Buna göre kağan, önceden WNNTR, yani Onoğurdur halkının bulunduğu yerde hüküm sürmektedir. Onoğur/Bulgarlar daha kalabalık olduğu halde, Hazarlar galip gelmiş ve onları Tuna boylarına sürmüşlerdir.32 Bulgar Devleti’ni Hazarların yıkıp yıkmadığı kesin değildir ama Kubrat’ın devletinin çöküşünden sonra Hazarlar Karadeniz’in kuzeyine tamamen hakim olmuşlardır. Bu da yine akla Bulgar Devleti’nin Dnyeper bölgesi ile batısında bulunduğunu getirmektedir.
Doğu Avrupa’ya göçlerin doğası ile ilgili Macar bilgin Pal Engel’in savını33 diyalektik olarak kullandığımızda, bir bakıma Macar göçü de bu konuda bize yardımcı olabilir. Constantine göre, Macarların Karpat havzasını ele geçirmeden önceki yurdu Etelköz, Tuna ile Dnyeper arasında bulunmaktadır. Eğer 800 yılı civarında buraya geldiklerinde, Bulgarlar kısmen batıda Balkanlar’da, kısmen de kuzeyde İdil boylarında iseler, Macarlar kimin ülkesini işgal ettiler? Eğer Onoğur ülkesini almadılarsa, Macarlara verilen Onoğur adı (Ungar, Hungar, Venger, Ugar, vb.) nereden gelmektedir? Başa dönersek, Macarlar bu ismi Kuban boylarında almış olamazlar. Öbür türlü, o tarihlerde Kuban boylarında yaşamaları söz konusu olmayan Slavların Macarları böyle adlandırmasını açıklayamayız.
Sonuç
Bu gerçekler, şimdiye kadar yaygın kabul görmüş bazı şeylerin yeniden gözden geçirilmesi ve Türk-Bulgar tarihinin bu önemli kısmının yeniden yazılması ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Bulgarlar, daha doğrusu Bulgarların yönettiği bir Oğur boy birliği Doğu Avrupa’da Avarlarla aynı zamanda görünmüşlerdir. Tarihleri büyük ölçüde Avar tarihi ile bağlantılıdır. 630 yılı civarında Avar Devleti’nin İstanbul kuşatmasından sonra yaşadığı sarsıntılardan faydalanan Bulgarlar, Azak nehrinin kuzeyindeki bölge merkezli olarak Kubrat Han önderliğinde, bir Hıristiyan tarafından yönetilen ilk Türk devletini kurmuşlardır.
Devlet Kubrat’ın 650 yılı civarında ölümünden sonra da bir süre yaşamış, ama iş mücadeleler ve Hazar saldırıları sebebiyle dağılmıştır. Bunlardan bir kısmı yerinde kaldı ama yavaş yavaş da kuzeye kaydı. Yine de Hazar yönetimine girmekten kurtulamadı. Bir grup Macar da bu kuzeye giden Bulgarlara katılmıştır. İbn-i Fazlan (922) ve daha sonra Julian (1236) onlarla karşılaşmıştır. Moğol istilasından sonra da İdil boylarındaki bu Macarlara dair haberler gelmektedir.34 Diğer topluluk Esperik Han önderliğinde Hazarlardan kaçmış ve Tuna boylarına gelerek şimdiki Bulgaristan’ı tarihte ilk kez kurmuştur. Başka bir topluluğun ise Avarlara katıldığı veya daha batıya geçtiği bilinmektedir. Bu dağılıştan sonra bir zamanlar Kubrat’ın büyük devletinin olduğu yerde güç boşluğu meydana gelmiş ve bunu Macarlar doldurmuştur. Burada kalan kimi Bulgarların Macarlara katılmış olması da olasıdır.
1 Moravcsik, Gyula, “Zur Geschichte der Onoguren”, Ungarische Jahrbücher 10, 1930, s. 53-90; Az onogurok történetéhez, Budapest, 1930 (A Magyar Nyelvtudományi Társaság Kiadványai 27).
2 Németh, Gyula, A foglaló magyarság kialakulása, Budapeşt, 1930, s. 175-176; A foglaló magyarság kialakulása, Budapeşt, 1930, s. 228.
3 Szádeczky-Kardoss, Samuel., “Kuvrat fiának Kubernek a története és az avar-kori leletanyak”, Antik Tanulmanyok, 15, 1975, s. 270-272; Az avar történelem forrásai 557-töl 806-ig, Budapest, 1998, s. 212.
4 Ligeti, Lajos., A magyar nyelv török kapcsolotai a honfoglalás elött és az Arpad-korban, Budapest, 1986, s. 350.
5 Bálint, “Csanád, Nochmals über die Identifizierung des Grabes von Kuvrat”, Acta Orientalia Hun., 42, 1988.
6 ‘Korai magyar törteneti lexikon (9-14. Szazad) ’da (yay. Gy. Kristo, Budapest, 1994), s. 118.
7 Westberg, Fr., “Die Fragmente des toparcha Goticus”, Memoires de l’Academie de St. Petersburg t., V. 2, 1901.
8 Marquart, J., Osteuropaische und ostasiatiche Streifzüge, Leipzig, 1903, s. 126.
9 Pohl, W., “Die Awaren”, Ein Steppenvolk in Mitteleuropa: 567-822, München, 1988, s. 271-272.
10 Romaşov, S. A., “Bolgarskie plemena Severnogo Priçernomor’ja v VI-VII vv”, Archivum Eurasiae Medii Aevii, C. 8, 1992-1994, s. 240, 244.
11 Rona-Tas, Andras, Hungarians and Europe in the Middle Ages, An Introduction to Early Hungarian History, Budapest, 1999, s. 215-220; “Where was Khuvrat’s Bulgharia?”, Acta Orientalia Hung., v. 53 (2000), S. 1-2, s. 1-22.
12 Lauterbach, H., “Untersuchungen zur Vorgeschischte der Protobulgaren, nach einem Bericht bei Theophanes”, Araber in der Alten Welt, (yay. Altheim, F. - Stiehl, R.), Bd. 4, Berlin, 1967, s. 544. Nikephoros ise, daha da karıştırmak üzere, Constantine’in batıda öldüğü zamanlarda Kubrat’ın Bulgarların başında olduğunu söyler: Nikephoros, Patriarch of Constantinople, Short History, yay. Cyril Mango, Washington, 1990, s. 89.
13 Bu buluntuyla ilgili ayrıntılar için bkz. Balint, Cs., Die Archaologie der Steppe, Wien-Köln, 1989, s. 96-97; Fonjakova, N. A., “Istorija nahodki Pereşçepinskogo klada”, Sokrovişça hana Kubrata, Pereşçepinskij klad, (yay. Zalesskaya vd.) St. Petersburg, 1997, s. 102-109.
14 Daha önce Beneşeviç, Fink, Seibt, Werner ve Zalesskaya bu yazılar üzerinde çalıştılar. Ben ise kendi okumamı şu iki çalışmada yayımladım: A honfoglalo magyar nep. Bevezetes a korai magyar törtenelem ismeretebe, Budapest, 1996, s. 180; Hungarians and Europe in the Middle Ages, s. 218.
15 Balint, Cs., Review on Werner, Acta Arheologica Hung., 36 (1984), s. 267.
16 DAI, s. 184.
17 Bkz. Lauterbach, a.g.e., s. 543; bu metnin Anastasius tarafından Latince çevirisi için, Kampfer, F. - Stichel, R. - Zernack, K., Glossar zur frühmittelalterlichlen Geschichte im Östlichen Europe, Serie A, Lateinische Namen bis 900, Bd. 3, Stuttgart, 1989, s. 256.
18 DAI, s. 186-187.
19 Schramm, G., Nordpontische Ströme, Namenphilologische Zugangezur Frühzeit des europaischen Ostens, Göttingen, 1973.
20 Moravcsik, Zur Geschichte der Onoguren, s. 64.
21 Hewsen, R. H., The Geography of Ananias of Şirak, (Aşxarhac’oyc’), The Long and the Short Recensions, Wiesbaden, 1992, s. 48.
22 Hewsen, a.g.e., s. 55.
23 Genning, V. F. - Halikov, A. H., Rannye bolgary na Volge, Moskva, 1964.
24 Hewsen, a.g.e., s. 244.
25 Aynı yer.
26 DAI, s. 64-65.
27 DAI, s. 186-187.
28 Moravcsik, Zur Geschichte der Onoguren, s. 113.
29 Nikephoros, s. 70-71.
30 Szádeczky-Kardoss, Az avar történelem., s. 213.
31 Nikephoros, s. 89.
32 Metin için bkz. Kokovcov, P. K., Jeverejsko-hazarskaya perepiska v 9. Veke, Leningrad, 1932, s. 92.
33 Bütün göçlerin bir şekilde Balkanlar veya Batı Avrupa’yı etkilediğinden ve bunların kaynaklara iyi yansıdığından hareket eden Engel, 700 yılı civarında sona eren Bulgarların Tuna boylarına göçleri ile 895’teki Macar göçü arasında hiçbir hareketin kaydedilmediğine dikkat çeker. Bu yüzden Engel, Bulgarlar yurtlarını bıraktıktan hemen sonra, 700 civarında Macarların burasını (etelköz) ele geçirdiğini söyler. Eğer buraya sanıldığı gibi 830 civarında gelmiş olsalardı birilerini batıya sürmüş olacaklardı; bunun etkileri de kaynaklara geçecekti. Bkz. Engel, Pal, “Beilleszkedes Europaba, a kezdetektöl 1440-ig”, Magyarok Europaban, Budapest, 1990; A kettös honfoglalas, Omagyar kultura 10, 1997, özel baskı, s. 55-63.
34 Ayrıntılar için bkz. RONA-TAS, A honfoglalo magyar nep, s. 184, 311, 330; Hungarians and Europe in the Middle Ages, s. 219-227, 429-436.
BALINT, Cs., Review on Werner, Acta Arheologica Hung., 36 (1984), s. 263-269.
BÁLINT, Csanád, (1988), “Nochmals über die Identifizierung des Grabes von Kuvrat”, Acta Orientalia Hun., 42.
BALINT, Cs., Die Archaologie der Steppe, Wien-Köln, 1989.
ENGEL, Pal, “Beilleszkedes Europaba, a kezdetektöl 1440-ig”, Magyarok Europaban, Budapest, 1990; Engel, Pal, A kettös honfoglalas, Omagyar kultura 10, 1997, özel baskı, s. 54-63.
FONJAKOVA, N. A., “Istorija nahodki Pereşçepinskogo klada”, Sokrovişça hana Kubrata, Pereşçepinskij klad, (yay. Zalesskaya vd.) St. Petersburg, 1997, s. 102-109.
GENNING, V. F. -HALIKOV, A. H., Rannye bolgary na Volge, Moskva, 1964.
HEWSEN, R. H., The Geography of Ananias of Şirak, (Aşxarhac’oyc’), The Long and the Short Recensions, Wiesbaden, 1992.
KAMPFER, F. -STICHEL, R. -ZERNACK, K., Glossar zur frühmittelalterlichlen Geschichte im Östlichen Europe, Serie A, Lateinische Namen bis 900, Bd. 3, Stuttgart, 1989.
KOKOVCOV, P. K., Jeverejsko-hazarskaya perepiska v 9. Veke, Leningrad, 1932.
KRISTO, Gy. (yay.), Korai magyar törteneti lexikon (9-14. Szazad), Budapest, 1994.
LAUTERBACH, H., “Untersuchungen zur Vorgeschischte der Protobulgaren, nach einem Bericht bei Theophanes”, Araber in der Alten Welt, (yay. ALTHEIM, F. -STIEHL, R.), Bd. 4, Berlin, 1967, s. 539-619.
LIGETI, L., (1986), A magyar nyelv török kapcsolotai a honfoglalás elött és az Arpad-korban, Budapest.
MARQUART, J., Osteuropaische und ostasiatiche Streifzüge, Leipzig, 1903.
MORAVCSIK, Gyula, (1930a), “Zur Geschichte der Onoguren”, Ungarische Jahrbücher, 10.
MORAVCSIK, Gyula, (1930a), Az onogurok történetéhez, Budapest (A Magyar Nyelvtudományi Társaság Kiadványai 27).
NIKEPHOROS, Patriarch of Constantinople, Short History, yay. Cyril Mango, Washington, 1990.
POHL, W., “Die Awaren”, Ein Steppenvolk in Mitteleuropa: 567-822, München, 1988.
ROMAŞOV, S. A., “Bolgarskie plemena Severnogo Priçernomor’ja v VI-VII vv”, Archivum Eurasiae Medii Aevii, C. 8, 1992-1994.
RONA-TAS, Andras, A honfoglalo magyar nep. Bevezetes a korai magyar törtenelem ismeretebe, Budapest, 1996.
RONA-TAS, Andras, Hungarians and Europe in the Middle Ages, An Introduction to Early Hungarian History, Budapest, 1999.
RONA-TAS, Andras, “Where was Khuvrat’s Bulgharia?”, Acta Orientalia Hung., v. 53 (2000), S. 1-2.
SCHRAMM, G., nordpontische Ströme, Namenphilologische Zugangezur Frühzeit des europaischen Ostens, Göttingen, 1973.
SZÁDECZKY-KARDOSS, S., (1975), “Kuvrat fiának Kubernek a története és az avar-kori leletanyak”, Antik Tanulmanyok, 15.
SZÁDECZKY-KARDOSS, S., (1998), Az avar történelem forrásai 557-töl 806-ig, Budapest.
WESTBERG, Fr., “Die Fragmente des toparcha Goticus”, Memoires de l’Academie de St. Petersburg t., V. 2., 1901.
Tuna Bulgar Devleti (679-1018) / Ayşe Kayapınar [s.630-640]
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye
İlk Bulgar Devleti’nin kurulduğu Aşağı Tuna’nın iki kıyısını kapsayan bölge ile Dinyester Irmağı’nın ağzından Balkan Dağları’na kadar uzanan alana VII. yüzyılın sonuna doğru gelen kavimler kimlerdi? sorusuna uzun süre cevap aranmış ve bunların menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Çeşitli iddialar doğrultusunda Urallı (Fin-Ugor), Tatar (Moğol), Slav ya da Fin kökenli oldukları sanılmıştır. Nihayet Bulgar olarak bilinen ve konumuz olan I. Bulgar Devleti’ni kuran bu kavimlerin Türk kökenli oldukları düşüncesi, Gy. Németh, L. Rásonyi ve G. Feher gibi Macar bilginlerinin çalışmalarıyla açıklığa kavuşmuştur. Bu bilginler, A. Vambery’nin 1882 yılında öne sürmüş olduğu1 ve 1900 yılında Bulgar bilgini İvan Şimanov’un2 da desteklediği Bulgarların Türk soyundan geldiği fikrine kesinlik kazandırmışlardır.3
Köken itibariyle bir Türk kavmi olan ve anayurtları Tarbagatay Dağları’nın kuzeyindeki Kobdo ve Semipalatinsk bölgesi olan Ogurlara4 dayanan Bulgarlar, bu adla ilk defa 482 yılında Bizans İmparatoru Zenon’un Ostrogot Kralı Theodorik’e karşı yardım talebi ile ilgili olarak kaynaklarda geçmektedir.5 “Bulgar” deyimi Atilla’nın oğlu İrnek6 ile birlikte Orta Avrupa’yı terk edip doğuya gelen Hunların Karadeniz sahillerinde karşılaştıkları diğer bir Türk boyu Ogurlarla karışmaları netincesinde ortaya çıkmıştır.7 G. Németh’e göre “bulgar” kelimesi Türkçe olup karışmak anlamına gelen bulgamak fiilinden türemiştir.8 463 yılından sonra Karadeniz’in kuzeyinde görülen Ogur boyları, Onogurlar9, Sarıogurlar, Utrigurlar ve Kutrigurlar idi. Bunlar arasında Kutrigurlar ve Utrigurlar V. yüzyılın sonunda Aşağı Tuna havzasının güneyindeki Bizans eyaletlerine saldırmışlardır.10 Yine bu iki Bulgar kavmi 567/68 yılında Göktürk hakimiyeti altına girmişlerdir.11
Kutrigur ve Utrigur Bulgarları üzerindeki Göktürk hakimiyeti 630 yılına kadar sürmüş ve bundan sonra Bulgarlar kendi devletlerini kurma çabası içerisine girmişlerdir. Bu arada Onogur boyunun Dulo ailesinden olan Kubrat (605-642)12, Ogur boylarını birleştirip “Büyük Bulgaria” adı altında güçlü bir konglomera kurmayı başarmıştır. Sınırları doğuda Kuban, batıda Dinyeper, kuzeyde Donets nehirleri ve güneyde Karadeniz ile Azak Denizi olan Büyük Bulgaria, Bizans’la dostane ilişkiler kurmuş ve hükümdarı Kubrat’a, Bizans İmparatoru Herakleos (610-641) tarafından patrikios unvanı verilmiştir.13
Kubrat’ın (642) ölümü üzerine Büyük Bulgaria, Hazar Devleti’nin baskısı14 neticesinde dağılmış ve Kubrat’ın oğulları arasında paylaşılmıştır. Kubrat’ın büyük oğlu Batbayan, Hazarların hakimiyetini kabul ederek “Büyük Bulgaria” topraklarında kalmıştır.15 Diğer oğlu Kotrag, bir grup Bulgarla birlikte Don Nehri civarına gelmiş, Altsek adındaki bir başka oğlu da Panonya’ya yerleşerek Avar hakimiyetini kabul etmiştir. Kubrat’ın üçüncü oğlu Asparuh16 liderliğindeki Bulgarlar ise Dinyeper ve Dinyester nehirlerini geçerek bugünkü Güney Besarabya’ya Bizans İmpratorluğu’na komşu olacak şekilde yerleşmişlerdir.17
Onların yerleştiği bölge Bizans kaynaklarında Oglos ya da Onglos (ggloV ya da gggloV- “köşe, bucak”) olarak geçmektedir.18 Asparuh’un19 Onglos bölgesine kesin geliş tarihi bilinmemekle birlikte Bizans İmparatoluğu’nun doğuda Araplara karşı ve Avrupa’da dini ve diplomatik mücadele verdiği yıllar olan 650 ile 670 tarihleri arasında gerçekleştiği tahmin ediliyor.20 Asparuh ile gelen bu Bulgarlar, I. Bulgar Devleti’ni kuran ve ilmi araştırmalarda “Prtobulgar” ya da “Bulgar Türkleri” olarak adlandırılan Türklerdi.
Bizans tarihçisi Theofanes, Asparuh’un önderliğindeki Bulgarların Oglos bölgesine gelişini şöyle tarif ediyor “….Asparuh, Tuna’nın daha kuzeyinde olan Dinyeper ve Dinyester nehirlerini geçerek ve Onglos bölgesini ele geçirerek Tuna ile diğer iki nehir (Dinyeper ve Dinyester) arasındaki (alana) yerleşmiş, çünkü bölgenin her taraftan korunaklı ve alınması güç olduğunu görmüştür; ön taraftan bataklık oluşu, diğer yönlerden de nehirlerden oluşan taçla sarılmış olması, düşmana karşı büyük bir güvenlik sağlamaktaydı…” Diğer Bizans tarihçisi Nikeforos da eserinde buna benzer bir tarif vermektedir.21
670 yılında bu Bulgarlar, Bizans’ın kuzey komşusu konumu ile kısa sürede imparatorluğu tehdit eden bir güç haline gelmişlerdir. Konumuz çerçevesinde ele alacağımız I. Bulgar Devleti ya da Tuna Bulgar Devleti, Tuna deltasının güneyine geçmeyi başaran Asparuh komutasındaki Bulgarların burada karşılaştıkları Slav zümreleri ile birleşmesi neticesinde doğmuştur.
Başlangıçta Bizans’la dostane ve barışçıl ilişkiler kuran Asparuh (640-700) önderliğindeki Bulgarlar, gerek Hazarlardan kaçmak gerek yeni yerleşim alanı bulmak amacıyla, Tuna deltasının kuzeyindeki topraklardan hareketle Dobruca’nın güneyindeki Bizans topraklarına saldırılarda bulunmaya başlamışlardır.22 Bizans İmparatoru IV. Konstantinos (668-685), İstanbul’u kuşatan Araplarla uğraştığı için yeni komşularına karşı koyacak güçte değildi. Ancak Arapların kuşatmayı kaldırmasıyla Bulgarlara karşı sefer hazırlıklarına girişti.23
Konstantinos, 680 yılında büyük bir deniz ve kara kuvvetiyle Bulgarları topraklarından çıkartmak üzere Tuna’nın ağzına ve Oglos24 denilen bölge üzerine yürüdü.25 Bulgarların bataklıklar arasında gizlenerek açıkça savaşmaktan kaçınması, Konstantinos’un başarı elde etmesini engelledi.26 Hastalık nedeniyle imparatorun Mesemvria’ya geri çekilen Bizans ordusu Bulgarların saldırısına uğramış ve pek çok kayıp vererek çareyi kaçışta bulmuştur.27 Neticede Bulgarlar Varna (Odesos) yakınlarına kadar olan Dobruca bölgesini ele geçirmişlerdir.
Gelişmelere engel olamayan Bizans İmparatoru IV. Konstantinos, 681 yılında Asparuh ile barış imzalamış ve ona Theofanes’in deyimiyle “Romalılar için utanç verici” olan yıllık haraç ödemeyi kabul etmiştir.28 Bu anlaşmanın en önemli sonucu ise Bizans İmparatorluğu’nun kendi toprakları üzerinde bağımsız bir Bulgar Devleti’nin kurulmasını resmen kabul etmesidir.29
Aslında Bizans İmparatorluğu, Dobruca bölgesindeki toprakları Slav istilaları dolayısıyla fiili olarak daha VI. yüzyılın ortasında kaybetmişti. Fakat Slavların belirli bir siyasi yapıya sahip olmayıp dağınık gruplar halinde yaşaması, Bizans’ın Slavların üzerindeki hakimiyetini sürdürmesine neden oluyordu. Ancak Balkanlar’a gelmeden önce siyasi ve askeri teşkilatlanmada tecrübesi olan Bulgarlar, Slavlardan farklı idi. Nitekim Asparuh’un önderliğinde Bulgarlar, Bizans topraklarına gelerek başkenti Doğu Mözya’da30 bulunan Pliska olmak üzere güçlü bir devlet kurmayı başardılar.31
Bulgarlar, Balkan Dağı ile Tuna nehri ve Karadeniz arasında kalan bölgeye yerleştikten sonra Bizans’a karşı, burada yaşayan Slavları kendi taraflarına çekmenin önemli olduğunu kavramış ve onlarla ittifak yapmışlardır.32 Kurulduğu tarihten itibaren Bizans ve Latin kaynaklarında “Bulgaria” adı ile geçen ve modern tarihçilerin “I. Bulgar Krallığı” olarak adlandırdığı bu devleti oluşturan iki önemli unsur Bulgarların ve Slavların nüfus bakımından birbirine oranları neydi? Bu önemli soruya kaynaklardaki bilgi eksikliği dolayısıyla kesin bir şekilde cevap vermek güçtür.
Dönemin kronikçilerinden olan Suriyeli Mihail’in verdiği bilgi doğrultusunda Asparuh’la gelen Bulgarların sayısı 10.000’di. Ancak onun bu rakama kadınları ve çocukları katıp katmadığını bilemiyoruz.33 Fakat daha sonraki tarihlerde yani VIII ve IX. yüzyıllarda Bulgar Krallığı’nın sınırlarını Tuna’nın kuzeyine ve kuzeydoğusuna doğru genişleterek buralara yerleşmiş Bulgar gruplarını da sınırlarına dahil ettiğini hatırlarsak bu miktarın biraz daha da artacağını tahmin edebiliriz. Yalnız V. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tuna civarında görünen Slavların, Balkan Yarımadası’na Bulgarlardan yaklaşık bir buçuk asır evvel yerleşmesi ve bu bölgede kendilerinden önce yaşayan Trak ve İllir kavimlerini eritmeyi başarması, onların nüfus bakımından fazla olduğunu göstermektedir.34 Dolayısıyla gerçekte Bulgarların teşkilatlandırdığı Slavlar, Bulgar Devleti’nin nüfus bakımından hakim unsur haline gelmiş ve zamanla Tuna Bulgarları, kalabalık Slav kitlesi tarafından asimile edilmiştir.
Devletin kuruluşunu takip eden ilk yüzyıllarda (VII ve VIII. yüzyıllarda) kaynaklar, bu iki etnik grubu “Bulgarlar ve Slavlar” diye ayrı ayrı zikrediyorlar. Dolayısıyla bu tarihlerde karışma henüz gerçekleşmemiştir. Ayrıca VIII. yüzyılın sonuna doğru Bulgarlardan kaçıp Bizans’a sığınan bazı Slavları görmek mümkündür. Bu durum Bulgarların bu tarihlerde hala Slavlaşmadığını gösteriyor.35 Arkeolojik kazılar asıl karışmanın, özellikle IX ve X. yüzyıllarda gerçekleştiğini ve Tuna Bulgar Devleti’nin bu tarihlerden itibaren bir Slav ülkesine dönüştüğünü gösteriyor.36
Nüfus sayısı bakımından üstün olan Slavlar, devleti teşkilatlardırmada aynı üstünlüğü gösteremediler. Teşkilatlandırma işlevini Bulgar unsuru üstlendi ve han unvanıyla devletin başına Asparuh geçti. Bulgar devlet teşkilatı, diğer Fin-Türk kavimlerinde olduğu gibi oymak-klan sistemi üzerinde kurulmuştu. Bulgar Devleti’nin başında han unvanlı bir yönetici vardır. Han terimi daha sonraki tarihlerde yerini önce Slavca prens manasına gelen knez ve daha sonra da çar unvanına bırakacaktır. Görev bakımından handan sonra gelen kavhan ya da tarkan unvanıyla bilinen iki görevli daha vardı. Bulgar toplumunda üst ve alt olmak üzere iki asalet sınıfı söz konusudur. Üst asalet sınıfı boyarlardan, alt asalet sınıfı da bagayinlerden oluşuyordu.37
681 yılında Asparuh’un kurduğu I. Bulgar Devleti, yıkılış tarihi olan 1018 yılına kadar Bizans’a karşı önemli savaşlar kazanmış, kanunlarını oluşturmuş, aynı zamanda Bizans’la ticari ilişkiler kurmuş, Bizans’dan din ve kültür bakımından etkilenmiştir. Bizans’ın da inandığı Ortodoks Hıristiyan inancının kabul edilmesi ve Bizans tebaası olan Kiril ve Methodius’un Grek alfabesini Slav diline adapte etmeleri, I. Bulgar Devleti’ne yeni bir kimlik kazandırmış ve Slavlaşma sürecini hızlandırmıştır. I. Bulgar Devleti’nin tarihini başlıca iki döneme ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi “Hıristiyanlık öncesi Bulgar Devleti”, ikincisini de “I. Bulgar Devleti’nin Hıristiyanlık Dönemi” olarak adlandırabiliriz.
Hıristiyanlık öncesi I. Bulgar Devleti’nin hükümdarlarını şöyle sıralamamız mümkündür: Asparuh Han (640-700), Tervel Han (700-718), Sever Han (718-754), Kormisoş Han (754-756), Vineh (756-761), Telets Han (761-764), Sabin Han (764-766), Umar Han (Temmuz 766-Ağustos 766), Toktu Han (766-767), Pagan Han (767-768), Telerig Han (768-777), Kardam Han (777-802), Krum Han (802-914), Omurtag Han (814-831), Malamir Han (831-836), Presyan Han (836-852).38
“I. Bulgar Devleti’nin Hıristiyanlık Dönemi” hükümdarları ise Knez Boris (852-889), Vladimir Rasate (888-893), Çar Symeon (893-927), Çar Petro (927-969), Çar II. Boris (969-971) ve Çar Samuil (997-1018)’dir.
Devletin kuruluşuna ve ilk yıllarına Dulo ailesi damgasını vurmuştur. Asparuh Han, Tervel Han ve Sever Han bu ailedendi. Kormisoş Han, Vineh Han, Sabin Han, Umar Han, Pagan Han ve Telerig Han dönemlerinde Vokil ailesinden, Telets Han ve Toktu Han dönemlerinde de Ugayin ailesine mensup hanlar Bulgar tahtına çıkacaktır. 681 yılında kurulan Tuna Bulgar Devleti, Güney Besarabya, Eflak Ovası’nın bir kısmı, Dobruca’nın tamamı ve Karadeniz kıyısı ile Timok Nehri arasındaki Aşağı Moezya eyaletini kapsamaktaydı.39
Bizans İmparatoru IV. Konstantinos ile Asparuh arasındaki barış, II. Justinianus (685-695; 705-711) tarafından bozulmuştur. Slavların ve Bulgarların varlığı Bizans için tehdit oluşturduğundan ve II. Justinianus’un “barbarlara” daha fazla haraç ödemek istememesinden dolayı doğudaki ve batıdaki savaşlardan vazgeçerek “Slavinya ve Bulgaria” üzerine yürümüştür.40 Justinianus’un niyetini anlayan Bulgarlar, Trakya’ya doğru ilerlemişler, ancak imparator onları geri püskürterek batıya doğru yönelmiş ve Selanik’e ulaşmıştır. Ege bölgesinde yaşayan pek çok Slav esir alınarak Anadolu’ya nakledilmiştir.41 Anadolu’ya nakledilen Slavlar, imparatorluğun doğu sınırına stratiotis (asker) olarak, muhtemelen Arap saldırılarını durdurmak üzere yerleştirilmişlerdir.42 Ancak bu girişimden sonra imparator, ordusu ile birlikte ülkesine dönerken yolu Bulgarlar tarafından Güney Rodop geçitlerinde kesilmiş ve kuvvetlerinin büyük bir kısmını kaybederek kendisi de güçlükle kurtulabilmiştir. Bu olay Asparuh’un hükümdarlık döneminin son olayıdır.43
Asparuh’tan sonra yine Dulo ailesine mensup muhtemelen Asparuh’un oğlu olan Tervel (700-718) Bulgar hanı olmuştur.44 Tervel Han, Bizans İmparatoru II. Justinianus’la iyi ilişkiler kurmuş ve onun başlıca destekçisi olmuştur.45 II. Justinianus, tahttan indirilip Kırım’a sürgün gönderildiğinde oradan kaçmayı başarmış ve Bulgar hükümdarı Tervel’in yanına sığınmıştır. Tervel, tekrar tahta çıkması için ona yardımda bulunmuş46 ve bunun karşılığında kendisine muhteşem hediyeler ve Caesar unvanı verilmiştir.47 Bu unvan eski önemini kaybetmiş olmasına rağmen, hala bu dönemde imparator unvanından sonra Bizans’ın en yüksek şeref unvanıdır.48 Caesar unvanının alınışı Bulgar Krallığı açısından önemlidir. Çünkü onu vermekle Bizans, Tuna Bulgar Devleti’ni bir kez daha hukuki açıdan tasdik etmiş oluyordu.49
712 yılında II. Justinianus’un ölümünden sonra Tervel, Trakya’yı istila etti ve İstanbul surları yakınına gelerek bölgeyi yağmaladı.50 Tervel Han, Bizans İmparatoru III. Theodosius’la, 716 yılında Bulgar Devleti’yle Bizans arasındaki sınırı belirleyen bir barış anlaşması yaptı. Buna göre iki devlet arasındaki sınır, Kuzey Trakya’dan yani Burgaz Körfezi’nden başlayarak Edirne-Filibe yolunun Meriç nehri ile kesiştiği hat oluyordu. Bu şekilde Bulgar Krallığı, güney sınırı bakımından Trakya Ovası’na doğru genişlemiştir.
Ayrıca bu anlaşma ile Bizans, Bulgarlara 30 lidre altın değerinde yıllık haraç ödemeyi kabul etmiş ve iki devlet siyasi mültecilerini birbirine teslim etmeyi taahhüt etmiştir. İki devlet arasındaki ticari ilişkiler de yine bu anlaşma ile belirlenmiştir.51
Tervel Han’ın 718 yılından sonraki faaliyetleri hakkında bilgi yoktur. Bu yüzden de onun bu tarihe kadar hüküm sürdüğü kabul edilmektedir.52 Tervel Han’dan sonra Bulgar tahtına Sever Han (718-754) geçmiştir. Onun dönemiyle ilgili olarak Bizans kaynakları fazla bilgi vermemektedir. Sever Han’ın 754 yılındaki ölümünden sonra Bulgar soyluları arasında tahta çıkmak için mücadele başlamıştır. Kormisoş Han’la (754-756) Dulo hanedan ailesi son bulmuş ve Bulgar tahtı için eski Bulgar sülaleleri olan Vokil ve Ugayin birbirlerine karşı üstünlük mücadelesine girişmişlerdir. Bu dönemde Kormisoş Han’dan başka Bulgar tahtına sırasıyla Vineh Han (756-761), Telets Han (761-764), Sabin Han (764-766), Umar Han (Temmuz 766-Ağustos 766), Toktu Han (766-767), Pagan Han (767-768) çıkmışlardır.53 Kormisoş Han, Vineh Han, Sabin Han, Umar Han ve Pagan Han dönemlerinde Vokil sülalesi üstün duruma gelmiş, Telets Han (761-764) ve Toktu Han (766-767)’la Ugayin ailesi etkin konuma geçmiştir.
718 ile 756 yılları arasında hüküm sürmüş hükümdarlar döneminde Bizans ile Bulgar Devleti arasındaki ilişkiler nispeten sakin görünüyor. Ancak bu barış dönemi, V. Konstantinos’un (741-775) Bulgar sınırında kaleler inşa edip buralara Suriyeli ve Ermeni göçmenleri askeri sınıf olarak yerleştirmeye başlamasıyla son bulmuştur. Buna karşı Bulgarlar inşa edilen kaleler için haraç istemişlerdir. Muhtemelen burada yeni bir haraç değil de, 716 yılında ihdas edilen miktarın artırılması söz konusu idi. Ancak Bulgar elçileri bu konuyla ilgili olarak Bizans’ın ret cevabı ile karşılaşmışlardır. Bu durum Bulgarlar tarafından bir savaş vesilesi sayılıp 755’te Trakya’ya girerek Anastasios’un suruna kadar ulaşmışlardır. Fakat yenilerek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.54
Arap taarruzları zayıflayınca, Bulgarlar ile Bizans Devleti arasında yine savaşlar dönemi başlamıştır. Telets’in tahta geçmesinden sonra (761) çok sayıda Slav, Bulgar sınır bölgesinden Bizans arazisine geçmiş ve imparatorluk tarafından Bitinya’ya yerleştirilmiştir.
Telets Han döneminde Bizans İmparatoru V. Konstantinos, Bulgarlara karşı sefer düzenledi (763).55 Bu sefer sırasında Bulgarlar hezimete uğratıldı. Bu da Telets’e karşı bir isyanın çıkmasına ve hayatını kaybetmesine neden oldu.56 Bu arada Bulgar Krallığı’ndaki taht mücadelesi devam etmiş ve nihayet Telerig Han’ın (768-777) tahta çıkması ile Bulgar Devleti kendisini toparlayarak yeniden eski savaş gücüne kavuşmuştur. Telerig döneminde de V. Konstantinos, Bulgaristan’a sefer düzenlemiş (773) ve Bulgarların barış görüşmelerine girişmesi için zorlamıştır. Fakat yine de Bulgarlarla Bizans arasında kalıcı bir barış sağlanamamıştır. Nihayet 775 yılında V. Konstantinos, Bulgarlara karşı düzenlediği bir sefer esnasında ölmüştür.57 Böylece Bulgar Krallığı’nı yok etmeyi amaçlayan Bizans İmparatoru V. Konstantinos tarih sanhesinden çekilmiş ve Bulgar Devleti iç ve dış tehlikeyi aşmıştır.58
Bulgar Hanı Telerig, bilinmeyen sebeplerden dolayı Bizans İmparatoru IV. Leon’un yanına sığınmış ve Hıristiyanlığı kabul ederek bir Bizans prensesi ile evlenmiştir.59 Telerig Han’ın halefi Kardam Han (777-802) döneminde merkezi otorite güçlenmiş ve içteki taht mücadeleleleri sona ermiştir. Bulgar Devleti’nin içteki kuvvetlenmesi, Bizans’ı 796 yılında Bulgarların lehine bir barış anlaşması yapmaya itmiştir. Bu şekilde dışarıda da Bulgar Devleti açısından belli bir ölçüde rahatlama sağlanmıştır.60
Kardam Han’ın temel amacı Bulgar Devleti’ni güçlendirmek olduğundan Bizans’ın durumunu yakından takip etmiştir. Kardam, Bizans’la açık meydan savaşı yapmaktan kaçınmış, daha çok savunma stratejisi izlemiş ve merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışmıştır.61 Kardam’dan sonra Bulgar tahtına oğlu Krum Han (802-814) çıkmıştır. Krum Han babasının savunma politikasını terk ederek Bizans’a karşı saldırı politikası izlemeye başlamıştır. İdare ettiği süre boyunca Bulgar Devleti’nin sınırlarını genişletmek için uğraşmış ve tahta geçer geçmez dikkatini devletin kuzeybatı sınırına çevirmiştir. Çünkü burada Frenk Devleti, zayıflayan Avar Devleti’ne saldırmak suretiyle Bulgar sınırlarına kadar topraklarını genişletmiştir. Bu durumdan faydalanan Krum Han, Tisza nehri civarındaki Avar topluluklarını hakimiyeti altına almıştır. Böylece Bulgar Devleti’nin sınırlarına bugünkü Sırbistan’ın kuzey bölgeleri, Macaristan’ın Tisza Nehri’yle Sava nehrinin Tuna’ya döküldüğü yere kadar olan topraklar katılmış oldu.62
Bir süre sonra Krum dikkatini güneye, Bizans’a çevirmek zorunda kaldı. Çünkü 802 yılında Bizans tahtına geçen I. Nikeforos (802-811), Bulgar Devleti’ne karşı 807 yılında bir sefer düzenledi. Ancak Edirne’de ordunun ayaklanmasından dolayı başarılı olamadı. Ertesi yıl Krum, Struma ırmağı bölgesinde Bizans ordularını bozguna uğrattı ve askerlere maaş olarak verilen paraları ele geçirdi. 809 yılında Krum’un ordusu, bölgede Bizans’ın son güçlü kalesi olan Serdika’ya (Sofya) saldırdı ve şehri ele geçirdi.63 Böylece Bulgarların, Slav Makedonyası’na doğru yolu açıldı. Nikeforos, Bulgarların bu yönde ilerleyişini durdurmak için 809 yılında Balkanlar’daki Slav bölgelerine Anadolu’dan Bizans Hıristiyan göçmenlerinin yerleştirilmesini emretmiştir. 64
Nikeforos, Bulgarlara karşı aldığı bu tedbirle yetinmeyip Bulgar Devleti’nin merkezi üzerine yürümeye karar vermiştir. 811 yılının ilkbaharında I. Nikeforos, büyük bir ordu ile Bulgar Devleti’nin sınırından geçerek Krum’un barış teklifine aldırmadan Pliska’ya saldırdı. Bulgar Devleti’nin başkentini tahrip ettirerek hanın sarayını yaktırdı.
Askerlerine, Balkan Dağları’nda Vırbitsa geçidini tutmalarını emreden Krum Han, 26 Temmuz 811’de ordusu ile birlikte geri dönen Bizans İmparatoru I. Nikeforos’a saldırmış ve bu savaşta imprarator dahil birçok Bizans ordu komutanı öldürülmüştür. Krum Han, I. Nikeforos’un başını kestirerek zaferinin simgesi olarak eski Türk geleneğine göre65 kafatasını gümüşle kaplı bir kupa haline getirterek onunla boyarlarına içki ikramında bulunmuştur.66
İmparator Nikeforos’un Vırbitsa geçidinde uğradığı felaket, Bulgaristan açısından çok önemlidir. Çünkü bu zaferle Serdika (Sofya) ile birlikte Bulgar Devleti sınırlarına katılan bütün toprakların alınışı teyit edilmiştir. Ayrıca Krum’un Bizans imparatorunu yenmesi, Bulgar hanına Makedon Slavlarının saygısını kazandırmış ve devletin güney-batıya doğru genişlemesini mümkün kılmıştır. Krum, Nikeforos’un yerine geçen Mihail Rangabe (811-813) ile barış yapmaksızın 812 yılında67 Doğu Trakya’da akınlara girişmiş ve Karadeniz kıyısındaki Develtos68, Ahyolu, Süzebolu, Eski Zağra ve önemli bir merkez olan Mesemvriya’yı (bugün Nesebır kasabası) ele geçirmiştir.69 813 yılında Krum, İstanbul surları önünde Bizans’ı barışa zorlamak için görünmüştür. Ancak bu amacına ulaşamayıp hayati tehlike geçirerek buradan ayrılmıştır.70 Bizans’ın kendisine karşı düzenlediği suikastın intikamını almak için Krum, Edirne’ye girmiş ve buradaki halkı beraberinde götürerek Tuna’nın ötesindeki bölgeye tehcir ettirmiştir.71 Krum’un ani ölümü Bizans’ı büyük bir tehlikeden kurtarmıştır.72
Krum Han’ın hükümdarlık dönemi I. Bulgar Devleti’nin en parlak dönemlerinden birini teşkil etmektedir. Onun döneminde Bulgaristan, Avrupa’nın güneyinde önemli bir askeri ve siyasi güç haline gelmiştir. Krum’un temel devlet politikası Tuna bölgesinde bulunan bütün Bulgarları birleştirmek ve Moezya Slavlarının oturduğu bütün toprakları Bulgar Devleti içerisine katmaktı.73 Dışarıda bu politika doğrultusunda Bizans’la savaşarak sınırlarını genişleten Krum Han, içeride de merkezi otoriteyi güçlendirmeyi ve VIII. yüzyılda Bulgaristan’da yaşanan krizin etkilerini ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Krum’un devlet düzenine ilişkin faaliyetine dair yasa koyuculuğunu da zikretmeliyiz. Onun IX. yüzyılın başında koyduğu yasalar, halkın gereksinimlerine ve hukuk anlayışına yanıt verecek niteliktedir. Krum Han’ın yasaları, cezalandırmadan önce sanığın dinlenmesini, hırsızlara yardım edilmemesini ve hırsızlık edenlere ağır cezalar verilmesini, içkinin yasaklanmasını ve yoksullara hayatlarını idame ettirecek kadar yardım sağlanmasını emrediyordu.74 Yasa koyuculuğu dışında Krum Han, ülkesini imar eden bir kişi olarak da karşımıza çıkmaktadır. O, I. Nikeforos’un yakıp yıktırdığı devletin başkenti Pliska’yı tekrar imar ettirmiştir. İstanbul kuşatmasından geri çekilirken Krum, bölgede gördüğü heykel ve mermer sütunların Pliska’ya nakledilmesini emretmiştir.75
Krum Han’dan sonra Bulgar tahtına oğlu Omurtag (814-832) geçmiştir. Omurtag’ın hükümdarlık döneminde Bulgar Devleti’nin iç ve dış siyasetinde değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler, devletin temelinde yatan geleneklerin terk edildiği, devletin kurucusu Bulgarların haklarının tehlike altına girdiği ve eski inançların yıkıldığı endişesinden kaynaklanıyordu.
Hıristiyanlığın yayılışı ve devlet politikasının Slavları birleştirmeye yönelmesi bu endişeyi artırıyordu. Hıristiyanlık aracılığı ile pagan inancının reddi, devletin kendisi için tehlike anlamına geliyordu. Slav unsurunun artışı ise devlet yönetiminde Protobulgarların yerine Slavların geçmesi demekti. Bu yüzden Slav unsurunun ve Hıristiyanlığın etkisini engellemek gerekiyordu.
Hıristiyanlığın hızlı bir şekilde Bulgaristan’da yayılışı, Krum Han’ın Bizans’la yaptığı savaşların kaçınılmaz sonucu idi. Trakya’dan sürgün edilen ve Bulgar topraklarına yerleştirilen Hıristiyan esirler, kısa sürede komşu oldukları Bulgarlar ve Slavlar arasında dini inançlarını yaymayı başarmışlardı. Krum Han, muhtemelen bu dini etkinin farkına varmamış, ancak yerine geçen oğlu Omurtag (814-832) döneminde Hıristiyanlığa karşı ilk hareketlenmeler başlamıştır. Diğer taraftan Slav unsuru, Bulgar Devleti sınırları içerisinde o kadar artmıştı ki, devlet yönetiminin üst kademelerinde yer almaya başlamış, hatta devlet politikalarını belirleme girişimlerinde bulunmuştur.
Hükümdarlığın ilk aylarından itibaren Omurtag Han, Bizans’la barış anlaşmasının yapılması konusunda görüşmelere girişmişti. Bu görüşmelere Bulgar ordusunun Babaeski civarındaki yenilgisi yol açmıştır.76 Neticede (takriben 816 yılında) Omurtag Han ile Bizans Devleti arasında 30 yıllık bir barış anlaşması imzalanmıştır.77 Bu anlaşmanın şartları Süleymanköy (bugünkü Şumnu iline bağlı Seçişte Köyü) civarında bulunan kitabede geçmektedir.78 Bu anlaşmanın ilk maddesine göre, Karadeniz kıyısındaki Develtos’dan başlayarak Ahyolu ve Mesemvriya’yı Bizans’a terk eden, güneybatı yönünde Harmanlı civarında Meriç nehrine, oradan da Rodopların kuzeyinden geçerek Filibe ovasına ulaşan ve Sofya bölgesini Bulgaristan’a bırakan bir hat, Bulgar Devleti ile Bizans arasında yeni sınır oluyordu. Anlaşmanın ikinci maddesi ile iki devlet arasında esir değişimi konusu ele alınıyor. Buna göre Bulgarlar, Krum Han tarafından Bulgaristan’a nakledilen Hıristiyanların geri gönderilmesini taahhüt ediyorlardı.79
Böylece Bizans ikinci kez Bulgarların toprak kazançlarını resmen tanımış oluyordu. Bu anlaşma İmparator II. Mihail’in (820-829) döneminde yenilenmiştir. Bundan sonra Bulgar-Bizans ilişkileri barış içinde devam etmiştir. Hatta Bulgar hükümdarı müttefik olarak Bizans İmparatorluğu’nda meydana gelen Thomas İsyanı’nın bastırılmasında (823) yardımda bulunmuştur.80
Bizans ile barışı sağladıktan sonra Omurtag Han dikkatini kuzeybatı ve kuzeydoğu sınırlarına yöneltti. Bu dönemde Bulgar Devleti’nin kuzeydoğu sınırları oldukça hareketliydi. Orta Asya’dan yeni göç dalgası ilerlemekteydi. Bu göç dalgasının öncü kuvvetini Peçenekler oluşturuyordu. Bunların baskısı ile Don nehri kenarında oturan Macarlar batıya çekilmek zorunda kalarak Dinyepr nehri civarında Bulgar topraklarına girmişlerdir. Dolayısıyla Omurtag onlarla savaşmak durumunda kalmıştır.81
824-829 yılları arasında Bulgar Devleti’nin kuzeybatı sınırı üzerinde Bulgar-Frenk ilişkileri gerginleşmiştir. İki devlet arasındaki anlaşmazlık, Timoçani, Braniçevtsi ve Abodriti denilen Slav kavimlerinin Bulgar Devleti’ne karşı bağımsızlık için ayaklanmalarından kaynaklanmıştır. Bu kavimler, Hırvat Knezi Ludevit’in tarafına geçmişler, ancak 822 yılında knezin, Frenk Kralı Ludwig82 tarafından yenilmesi üzerine Frenk hakimiyeti altına girmişledir. Bulgaristan ile Frenk Devleti arasındaki sorun, Güneydoğu Pannonya ile Sirmium (Srem) şehrini Frenklara bırakan barış anlaşmasının yapılması ile çözülmüştür.83
30 yıllık barış anlaşması sayesinde Omurtag Han, sadece kuzeydeki problemlerle değil, aynı zamanda ülkenin iç güçlenmesi ile de ilgilenmiştir. Onun döneminde de başkent Pliska tekrar imar edilmiş ve yeni yapılara kavuşmuştur. Omurtag Han’ın bu tür faaliyetlerini o tarihten kalma kitabelerden öğreniyoruz. Bu kitabelerin çoğunluğunun dili Yunancadır84 ve muhtemelen Bulgaristan’da bulunan esir Bizanslılara yazdırılmışlardır. Bunlardan iki tanesi Türk dilinde Yunanca harfler kullanılarak yazılmıştır.85 Bulgar Devleti’nin idari yapısının oluşturulması yani devlet görevlilerinin tayin edilmesi de Omurtag döneminde yapılmıştır.86
Omurtag’ın ölümünden sonra yerine küçük oğlu Malamir (831-8336) Bulgar tahtına geçmiştir. Malamir babasının dışarıdaki barışçıl, içeride de Hıristiyanlık karşıtı politikasını sürdürmüştür. Malamir dönemine ilişkin birkaç Bulgar kitabesinin verdiği malumat dışında başka bilgiye sahip değiliz. Malamir’in kitabesinde bu dönemde Bizanslıların kendi ülkesini yağmaladığını, ancak Malamir’in adamlarından biri olan İsbul’un Trakya’ya sefer düzenlediğini ve Filibe’yi de Bulgar topraklarına kattığı söylenmektedir.87
Malamir’in halefi büyük kardeşinin oğlu Presyan (836-852)’dır. Presyan da, Bulgar Devleti’nin topraklarına Bulgarlarla ve Slavlarla meskun yeni bölgeler katmaya çalışmış ve bu doğrultuda güney ve güneybatıya yönelik akınlar yapmıştır. 837-838 yılında Bulgar orduları Halkidiki yarımadasının batısına ulaşmış ve Serez civarında zafer kazanmıştır. Ayrıca Filippi şehrini ele geçirerek Bulgaristan’ın güney sınırını Struma nehrine kadar genişletmişlerdir. Presyan döneminde Bulgarlar ilk kez Macarlarla dostane ilişkiler kurmaya çalışırken Sırplarla da ilk çatışmayı yaşamışlardır.
Presyan Han, muhtemelen devlet içinde anti-Hıristiyan hareketlere son vermiştir. Çünkü oğlu Knez Boris daha da ileri giderek Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Presyan’la I. Bulgar Devleti’nin Hıristiyanlık öncesi dönemi kapanmıştır. Bu tarihte Bulgaristan’ın sınırları Karpatlar’dan Sakar Dağı’na ve Karadeniz’den Arnavutluk’a kadar uzanmaktaydı. Bu sınırlara Dakya, Moravya, Moezya, Trakya ve Makedonya gibi Slavlarla meskun olan topraklar da dahil edilmiştir.
Geniş sınırlara ulaşmasına rağmen, bu dönemde Bulgar Devleti iç birliğinden yoksun olup iki farklı etnik grubun nüfuzu altında idi. Bunların dini inançları, dilleri ve gelenekleri farklıydı. Birleşmeleri toprak bütünlüğünün yanısıra, kültürel birleşme ile mümkündü. İşte bu birleşmeyi Knez Boris, Hıristiyanlığı ve Kiril alfabesini benimsemekle sağlayacaktır.88
Presyan’ın oğlu Knez Boris (852-889) Bulgar Devleti’nin idaresini çok kritik bir dönemde üstlenmiştir. IX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Frenk Devleti’nin doğu sınırlarında, bugünkü Çek, Slovakya ve Kuzey Macaristan torpaklarında, Frenk kralının tabiyetinde Slav knezliklerinden biri olan Moraviya Knezliği güçlenmeye başlamıştır. 830 yılı civarında Moravya knezlerinden Moyimir, Moravya topraklarında bulunan küçük knezlikleri birleştirmeyi ve Frenklere karşı savaşarak bağımsız bir Slav Devleti kurmayı başarmıştır. Moyimir’in halefi Rostislav döneminde Moravya oldukça güçlenmiş ve IX. yüzyılın ikinci yarısında Frenk hakimiyetine son verilerek Moravya Devleti kurulmuştur.89 Knez Rostislav, Frenk Devleti’ne karşı verdiği mücadelede Bulgar knezinin desteğini sağlamaya çalışmıştır. Knez Boris, Frenk Devleti’ne karşı Knez Rostislav’a destek vermiş, ancak onun bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Frenkler, vasalları olan Hırvat knezini Bulgarlara karşı kullanmışlardır. Diğer taraftan Bizans’ın desteklediği Sırplar da Bulgarlara karşı harekete geçmişlerdir. Bu zor durumdan kurtulmak için Knez Boris, Rostislav’la olan ittifakından vazgeçmiş ve Frenk kralı ile barış imzalamıştır.
Sırbistan’da Knez Vladimir’in ölümünden sonra (takriben 850 yılında) devletin idaresi, oğulları Mutimir, Stoyimir ve Goynik arasında paylaşılmıştır. Sırbistan’ın bu parçalanmasından faydalanan Boris, üç kardeşe savaş açmış,90 ancak dağlarda gizlenen Sırplar tarafından başarısızlığa uğratılmıştır. Hatta Boris’in oğlu Vladimir, on iki boyar ile birlikte Sırplara esir düşmüştür. Bu başarısızlıktan sonra Boris Sırplarla barış anlaşması yapmıştır.
Bu arada Rostislav, Frenklere karşı başarı sağlamış ve bölgedeki diğer Slavları tarafına çekmeyi başarmıştır. Frenk Kralı Ludwig’in oğlu Karlman’ın, babasına karşı isyan ederek Doğu Alpler’deki toprakların bağımsız hakimi olmak istemesi, Rostislav’ın lehine bir durum yaratmıştır. Diğer taraftan Moravya Devleti’nin güçlenmesi Bulgarların aleyhine idi. Çünkü Tisza ile Orta Tuna civarındaki Slavlar üzerindeki Moravya nüfuzunun artması, Bulgarların buradaki etkisinin azalması anlamına gelmekteydi.91 Rostislav’ın kendisi ise Bulgar-Frenk ittifakından rahatsız olup Bizans sarayına elçiler göndererek Bizans’ı Bulgar-Frenk ittifakı konusunda uyarmak ve Bulgaristan’a karşı harekete geçmesi için teşvik etmek istemiştir.92 Frenk ve Bulgarların ittifakı başka açıdan da rahatsızlık oluşturmaktaydı. 863 yılında Bulgar hükümdarı Frenk kralına Hıristiyanlığı kabul edeceğini bildirmişti. Bu arada Ortodoks ve Katolik kiliselerinin çekişmesinden dolayı Bulgarların bu girişimi İstanbul’da endişe yaratmıştır. Bizans, Bulgarları Frenk ittifakından koparma çabası içerisinde idi.
Böylece III. Mihail (842-867) ordusunun başında Bulgaristan’a doğru harekete geçerken, donanması da Karadeniz kıyısında görünmüştür. Bizans’ın zamanlaması yerindeydi, çünkü Bulgar ordusu Frenk kralı Karlman’a karşı yardıma gitmişti ve ülkede kıtlık başlamıştı. Bu durumda Boris, Hıristiyanlığı kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine din adamları göndermelerini istemiştir.93 İstanbul’a gelen Bulgar elçileri Bizans din adamları tarafından vaftiz edilmiş, kısa süre sonra Boris ve yakın çevresi de Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hıristiyan olunca Bulgar hükümdarı, Bizans imparatorunun ismini alarak Mihail-Boris olmuştur. Bulgar kilisesi de İstanbul Patrikanesi’ne bağlanmıştır.94 Boris’in ve halkının Hıristiyanlığı kabul etmesi 865 yılının Eylül ayında gerçekleşmiştir.95
Bulgaristan’ın Hıristiyanlığı kabul etmesi hem dış hem de iç sebeplere bağlıdır. Hıristiyanlığın kabulü ile Knez Boris-Mihail, Bulgaristan’ı Hıristiyan devletleri arasına katarak devletelr arası statüsünü sağlamlaştırmayı, merkezi otoritesini güçlendirmeyi ve etnik farklılığa son vermeyi amaçlamıştır. Nitekim Hıristiyanlığın kabulü ile Bulgar (Protobulgar) unsuru kalabalık Slav unsuru arasında erimiş ve Tuna Bulgar Devleti, Hıristiyan-Slav görünümü kazanmıştır.
Boris-Mihail dönemine damgasını vuran diğer bir olay Yunan alfabesinin Slav diline adaptasyonu ve ilk Slav edebiyatının ortaya çıkışıdır. Slav alfabesi devlet içerisindeki sosyal ve kültürel gelişme bakımından son derece önemliydi. Slav alfabesi, Kiril ve Metodius kardeşleri tarafından geliştirilmiştir. Bu iki kardeş, IX. yüzyılın başında Selanik’te doğmuş olup Slav asıllı oldukları düşünülmektedir.96 Kiril ve Metodius Slav alfabesini 855 yılında geliştirmişlerdir. Bu alfabeye önce “Glagolitik alfabe”, daha sonra da “Kiril alfabesi” denilmiştir. Slav alfabesinin kabulü ile Türk Bulgarları giderek kendi dillerini unutup devletin de resmi dili olan Slavcayı kullanmaya başlamışlardır.97
Knez Boris-Mihail uzun süre devleti idare ettikten sonra 888 yılında tahttan çekilmiş ve keşiş olarak bir manastıra kapanmıştır. Yerine oğlu Vladimir (888-893) geçmiştir. Ancak o, babasının siyasetini terk ederek Frenk kralı ile tekrar anlaşma yoluna gitmiştir. Ayrıca Hıristiyanlaşmaya karşı olan Bulgar boyarlarının tarafını tutmuş ve Hıristiyanları takibe girişmiştir. Bu durumdan rahatsız olan Knez Boris-Mihail, Vladimir’i tahttan indirerek yerine diğer oğlu Symeon’u (893-927) çıkarmıştır. Boris-Mihail 907 yılında ölmüştür.98
Boris’in oğlu Symeon döneminde Bulgaristan geniş topraklara yayılmış ve büyük bir siyasi güç haline gelmiştir. Merkezi idarenin kuvvetlendirilmesi ile boyarlar yeni hükümdarın etrafında birleşmişlerdir. Symeon döneminde kültürel ve edebiyat açısından da gelişmeler görülmüştür.
Symeon99 tahta çıkar çıkmaz, Bulgar Devleti ile Bizans arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. İmparator VI. Leon,100 Bulgar mallarının pazarını, İstanbul’dan Selanik’e naklettiği için Bulgar ticareti Bizans memurlarının suistimallerine ve ağır vergilere maruz kalmıştır. Symeon, diplomatik yoldan bu emrin iptalini istemiş, ancak itirazları dikkate alınmamıştır. Bunun üzerine Bulgaristan’la Bizans arasında tarihçilerin “İlk ekonomik savaş” olarak adlandırdığı yeni bir savaş başlamıştır.
Aslında savaşın sebepleri daha çok siyasidir. Bu sebepleri, Bulgar hükümdarının, Bulgar kilise ve devletini Bizans etkisinden kurtarma isteği, Bulgar kilisesinde resmi dil olarak Yunanca yerine Slav-Bulgarcasını kullanma girişimi ve Grek din adamlarını yerel din adamları ile değiştirme çabası olarak sıralayabiliriz.101
Bu savaş neticesinde Symeon Doğu Trakya’yı istila etti. Bizans ise 894’te yenilgiye uğrayınca Dinyeper ve Dinyester ırmakları arasında yaşayan Macarlara başvurarak yardım istedi. Bizans’ın çağrısına uyan Macarlar, Symeon’u kuzeyden vurup birkaç kez mağlup ettiler ve Kuzey Bulgaristan arazisini yakıp yıktılar. Bu arada Bizans donanması, Tuna nehrinin ağzını tutarken Nikeforos Fokas da Bulgaristan’ın güney sınır bölgesini işgal ediyordu. Symeon zaman kazanmak amacı ile Bizans’la ateşkes yapıp Macarların doğu komşusu olan Peçeneklerle anlaştı. 896 yılında Peçenek ve Bulgar birlikleri Macar köylerini yağmaladılar ve Macarların Pannonya’ya göç etmesine sebep oldular.102 Macar tehlikesini atlattıktan sonra Symeon yine Doğu Trakya’daki Bizans topraklarına girmiş ve Babaeski yakınında Bizans ordusunu bozguna uğratmıştır. Yapılan barış anlaşması ile (896) Bulgar pazarı tekrar Selanik’ten İstanbul’a nakledilmiştir. IX. yüzyılın sonuna doğru Symeon, topraklarını
Draç yönünde Arnavutluk’a doğru genişletmiştir. Ertesi yıl Symeon, Selanik’e doğru ilerlemiş, Selanik’i ele geçirememiş ise de, güney sınırını oldukça genişletmiştir. Neticede 904 yılında barış anlaşması imzalanmıştır. Yapılan barış 912 yılına kadar sürmüş ve bu yıldan sonra Bizans’la olan ilişkiler yine gerginleşmiştir.
Symeon bir taraftan Bizans’la savaşırken, diğer taraftan ülkesindeki kültür çalışmalarını yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Symeon, I. Bulgar Devleti’nin başkentini de Pliska’dan Preslav’a103 nakletmiştir. Bulgar Devleti’nin ekonomik ve siyasi açıdan güçlenmesi Bulgar hükümdarının kendisini güçlü hissetmesine ve Bizans imparatoru ile yarışır hale gelmesine yol açmıştır. Symeon, bir taraftan Balkan Yarımadası’nın büyük bir kısmına hükmederek siyasi gücünün bilincine varıyor, diğer taraftan Bizans’ın zayıflığını görerek Bizans imparatorundan kendini daha üstün kabul ediyordu. Bundan dolayı da kendisine “knez” ya da “arhont” olarak hitap edilmesi ile yetinemeyeceğini ve “Bulgarların ve Romalıların Çarı” unvanına sahip olabileceğini düşünmüştür. Bu düşünce ile Symeon 912 yılında VI. Leon öldükten sonra yerine geçen Aleksandros’a (912-913) elçiler göndererek 896 yılında yapılan barış anlaşmasının yenilenmesini istemiştir.104 Aleksandros’un ret cevabı üzerine Symeon 913 yılının Ağustos ayında Bizans İmparatorluğu’nun topraklarına girerek İstanbul önlerine kadar gelmiştir. İmparatorluk zor durumda olduğu için Symeon ile anlaşmayı kabul etmiştir. İmparatorluğun Bulgarlara ödediği vergi yenilenmiş ve ayrıca Bizans idaresi Symeon’a “Bulgarların vasileosu (çarı) unvanını vermeyi kabul etmiştir. Ayrıca genç VII. Konstantinos’un, Symeon’un kızı ile evliliği de görüşülmüştür. “Basileos” unvanı ile Symeon, Bizans imparatoru ile aynı seviyeye ulaşmış oluyordu.
Ancak Symeon’un İstanbul surlarının önünden geri çekilmesinden sonra Bizans’ta iktidarı İmparatoriçe Zoe ele geçirmiş ve Symeon’un “basileos” olarak taç giymesini ret etmiştir.105 Bunun üzerine 917 yılında Bulgarlar harekete geçerek Tesalya’da Aheloos nehri civarında imparatorluk ordusunu yenilgiye uğrattılar, hatta kaçan Bizans askerlerinin peşine düşerek İstanbul’a kadar geldiler. Bu arada Romanos Lekapenos’un “basileopator” unvanını elde etmesi ile Symeon’un İstanbul’u ele geçirme ümitleri suya düşmüş oldu. Ancak savaşın neticesi olarak 919 yılında Symeon “Bulgarların ve Romalıların Çarı” unvanını almış, 920’de de Bulgar kilisesinin başına patrik unvanı verilmiştir. Symeon, 923’te Edirne’yi ele geçirdikten sonra 927’de İstanbul’a yapacağı sefer hazırlıkları sırasında ölmüştür.
Çar Symeon, büyük oğlunu verasetten mahrum ederek kendisine halef olarak oğlu Petro’yu (927-969) seçmiştir. Petro’nun tahta çıkması ile Symeon döneminde yapılan savaşların neticesi olarak I. Bulgar Devleti çöküş sürecine girmiştir.106 Yeni çar Bizans ile 30 yıllık barış imzalamış ve Romanos Lekapenos’un torunu olan Marina-İrina ile evlenmiştir. Bulgar hükümdarı resmen çar unvanını almış, Bulgar kilisesinin başına da patriklik statüsü verilmiştir. Anlaşma gereği Bizans, Bulgaristan’a yıllık haraç ödemeyi kabul etmiştir.
Bizans’la yakınlaşmaktan rahatsızlık duyan ve Petro’nun kardeşi İvan’ı çar yapmak isteyen boyarların ayaklanması herhangi bir netice vermemiştir. 930 yılında Symeon’un oğlu Mihail de ayaklanmıştır. Bu ayaklanmadan da Mihail’in ani ölümü üzerine sonuç alınamamıştır. İçerideki problemlerin yanı sıra Petro dışarıda da ciddi problemlerle karşılaşmıştır. Bulgaristan’daki ayaklanmalardan faydalanarak Symeon döneminde Bulgarlara tabi olan Sırplar bağımsızlığını kazanmışlardır. 934’te başlayan Macar ve 943’te Peçenek akınları Çar Petro’yu dışarıda uğraştıran diğer sorunlardı. Bu arada Bizans, Petro’yu Macar akınlarına engel olamadığı için baskı yapmış, neticede Bulgar çarı, oğulları Boris ve Roman’ı rehine olarak İstanbul’a göndermek zorunda kalmıştır. Bulgar çarının bütün bu dış tehlikelere karşı Frenk İmparatorluğu ile ittifak kurma çabaları sonuç vermemiştir. Olayların bu şekilde gelişmesi, Bizans ile olan ilişkileri gerginleştirmiştir.107 Bunun üzerine Bizans, Bulgarlara karşı Kiyev Knezi Svetoslav’la ittifak kurdu. Svetoslav, 967 yılında Tuna’yı geçerek Kuzey Dobruca’da 30 bin kişilik Bulgar ordusunu bozguna uğrattı ve Drıstır (Silistre) surlarına kadar takip etti. Durumu öğrenen Çar Petro dünyevi meseleleri terk ederek bir manastıra çekilmiş ve orada 969 yılında ölmüştür.
Petro döneminde önemli bir dini hareket görülmüştür. Bu hareket, kurucusu Papaz Bogomil’den dolayı Bogomillik hareketi olarak adlandırılmıştır.108 Keşiş Kozma, yazdığı “Bogomillere Karşı Söyleşi” adlı eserinde şöyle diyor: “Dindar Petro döneminde Bulgar topraklarında Bogomil (Tanrının sevdiği) - daha doğrusu Bogonemil (Tanrının sevmediği) adında bir papaz ortaya çıktı. O, ilk defa Bulgar topraklarında rafiziliği (heretik doktrini) telkin etmeye başladı.”109
Papaz Bogomil’in öğretisi Massalianlar ile Bizans İmparatorluğu tarafından büyük kitleler halinde Trakya’ya yerleştirilen Pavlikyanların doktrininden neşet etmiştir.110 Kendinden önceki öğretiler gibi Bogomillik de, dünyaya iki prensibin, iyilik (Tanrı) ve kötülüğün (Şeytan) hükmettiğini ve birbirine zıt iki güç arasındaki mücadelenin dünya olaylarını ve her insanın hayatını düzenlediğini kabul eden dualist bir inançtır. Bogomillik temelde sosyal bir öğreti olup köylü sınıfının feodal baskıya karşı hoşnutsuzluğunu ifade etmektedir. Bu hareket, mevcut düzeni destekleyen resmi kiliseye karşı gelmektedir.111 Bu yüzden de Bogomiller tarih boyunca
hem Ortodoksların hem de Katoliklerin şiddetli takibine maruz kalmışlardır. Bogomil mezhebi, resmi kilise ve onun temsilcileri ile kilisede ibadet etmeyi, haç işareti yapmayı ret ediyor, günah çıkartma, vaftiz etme gibi dini gerekleri kabul etmeyerek Ortodoks Kilisesi’nin haç ve ikonalarına karşı çıkıyordu.112 Bulgaristan’da ortaya çıkan Bogomillik daha sonra Bizans, Sırbistan, Bosna ve Balkan Yarımadası’nın diğer bölgelerine yayılmıştır. Fransa, İtalya ve Almanya’da görülen Katarenlerin de Bogomilliğin kollarından biri olduğu sanılıyor.113 Ayrıca Patarenlerin ve Albigensianların da kökleri Bogomillik hareketine dayanmaktadır.114
Petro döneminde iç ve dış olayların etkisi ile Symeon zamanında en parlak devrini yaşamış olan I. Bulgar Krallığı, hızla çökmeye ve elde ettiği toprakları yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır.
Sonuç olarak I. Bulgar Devleti’nin ilk evresi olan 679-865 yılları arasında Bulgar Devleti’nin genel karakterinin bir Türk kavmi olan Bulgarlardan oluştuğunu ve eski Türk geleneğine göre teşkilatlandığını söyleyebiliriz. Ancak I. Bulgar Devleti’nin ikinci evresi olan 865-1018 yılları arasında Protobulgarları asimile etmiş Türk kimliğinin yerini Ortodoks Hıristiyan Slav karakteri almıştır. Çar Symeon döneminde en geniş sınırlarına ulaşmış olan I. Bulgar Devleti, daha sonra sınırlarını muhafaza edememiş ve 1018 yılında Bizans hakimiyeti altına girmiştir. Böylece Türk Bulgarlarının teşkilatlandırdığı I. Bulgar Devleti sona ermiştir.
1 A. Vambery, Der Ursprung der Magyaren, Leipzig 1882.
2 İv. Şişmanov, “Kritiçen pregled za proizhoda na prabılgarite ot ezikovo gledişte i etimologiite na imeto “bılgarin”, Sbornik za narodni umotvoreniya, nauka i knijnina, sayı 16-17, 1900, s. 585-753.
3 İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1991, s. 185-186.
4 L. Rasoniy, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 88. Ogurların ataları, Mete devrinde Orta ve Güney İrtiş bölgesinde yaşayan ve Çin kaynaklarında Tingling olarak adlandırılan kavim grubu idi. Bunun için bk. L. Rasoniy, Tuna Köprüleri, Ankara 1984, s. 4.
5 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 46.
6 Atilla’nın ölümünden (453) sonra Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dağılması ve oğlu İrnek’in Ogur Türkleri ile karşılaşması hak. Bk. G. Nemeth, Atilla ve Hunlar, Ankara 1982, s. 112-122. Ayrıca Bulgar Hanları listesinde İrnek, Dulo ailesine mensup Bulgarların atası olarak gösterilmektedir. Bunun için bk. V. Zlatarsky, İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 448; “Bulgar Hanları Listesi”nin Türkçe çevirisi için bk. T. Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara 1987, s. 12-13.
7 L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 89.
8 G. Nemeth, “La provenance du nom bulgar”, Symbolae grammaticae in honorem Ioannis Rozwadowski, c. II, Cracow 1927, s. 217-222.
9 G. Moravcsik, Zür Geschichte der Onoguren, Ungarische Jahrbücher, X (1930), p. 53-90; Ayrıca VI. yüzyılın ikinci yarısında Onogurların Tuna nehrinin güneyindeki topraklara yaptıkları akınlar ve Mora’daki Korintos şehrini kuşatmaları ile ilgili olarak bk. K. M. Setton, “The Bulgar in the Balkans and the Occupatıon of Corint ın the Seventh Century”, Europe and the Levant in the Middle Ages and the Renaissance, London 1974, s. 502-543.
10 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 46.
11 İ. Lazarov, P. Pavlov, İ. Tütündjiev, M. Palangursky, Kratka İstoriya na bılgarskiya narod, Sofya 1993, s. 12.
12 V. Zlatarsky, İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 131.
13 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 97; D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 89-90.
14 Ch. Gérard, Les Bulgares de la Volga et les Slaves du Danube, Paris 1939, s. 74-75.
15 Batbayan ile Büyük Bulgaria topraklarında kalan Bulgarlar daha sonra Hazarların baskısı sonucunda Kazan bölgesine çekilmişlerdir. Bu Bulgarlara tarihte İdil (Volga) Bulgarları denilmektedir. Bunun için bk. B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1992, s. 106-107. Ayrıca bk. A. N. Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s. 108-118.
16 V. Beşevliev, Die protobulgarischen Periode der bulgarischen Geschichte, Amsterdam 1981, s. 173-182; V. Gjuzelev, Forschungen zur Geschıchte Bulgarıans im Mittelalter, Vienna 1986, s. 3-24.
17 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 64; D. Angelov, Obrazuvane na Bılgarskata narodnost, Sofya 1971, s.198.
18 Oglos ya da Onglos bölgesi (ggloV yada gggloV, “köşe, bucak” için bk. T. Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara 1987, s. 1), Tuna’nın deltasnın kuzeyi ile Prut ve Dinyester nehrinin Karadeniz’e döküldüğü ve bugünkü Besarabya’yı kapsayan üçgen şeklindeki bölgedir. Bk. İzvori za bılgarskata istoriya, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 262; N. B%nescu, “OGLO± - OGLÛ: le premier habitat de la horde d’Asparuch dans la région du Danube”, Byzantion, XXVIII (1958), s. 433-440.
19 Asparuh, Bulgar Hanları Listesinde İsperih ya da Esperih olarak geçmektedir. Bk. T. Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara 1987, s. 4, 13.
20 St. Runciman, A History of the First Bulgarian Empire, London 1930, s. 26.
21 İki Bizans tarihçisi Theofanes ve Nikeforos, Bulgarların bu bölgeye gelişi ile ve bunu müteakiben gelişen olaylar hakkında geniş bilgi vermektedir. Biz buradaki alıntıyı Theofanes’in eserinden aldık ve Türkçeye çevirisini de Bulgarca tercümesinden yaptık. Bu tarihçilerin eserlerinin Yunanca aslı ile karşılaştırmalı olarak Bulgarca çevirisi hakkında bk. İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 226-306.
22 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 90.
23 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 195.
24 D. Angelov, Obrazuvane na Bılgarskata narodnost, Sofıa 1971, s.198.
25 I. Bulgar Devleti’nin kuruluşu ile sonuçlanan bu savaş hakkında ve bu devletin ilk yılları ile ilgili olarak bilgi, yine Bizans tarihçileri Theofanes ve Nikeforos’un eserlerinden almaktayız. Bk. İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 260-261, 295.
26 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 196.
27 D. Angelov, Obrazuvane na Bılgarskata narodnost, Sofya 1971, s.198; V. Zlatarsky, İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 196.
28 V. Beşevliev, “Tri prinosa kım bılgarskata srednovekovna istoriya”, İzsledvaniya v çest na Marin Drinov, Sofya 1960, s. 284.
29 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 90; R. Browning, The Byzantine Empire, Washington 1992, s. 52.
30 Sv. Kiradjiev, Entsiklopediçen Geografski Reçnik na Bılgariya, Sofya 1999, s. 256.
31 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 90; R. Browning, The Byzantine Empire, Washington 1992, s. 90. Bugün Pliska, Şumnu ilinin Yeni Pazar ilçesine bağlı bir köydür. İlk Bulgar başkentinin kurulduğu yer ise bu köyün 2 km uzağındadır. Türkler bu köye Ağa-baba ya da Aboba ismini vermişlerdir. Bunun için bk. K. Jireçek, Pıtuvaniya po Bılgariya, c. 1, Plovdiv 1899, s. 871-872.; M. T. Acaroğlu, Bulgaristan’da Yer Adları Kılavuz, Ankara 1988, s. 53.
32 I. Duyçev, “Les sept tribus slaves de la Mésie”, Medievo-bizantino-slavo, c. III, Roma 1971, s. 55-65.
33 D. Angelov, Obrazuvane na Bılgarskata narodnost, Sofıa 1971, s. 203.
34 D. Angelov, Obrazuvane na Bılgarskata narodnost, Sofıa 1971, s. 203.
35 St. Runciman, A History of the First Bulgarian Empire, London 1930, s. 28-29; Duyçev, “Protobulgares et Slaves (Sur le problème de la formation de l’Etat bulgare)”, Medievo-bizantino-slavo, c. III, Roma 1971, s. 81-82.
36 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 92: I. Duyçev, “La formation de l’état bulgare et de la nation bulgare”, Medievo-bizantino-slavo, c. III, Roma 1971, s. 31-42.
37 St. Runciman, A History of the First Bulgarian Empire, London 1930, s. 29.
38 Ayrınıtılı olarak bk. V. Zlatarsky, İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970.
39 St. Runciman, A History of the First Bulgarian Empire, London 1930, s. 27.
40 İ. Duyçev, “La triomphe de l’empereur Justinien II en 705”, Byzance, c. I, Atina 1986, s. 89-90. II. Justinianus’un Bulgarlarla bozduğu barış anlaşması için yine Theofanes ve Nikeforos’un eserlerinden bilgi almaktayız. Bunun için bk. İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 265, 297.
41 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 121-122.
42 İ. Duyçev, “La triomphe de l’empereur Justinien II en 705”, Byzance, c. I, Atina 1986, s. 90.
43 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 76.
44 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 76.
45 Tervel Han döneminde Bulgar Krallığı ile Bizans İmparatorluğu arasındaki ilişkiler hakkında bk. G. Tsankova-Petkova, “Bılgaro-vizantiyskite otnoşeniya pri upravleniyeto na Tervel i Kormesiy”, İzsledvaniya v çest na Marin Drinov, Sofya 1960, s. 615-625.
46 İzvori za Bılgarskata İstoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 271.
47 K. Jireçek, İstoriya na Bılgarite, Sofya 1978, s. 156; V. Beşevliev, “Tri Prinosa Kım Bılgarskata Srednovekovna İstoriya”, İzsledvaniya v çest na Marin Drinov, Sofya 1960, s. 284.
48 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 133.
49 İ. Lazarov, P. Pavlov, İ. Tütündjiev, M. Palangursky, Kratka İstoriya na Bılgarskiya narod, Sofya 1993, s. 19-20.
50 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 93.
51 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 243.
52 İ. Lazarov, P. Pavlov, İ. Tütündjiev, M. Palangursky, Kratka İstoriya na bılgarskiya narod, Sofya 1993, s. 20.
53 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 257.
54 İzvori za Bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 269-270.
55 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 156-157.
56 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 83-84.
57 İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 275; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s.157.
58 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 88.
59 K. Jireçek, İstoriya na Bılgarıte, Sofya 1978, s. 159.
60 İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 277.
61 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 257.
62 İv. Pastuhov-İv. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya narod, Sofya 1929, s. 41.
63 İv. Pastuhov-İv. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya narod, Sofya 1929, s. 42; İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 279.
64 İzvori za bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. 6/kısım 3, Sofya 1958, s. 279.
65 J.-P. Roux, Histoire des Turcs, Deux Mille ans du Pacifique à la Méditerrannée, Fayard 1984, s. 89.
66 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 333-334. İmparator I. Nikeforos’un Bulgaristan’daki yenilgisini anlatan Bizans anomim kroniği (DihghsiV) hakkında bk. İv. Duyçev, “La chronique byzantine de l’an 811”, Travaux et Mémoires, 1, Paris 1965, s. 210-216.
67 812 yılında Krum Han, İstanbul’a Bizans’la anlaşma yapmak üzere bir elçi göndererek 716 (717) yılında yapılan anlaşmayı yenilemek ve iki yeni madde eklemek istemiştir. Ancak Krum Han’ın eklemeyi talep ettiği bu iki madde anlaşmanın yenilenmesine mani olmuştur. Bununla ilgili olarak bk. V. Beşevliev, “Tri prinosa kım bılgarskata srednovekovna istoriya”, İzsledvaniya v çest na Marin Drinov, Sofya 1960, s. 289.
68 Develtos, Burgaz Kasabası’nın batısında bulunan bugünkü Develt köyü civarındadır. Bk. İ. Venedikov, “La population byzantine en Bulgarie au début du IXe siècle”, Byzantinobulgarica, c. 1 (1962), s. 262.
69 İ. Venedikov, “La Population Byzantine en Bulgarie au début du IXe siècle”, Byzantinobulgarica, c. 1 (1962), s. 263.
70 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 336-351.
71 Krum Han’ın yaptığı seferle ve bu seferler sırasında ele geçirdiği yerler hakkında bilgiyi Hambarlı yazıtlarından almaktayız. Bunun için bk. P. Nikov, “Dva starobılgarski nadpisa za vizantiysko-bılgarskite otnoşeniya”, Byzantinoslavica, III/2 (1931), 344-382.
72 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s.156-157.
73 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 98-99.
74 S. Bobçev, “Krum Han’ın Yasa Koyuculuğu”, çev. M. T. Acaroğlu, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, sayı 10-11 (1981-1982), s. 147-150.
75 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 100.
76 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 101-103.
77 D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, Eastern Europe 500-1453, London 1974, s. 114.
78 V. Zlatarsky, “Dva izvestni Bılgarski nadpısa ot IX vek”, Sbornik za narodni umotvoreniya, nauka ı knijnina, kn. XV (1898), s. 152.
79 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 386-390.
80 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s.192.
81 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 104.
82 İzvori za Bılgarskata istoriya, haz. ve yay. İv. Duyçev, M. Voynov, Str. Lişev ve B. Primov, c. VII/II, Sofya1960, s. 43.
83 İ. Lazarov, P. Pavlov, İ. Tütündjiev, M. Palangursky, Kratka İstoriya na bılgarskiya narod, Sofya 1993, s. 21.
84 Bulgaristan’da Hıristiyanlık öncesi dönemine ait kitabeler, dil ve içerik bakımından incelenerek Prof. Dr. Beşevliev tarafından orijinal metinle birlikte yayınlanmıştır. Bunun için bk. V. Beşevliev, Pırvo-bılgarski nadpisi, Sofya 1979. Ayrıca Omurtag Han’ın Tırnova ve Çatallar (bugünkü Şumnu iline bağlı Tsar Krum köyü) yazıtı için bk. P. Dinekov, K. Kuev ve D. Petkanova, Hristomatiya po staro-bılgarska literatura, Sofya 1978, s. 16-17.
85 T. Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara 1987.
86 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 104.
87 Bu kitabenin aslı ve modern Bulgarcaya çevirisi için bk. P. Dinekov, K. Kuev ve D. Petkanova, Hristomatiya po staro-bılgarska literatura, Sofya 1978, s. 17.
88 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/1, Sofya 1970, s. 446-447.
89 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/2, Sofya 1970, s. 33.
90 Bu savaşın tarihi tartışmalıdır. Ancak 854 ile 864 yılları arasında olduğu sanılmaktadır. Bunun için bk. V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/2, Sofya 1970, s. 33.
91 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 111-112.
92 L’Histoire Bulgare dans les ouvrages des savants européens, Sofya 1969, s. 32.
93 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s. 113; D. Obolensky, The Byzantine Commonwelth, Eqstern Europe 500-1453, London 1974, s. 117.
94 L’Histoire Bulgare dans les ouvrages des savants européens, Sofya 1969, s. 33.
95 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/2, Sofya 1970, s. 55-56; Iv. Snegarov, “V koya godina se e pokrıstil bılgarskiyat knyaz Boris”, İstoriçeski pregled, XXII/5 (1966), s. 92. Knez Boris’in Hıristiyanlığı kabul ettiği tarih olarak 863 yılının Eylül ayını gösterenler de vardır. Bunun için bk. A. Vaillant-E. Laskaris, “La date de la conversion des Bulgares”, Revue des etudes slaves, vol XIII/fasc.1-2 (1933), s. 5-15; I. Duyçev, “Légendes byzantines sur la conversion des Bulgares”, Medievo-bizantino-slavo, c. III, Roma 1971, s. 63-80.
96 İv. Pastuhov-İv. Stoyanov, İstoriya na bılgarskiya narod, Sofya 1929, s. 50-54.
97 R. Browning, Byzantium and Bulgaria, A Comparatıve Study Across the Early Medieval Frontıer, London 1975, s. 177.
98 K. Jireçek, İstoriya na Bılgarite, Sofya 1978, s. 178.
99 Symeon (893-927) dönemine dair bilgiyi Leonis Chirosfaktis, Nikolaus Mysticos ve Romanos Lekapenos’un mektuplarından almaktayız. Bunun için bk. İzvori za Bılgarskata istoriya, haz. Iv. Duyçev, G. Tsankova-Petkova, V. Tıpkova-Zaimova, L. Yonçev, P. Tivçev, c. VIII/4, Sofya 1961, s. 175-314.
100 D. M. Nicol, A bibliographical Dictionary of the Byzantine Empire, London 1991, 74.
101 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/2, Sofya 1970, s. 284.
102 G. İ. Bratianu, “Le commerce dans l’Empire byzantin et le monopole de l’empereur Leon VI, Thessalonique”, Sbornik v pamet na Prof. Petır Nikov, Sofya 1940.
103 Preslav, Bizanslılarca X. yüzyılda Megalh Perislaba olarak adlandırılmıştır. Türkler bu küçük yerleşim birimine Eski İstanbulluk demişlerdir. Bunun için bk. K. Jireçek, Pıtuvaniya po Bılgariya, c. 1, Plovdiv 1899, s. 875. Bugün Preslav, Şumnu iline bağlı bir kasaba olup yakınında I. Bulgar Devleti’nin başkentinin kalıntıları bulunmaktadır. Bunun için bk. M. T. Acaroğlu, Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Ankara 1988, s. 158.
104 V. Zlatarsky, İstoriya na Bılgarskata dırjava prez srednite vekove, c. I/2, Sofya 1970, s. 351-352.
105 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 244-245.
106 P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s.139.
107 İ. Lazarov, P. Pavlov, İ. Tütündjiev, M. Palangursky, Kratka İstoriya na Bılgarskiya narod, Sofya 1993, s. 53. P. Mutafçiev-V. Mutafçieva, İstoriya na Bılgarskiya narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi do Bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995, s.139.
108 İstoriya na Bılgariya, c. 2, Sofya 1981, s. 376.
109 Keşiş Kozma’nın “Bogomillere Karşı Söyleşi” adlı eserinin bir kısmının modern Bulgarcaya çevirisi için bk. P. Dinekov, K. Kuev, D. Petkanova, Hristomatiya po starobılgarska litaratura, Sofya 1978, s. 199-244. Ayrıca ayrıntılı olarak incelenmesi için bk. A. Vaillant, “Le traité contre les bogomiles du prêtre Cosmas”, Revue des études slaves, c. XXI/1-4 (1944), 46-89.
110 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. F. Işıltan, Ankara 1986, s. 250.
111 K. Jireçek, İstoriya na Bılgarite, Sofya 1978, s. 206; K. Kosev, H. Hristov, D. Angelov, A Short History of Bulgaria, Sofya 1963, s. 54-55.
112 A. Jelyazkova, “Nekotorıye aspektıy rasprostranenya İslama na Balkanskom poluostrove v XV-XVII vv”, Osmanskaya İmperiya Sistema Gosudarstvenovo upravleniya (Sotsiyalnıe ı etnoreligioznıye problemıy), Moskva 1986, s. 105.
113 B. Primov, “Rasprostraneniye i vliyaniye na Bogomilstvoto v Zapadna Evropa”, Bogomilstvoto na Balkanot ve svetlinata na najnovite istrajuvaniya, Üsküp 1982, s. 226-227.
114 S. Runciman, “Bogomil ve Jeremiah”, Sbornik v pamet na Prof. Petır Nikov, Sofya 1940, s. 379.
Dostları ilə paylaş: |