GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (6) hz. Muhammed rasûLÜllah


Risâlet Makamının fiziken doğuşu



Yüklə 1,36 Mb.
səhifə75/155
tarix07.01.2022
ölçüsü1,36 Mb.
#78591
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   155
Risâlet Makamının fiziken doğuşu.

Muhammed (s.a.v.) Hicretten 53 sene evvel Rebiü’l Evvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke’nin Haşimoğulları Mahallesinde, Safa tepesi yakınında bir evde (Bugün Miladi 571 yılına ve Nisan ayının 25 ine rastlamaktadır.) O gün henüz güneş doğmadan âlem nûr ile doğdu. Âdem (a.s.)’dan beri babadan evlâda intikal edegelen nûr asıl sahibine ulaştı.

O’nun doğumunu annesi Hz. Âmine şöyle anlatıyor: “Doğum anı geldiğinde heybetli bir ses işittim, ürpermeye başladım, sonra beyaz bir kuş gördüm, gelip kanadı ile beni sığadı, o andan sonra bendeki korku ve ürpertiden eser kalmadı. Yanımda süt gibi beyaz bir kâse şerbet gördüm, o şerbeti bana verdiler, o anda çok susamış idim, verilen şerbeti içtim. Baldan tatlı ve soğuk idi. İçer içmez susuzluğum gitti. Sonra büyük bir nûr gördüm, evim o kadar nûrlandı ki o nûrdan başka birşey görmüyordum. O sırada çok hâtun gördüm, boyları uzun, yüzleri güneş gibi parlıyordu. Etrafımı sarıp bana hizmet eden bu hâtunlar Abdü Menaf kabilesinin kızlarına benzerlerdi.

Yine o sırada beyaz uzun ve gökten yere uzanmış ipek bir kumaş gördüm. Dediler ki, onu insanların gözünden örtün. O anda bir grup kuş peydâ oldu, ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Gümüş ibrikler tutarak havada duruyorlardı. Bana korku gelip terlemiştim, ter damlalarında misk kokusu yayılıyordu. O halde iken gözümden perdeyi kaldırdılar, doğudan batıya kadar bütün yeryüzünü gördüm. Üç âlem (bayrak) dikildi, onların biri doğu, biri batı, biri de Ka’be’nin üstünde idi. Etrafımda çok sayıda melekler toplandı.

127

Muhammed doğar doğmaz mübârek başını secdeye koydu ve şehâdet parmağını kaldırdı. O anda gökten bir parça beyaz bulut indi, onu kapladı. Bir ses işittim, “Onu mağribten maşrıka kadar her yerde gezdirin, tâ ki cümle âlem onu ismiyle cismiyle ve sıfâtıyla görsünler,” diyordu. Sonra o bulut gözden kayboldu ve Muhammed’i bir beyaz yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi gördüm. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı. İbrikten sanki başını ve ayağını yıkadılar ve ipeğe sardılar. Sonra mübârek başına güzel koku sürüp mübârek gözlerine sürme çektiler ve gözden kayboldular.



Peygamberimizin halası Safiyye Hatun da şöyle anlatmıştır: “Muhammed (a.s.) doğduğu sırada her tarafı bir nûr kapladı. Doğar doğmaz secde etti, mübârek başını kaldırıp açık bir dille “lâ ilâhe illâ allah inniy Rasûlullah” meâlen “Allah’tan başka ilah yoktur, muhakkak ki ben Allah’ın Rasûlüyüm” dedi. Onu yıkamak istediğimde “Biz onu yıkanmış olarak gönderdik” denildi. O sünnet olmuş ve göbeği kesilmiş görüldü. Onu kundağa sarmak istediğimde sırtında bir mühür gördüm. Üzerinde “lâ ilâhe illâ allah Muhammeden Rasûlullah” yazılı idi. Doğar doğmaz secde ettiği sırada hafif sesle birşeyler söylüyordu. Kulağımı mübârek ağzına yaklaştırdım “ümmetî ümmetî” “ümmetim ümmetim” diyordu.

Rasûlü Ekrem Efendimizin doğduğunu dedesi Abdülmuttalib’e Kâ’be’de Allah’a yalvarıp dua etmekteyken müjdelediler. O’nu görmeye gitti, Allah’ın ve insanların O’nu çok övmeleri için O’na Muhammed ismini verdim dedi. Annesi de Ahmet ismini koydum dedi.”

-------------------

(Not : Yeni Rehber Ansiklopedisi cilt 14. shf.278)

(Not: Mübârek Geceler ve Bayramlar isimli kitâbımızda Efendimizin doğumu daha başka yönleriyle de anlatılmıştır.)

------------------- 128

İnsânoğlu dünyâda yaşamaya başladığından beri O’nu anlatmaya çalışmış ve dünyâda kıyamet kopuncaya kadar da anlatılacaktır. Fakat yine de tam mânâsıyla anlatılmış olamayacaktır, bütün övgüler O’nadır. Fakat yine de hakkıyla övülememektedir. O’nu ancak Cenabı Allah (c.c) hakkıyla övmüştür. O’nu kısmen dahi anlamak çok az kimseye nasip olmaktadır. Rabbim bizleri de onlardan eylesin. Ömrümüzde bir defacık olsun, O’nun güzel ismini hakkıyla söyleyebilirsek ne mutlu bize.

Aslında O’nun mahlûkat tarafından övülmesine de ihtiyacı da yoktur, çünkü Allah (c.c). O’nu gerektiği gibi övmüştür. Ne büyük şeref ve ne büyük payedir. İnsânlık O’nu gerçek yönüyle ancak ahirette anlayacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır, heyhat. O’nu övmek ve O’na salât-u selâm etmek kişinin kendine yapacağı en büyük rahmeti olacaktır.



Kur’anı Kerîm Enbiya 21/107 âyeti,

ve ma erselnake illa rahmeten lil âlemin”

Meâli, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

Hadis-i Kudsi,

levlake levlak lema halaktül eflak”

Meâli, “Eğer sen olmasaydın, olmasaydın âlemleri halketmezdim.”

Hadis-i Şerif,

evvelü ma halakallahul kâlemü ve rûhiy”

Meâli, “Allah evvelâ benim rûhumu ve kâlemi halketti.”

Hadis-i Şerif,

ene minallahi vel mü’minine min nûriy”

Meâli, “Ben Allahtanım ve mü’minler benim nurumdandır.”

Hakîkat-i Muhammedî Allah’ın sıfât mertebesinde mey-

129


dana geldiğinden “Ben Allah’tanım” denilmiştir.

Hadisi şerif,

evvelü ma halakallahul akli vennefsi”

Meâli, “Allah evvelâ benim aklımı halketti.”

Hazreti Rasûlullah (s.a.v) maksat akıldır ki o akıl olmasa Kûr’ân-ı Kerîm’i anlamak mümkün olmaz idi ve Kûr’ân-ı Kerîm olmasaydı eğer o akıl, akl-ı cüz’de kalır, akl-ı külle, akl-ı evvele ulaşamazdı. O akıl ki, dünyâ âlemine tenezzül etti ve ilim ile birleşti. İşte bu Cenab-ı Hakk (c.c)’ın yeryüzündeki zâti vüsûlüdür. Ve bu âlemlerin içerisinde bundan öte gidilecek yer yoktur ve içinde bulunduğumuz âlem seyahatin en uç noktasıdır. Aklı amel, Kûr’ân-ı Kerîmi ise ilim olarak düşündüğümüzde ilim ile amelin yani zâhir ile bâtının buluşması bu dünyâda olmaktadır. Bu nedenle bu dünyâ âlemine çok değişik bir şekilde bakmamız lâzımdır.

Nefsimize dönük yaşadığımızda Cenâb-ı Hakk (c.c)’tan en uzak noktaya düşüyoruzdur, ancak yukarıda bahsettiğimiz şekilde yaşar ve bu hakîkâtleri idrâk edersek bu âlem en yakın yer olmaktadır. Görüldüğü gibi bir irfâniyet ne kadar büyük bir dönüşümu gerçekleştirmektedir. Dünyâda kendini bu şekilde bulan kimse için artık ahiret olmaz orada doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk (c.c)’ın zâtının misâfiri olur.

Hadisi şerif,

Küntü nebiyyen ve Âdeme beynel mai vettıyni”

Meâli, “Âdem su ile balçık arasında iken ben peygamberdim.”

Hadislerde belirtilen önceliklerin hepsi “Hakikat-i Muhammedî”nin değişik yönleridir.

Allah-ü Teâla herşeyden önce Muhammed (s.a.v.)’in nurunu halketti. Eshab-ı Kiram’dan Abdullah bin Cabir (r.a), “Ya Resulullah Allah-ü Teâla herşeyden evvel neyi halketmiştir, bana söyler misin?” deyince, sevgili peygamberimiz şöyle buyurdu: “Herşeyden evvel senin peygambe-

130


rinin yani benim nurumu kendi nurundan halketti. O zaman ne levh, ne kâlem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne sema (gökyüzü), ne arz (yeryüzü), ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.”

Âdem (a.s.) var edilince Arş-ı a’lâ’da nûr ile yazılmış “Ahmed” ismini gördü. “Ya Rabbi bu nûr nedir?” diye sorunca, Allahu Teâlâ; “Bu ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed olan senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur. Eğer o olmasaydı, seni halketmezdim,” buyurdu.

Âdem (a.s.) var edilince alnına Muhammed (a.s.) nûru kondu ve o nûr onun alnında parlamaya başladı. Âdem (a.s.) dan itibaren babadan oğula intikal ederek, asıl sahibi Muhammed (a.s.)’a ulaştı.

Allahu Azimüşşanın bu kadar şerefle övdüğü Habib-i Kibriyasını bizim gibi âcizler nasıl anlayıp anlatmaya cüret ederiz ki, bilemiyorum. Kâlem kırılır, mürekkep kurur. Seviyemizi idrâk edip onun nurunu bürünmeye gayret ederek, ondan onu, onunla anlamaya çalışalım. İnşaallah gayret bizden, yardımı onlardan olur.

Bilindiği gibi Kelime-i Tevhid’in en kemâlli zuhur mahalli “Muhammed” ismi “çok övülen” mânâsınadır.

Bu kelimenin içinde 3 adet “mim” vardır.

Birinci, () “Mîm”Muhammedül Emin”

Ikinci, () “Mîm”“Hazreti Muhammed”

Üçüncü, () “Mîm”“Hakikat-i Muhammedî”dir.

“Muhammedü’l Emin” beşeriyetin hakîkatini,

“Hazreti Muhammed” peygamberlerin hakîkâtini,

“Hakikati Muhammedi” ise, bütün âlemlerde sâri ve câri yani bütün varlıkta mevcûd olan hakîkâtini anlatmaktadır.

O’nun nuru olmadan hiçbir zerre faaliyet sahnesine çı-

131


kamaz. Bizlerdeki yanlış ve eksik inancı yani onu sadece ceset yönüyle, beşer şekliyle tanıma ve bilme inancını aşıp daha derinlemesine idrâk etmeye ve âlemler mertebesindeki varlığını anlamaya çalışmalıyız. Bizler dahi bu âlemlerden bir parça olduğumuzdan dolayı onun nûru apaçık olarak bizlerde de bulunmaktadır. Biz bunu kendimizde idrâk ettiğimiz ölçüde onu idrâk etmiş oluyoruz. “Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz” yâni “Andolsun ki size içinizden azîz bir Resûl geldi” (Tevbe, 9/128) âyeti kerîmesi bu oluşumu ifâde etmektedir.

Hz. Muhammed belirli bir vasıf değil, fakat bütün vasıfları içine alan câmî bir vasıftır. Onu tanıyabilmek 3 vasfının özelliklerini iyi anlamaktan geçmektedir. Böyle yaklaşırsak belki biraz bizler de onu tanımış oluruz.

Muhammedül Emin” ilâhî varlığın beşeriyet yönünden zuhuru,

Hazreti Muhammed” ilâhî varlığın rûhaniyet yönünden zuhuru,

Hakikat-i Muhammedî” ilâhî varlığın bütün âlemler mertebesinden zuhurudur.

Beşeriyetin rûhaniyetine, rûhaniyetten âlemler mertebesindeki varlığına nüfuz etmeye çalışmalıyız. İşte ancak o zaman onu biraz tanımaya ihtiyacımız olan yolumuz açılmış olur. “Fettah” isminin bereketi bu yolda bizlere yeni ufuklar açsın.

Muhammed (s.a.v)’in isminde 13 rakamının özel bir yeri olduğunu biliyoruz. Cenab-ı Hakk Kûr’ân-ı Kerîm’inde peygamberi hakkında ve şanında 4 müstakil sûre 373 âyet indirmiştir. Bunların bazılarını daha sonraları göreceğiz


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   155




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin