>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?) dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum)demiştir.***
Kaza ve Kader mevzuunda olduğudur
Eendimiz (s.a.v.): “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra kırk günde “alâka” olur. Sonra bu kadar müddette “mudga” olur. Sonra Allah bir meleği dört kelime ile gönderir. Bu melek onun rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar. Sonra ona ruh üflenir.” Diye bildirmiştir.
Bu hadîs’le, bize Kazâ ve Kader hakkında çok önemli ipuçları vermiştir. Buna dayanarak hikâyedeki konuya başlamak istedim. Konuyu uzatmadan, özetlemeye çalışarak.
*** Kazamız, A’yân-ı Sâbitelerimiz olan Programlarımız, Kabiliye-timiz, Yeteneğimiz ve İstidatlarımız bize doğmadan ana rahminde verilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) ‘in hadîs-i şerifinde bildirdiği gibi.
Her hücremizde ve DNA’larımızda kütüphaneler dolusu bilgi olduğu bilinmektedir. Bu yüzden DNA’larımızı paket program olarak görebiliriz.
*** Kaza zamanla kayıtlanmamıştır. Allahın eşyadaki hükmü, dilemesidir.
Bu HÜKMÜN (KAZÂ) istidadı gereği zamanla, kudreti ve irâdesi ile
(dilemesiyle) peyder pey ortaya çıkması, oluşması KADER iledir.
Bu da bize eşyanın büyümesi, beslenmesi, gelişmesi, bölünüp çoğalması, ameli, olgunlaşması ve ölümü zaman ile belirlendiğini gösterir. Bir Ceninin anne karnındaki gelişmesi her annede aynıdır. Bir meyvanın olgunlaşma evreleri gibi bir kişinin çocukluk, gençlik olgunlaşması devreleri cisim yönüyle belli aşamalarla zamanla tayin edildiği üzeredir. Mutlak Kaderi itibariyle böyledir. Muallâk olan kaderimizi ise irâde ve kararlarımız ile zamanı geldiğinde, biz belirleriz. Velâkin ne kadar bizim irâdemize bırakılmış ise de Allah’ın ilminde kayıtlıdır ve bilinmektedir. Bizim irâdemize bırakılmasaydı sorumlu olmazdık. Sırat-ı Müstakim üzere miyiz, değil miyiz? kararlarımızla kayıtlanır, belli olur. “Kararlarımız ve yaşantımız heva ve hevesimiz üzere mi? yoksa edep ve güzel ahlak üzere mi?” Sorularının cevabı ne olduğumuzu bize bildirir. Nefsani mi yoksa İlâh-î irâdeye bağlımı yaşıyoruz? Esmalarımızı hangi yönde kullanıyorsak hepsinden sorumluyuz. Arayışlarımız ve taleplerimizi bu çerçevede yaparsak kendimizi kazanırız.
*** Kazâ ile A’yân-ı Sâbitemizde ne kayıtlı ise o zamanla dışarı çıkmayı taleb eder. Bu yeteneği hangi yönde öğrenip çalışırsak, bize öyle verilir kaderde. Bir yeteneği para kazanmak için öğreneceksek, herhangi bir ressama, bu alandaki öğreticiye başvururuz. Çalışırız, karşılığı verilir. Ya da bu hikâyedeki kişi gibi kendimizi kazanacak Efendi Babam gibi, bir tasvirci buluruz Allahın izniyle. Bu yolda sadece resim çizme ilmi değil, mânâlarını da anlama yolculuğu ile kendimizi tanırız.
Arayışı doğrultusunda yolculuğa başlayan kişi, kendisine arka olacak, destek verebilecek bir kişiyi bulur. Bu kişi alanında usta olmakla kalmamış, “eşyanın hakikati”ni idrak etmiş, Marifet mertebesinde olan bir öğreticidir.
Talip olan kişi Hakikat okuluna başvurmuş bir Hakikat yolcusudur. Sorduğu sorular resmin nasıl çizildiğine dair değil, şekline (sebebleri) ve ortak noktalarına ve özüne dairdir. İstidadı şayet kaza'sında varsa ve kaderinde de gayret ederse kendi hakikatini bulur İnşeaAllah. Mertebesi; ilmine, idrakine göre değişir.
*** Buradaki ressamın hangi mertebede olduğunu bilmiyorum.
*** İlk resim yapmaya başlayan çocuklar çimen, çiçek, ağaç ve güneş gibi doğa resimleri yapmaya başlarlar. Çöp hayvân ve çöp insan resimleri sonra gelir, insân resmini bütünüyle çizmek ustalık gerektirir. Beden yönümüzle bizler hayvânlarla aynı et, kemik ve tabiat yapısına sahibiz. Hayat yani “Hay” esmasının zuhuru yönüyle de aynı şekilde hareket kabiliyetimiz var.
Ressamın duvarlarda ve yerdeki hayvân resimleri, sürüngen, yürüyen ve uçan hayvânlar olabilir. Ama aynı zamanda bu hayvânlar, kabiliyyeti ile ayağının yani hükmü altına aldığı dolayısıyla da hükümlerinin altına girmediği duyguları, esmâları da olabilir.
*** Duygularımızla olaylar karşısında renkten renge gireriz. Bu yüzden düşüncelerimiz ve davranışlarımız da boyanır. Cüneyd-i Bağdadi “suyun rengi, kabın rengidir” diyerek bu hali çok güzel ifade etmiştir.
*** Ressamın duvardaki resimleri, temas edip ilişkide bulunduğu, yönlendirdiği kişilerin tabiatları olabilir. Bu tabiatları yönlendirme kabiliyeti ona verilmiştir. Bu sebeple renk ve düzenleme yapabilme seçeneği vardır.
İrfan ehli, İlâh-î ilim, irâde ve kudret ile renklendirmeyi ve düzenlemeyi yapabilmektedir. Seyr-i sülûkumuzda nefsânî kullandığımız renkleri tek tek silip yerine daha iyi bir renge boyayarak değiştiririz. Sadece boyanmakla kalmayıp onun hali ile halleniriz. İrademizi kullanarak uzun bir çalışma ile teker teker İlâh-îsine değiştiririz. Tıpkı tabiatımız ve doğru bildiğimizi sandığımız yanlış bilgiler gibi. Duygularımızın esiri olmaktan kurtuluruz ve bilgimizi zamanla tevhid etmeyi öğreniriz. Böylece renk kaydından kurtuluruz ve Tevhid ehli, yani renksiz oluruz. Aslında renksizlikte bütün renkler vardır. Zira renklerin Tevhidi: renksizliktir.
*** Marifet ehli kişi, dilediğinde bu duygu ve renkleri doğru bir şekilde çıkarma kabiliyetindedir, çünkü artık Allah’ın rengi ile boyanmıştır. “Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).”(Bakara 138) ayeti hükmüne girmiştir.
***Böylece İrfan ehli Allah’ın ilmi, kudreti ve hikmeti ile nasıl renk-lendireceğini bilir. Bu renklendirmeyi cebr ile yani zorla yapmaz. Resim-lerdeki hayvânların hâl diliyle istemeleri gibi renk seçeneğini kullanır.
Not: Ni….. ablama teşekkür ediyorum, zaman ayırıp yazımı düzenleyiverdiği için ve ellerinden öpüyorum.
Emek vererek bizlere aşıladığı ilmi, bize düşünme fırsatları vererek yazdırıp, yeniden öğrenme fırsatı verdiği için Efendi Babama ve buna imkân sağlayan Anneme teşekkür ediyorum. Nazik ellerinizden sevgiyle öpüyorum. Tüm kardeşlerime kolaylıklar diliyorum.
Dostları ilə paylaş: |