(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede olduğunu düşünebiliriz.?
Hikâyede bahsedilen ressamın bu sahnede sadece “hayvân” resimlerini çizmesi bu mertebesi itibariyle ihtisas sahası olan “emmâre ve levvâme” mertebesinden zuhurda olduğu anlaşılmaktadır. Eğer o ressam, görebildiğimiz bu âlemdeki bütün sûretlerin resimlerini çizebiliyorsa (ressam-ı a’zâm) olan “kâmil ressam-kâmil İnsân”dır, bu makam ise daha evvelce bütün sûretlerin yapıldığı atölyelerde ihtisas gördüğünden her türlü resimleri kolaylıkla çizebilecektir. İşte bu Kâmil ressam karşısına gelen dış haliyle beşer insân görüntüsünde olan nefs-î insân’a seyru sülûkunda hangi mertebeye doğru, yol alıyorsa oranın sûretlerini sâlike çizip gözünden gönlüne aktarmaya çalışmasıdır. Aslında çizilen sûretler-tasvirler, zâten kişinin içinde mevcud olan sahne bülümleridir iç hâlinin resimlerini böylece kendisine farkında olmadan göstermesi ve sâlikinde zaman içinde aslında bu sûretlerin kendi iç mertebelerinin aşikâre çıkmasından başka bir şey olmadığını anlama-sıdır.
Böylece, kâmil ressam bu sûretleri sâlikin gönlüne nakşetmesi ile sâlik’te bu hususta o mertebenin resim-tasvir çalışmalarına başlamış bu hususta eğitilmiş olmaktadır. İşte bir bakıma “Kûrb’ân bayramı” nın hakikati de bu sırra dayanmaktadır. Kâmil mürşid’in “Kûrb’ân bayramı” hakikatlerini idrak etmiş ehli kemâl bir kimse olması gerekmektedir aksi halde bu faaliyetlerin hiç biri tahakkuk etmez sadece sözde kalır.
“Ramazan bayramı” nın hakikakat-i (halife-i şahsiye) “Kûrb’ân bayramı”nın hakikat-i ise “Halife-i tebliiyye” dir. İşte sâliklerin yola koyulduktan bir müddet sonra zuhuratlarında öncelikle muhtelif cinsten hayvânları görmeleri o sâlik’in gönül odasında, ressamın yani “Kâmil İnsân” ın sâlik’in o ahlâklarını ortaya çıkarmaya ve onları yok etmesi gerektiğini kendisine bildirmesi’dir. Bir şeyin yok edilmesinin ilk şartı o şeyin tesbit edilmesidir. İşte kûrb’ân bayramının üç gününde kesilen kûrb’ân lar bu hakikatin genel bir tatbikatıdır. Dördüncü gün kûrb’ân kesilmez, çünkü o gün (Zât) günüdür Zât mertebesinde ise zuhur olmadığından herhangi bir fiilinde olması mümkün değildir.
İbrâhîm (a.s.) ın oğlu İsmâil-i kûrb’ ân etme hadisesi bu hakikatin şer’an bildirilmesidir. Gelen koç’un, ise nefs-i levvâme mertebesi olduğunu zâten biliyoruz. Koç’un gökten gelmesi ise, hikâyede geçen (yukarıdaki çiziyor) hükmü ile içininde dışınında yukarıdaki, yani a’yân-ı sabitelerinde olan (Kazâ-ı mutlak) bölümünden olmasıdır.
Dostları ilə paylaş: |