GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (4) Bİr ressam hiKÂyesi necdet ardiç


>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?)



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə36/255
tarix10.01.2022
ölçüsü1,28 Mb.
#99827
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   255
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?) dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür.

 >(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum) demiştir.    

        Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya çalışacağım.

 

(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.

Öncelikle kısa bir hikâye olması kadar hayli düşündürücü olduğunu söylemeliyim. Efendi babamın yardımcı soruları ile hikâye’yi cevaplamak ve düşünmek faydalı oldu.

“Kazâ ve kader” kelimelerinin karşılıkları “kazâ; hüküm ve kader; zamana bağlı olarak hükmün uygulanmasıdır.” Daha farklı mânâlar da verecek olursak; meselâ, Kazâ icmâl, kader ise tafsilât’tır.

Kazâ plân, proje; kader ise projenin yapılış safhasıdır.

Kader kazâ’nın bir sonraki taayyünü olduğu ifade edilir.

Allah bir şeyin kazâsı’nı kendi bilgisine uygun olarak belirler. Bu bilgi, muhatabı olan nesnenin en ince ayrıntısına uyar. Bu nesne a’yân-ı sâbite’dir. Vaktin taayyünü a’yân-ı sâbitenin bir parçasıdır. Bu anlamda kaderin kendisini de a’yân-ı sâbite belirler. Hattâ diyebiliriz ki kader a’yân-ı sâbite’dir.

Gene de belli belirsiz bir fark vardır. A’yân-ı sâbite zaman ötesinde bir tümeldir. Eğer bir tümel zamana bağlı bir varlık haline geçecekse önce zamanın belirli bir anıyla irtibatlandırılır. Zamana bağlı olarak taayyün eden a’yan-ı sabiteye kader denir. Başka deyişle o artık somut bir varlık olmak üzere hazırlıklarını tamamlamış bir a’yan-ı sâbitedir.

Kazâ her bir şeyin kaderi hakkında hükmederken onun a’yân-ı sâbitesine uygun hükmeder. Kaderin sırrı budur. Kazâ da zaman belirlemesi yoktur. Her bir olaya ona özgü zamânı izâfe edip belirleyen kaderdir.

Çizilen program a’yân-ı sâbite’dir. Asla değişmez. İcmâldir. İlmi olarak sûretlerdir. Cenâb-ı Hakk her ferdi nesneyi a’yân-ı sâbitesi itibariyle bilir. İradesini de bu bilgiyi temel alarak izhar eder. İradesini faal kılması, varlık vermesiyle aynıdır.

A’yân-ı sâbite’nin arada olma özelliği vardır. Hakk ile şehâdet arasında’dır. Hem fâil hem mef’ul olarak çifte fıtrattır bu. Üst düzeye göre edilgen, kendilerinden daha düşük düzeye göre etkindirler. İlâh-î zatta bilkuvve mevcut mümkindir’ler ve kabul edici, edilgen kaplardır. Fakat sırf kendileri açısından göz önüne alındıklarında bunlar kendi kendilerini belirleyici bir fıtrata sahiptirler. Etkendirler.

A’yân-ı mümkinat da denir.

Bu mümkün’lük mantık açısından ya “mü’min” ya da “kâfir” olma istidadına sahiptir. İşte bu istidatların ne şekilde kuvveden fiile çıkacağı daha başından belirlenmiştir. A’yân-ı sâbite durumundayken “mümkün”ün kazâsı budur.

Cenâb-ı Hakk bütün eşyaya bir ve aynı varlığı verir. Ama ferdi kapların her biri tabiatına uygun olarak kabul eder, Hakk varlık vermekten başka bir şey yapmaz, varlığı tek, tek sınırlandırıp, ona özel bir boya atfeden gene kendi aynı’nın gereğidir.

Bir a’yân-ı sâbite kendini somut olarak var olan bir şeyde kuvveden fiile çıkarmak üzere olan hassas bir haldir. Varlığın sırrı kaderin içinde faş olmaktadır.

Kader hakkında bir şeyler bilmek aslında a’yân-ı sâbite hakkında bir şeyler bilmektir. Lâkin a’yân-ı sâbite hakkında gerçek nasıl bilinebilir ki ? derin bir sırdır. Bu sır İlâh-î bilincin iç yapısını oluşturduğu için asli hakikatini ancak Hakk bilir.

Hikâye’de geçen “yukarıdaki çiziyor.” Deyimi Cenâb-ı Hakk için kullanılmıştır. Çizimi, plân’ın fâili’dir.

Boyayan ressam” ise plân’ı uygulama safhasına koyandır. Çizileni boyayarak görünür hâle getirendir. İnsân’dır.

Tıpkı mimar’ın yapacağı binânın çizimlerini yaptığı gibi. Plân-projede renk, isim, resim yoktur. Şekiller vardır. Ama binâ yapılmaya başlandığında plân’ın ne olduğu meydana çıkar. Yani somutlaşır ve elle tutulur hâle gelir. Çizim (a’yan) hiç kaybolmaz ama yapılan binâ’nın (boya’nın) bir ömrü vardır, kaybolur…

A’yân’lar sûretleri kabul eden özlerdir, cevherlerdir. Sûretler kaybolur ve cevher başka bir sûret kabul eder.

Çizilen plânda’ki çizim kâğıtta (levh-i mahfuz) değil, aklidir. Çizimin âlemde ki, uygulamasında (kader) ise birçok unsurlar işe karışır. Tıpkı binâ yapımında taş, demir, ağaç kullanıldığı gibi. Bunlar gayri irâdî’dir ve insân’a musahhar kılınmıştır. İnsân bunların üzerinde istediği gibi tasarruf edebilir. Cansız nesnelerin nefsi yoktur. Kayıtsız-şartsız Allah’a teslimdirler. Binâyı yapan, fâil ise insândır. Emâneti sadece insân yüklenmiştir. Binâya istediği şekli vermede irâde sâhibi’dir.

İnce bir farkla, Cenâb-ı Hakk’ın takdirini yapmaya mecbur bir ihtiyar, irâde sâhibi….

Kâder bir başka deyişle ma’lûm’dur. İlim ise kazâ. İlim ma’lûm’a tabidir dünyada. Bu durumda Cenâ-ı Hakk kendi bilişini imtihana tabi tutar. “..Hattâ na’lemu” buyurarak. Zirâ “lâ fâile illâllah” dusturunca fâil O’dur. Yazan, yapan, yapılan O’dur. Bunu bilen bir zâtın iç huzuru “âlemdeki her şeyin ezelde belirlendiği gibi vuku bulduğu” bilincinden ileri gelir.


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   255




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin