ÖLDÜRDÜLER: Bu Dünya'da her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu beden elbiselerimiz de ölümle son bulmaktadır. Hakk dilerse kulunu ÎKÂN'a ulaştırır. Ve bu, Âdem sûretiyle yeryüzüne indikten sonra Âdemiyyet hakîkatlerini idrâk ederek geldiğimiz yoldan tekrar Hakîkat-i Muhammediyye’ye fenâ fillâh’aurûc etmektir. Rûh aktarından çıkmak ise ilâhî eğitim ile seyr-ü sülûk’a devam etmek ve Hazarât-ı Hamse (5 hazret) mertebesini aşmak sûretiyle mümkün olabilmektedir. Yâ’sîn Sûresi’nin 36. âyetinde şöyle hitab ediliyor:"Şüphe yok ki, biz ölüleri diriltiriz ve onların yaptıkları her işi ve eserlerini yazarız. Ve zâten her şeyi pek apaçık bildirilen bir levh-i mahfuzda yazmışızdır." Yani: "Yaşayan ölüleri biz diriltiriz, diriltme ve öldürme ALLAH'a aittir. Kim ki bir kimseyi mânen diriltmiştir, O ULÛHİYYET'in “Hay” sıfatının zuhûr mahali olmuştur. Bu hitap yaşayan ölüleredir. tevhîd erbabından bazıları, kendi şühüdlarında tümü yok olur. Bu şühüdde yok olmayı elden hiç kaçırmamak, varlıktan hiçbir şeyin kendilerinde kalmamasını isterler. Kendilerine “ben” demeyi küfür bilirler. Bunlara göre en son mertebe (FENÂ) mertebesidir. Yani yokluktur. Müşâhedeyi bile bir bağlılık bilirler. Bunlardan bazıları, "a’dem olmak, hiç geri dönmemek istiyorum," buyurmuşlardır. Varlığı hiç istemezler, muhabbete fedâ olmuşlardır. Bir Hadîs-i Kudsî’de şöyle buyruluyor: "Öldürdüğüme karşılık olarak, kendimi veririm.” İşte öldürülenler bunlardır.
ÖLDÜLER: Kendi zâtının ve âlemdeki bütün zâtların aslında Allah'ın zâtından başka birşey olmadığını idrâk eder. İzâfi varlığını kaybetmiş, Hakkani varlığının zâtını bulmuştur. Allah’ın (c.c) "ÎKÂN" mertebe-i lütfuna ulaşmıştır. "Ölmeden evvel ölünüz!" hadîs-i şerifinin hakîkatının sırrına mazhardırlar. Hakîkat ehli fenafillâh’tan bakâ-billâha ulaşarak, kendi irâdelerini tamamen Allah'ın irâdesine terk etmişlerdir. Hakka’l yakîn'a ulaşanlardır. Yükselişimizin devamını diliyor-sak...
"ALLAH" esmâsının zuhûru bütün âlemlerde geçerli ve bu zuhûrun âlemler üstüde bir özelliği olduğundan, dileyen ve dilenende "ALLAH" ismi mânen zuhûra gelirse o kimse bu âlemlerin kutrundan çıkmış olur. Böylece mi’rac hakîkatini idrâk eder. Hadîs-i şerîfte, "benim Allah ile öyle bir anım olur ki, oraya ne bir melek-i mukarreb ne de bir nebî-i mürsel giremez," diye ifade edilmiştir. Yani, meseleye Vahdet-i Vücûd(vücûdun birliği) yönüyle baktığımızda, bütün bu âlemler Hakk’ın varlığına Hakk’ın vücûduyla mevcûd olduklarından, Cenâb-ı Hakk görevli olarak oradan alır İNSÂN-I KÂMİL olarak âlemi kucaklatır. Yâ’sîn Sûresi’deki "Sîn" kelimesinin gerçeğine ulaştırır. Yani "Sîn", Mertebe-i Muhammeddiyye hakîkatinde (ki Kâmil İnsân’dır) kendinden kendine hitâp etmektedir. Bu çıkış bâtınî olarak, beşerî anlayaşımızdan, şey'iyet ve men'iyetimizden çıkmaktır. Vakti gelince de Allah’ın (c.c.) huzûruna fiziki beden ile de kavuşmaktır.
CEDDi: Kûran-ı Kerîm’in içindekilerin ve peygamberlerin, nebîler-in ve kendinden önceki gelenlerin hakîkatlerini bildirenlerin izinde gide-rek, yaşantılarını idrâk ederek, onların yoluna girmiş ve ceddinin geçtiği yollardan kendisi de geçmiştir. Efendi Babam’ın bir sohbetinde şöyle de-diğini işitmiştim: "Bir kimsenin yolu bu yolda uzun sürerse de ulaşması 20-25 senesini alır.” İnşeallah bizler de "Rabbin’e dön!" (89/28) hitâbı gelmeden, biz kendimizi O'na döndürelim ki, bu hitab geldiğinde bizi zorlamasın.
HATIRALARI : Hayatın her türlü cilvesine, zorluğuna rağmen, her şeyi ile bu Hakîkat-i Muhammediyye yolunda olumlu ve olumsuz-luklarla yaşanan ve ayrıca çok önemli ipuçları bırakarak bizlere mesajlar vererek anlatılan hayat hikâyelerinin notları ve küçük risâleleridir.