(26) RE: HAYATIMIZDAN KESİTLER.
Ne…… Ko….. SA…… KO….. 22 Ocak 2013 23:40
Hayırlı akşamlar Ne…… Kızım. Annenin hayatından güzel bir bölümü-nü aktarmışsın, hayırlı olsun. Onu da dosyasına aktaracağım İnşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları var. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Efendi Babam. Annemin de yaşamış olduğu bir kesit yazıyorum.
Efendim,
İstanbul’da yalnız oturuyordum, televizyonu açtım. Kudüs şehrini gösteriyordu. Sonra Kubbet-üs Sahra’yı gösterdi. "Ben oraya gittim biliyorum," dedim kendi kendime. Sonra aklıma geldi, "ben ne zaman gittim ki oraya?" dedim. Düşünmeye başladım. "Oraya pasaportla gidiliyor, benim pasaportum yok ki," dedim. Mânen gittiğimi anladım ve şöyle yaşadım: Kubbet-üs Sahra'nın içine girdim, merdivenlerden yukarı çıktım, muallâkta duran taşı elimle sıvazladım. Koyu yeşil, pütürlü bir taş ama çok büyük. Sonra merdivenlerden indim. Bir de alt kattan görmek istedim. Elimle aşağıdan da elledim, “hakîkaten havada duruyormuş,” dedim. Aşağıda kadınlar namaz kılıyorlardı ben de kıldım. Sonra tekrar yukarı çıktım. Üst katta erkekler namaz kılıyorlardı. Ben de ziyaretimi bitirdim dışarı çıktım. “Bir de dışarıdan göreyim,” dedim ve uzun uzun baktım. Dışarıdan görünüşü, uzun desenli çinili kule gibi. İki minare ve bir kubbe gördüm.
Dışarısı büyük bir meydanlıktı ve yakıcı bir güneş vardı.
Sonra kendimi Mekke!de görüyorum. Kâ’be’yi elimle sıvazladım. Sonra Kâ’be’nin içinde görüyorum kendimi. "Kâ’be’nin içine girdim," diyorum.
İçerde, yerde ve duvarlarda halılar var. Duvardaki küçük bir halının ucu düşmüş onu düzelttim ve namaz kıldım. Sonra arkasında duran Harem-i Şerif’in olduğu yere geçtim oradada namaz kıldım ve tavaf yaptım.
Hacer-ül Esved taşına elimi sürdüm, zemzem içtim.
Sonra kendimi Medine'de görüyorum. Peygamberimizi ziyaret ettim, elimi yüzümü sürdüm. Sonra arafata çıktım. Tepeye kadar tırmana tırmana çıktım. Peygamberimiz’in (s.a.v) girdiği mağaraya girdim. “Peygamberim (s.a.v) buradan bakıyormuş," dedim. Onun baktığı yerden ben de baktım. "Buradan her yer görünüyormuş," dedim. Sonra kendimi şeytan taşlamakta buldum. Ben de şeytan taşladım. Kalabalığın aralarından girip girip taşladım. Sonra beyaz giysilerimle
uçakta uçtum geldim. Zâhiren Hac ve Umre yapmak nasip olmadı ama oralara gerçekten gitmişim gibi o hisle yaşıyorum. Bu olaydan çok etkilendim.
Efendim, sizin ve Nüket Hanım vâlidemizin ellerinizden öperim. En derin saygılarımla. Sa….. Ko…..
(27) BU SENEKİ HİKÂYE.
Ni….. De…… 20 Ocak 2013 22:07:46
Hayırlı günler, saygıdeğer Efendimiz. Bu seneki hikâye ile ilgili âcizâne duygularımı arz ediyorum. İnşeallah afiyettesinizdir. Saygılarımla.
*************
Doğru yoldan sapmadan, saptırmadan ve saptırılmadan yaşamak, benim hayat felsefem oldu.
Kendimi biraz tanıyınca, babamı kaybettim. Henüz okula gitmiyor-dum. Korkunç bir yaşam mücadelesinin başladığını daha o yaşlarda hissetmeye başlamıştım. Hiçbir kötülüğe sapmadan kendim kendimi okula kaydettim. Okul yıllarım ilerledikçe, nefsim beni biraz daha doğru yoldan sapmaya zorluyordu. Zaman, zaman da bunda başarılı oldu: Ama ben nefsimin esiri olmamaya kararlıydım. Yapmış olduğum her hatadan sonra duydugum pişmanlık yeni bir hata yapmama engel oluyordu.. Yaşam acımasızdı. Hata yapmadan yaşamaya devam etmek oldukça zordu. Fakat ben, yoldan çıkmadan, yoldan çıkarılmaya müsaade etme-den bir yaşam sürmeye Allahım’a güvenerek devam ediyorum.
Yaşantımı üç temel üzerinde devam ettirmeye karar verdim. Doğru-luktan, doğru yoldan sapmadan, saptırılmadan ve saptırmadan devam etmek.
Yaşadığım çevre hatalar yapmaya müsait bir çevreydi. Her an nefsime yenilerek, doğru yoldan çıkmaya müsait bir ortam vardı.
Allahım’a şükrediyorum, doğuştan bana verdigine inandığım bir irâdeyle yoldan çıkmadım. Hiçbir kimsenin de beni doğru yoldan saptırmasına müsaade etmedim. Bu kişilerin de doğru yolda yürümeleri için de çabalar sarfettim.
Terzi Babam’ı tanıdıktan sonra, ne kadar geç kaldığımı daha iyi anlıyorum. Eğer Efendi Babamız’ı gençken tanıyabilseydim, yapmış olduğum hataları asla yapmazdım. Geç de olsa Efendi Babamız’ı tanıma fırsatı bulduğum için Allah’a şükrediyorum.
Ve doğru yoldan sapmadan, saptırmadan ve saptırılmadan yaşamayı Allah’tan diliyorum.
Ni….. De……
(28) RE: BU SENEKİ HİKÂYE.
Ma….. De……. 23 Ocak 2013 16:11:22
Hayırlı günler Ma..., Sâ... Hanım kızım. Yazınız güzel olmuş, ellerinize, dilinize sağlık. Dosyasına aktaracağım. Bu tür yazılarla kişi hem kendini tanımış oluyor, hem de hayata bakışı daha isabetli oluyor ve hayat tecrübeleri artmış oluyor. Cenâb-ı Hakk, Hakk ve hakîkat yolculuğunda başarılar versin inşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakalın. Efendi Babanız.
*************
Efendi Babacığım,
Mübarek mevlûd kandilinizi kutlar, sizin ve Nüket Annemiz’in ellerinizden öperiz. Aşağıda bu seneki hikâye ile ilgili âcizâne bir hikâye oluşturdum. İnşeallah olmuştur. Saygılarımla arz ederim.
Ma…….Sâ……Kızınız
BU SENEKİ HİKÂYE: Bir Varmış, bir Yokmuş.
Yaşadığım hayattan öğrendiğim tek sey: “Bir varmış, bir yokmuş,” cümlesini sindirebilme çabası olmustur. Daha ben küçük bir çocukken, babam kendi aile büyükleri için derdi ki: Sanki dünyaya ateş almaya gelmişler. (Çok kısa yaşadıklarını anlatmaya çalışırdı.) Şimdi de biz, onlar için aynı şeyi söylüyoruz.
Babam küçük yaşta öksüz kalmış. Çok acı çekerek büyümüş. Sürekli çektiği acıların hüznünü yaşardı. Biz de bunu farkeder, babamız için acı çekerdik. Bizimkisi işe yaramaz bir üzüntüydü.
Biz de babamızı erken kaybettik. Ardından abilerimizi ve en küçük erkek kardeşimizi kaybettik. Her biri için içimiz ayrı yandı. Her seferinde sanki dünyanın sonu gelmisti. Hâlâ da içimiz yanıyor. Sevgi, özlem ve acı hiç bitmiyor. Bunu içimize Allah koymuş, nasıl biter ki? Ama onları sadece anılarda yaşayabiliyoruz. Mânâ olarak. Oturup düşündükçe, “Bir varmış, bir yokmuş,” diyorum, içim yanarak. Dua ve sabırdan başka yapabileceğim bir şey yok, sevdiklerim için. Biz de bir gün gidecegiz. Kim karşı koyabilir ki? Allah’ın emri bu, arkamızdan sevdiklerimizin aynı şekilde içleri yanacak. Ve onlar da bizim için, “Bir varmış, bir yokmuş,” diyecekler. Allah bizleri iyi anılanlardan eyler inşeallah.
Terzi Babam’ı tanıdıktan sonra, olaylara bakış açım değişti. Dünyaya geliş nedenimizi ve giderken bu bilinçte gitmek için, irfân mektebinde başarılı bir talebe olmamız gerektiğini anladım. Acılarımı hafifletecek sebeplerim var artık. Allah’ın izni, Terzi Babam’ın yardımları ile irfân ehli olma şansını bulurum İnşeallah. Artık, acıların, sıkıntıların, sevinçlerin, varlığın ve yokluğun sadece imtihân olduğunu biliyorum. Ama ben insanım. Kendimi aşmam zaman alacak. İyi veya kötü, her şeyin Allah’tan olduğunu biliyorum. Allah isterse her şeyin bir anda ters yüz olacağını da biliyorum.
Şimdi sadece bir derdim var: “Allah benden nasıl râzı olur? Benden râzı olması için neler yapabilirim? Bu dünyaya teşekkür için ne bırakabilirim? Ne öğrendim, ne öğrettim? İnsanlığa faydalı ne yaptım?” Bunları sorguluyorum. Her şekilde, “bir varmış, bir yokmuş,” cümlesi beni de kapsayacak. Allah o günümde beni ve sevdiklerimi utandırmasın. Allah Terzi Babam’dan ve bizi tanıştıran oğlum Ce….’den râzı olsun. Biliyorum dediğim her şeyi Terzi Babam’dan öğreniyorum. Onun saye-sinde olgunlaşıyorum. Saygılarımla.
Ma…… Sâ……..
RE: TEFEKKÜR ÇALIŞMASI.
Ca….. Pa….. 25 Ocak 2013 17:12
Hayırlı akşamlar Mu……çığım. Mail’ini de dosyaları da aldım. Hepsinin, senin de, ellerinize sağlık. Hepsi güzel olmuş. Sizlerin de geçmiş kandiliniz ve cum'anız mübarek olsun. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Necdet Babacığım,
Hayırlı kandiller. Bu seneki tefekkür çalışmasının süresi doldu. Gruptan, bildiğimiz kadarıyla As…. Be…. ve Ha…. Yı…. size bireysel göndermişler. Bu dosyanın içinde olanlar sırasıyla, Fi….. Ar…., Al.. Ca…. Er…., Er…. Po…., Os…. Gü…., Öm… Em… Er…, Mu….. Ca……
Bu dosyanın içinde bir şiir var. Onu da ayrı bir dosyada gönderiyoruz. Cenâb-ı Hakk’tan hayırlısı.. Herkese selâmlar. Hoşçakalın.
Hürmet ve muhabbetle Necdet Babamız ve Nüket Annemiz’in eller-inden öperiz.
*************
(29) Fi… Ar….
Esselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berakâtühu,
Kıymetli rehberim Mu.. Hocam. Bu seneki hikâye çalışması yazım aşağıda. Ben de bir özet ve ona bağlı bir hikâye ile katılmak istedim. Tabi bu şimdiki anlayışım. İnşeallah Rabbim doğru yola beni hidayet buyursun, sizlerin rehberliğinde. Sağlık ve esenlike. Allah'a (c.c) emanet olunuz. İnşeallah geç kalmamışımdır.
Efendim “doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler” kısa hikâyesine benim hayat anlayışım içinde yazacağım kısa özet şu olurdu:
“İndiler, duydular, aradılar, savaştılar, öldüler”
Bununla ilgili hikâye de düşünceme göre şöyle olurdu:
Bir memlekette yaşayan insanlar buraya nasıl geldiklerini merak edip araştırmaya başlamışlar. Buna dair söylenen bir takım şeyler varmış, fakat bunlar belli bir yere kadar gelip ondan önceki tarihi açıklamıyormuş ve bu daima sır olarak kalıyormuş. Bu yüzden buraya hiç bilmedikleri bir yerden indiklerine, yani buradan olmadıklarına kanaat getirmişler. Bu araştırmaları neticesinde yaşadıkları dünyada bir hazine olduğunu ve bu hazineyi buldukları zaman hem sonsuz derecede zengin ve mutlu olacaklarını hem de merak ettikleri sorunun cevâbını bulacaklarını öğrenmişler. Ve bütün dünyaya yayılıp bu hazineyi aramaya başlamışlar. Ancak bu hazine arayışı başladığında bütün dünyanın da kendilerine âdeta düşman kesildiğinin farkına varmışlar. Sanki bütün dünyada yaşayan milletler onlara düşman olmuş savaşıyor ve bu hazineyi ele geçirmemeleri için ellerinden geleni yapıyorlarmış.
Bu savaşlar sırasında hep kayıp veriyorlar ve nüfusları da gün geçtikçe azalıyormuş. Hep kendilerinden fedakârlık yapar durum-dalarmış. Sürekli sayıları azalmasına rağmen sayıları azaldıkça daha da güçlü hale geldiklerini ve bu savaşlarda daha başarılı olduklarını görmüşler. Bu daha da merak uyandırıcı ve teşvik edici olmuş onlar için. Artık kendi milletlerinden bu savaşlarda ölenler için üzülmüyorlar, aksine seviniyorlarmış. Bu nasıl bir hazineymiş ki kendini arayanı hem cezalandırıyor hem de gücüne güç katıyormuş? Fakat bu arayış o kadar uzun sürmüş ki bütün dünyayı aramalarına rağmen bir türlü bulama-mışlar. Bir gün karşılaştıkları bir bilge hazineyi dünyada değil kendi memleketlerinin altında aramaları gerektiğini söylemiş. Onca dolaşıp emek vermelerine ve onca kayıp vermelerine ve onca zaman kaybetme-lerine hayıflanarak bu sefer kendi memleketlerinin altını üstüne getirip hazineyi aramaya devam etmişler.
Bu aramalar ve kazılar sırasında hep ufak ufak ip uçları buluyorlarmış ama hiçbiride hazinenin yerini tam olarak açıklayamıyormuş. Hazineyi kendi memleketlerinde aramaya devam etmelerine rağmen etraftaki düşmanca tavırlar bitmemiş ve kayıp vermeye devam etmişler. En sonunda diğer milletleri bu hazineyi kendi menfaatleri için değil insanlık için ve hepsinin yararına kullanacaklarına ikna etmişler. Zâten bu hazine kendisini kendi menfaati için kullananları yakıp mahveden bir özellikte imiş. Bu özelliğini duyunca âdeta hazinenin yerini bulmuş kadar sevinmişler, çünkü bu hazineyi bulabilmek ve kullanabilmek için zâten ölü olmak gerekiyormuş. Zîrâ bunu ancak ölü olanlar bulabiliyormuş.
Neden kayıp verip de tam aksine güçlendiklerini o an anlamışlar. Zîrâ her ölümden sonra biraz daha hazineye yaklaştıklarını anlamışlar. Ölmek bu hazineye onları o kadar yaklaştırıyor ki tam mânâsıyla ölmedikten sonra onu bulmak imkânı olmadığını anlamışlar. Ve bu şekilde nerden geldiklerini de anlamışlar ve milletçe kendilerini öldürüp hazineyi bulmuşlar. Ama bu ölüm onları daha önce olmadıkları kadar diri ve güçlü kılmış. Aslında ölmenin dirilme olduğunu ve asıl hazinenin bu olduğunu diğer milletlere anlatmak için bu sefer daha zor bir mücadeleye girişmişler. Zîrâ hiç kimse ölerek bir hazineye ulaşılacağına inanmıyor-muş. Hangi millete bunu anlatmaya çalışsalar, “siz bizi öldürüp bizim elimizdeki zenginliklerimizide ele geçireceksiniz,” diyorlarmış. İşte bu hazinenin bulunmasının bu kadar zor olmasının sebebini o zaman anlamışlar.
Efendim bu hikâyede yazdıklarım tamamen sizden duyduklarım ve dinlediklerimi ve okuduklarımı kendi aklımla değerlendirip böyle bir hayâl kurmam neticesinde çıkan düşüncelerdir. Anlamayıp yanlış değerlendirdiğim husûslarda affınıza sığınır, feyzinizden ve ilminizden faydalanabilmeyi Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ tan dilerim.
(30) Al…. Ca…. Er….
Selâmün aleyküm Mu….. Hocam. Benim cümlem: “Hiç idim, Şişirdim Söndürürsem Ulaşırım İNŞE-ALLAH”
Bizler Rabb-ül Âlemîn’in uygun gördüğü esmâ gölgeleri ve verdiği rollerin oyuncuları olarak bu âleme gönderildik. Bu nedenle bize ait bir bedenimiz yok, bizler HİÇiz. Dünyada hiçliğimizi unuttuk; NEFSİMİZİ GEZİ BALONLARI gibi hevâmızla (havamızla) şişirdik, diğer balonlaşan nefisler arasında boy göstereceğiz diye de hevâ ateşi ile ısıtarak
yükselttik.
Eğer bu şişen nefsimizin hem ateşini hem de havasını söndürebilirsek Rabbimiz’e ulaşabiliriz İNŞEALLAH. BEN de Mu….. Hocam’ın yardımı, Terzi Babam’ın himmeti ve ALLAH’ın (c.c.) lütf-u keremi ile nefsimin hevasını söndürüp bu BENlikten kurtulup Rabbim’e ulaşacağım İNŞEALLAH. A….. C…. ER….
(31) Er… Po….
Hayırlı akşamlar Mu…. Abi. Bu seneki tefekkür çalışması olan “doğdular, yaşadılar, öldüler, ve öldürdüler,” hakkında çok düşündüm, çok şeyler aklımdan gelip geçti. Birkaç satır yazmaya karar verdim. Yanlış bir şey söylemekten affınıza sığınırım.
Bu cümleyi ilk okuyuşta şimdiye kadar kendi yaşadıklarımı hatırlamaya çalıştım. Ayrıntıların çoğu unutulmuş, hayâl meyâl hatırlar gibi oldum. Ama “bu hatıralar ve yaşananlar beni nereye getirdi, beni ne yaptı?” deyince bir tek cümle bile bulamadım. Aynen dediğiniz gibi, “ayniyyetten gayriyyete düşmüş bir yaşantı.” Bu yaşantı sadece hayâl ve vehim içinde geçmiş, ne kendini bilmiş, ne de Rabbi’ni bilmiş biriydim. Bir yıla yakındır sohbetlerinize geliyorum ve Terzi Babam’ın kitaplarını okuyorum. Anladığım şu, yaşam her an Rabbin’le yaşamak, O’nunla beraber olmaktır. Bu anlayış içerisinde bir de cümleyi tersten okumak gerekir diye düşündüm.
“ÖLDÜLER ÖLDÜRDÜLER YAŞADILAR DOĞDULAR” şeklinde okuyunca bizim ders sisitemimizle paralel olduğunu gördüm. Bu yolda kişi hayâl ve vehim içinde bir yaşantı yaşıyorsa ölü sayılır. Terzi Babam’ın şu dizeleri aklıma geldi:
Hakk’a varmak ister isen
Gönül yolu tutman gerek
Üzerinden varlık yükün
Hemen çözüp atman gerek
Bir de kâmil yere varıp
Evvel elin tutman gerek
Yedi deniz beş deryayı
Kanat açıp geçmen gerek
İnsanın tekrar doğması için izlemesi gereken yol haritası burada veriliyor. Yanlış bir şekilde ifade ettiysem affınıza sığınırım. Hayırlı akşamlar. Hoşçakalın.
Er… Po….
(32) Os… Gü…
(DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER)
Bu söz bana “HAYY” esmâsını/sıfatını hatırlattı.
DOĞDULAR = “Hayy” sıfatı yüklendi
YAŞADILAR = “Hayy” sıfatı fa’âliyyete geçirildi
ÖLDÜRDÜLER = Başkasındaki “Hayy” sıfatı fa’âliyetine engel oldular
ÖLDÜLER = Başkasındakine engel olduğundan kısas yapılırcasına, on-dan da alındı.
ÖLDÜRDÜLER = Allah’tan izinsiz, O’nun rızası olmadan, yani Allah adına olmadıkça, yapılan tüm “öldürmeler” O’nun verdiği “HAYY” ismini, O’nun rızası olmadan sonlandırmaktır.
Bu sebeple olsa gerektir ki, En’am Sûresi 121. âyette, “Üzerine “Allah” ismi zikredilmeyenden yemeyin,” buyurulmuş.
Takip eden 122. âyet de bunun devamı gibidir ki 121’e hakîkat mertebesinden nasıl bakmamız gerektiğini açıklar: “Ölü iken kendisini (Hakîkat ilmi ile) dirilttiğimiz; insanlar içinde onunla yaşaması için basîret nûru oluşturduğumuz kimse(nin durumu); karanlıklar içinde kalıp ondan kurtulamayan gibi olur mu? Hakîkat bilgisini inkâr edenlere, yapmakta oldukları böylece süslendirildi.”
Veya Mâide/ 4: “Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helal kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah’ın adını anın ….”
Âyete ister fıkhî bir hüküm olarak bakıp şeriat mertebesinden inceleyelim, ister hakîkat gözü ile bakıp “terbiye edilmiş emmâre” yi salmak olarak görelim “HAYY” esmâsını engellemek için bu işin veya benzerlerinin, O’nun rızası doğrultusunda, O’nun adına yapılması şarttır. Bunlara riayet etmeyenler ise ÖLDÜLER hükmüne düşerler, yani, BAKARA / 178 uyarınca ona da KISAS yapılıp ondan da HAYY sıfatları alınır.
Hürmetlerimle,
Os… Gü..
(33) Ö…. E…. E…..
BİR HİKÂYE BİR ÇOK YORUM/DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÇALIŞMASI.
Bismillâh-ir-Rahmân-ir-Rahîm
Değerli Efendi Babacığım,
Selâm hürmet ve muhabbet eder, düşüncelerimizi aşağıdaki satır-larda paylaşırız: “Doğdu, zannınca yaşadı, hata yaptı, öğrendi, teslim oldu, öğrendi, öğrendikleri ve yaptıkları hayâldi, Rabça öğrenmeye başladı, eğitim hâlâ sürüyor.”
Böyle yazmayı anda uygun gördük. Geçmişimize bakınca, sizlerin eğitim sisteminizden aldığımız dersle idrâk ve şuurla bakınca, geçmiş-imizde zannımızca bir hayatımız olduğunu ve bu zannımızca olan hayat-ımızı yine zannımızca ileri götürmek istediğimizde o anki hâlimizle felâket dediğimiz fakat şu anki hâlimize nimet olduğunu anladığımız bir sürü olay zinciri yaşadık.
Dervişlik yoluna bizleri sürükleyen vesileler olmuştur. Eğitimlerinde bulunduğuz hocalarımızdan ve mübarek zâtlardan farklı olarak Efendi Babam’ın karşımızda zuhûra gelmesi ve evvelinde M… M…. C…. Ağabey’ in üzerinden yavaş yavaş zuhûra gelmesi sayesinde farklı bir şuur ve bilince gelmeye başladık.
Bu bilinç ve şuurda sürekli tasavvuf eğitimlerinde bahsedilen her şeyin Hakk’ın varlığı olduğu ve ondan gayrı bir şey olmadığı cümlesi, müşâhedeli bir göz ve anlayışla oluşmaya başladı. Bu anlayış nefs eğitimimizin üzerinde çok ciddi ve hızlı sonuçlar vermeye başladı. Hataların verdiği pişmanlığın etkisi, teslimiyet ve tevâzu olarak bizleri belli bir yola kadar getirebiliyordu ama nefsin sıkıntısını ve çevreye bakışı üzerindeki etkisi değiştiremiyordu. Ne zaman ki sohbetlerdeki ve eserlerdeki bilgilerin bizi çevremizdekileri müşâhede edip aslında tek olan Allah varlığı içinde benliğine izin verilmiş bir halde yaşadığımızı (zan ettiğimizi) her hâlimizle şuurlu olmamız gerektiğini ve istenilen edep ve kurallara uymamız düşüncesi ve davranış biçimleri daha bilinçli olarak iç bünyemiz ve dış bünyemizde oluşmaya başladı.
Ayağımızın kaydığı zamanlarda ya da kendimizi kaptırıp eski hallerimizin dönüşüne dair davranışlar sergilediğimizde, bulunduğumuz ortamlardan gelen tepkilerin hakîkatte bizleri uyaran ve hâlimizin yansımaları olan oluşumlar olduğu bilinci uyanmaya ve gelişmeye başladı. Bu durumda yaşadığımız her şeyin bizim bünyemizden gayrı olmadığını anladık.
Efendi Babacığımız ile fiziken tanışmamız ve öncesinde başlayan değişim, şu anki idrâkle bakınca esas kırılma noktası oluyor. Kendisi lütfedip bizi dinlemeye zaman bahşettiklerinde elimizden geldiğince seyr-ü sülûk ve yaşam hikâyemizi anlatmıştım. Efendi Babacığım’ın sabırlı dinleyişi ve sonundaki yorumu bir-iki özel verdiği bilgi dışında gerisinin hepsinin hayâl olduğuydu. Bu da bizce açıklıyor ki ne yaşadıysak yaşayalım zannımızın hayâli olmaktan başka bir şey olmuyor. Ancak İlâhî bilgi ve bizden istenilen şuur ve idrâk ile ne olduğumuz ve nasıl bir sistemin ''bilinçli parçası'' olma lütfu bahşedilmiş olduğunun idrâkine varmak ve bu biliç yükselmesiyle aslında ayrıdan gayrı olmayan ben kimim sorunun cevâbının zuhûrunda olduğumuz madde ve mânâ varlığımızda oluşması diye düşünüyoruz.
Aziz, değerli ve muhterem Efendi Babacığım ve her dâim bize rehberlik eden M…. M… C… Ağabeyciğim üzerinden gelen yardımlar ve dualar olmasa bu kadarını bile yazamazdık.
Efendi Babacığım,
Sizin ve Nüket Anneciğimiz’in mübarek ellerinden öper, naçizane selâm, muhabbet ve hürmetlerimizi arz ederiz.
Evlâdınız El fakyr Ö…. E….. E…..
24/01/2013 00:29 Perşembe İstanbul.
(34) Mu.. Ca…
Aleykümselâm Necdet Babacığım,
Bismillâhirrahmânirrahîm
Öncelikle bu çalışmanın tahlilini ve sayısal ve mânâsal ifadelerini tefekkür edebildiğim kadarıyla yazmaya çalışacağım.
Bu çalışma fakîr evlâdınıza evde 23 Ekim 2012 akşamı ulaşmıştı.
İstenilen çalışma numarası 76-5 bu sırayla. Sayılarını topladığımız zaman 76+5= 81, tersten de toplarsak 81+18= 99, Esmâ’ül Hüsnâ’yı veriyor.
76 İnsan Sûresi, yani İnsan, ve 5 de 5 Hazret Mertebesi olmakta. Ayrıca, 7 subûtî sıfatları ve 6 da zâtî sıfatları ifade etmekte. 7+6= 13 ile Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şifre sayını vermekte. 5 ilâvesi ile 13+5= 18, yani 18.000 âlemi ifade etmektedir.
Çalışma süresinin üç ay olması İlme’l, Ayne’l, ve Hakka’l yakîn mer-tebelerinin oluşması, yani zuhûrâtlarının, müşâhedesinin ve yaşamının oluşmasıdır.
Ve bu çalışmaya 8-1-2013 tarihinde yukarda ki sayıların bağlantı-sında başladım. Başlığı “Bir Hikâye, Bir Çok Yorum”. “Bir” Vâhid, “Hikâye” Hiye müennes (dişil) O, ve “KA”nın tersi “Ak” beyaz ve temizliği ifade etmekte. Temiz mü’mine kadınlar ve Hikâye...
He=5, Kef=20, Elif=1 ve Ye=10. 5+20+1+10=36, Yâsin Sûresi, Kûr’ân’ın, yani zâtın kalbi ve Hakîkat-i Muhammedî’nin Muhammediyyet mertebesinden ismidir. 36+1= 37 sayısını bize verir. Aynı zamanda 1 “Vâhid” 19’dur. 36+19=55 Rahmân Sûresi ve Kûr’ân’ın yani zâtın, gelinidir.
“Çok” tersten “Koç” ve sayısal değeri Cim=3, Ayın= 70, Kef= 20. 3+70+20=93 Necm’dir. Öncelikle, NC=53 şifre sayımızdır. Necm nefis yıldızıdır. Nefsin aslının bir Nefs-i Vâhide olmasıdır. 93+1=94 “İnşirah” tır. Yâsin “Kâlp” idi. Kâlbe inşirah ve açılım gelmesidir. 9+4=13 Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şifre sayısıdır. 93+19=112 İhlâs Sûresi zâtî sûredir ve yine 13’tür.
“Bir Hikâye”de bulunan 37 sayısı 53 Necm Sûresi’nin şifresidir. Toplamı 53+37=80 “Fe” harfinin sayısal değedir. Tevhîd-i Ef’âl ve 8 yolumuzun şifresidir. 80 Türkçe karakterle “Ay”dır.
“Zât” ve “Gelin” 112 ve 55 toplarsak, 112+55= 167. 1 Ahadiyet ve tüm mertebeleri kapsayan mertebe, 67 “Allah” esmâsı ve 13’tür.
37+94= 131’dir. 13 ve 14 ve 131 “Selâm” esmâsının sayısal değeridir. Ayrıca, 14 “Musavvir” esmâsının sayısal değeridir, Nûr-u Muhammedî’dir.
En son kalan “Yorum”... Mim Hakîkat-i Muhammedî, Nûr-u Muhammedî’dir. Sondaki Mim aynı zamanda Nûn olur. Ay (Kamer)-Nûr, sayısal değeri, Ye=10, Ayın=70, Re=200, Vav=6, Mim=40, 10+70+200+6+50=336. 3+3+6=12 Hakîkat-i Muhammedî’dir. Aslında bu çalışmanın bir önceki ressam çalışmasının bir devamı olduğu açıkça görülüyor.
“Bir Hikâye” = 37 ve 55, “Bir Çok”= 94 ve 112, “Yorum”= 336.
37+94+336= 467. 4 ve 67. 4 İslâm’ın şifre sayısı, 67 ise “Allah” esmâsıdır. Aynı zamanda 4 mertebeden Hakîkat-i Muhammedî’dir.
55+112+336= 503 sayısını vermekte. Bu sayı bize çok şey ifade etmekte: Şecer, Cennet ve Muhammedün Resülullah.
Şecer, varlık ağacı, bir yönü şeytaniyyet ve bir yönü Rahmâniyyet,
Cennet, 8 cennet olmak üzere 7’si nefis ve 8.’si 5 mertebeyi bünyesinde bulunduran zât cenneti,
Muhammedün Resülullah, “Lâ ilâhe İllâ Allah” ile olan urûcun nüzulünü ifade etmekte.
Sıfırı kaldırdığımızda 53 şifre sayımız ve Ahmed’i vermekte. Çalışmadaki 1’ler aynı zamanda Ahad’ı ifade etmekte, Ahad olan Ahmed.
Toplamda bulduğumuz 503 ile (76) İnsanın (5) Hazret mertebesi ile “Muhameden Resülullah” mertebelerini nüzul yani mânâlarının hafifleyerek yeryüzüne Kâmil İnsân (İnsân-ı Kâmil) olarak inmesidir.
5+3= 8 Tevhîd-i Ef’âl ve şifre sayımız ve 8 cenneti vermektedir.
Bu çalışma bize ulaştığında ailece Fetih 1453 filmi izleniyordu. Fetih=“Fettah”= 489 sayısal değeri vardır. 1+4+5+3=13 vermektedir. 489+13=502 Beşer ifadesidir. Bu çalışma bu müşâhede olurken gelmesi, insanın bir yönü Ulûhiyyet iken, diğer yönünün de beşerîyet olmasıdır. Hz. Muhammed (s.a.v)’in, “Ben de sizin gibi beşerim ama bana vahyediliyor,” demesi husûsiyyetidir.
Ve son cum’a namazında Hoca Efendi’nin 99. sûre Zilzal ve 103. sûre Asr’ı okumasıyla, (“Sabr”, son esmâ) bu çalışmanın tefekkür yönünden kemâle erdiğini ve Celâlî ve Cemâlî tecellîlerin habercisiydi. Beden arzımızda ve yağan yoğun karın vahdete dönüşmesi ve Saros Körfezi’nde oluşan 6.2 şiddetinde deprem ki aslında Saros Sin=60, Elif= 1, Re=200, Ayın=70, Sin=60, 60+1+200+70+60=391, 3+9+1=13, 62 “Hamid” esmâsı, 391 EN-NASR Allahın zât mertebesinden yardımı aynı zamanda fakîrin işyeri sicil numarasıdır ve silsilemizde Nusret Baba rahmetullah-i aleyh ile bağlantısı var. 13 Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şifre sayısı ve 62 “Hâmid” esmâsı, Makam-ı Mahmûd’u vermekte ve Kâbe’nin merkezi olan İnsân-ı Kâmil’dir. Marmara’da olması ve Necdet Babamız’a yakın olması da gayet manidardır.
DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER.
Bugün öğlen vardiyası için işe gelirken servis şöförümüz, “duvar dibine gelebilir misin, kar yağışından ötürü çok yoğun trafik var,” dedi. Kapıağası Durağı’na çıktım. Burası Karacaahmet Mezarlığı’nın dibinde bir yer. “Kapı”=Bâkî, “A”=Ayın, Ayniyet, “Gayın”=Gayriyet ve “Ası”=İsâ. Ayın=70, Gayın=1000, 70+1000=1070, 17 ve tersten 71, Nûh, Necât demek. Bu sayıyı isteyenler Terzi Babam’ın 21 numaralı kitabı 6 Peygamber (2) Hz. Nûh kitabında bulabilirler.
“Bâkî” esmâsının sayısal değeri 113’tür. 113 Besmele çalışmamın aslını oluşturan hikâyeyi 10 gün kadar önce şiir tarzında yazdım. Gayriyetten, Ayniyete dönüşerek İseviyet mertebesinden ölmeden önce ölerek Fenâfillaha ulaşmak...
Bâkî=113, Ayın ve Gayın=1070, İsâ=13. Toplarsak, 113+ 1070+ 130=1313. Zâhir ve bâtın 13. İki adet 13’ün toplamı 26’dır. Necdet Babam’ın, “Marmara’dan bir gün çıkarız,” dediği 26 yunus vardır. Yûnus Peygamber de 17. sıradadır. 1313 aynı zamanda Mülk Sûresi harf sayısıdır. Yolda gelirken Paşaköy’de zincir takan bir kamyon şöförü minübüs çarpması neticesi ölümü tatmıştı.
Necdet Babam Aydınpınar Köyü’ne balık yemeğe gittiğini ve oradan da köy camisine geçerek öğle namazını kıldığını ve bu çalışmanın tefekküründe oluştuğunu ifade etmiş.
Bu köy eşim Se….’nin dayısı Abdullah’ın (soy ismi Necdet’in mânâsıdır) kayınvalidesinin evinin bulunduğu bir köydür. Abd=76 ve Allah=67’dir. Bir 13+13 daha çıkmaktadır. Biz de bu köye ziyarette bulunduk ve orada kaldık. Aynı zamanda Ab…… Hoca’nın kızı Ar….. ve damadı Me…. de bu köyde oturmaktadır. Bu senede ramazan ayıydı. 4 ağustosta (8. ay) ziyarette bulunup iftar ettik. 48 Fetih Sûresi şifresi, 19 Kur’ân ve İnsân’ı Kâmildir. Hendek ilçesine bir hayli yıldırım düştü. Ve yıldırım evin telsiz telefonunu bozmuştu. Yıldırım, berk ve zâtî siryândır.
Necdet Babam’ın öğle namazı kıldığı camide 2-3 sefer cum’a namazı kıldık.
Uzun bir girizgâhtan sonra asıl konumuza dönelim. Zâten bu önsözde aslında yaşanılan hikâyeyi kısaca anlatmaktaydı.
“Doğdular, Yaşadılar, Öldürdüler ve Öldüler,” iki ayrı cevâbımız olacak.
Birinci cevâbım tasdik mahiyetinde aynı olacak: Öldüler, Öldürdüler, Yaşadılar, Doğdular.
Bunun sebebine gelince, Necdet Babam bu çalışmanın öğle namazı esnasında oluştuğunu ifade ediyor. Öncelikle Bolu’dan gelinmiş. B=2, Ayın=70, Lâm=30, Vav=6, toplarsak, 2+70+30+6= 108. Bu bize 108 Kevser Sûresi’ni verir. İçinde namaz, kevser hakîkatleri ve Kurb’ân Bayramı vardır. Gelinen yer, “Aydın”=aydınlık, nûr mertebesi, Hakîkat-i İlâh-i güneşi; “Pınar”, göz ve ayn; “Köy” ise hakîkat.
Namaz gözümün nûr’udur, Muhammediyyet mertebesini ihtiva eder. Sayısal değerler ile bulduğumuz “Muhammeden Resûlüllah” ile, dağdan, yani esmâ mertebesinden, aşağı Düzce’ye, ef’âl mertebesine, inilmiştir. Öğlen namazı İbrâhîmiyyet ve Bakâbillah namazlarını ihtiva eder.
Çalışmanın 76-5 olması, Terzi Babam’ın Salât-Namaz kitabının 5 numaralı kitabı olması ve bu kitapta bir şiirin tersten yazılı bulunmasıdır. Namazı kılan insan ise 76’dır. Ve yanında namaz hareketleri bölümü vardır.
Dostları ilə paylaş: |