İHLÂS'la deki; O Allah tekbir’dir,
Her şey O'na muhtaç olan Samed’dir,
O'na bir küfüv, denk olmayandır,
Rahmân Rahîm olan Allah'ın adıyla,
De ki; Sığınırım NÂS'ın Rabbine,
İnsanların olan hükümdarına,
Vesvesesinden nâsın ilâhına,
Rahmân Rahîm olan Allah'ın adıyla,
FELÂK'ın Rabbin’e sığın şeytandan,
Halkettiği şeylerin şerrinden,
Çöküp basan bir gecenin şerrinden,
Rahmân Rahîm olan Allah'ın adıyla,
Zât, İnsan, Âlem, Kâ’be Cem'ül Cem et,
Sen bunları bir güzel hatim et,
Âhirinde verirler başa tâc et,
Rahmân Rahîm olan Allah'ın adıyla,
El-Fakîr Mu.. Ca..
Son olarak, “Kısa bir Hikâye”: Kısa=Aşık, Bir=Ahad, Ahad=Ahmed, Hi=Hu Kaye=Kay etmek ve içinden pınarlar fışkıran kaya, Hakîkat’ül Ahadiyet’ül Ahmediyye mertebesinden Hüviyet-i Mutlaka’nın âlemlere Nefes-i Rahmânî ile “Ah” edilerek mukayyed “Hû” olarak tenfîs edilme-sidir.
Hz. Pîr Hasan Hüsameddin Uşşâki’nin kapısında:
“BU MAKAM AŞIKLARIN KÂ’BESİ’DİR NOKSAN GELEN TAMAM OLUR.”
Mu….. Ca….. 24-01-2013
(35) RE: PADİŞAH HİKÂYESİ.
Ce…….. 25 Ocak 2013 17:59:00
Hayırlı akşamlar Ha…… Kızım. Yazın oldukça güzel olmuş, ellerine, diline sağlık. Yerine, dosyasına aktaracağım. Dosya tamamlanınca da isimler gizlenerek herkese göndereceğim, Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Değerli Efendi Babam, saygı ile ellerinizden öpüyorum. Göndermiş olduğunuz hikâyeyi size en iyi şekilde sizden aldığım ilim ve himmetiniz ile, araştırmalarım sonucu aklen ve naklen (kitaplarınızdan bazı alıntılar ile ve idrâkımın nispetince) cevaplamaya çalıştım. İnşeallah, kusur ve hatalarımdan dolayı af buyurun. İzninizle ödevime geçiyorum:
Euzübillâhiminneşşeytanirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm.
DOĞDULAR: Fıtratımız gereği zâhirî doğum gerçekleşmiş ve a'yani sabite gereği yeryüzüne inmiş olduk. Eğer uyanık ve bilinçli isen "ÎMÂN" etmiş oluyorsun. Ahadiyyetten yolculuğa başlamış oluyorsun. Yani, bu insan sûreti öyle bir sûrettir ki, Hakk Teâlâ Hazretleri onu kemâliyle rûhen ve cismen ve kendi sûreti üzerine halketti. Bu nedenle doğum ve ölüm âlemlerdeki en müthiş iki oluşumdur; ve bu iki fiil de Allah'a aittir.
Date: Mon, 21 Jan 2013 15:10:39 +0200
Subject: ES-SELAM
From: gulseni.raz13@gmail.com
To: terzibaba13@hotmail.comHayırlı günler Efendi Babacığım, uyarınız doğrultusunda yavaş yavaş bütün günlerimi insanlarla doldurma girişimlerine başladım. Ancak kadın muhabbetlerini oldum olası becerememişimdir. Gene Allah kelamı edilecek meclisler oluşturmaya gayret ediyorum. O yüzden halk içinde olmak ayrı bir seyir ayrı bir bakış katacaktır diye umut etmeye çalışıyorum. Ancak gene de temkinli yaklaşıyorum…mesafe koyuyor DOĞUM: Âlem-i gaybda (a’dem,) izâfî yoklukta, bâtında, mevcûd olan a’yân-ı sâbite terkibinin vakti geldiğinde, âlemi şehâdette (müşâhede âleminde) zuhûra gelerek seyrini sürdürmeye başlaması-na DOĞUM denmektedir. Nefis aktarından çıkmak ise, İlâh-i eğitim (seyr-ü sülûk) neticesinde "emmâre, levvâme, mülhime, mutmeinne, râdiye, mardiyye, safiyye" mertebelerini ve duygusal yaşamı Zuhurat 1: Kur’an talim ettiriliyor…özellikle ‘’enzelte hu’’ defalarca tekrarlattırılıyor…mahreçleri düzgün çıkartmam isteniyor bunun önemi defalarca bana söyletmeleriyle vurgulanıyor…’’EN’’, ‘’ZEL’’,’’TE’’, ‘’HU’’ sanki her birinin ayrı bir anlamı varmışçasına, sanki bu bir başka dil ve bana o dili öğretmeye çalışır gibi ayrı ayrı her biri üzerinde duruluyor…Zuhuratta fark ediyorum ki Arapça görünenin altında ses gruplarından oluşan ayrı bir dil var..Ve bu benim bildiğim ama unuttuğum bir dil..Bu dili kullanırken sesim çok değişik çıkıyor..Bu dünyaya ait değil gibi…Sanki bunlar birer şifre veya kordinat gibi. Bu yüzden mahreçleri doğru çıkartmak, doğru tuşlara basmak ve manayı harekete geçirmek gibi bir silsileye yol açıyor…Zuhuratla ilgili içime EMİN’lik geliyor…vesveseye kapılmıyorum..daha sonra Kur’anı dinleyişim ve okuyuşum değişiyor…ses grupları, heceler, hatta hurufu mukatta olarak dinlemeye ve görmeye başlıyorum. Konuşmayı yeni öğrenen bir çocuk gibi ...müthiş bir ahenk var. Zuhurat 2: Suyu değiştirmeye gelmişler…damacananın dibinde kalan suya bakıp ‘’Bu bulanık suyu içmeyin artık’’ diyor. Ve kalan suyu da filtreden geçirip pırıl pırıl bir su haline getiriyor..Bundan sonra bu sudan iç diyor..Bir bardak yeni sudan kana kana içiyAllah sizden razı olsun başımızdan sizleri eksik etmesin. Anneminde sizin de ellerinizden öper selam ederiz. Saygın, çocuklar ve büyüklerin de selamı var. Sizi, mananızı çok düşünür oldum..Varlığınız için şükretmekten acizim. Selam ile.Levvame Kızınız Nilgün.
aşmak sûretiyle oluşmaktadır. Çünkü âlemin cismi, hakkın zâhiridir; ve Hakk âlemin rûhu ve bâtınıdır. Ve hayat, semî, basar, irâde, kudret, kelâm ve tekvîn Hakk’ın sıfatlarıdır. Ve aynı şekilde insanın cismi, insanın zâhiridir. Ve rûhu o cismin bâtınıdır. İnsanda bu sayılan esmâlar ve sıfatlarla vasıflanmıştıır. İnsanda bilinçli yada bilinçsiz yaşar.
YAŞADILAR: Fakat bu yolda bilinçlenmeye başlandığında yapılan ibadetler (namazlar, oruçlar, zikirler, sohbetler v.s.), şuurlu olmak kaydıyla, hep beden dünyasının aktarından çıkmak içindir. Toprak, su, ateş, hava unsurundan ibaret olan beden dünyamız gaflette olduğumuz sürece bizi kendi içinde hapiste tutmaktadır. Kurtuluşu, Sûre-i Yusuf’ta kuyudan ve hapisten kurtuluş hâdisesini çok iyi idrâk etmektir.
"Külli şey'in helikun" âyetinde belirtilen "şey'iyyetin" yani eşyanın hakîkatini anlamak sûretiyle olmaktadır. İşte İnsân-ı Kâmil'den kim bu yardımı almışsa, ona gücü ulaşmış ve o güçle nefs aktarını aşmış olur.
"Senürihim ayatina fiyl âfâki ve fiy enfüsihim hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakku (tâ ki, kesin O’nun Hakk olduğu onlar için tebeyyün edinceye kadar âfâkta ve kendi enfüslerindeki âyetlerimizi yakında göstereceğiz.)
Yukarıdaki âyette belirtilen mânâ 7 mertebe ve 8 "Hazarât-ı Hamse (5 hazret mertebesi)" yani, 2 adet 4; biri zâhir, biri bâtını ifade eder. Ulûhiyyet’teki zâtının, ef’âl mertebesindeki 4 hakîkati ve bir de zâtının kendi içindeki 4 mertebesini işaret eder. Burada olduğu gibi bizim kendimizde de bulunan zâhirî 4 hakîkati ve bâtınî 4 hakîkati işaret eder. Bu yolda yolcu önce 7 nefs mertebesini, sonra 5 hazret mertebesini geçer. Böylece ef’âl, esmâ, sıfat mertebelerini müşâhede eder ve beden dünyasının hiç sebepsiz zuhûra çıkmamış olduğunun idrâkına varır. Kendindeki zuhûrların zât-i âyetlerin zuhûru olduğunu müşâhede eder.
Bu oluşumun, yani dirilişinin, meydana gelmesi ancak "ALLAH" (c.c)’ın izni ile oluşumun içindeki "ve nefahtü" (15/29)’nun faaliyete geçmesi ile mümkün olur. Ve yolcu yavaş, yavaş geçmesi gereken aşamaları geçerek mir’aca doğru yol almaya başlar.
ÖLDÜRDÜLER: Bu Dünya'da her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu beden elbiselerimiz de ölümle son bulmaktadır. Hakk dilerse kulunu ÎKÂN'a ulaştırır. Ve bu, Âdem sûretiyle yeryüzüne indikten sonra Âdemiyyet hakîkatlerini idrâk ederek geldiğimiz yoldan tekrar Hakîkat-i Muhammediyye’ye fenâ fillâh’a urûc etmektir. Rûh aktarından çıkmak ise ilâhî eğitim ile seyr-ü sülûk’a devam etmek ve Hazarât-ı Hamse (5 hazret) mertebesini aşmak sûretiyle mümkün olabilmektedir. Yâ’sîn Sûresi’nin 36. âyetinde şöyle hitab ediliyor: "Şüphe yok ki, biz ölüleri diriltiriz ve onların yaptıkları her işi ve eserlerini yazarız. Ve zâten her şeyi pek apaçık bildirilen bir levh-i mahfuzda yazmışızdır." Yani: "Yaşayan ölüleri biz diriltiriz, diriltme ve öldürme ALLAH'a aittir. Kim ki bir kimseyi mânen diriltmiştir, O ULÛHİYYET'in “Hay” sıfatının zuhûr mahali olmuştur. Bu hitap yaşayan ölüleredir. tevhîd erbabından bazıları, kendi şühüdlarında tümü yok olur. Bu şühüdde yok olmayı elden hiç kaçırmamak, varlıktan hiçbir şeyin kendilerinde kalmamasını isterler. Kendilerine “ben” demeyi küfür bilirler. Bunlara göre en son mertebe (FENÂ) mertebesidir. Yani yokluktur. Müşâhedeyi bile bir bağlılık bilirler. Bunlardan bazıları, "a’dem olmak, hiç geri dönmemek istiyorum," buyurmuşlardır. Varlığı hiç istemezler, muhabbete fedâ olmuşlardır. Bir Hadîs-i Kudsî’de şöyle buyruluyor: "Öldürdüğüme karşılık olarak, kendimi veririm.” İşte öldürülenler bunlardır.
ÖLDÜLER: Kendi zâtının ve âlemdeki bütün zâtların aslında Allah'ın zâtından başka birşey olmadığını idrâk eder. İzâfi varlığını kaybetmiş, Hakkani varlığının zâtını bulmuştur. Allah’ın (c.c) "ÎKÂN" mertebe-i lütfuna ulaşmıştır. "Ölmeden evvel ölünüz!" hadîs-i şerifinin hakîkatının sırrına mazhardırlar. Hakîkat ehli fenafillâh’tan bakâ-billâha ulaşarak, kendi irâdelerini tamamen Allah'ın irâdesine terk etmişlerdir. Hakka’l yakîn'a ulaşanlardır. Yükselişimizin devamını diliyor-sak...
"ALLAH" esmâsının zuhûru bütün âlemlerde geçerli ve bu zuhûrun âlemler üstüde bir özelliği olduğundan, dileyen ve dilenende "ALLAH" ismi mânen zuhûra gelirse o kimse bu âlemlerin kutrundan çıkmış olur. Böylece mi’rac hakîkatini idrâk eder. Hadîs-i şerîfte, "benim Allah ile öyle bir anım olur ki, oraya ne bir melek-i mukarreb ne de bir nebî-i mürsel giremez," diye ifade edilmiştir. Yani, meseleye Vahdet-i Vücûd (vücûdun birliği) yönüyle baktığımızda, bütün bu âlemler Hakk’ın varlığına Hakk’ın vücûduyla mevcûd olduklarından, Cenâb-ı Hakk görevli olarak oradan alır İNSÂN-I KÂMİL olarak âlemi kucaklatır. Yâ’sîn Sûresi’deki "Sîn" kelimesinin gerçeğine ulaştırır. Yani "Sîn", Mertebe-i Muhammeddiyye hakîkatinde (ki Kâmil İnsân’dır) kendinden kendine hitâp etmektedir. Bu çıkış bâtınî olarak, beşerî anlayaşımızdan, şey'iyet ve men'iyetimizden çıkmaktır. Vakti gelince de Allah’ın (c.c.) huzûruna fiziki beden ile de kavuşmaktır.
CEDDi: Kûran-ı Kerîm’in içindekilerin ve peygamberlerin, nebîler-in ve kendinden önceki gelenlerin hakîkatlerini bildirenlerin izinde gide-rek, yaşantılarını idrâk ederek, onların yoluna girmiş ve ceddinin geçtiği yollardan kendisi de geçmiştir. Efendi Babam’ın bir sohbetinde şöyle de-diğini işitmiştim: "Bir kimsenin yolu bu yolda uzun sürerse de ulaşması 20-25 senesini alır.” İnşeallah bizler de "Rabbin’e dön!" (89/28) hitâbı gelmeden, biz kendimizi O'na döndürelim ki, bu hitab geldiğinde bizi zorlamasın.
HATIRALARI : Hayatın her türlü cilvesine, zorluğuna rağmen, her şeyi ile bu Hakîkat-i Muhammediyye yolunda olumlu ve olumsuz-luklarla yaşanan ve ayrıca çok önemli ipuçları bırakarak bizlere mesajlar vererek anlatılan hayat hikâyelerinin notları ve küçük risâleleridir.
İKİ ESER ÇIKMASI: Biri Kûrân-ı Kerîm'den bizlere iletilen hakî-kat ilimleri ve bilgileri; diğeri ise; Kûran-ı Kerîm'de ilim ve bilgileri alıp uygulayarak yaşadığı hayattan bizlere yol göstermek istemesidir. Hayat "uzun" olsa da özde Kûrân-ı yaşamak "kısa"dır. Cenâb-ı Hak bize tanımış olduğu ömür süresinde dünya hayatı ve sermayesini onun yolunda kul-lanmamızı nasip etsin. "Aydınlanmak" için, gönül penceremizi O'na açalım... "Huzura kavuşmak" için, O'nu yaşayalım... "Kendimizle barışık olmak" için, O'nun irfân sofralarına oturalım... "Madde ve mânâ plânımızı" O'nun kalemiyle çizelim... "Fikir binamızı" O'nun düşünce temelleri üzerine kuralım.
Efendi Babam! O ki bizlere yüksek idrâklerini ayna olarak yan-sıtan nezaketen, tevâzu, edep ve asâletin simgesi ile insanlık adına en yüce değerlerin ve güzel ahlâkın örneğidir.
Şimdi gelelim bu hikâyeyi anlatmak istediklerini araştırırken yaşadık-larıma:
İlk gece yakaza hâlinde: Efendi Babam benim önümde ve üzerinde öyle çok parlayan ışıldayan demirden bir "zırh" var ki, yüzünü son anda görebildim ve bana, "ZIRH," dedi kayboldu.
Başka bir gece yine yakaza hâlinde: ben başımda beyaz örtü ile "Necati Amca" diye seslenirken Efendi Babam hemen karşımda bembeyaz biraz uzun sakallı hâliyle zuhûr etti.
Hikâyeyi yazarken "öldürdüler" kısmında resmen öldüm ve geri geldim. Yazarken göğsümden beynime doğru şimşek hızıyla bir ağırlık yükseldi, kulaklarımda çok şiddetli bir yankılanma oldu ve gözlerim görmedi. Dışarıda olan konuşmaları duymuyor ve kimseyi görmüyor-dum. O anda yok oldum, hiçbir şey hissetmiyordum. Kalbimin atması da durdu. Saliseler sonra, yavaş yavaş kulaklarım açıldı ve yükselen o ağır-lık göğsüme doğru inmeye başladı, fakat kalbim çok şiddetli attı. Hemen kolonya getirdiler. Ailem olanları farkına varmıştı. Ancak ben kimseye bir şey belli etmeden yazımı yazmaya devam ettim. Yazım bitmişti ama zuhûrâtlar sebebiyle tekrar araştırmaya başladım.
ZIRH: Savaşlarda ok, kılıç, süngü gibi silâhlardan korunmak için giyilen demir ve tel levhalardan yapılmış giysidir. Bâtınî mânâsı idrâkım-ca; Efendi Babam’ın giymesi, onun madde ve mânâ âleminden gelecek her türlü düşmanlardan, zarar ve olumsuzluklardan Allah (c.c.) tarafın-dan korunmaya alınmış olmasıdır. Efendi Babam’a enfüsî ve âfâkî hiçbir şey zarar veremez ve etkilemez. Rabbi'nin katındadır.
NECATİ AMCA: "NECÂT" kurtuluş, kurtuluşa erme, halâs olma, selâmete erme gibi mânâlara gelmektedir. "Necât" kelimesi ise 40. sûrenin 41. âyetinde şöyle geçmektedir: "...ve ya kavmi maleyi ed'uküm ilennecati ve ted'uneniy ilennari." Meâlen, "Ey milletim! Ne tuhaftır ki ben sizi necât’a (kurtuluşa) çağırıyorum. Ancak siz beni nâra (ateşe) davet ediyorsunuz." "Necdet"in aslı Necât'tır. Necât'tan gelen bir isimdir. "Necdet", Nûru-u İlâhi’de Cemâlullah’ın tevhîd üzere bilinip seyredilmesinin delilidir. "Necât" ise bütün mertebelerde Hakîkat-ı Muhammedî üzere kurtuluşa erdiren, selâmete götüren demektir. Bâtınî mânâsı idrâkımca; Necât isteyen, Necdet Babam’ın izinden giden kurtuluşa erer. Himmeti ve himâyesi altına girer.
ALLAH'ım! Necât'ı hepimizin üzerinde eyle... ÂMÎN. (Allah Efendi Babam’a uzun ömürler versin!) Yazımı yazarken kalemim içimdeki sesi de yazıverdi: "Benim elimden bir Necât'tı tutan, Zırh'ına aldı beni, Terzi Babam’dı bana kapıyı açan." Efendi Babam’ın himmeti ve bizlere sunduğu ilim irfân ile Hamken olgunlaştırıyor, olgunlaşınca Pişiyor ve pişerken bâzen de Yakıyor. Elhamdülillâh.
Tarihçi olan Efendi Babam: İlme’l yakîn.
Yazar olan Efendi Babam: Ayne’l yakîn.
Nesillere aktaran Efendi Babam: Hakka’l yakîn.
Îmân: İlme’l yakîn (Aklen ve naklen kesinlik ifade eden bilgidir.)
İhsân: Ayne’l yakîn ( Duyu organları ile elde edilen deney ve müşâhede ile sağlanan kesin bilgidir.)
Îkân: Hakka’l yakîn (İnsanın iç sezgi yoluyla, iç duygularla hissettiği kesin bilgidir. Tatmayan bilmez sözü bu gerçeği ifade eder. Nüket Annem’in ve sizin ellerinizden öpüyorum. Saygılarımla. Ha….. K…
(36) RE: HİKÂYE.
Za….. Ak….. 25 Ocak 2013 18:34:39
Aleyküm selâm Zâ…. Ay…. Nu…. Kızım. Yazını aldım, dosyasına aktardım. Ellerine, diline sağlık, güzel olmuş. Diğer yazılar da gelmeye devam ediyor, hepsi geldikten sonra düzenleyip bir dosya hâlinde her-kese göndereceğim İnşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Selâmün aleyküm Efendi Babacığım Nüket Anneciğim. Saygı ile eller-inizden öperim. Efendi Babacığım,
Hikâye o kadar derin ve hakîkatli ama, ben de bi o kadar câhilim. Yine de sizin isteğiniz olması dolayısı ile cevap yazmaya çalışacağım.
Hikâyeyi sizin ile değerlendirdim. Benim padişahım olan sizin bizden, bizde bulunan kesretten yine bizdeki vahdete olan yolculuk çalışması bu.
Tarihçilerin üç kere gelişi: birinci geliş ilme’l, ikinci geliş ayne’l, üçüncüsü ise hakka’l yakîn geliştir, yani kesretten vahdete.
Dikkatimi çeken, başta padişah, “kısa olsun,” demiyor. Ecdâdlar biliniyor ve bırakılıyor, çünkü yolculuk tekliğe doğrudur. Teferruat ağır-lıktır, özü hakîkati lâtifliktir, çabuk ve kolay gidilir.
Tabi bu çalışmaların çok uzun sürdüğüde padişahın yaşlanması ile bize bildirilmiştir.
“DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER” sözünü şöyle ele almak istiyorum: “DOĞDULAR, ÖLDÜLER, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜ-LER.”
Siz padişahımızın: bedenen ''doğmanız'' hakîkate doğmak için, ''ölmeniz'' tekrar doğarak hakîkatte ''yaşamanız'', bizlerdeki nefsaniyeti ve hayvaniyeti ''öldürdüler'' hükmü ile öldürmeniz.
Kelimelere ancak bu kadarını dökebildim, muhabbetlerimi sunuyor-um. Hoşçakalın.
(37) RE: HİKÂYE.
Ya….. At….. 26 Ocak2013 10:55:16
Hayırlı günler Ya….. Kızım. Yazıların güzel olmuş. Eline, diline sağlık. Dosyasına aktaracağım. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Hayırlı günler Babacığım. Göndermiş olduğunuz konu biz fakîr kulların yaşam seyrinin çok gibi gözüküp, hakîkatiyle dört mertebeden bizlere hitap etmekte. Daha evvelce hayatta kalmak için yaşıyorduk. Tâ ki siz Allah dostlarını tanıyana kadar. Babacığım siz bizlere nefsimizi tanıma, “kimiz? niçin bu dünyadayız?” anlama, imkânını bizlere sundu-nuz. Sizden ve Annem’den Allah râzı olsun. Dilimin döndüğü kadar bir-iki satır yazmak istiyorum makbulünüzdür İnşeallah. Daha önce size yaz-mak isteyip de gönderemediğim duygularımı yazıyorum. Eğer farkında olmadan sizi üzecek bir kelime yazmışsam beni affedin.
HAYAT SEYRİ
Bir yaz tatili dönüşüydü. Ailem bir el tutmuş, yol ehli olmuşlardı. Bana da her seferinde ısrar edip, beni de kendi yollarına davet edi-yorlardı. Tabi ki bende her seferinde kaçıyordum. Yine bir tatil dönüşüy-dü kendi eksikliğimi fark edip ben de bir el tutmalıydım. Başladım ara-maya. Arkadaşım Z….’ye gittim, sağolsun o da beni bir guruba gönderdi. Gidip gelmeye başladım. “Kendi kendime benim istediğim bu değil,” diye konuşmaya başladım. Tekrar arayış içindeyim. Arkadaşım Z…’ye, “zikirli bir yol istiyorum, kendi hâlimden kendim de memnun değilim,” dedim. Bana tavsiye edeceği bir yer varmış, sağolsun. Beni yolumuzun görev-lisiyle tanıştırdı. Gruba çok ısınmıştım, “tam benim aradığım bu,” demiştim. İlk gün ayaklarım yere basmamıştı, sanki havada yürüyor-dum. Bir müddet eğitimden sonra Efendi Babamlar’la tanışma ve ilminden faydalanma imkânı oldu.
Allah, Babam’dan Annem’den râzı olsun! Hayatın gerçeklerini, olayların hakîkatlerini bizlere bir bir işlediler. Bizler de elimizden geldiği kadar bedenimize nüfûz etmeye çalıştık. “İlim sonsuzdur,” dediklerinde, evvelâ kelimelerin çokluğu aklıma gelirdi. Efendi Babam ilmi mânânın içinde kendimizi bulmaya yardımcı oldu. Bizler de nefsimizi tanıma imkânı bulduk. Yolumuzun gereği bizlere verilen âyetlerle nefislerimizin üzerinde bulunan fazlalıklardan kurtulmaya çalışıyoruz. “Külli nefsin zaikatül mevt” tadanlardan olalım! Bu tadıştan sonra her birerlerimiz gerçek kimliklerimize ulaşalım. Efendi Babam’ın himmetiyle...
Babamla Annem için yazmış olduğum iki dörtlük:
CÂN İLE CÂNÂN
Bilemedim kıymetinizi affeyleyin beni,
Seyir ile seyrettim kendi kendimi,
Bu doğru yolu bulduğumdan beri,
Kelime-i Tevhîd ile temizledim kendimi.
İzâ câe nasrullâhi dedi Allah,
Karşıma çıkardı iki Rasûlüllah,
Elime verdi kırbacı dedi yâ Allah, yâ Allah,
Şükürler olsun sana yüce Allah,
Çöz Allahım bu fakîrin dilini,
Döksün içindeki sevgiyi,
İlim irfân öğreten bu iki kişiyi,
Övsün, övsün ya Rasûlüllah.
Ne zaman karşımda görsem sizi,
Elim ayağım kesilir dizi dizi.
Ne dinlemeye doyar kulaklarım sizi,
Ne görmeye doyar gözlerim sizi.
Bâtın zâhir nedir bilmezdim,
Sıfatını esmâsını görmezdim,
Allah’ın eli nedir bilmezdim,
Duyur, duyur ya Rasûlüllah.
DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRÜLDÜLER, ÖLDÜLER.
RÜ’YET
Her birerlerimizin a’yan-ı sâbitemiz gereği esmâ âleminin beden üze-rinde fa’âliyyetlerini sürdürdüğümü, bu fa’âliyyetlerin kendi nefsimize mal edilmemesi gerektiğini ve Cenâb-ı Hakk’ın gözetiminde olduğunu bilmesi. Bu dünya bir oyun sahnesi, kul olarak bizlere verilen görevleri Allah’ın istediği şekilde yerine getirmemiz. Efendi Babam’dan Allah râzı olsun. Söyleyecek başka bir şey bulamıyorum.
Nüket Annem’e selâm eder, hürmetle ellerinizden öperim...
(38) RE: KANDİL KUTLAMASI.
Gü…... Ra…. 25 Ocak 2013 17:37:02
Hayırlı akşamlar Ni…… Kızım. Yazıya aktardığın duyuşların güzel olmuş, eline, gönlüne, sağlık. Zâhir ehli kendilerinden çok uzakta zannettikleri, ötelerde bildikleri, Sûret-i Muhammedî’nin Arap kavmi içinden geldiğini, âyetin kendilerine bildirdiğini zannederler. Sûreten hâdise zâten öyledir; zâten öyle olan bir şeyi de zikremenin gereği de yoktur. Buna "malûmu ilân" denir yeni bir şey değildir. O halde bu âyet neden bu şekilde ifade edildi? Bu yolla hakîkat ehli olmayan perdelendi, ehli olan da perdelenmedi. “Düşündüklerin çok güzel,” desem nefsin pay alır, “güzel değil,” desem gönlün burkulur. O halde sadece “güzel diyeyim” de her ikisi için vasat, orta yol olsun. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
….ve innehu bismillâhir rahmânir rahîm( Neml 30)
“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleyküm bil mu’minîne raûfun rahîm (rahîmun).” (Tevbe 128)
Kandil ve üstteki âyeti mırıldanıyorum… Beni hep çok etkilemiştir. Ancak bu sefer sesler ve mahreçler olarak dinliyorum.. Özellikle “min enfusikum” kısmından sesler beni sanki çekip bir yere götürmek ister gibi. Tekrar tekrar “min’’, “enfus’’, “i’’, ’’kum’’ sesleri üzerinden helezoni bir girdaba kapılmış gibiyim. Meâline bakıyorum. “Sizin içinizden, sizin aranızdan’’ diye çevirmişler ancak buradaki “enfus" beni “tâ’’ enfusüm-den yakalıyor. Aranızdan demek değil, bâtınınızdan, iç âleminizden, özünüzden, “ta” kendinizden, nefsinizden diyor sanki, veya ben öyle duyuyorum. Dışarıda bir şey yok. “TA’’ Muhammed (s.a.v.) benim içimden bana, benden bana, mânâsı mânâma şevkat ve merhamet ediyor. Ben kendime merhamet ediyorum.
Azîz olan bende. Bana “RA” “sûl” benden doğuyor. İçimdeki RAsûl’e sarılıyorum. o bana teker, teker bütün geçtiğim sûretleri gösteri-yor çünkü o mü’MİNlere pek düşkündür. Birlikte Âdem (a.s.) oluyoruz, af diliyoruz. Eyüp (a.s.) oluyoruz, akan suda şifalanıyoruz, arınıyoruz. “Çünkü o mü’minlere pek düşkündür. Sıkıntıya düşmemiz ona pek ağır gelir.” Davud (a.s.) ağaçlara ve hayvanlara ilâhî okurken ben orada bir taş mıydım yoksa bir çiçek mi? Ancak kesin olarak dinledim o ilâhîyi. Nûh (a.s.) oldum, bütün sûretlerden geçtim teker teker, hepsine ve hepsinden SELÂM eyledim… Hep elimin üzerinde onun eli var. Bütün o yollardan geçmiş ve geldiği yolu gerisin geri giden biriyim.
Meryem’im İsâ’sını doğuran. Mûsâ’yım ve asâyım… Tûr Dağı’nın ta kendisiyim. “Çünkü o mü’minlere pek düşkündür.’’ Canım Efendim! Hiç uzak değilmişsiniz bana meğer. Onca yolu beraber gitmişiz. Enfus’te BİRmişiz. Ah canım Efendim! Bugün kutlu doğum günümüzmüş. MüBArek olsun babacığım… BAyrama da erelim inşeallah.
Not: Aşk ile yazılmıştır. Affola! Levvâme Kızınız Ni…...
(39) RE: 2013 ÇALIŞMALARI.
En….. Ar…. 4 Şubat 2013 17:14
Hayırlı cum'alar En...ciğim, senin de cum'an hayırlı olsun. İki gündür İstanbul’da olduğumuzdan mail’lere bakmaya ancak fırsat bulabildim. Yazıların güzel olmuş, eline, diline sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Hayırlı akşamlar. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Babanız.
NOT= Fransa’dan gelen Âd…. ile tanışmanız güzel olmuş. O bahsetti. Gelince yine görüşürsünüz, İnşeallah.
*************
Selâmün aleyküm Efendi Babacığım, hayırlı cum’alar dilerim. İki çalışmayı da ekte gönderdim.
DUYDULAR, UYDULAR, UYUDULAR, UYANDIRILDILAR.
Selâmün aleyküm Terzi Babacığım.
Bizleri yeni bir çalışmaya yönelttiğiniz için çok teşekkür eder, hürmetle ellerinizden öperim. Gönderdiğiniz yazıda ifade ettiğiniz gibi bu çalışmalar her bir kardeşimizde birer şahsî kimlik oluşturma, “neyim, kimim?” sorularının cevaplarını idrâk etme çalışmalarıdır. Bu çalışmalarla bizdeki birikimleri, oluşumları oraya çıkarmaya, ifade etmeye çalışıyoruz. Bir araya toplanan farklı çalışmalarla, farklı ifâdeleri görmekle de düşünme ve görüş ufkumuzu genişletiyoruz. Ayrıca her çalışma ile de yırttığımız perdeler oluyor. Gelelim dört kelimelik bir cümle ile anlatılan hayat hikâyesini bizim hangi ve nasıl bir cümle ile düzenleyeceğimiz konusuna...
Hikâyeden ve sonucu ifade eden dört kelimelik cümleden anlaşılan, insanın dünyaya gelişi, dünyadan ayrılışı ve ikisi arasındaki hayatı anlatıp, ifâde edilmektedir. Bu durumu da yazdıran ve yazanların kendi yönlerinden düşündüğümüzde çok sayıda ciltler oluşturan yazılar, sonunda güzel bir dört kelimelik cümle oluşturur:
“Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler ”
Yunus Emre bir beyitinde:
Ana rahminden geldim pazara
Bir kefen alıp dürdüm mezara,
diyerek dünya hayatının bir yönünü belirtir. Kısaca, “dünyaya ait olanlardan götürülebilecek eşya ancak kefendir,” diyerek yapılan amellerin dünya ve dünyalıklar ile sınırlamasına dikkat çeker. Ancak her haldekileri de hoş görür. Zîrâ o, hakîkatleri Ulûhiyyet mertebesinden okumuştur. Bu durumu da şöyle ifade eder:
Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik görürü,
Yaradılmışı hoş gördük,
Yaradandan dan ötürü.
Mevlânâ Hz.’leri de dünyanın bir geçiş yeri (berzah), gelip gidilen bir yer olduğu konusunda bizleri uyarır: “Her gelen eninde sonunda gider. Dünyanın tek eri olsan bile bir gün sen de gidersin tek tek gidenler gibi.”
Allah (c.c.) dünya hayatı hakkında şöyle buyurur: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir” (6/32). “Dünya hayatının misali semadan indirdiğimiz su gibidir” (10/24). “Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir” (29/64) ve (47/36). “Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs ve aranızda bir övünme mal ve evlatla, bir çokluk yarışından ibarettir.” (57/20).
Kudsî bir hadîste Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi murâd ettim. Âlemleri halk ettim. Beni bilsinler, tanısınlar diye onlarda tecellî ettim.”
İnsan açısından düşünüp, baktığımızda ise. İnsan yeryüzüne halîfe kılınandır. Allah Teâlâ Hz.’leri, peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: “Ey Âdemoğlu, eşyayı senin için halk ettim. Senide kendim için halk ettim. Senin için halk ettiğim eşyada, benim için olan gayeyi helâk etme.”
Cenâb-ı Hakk Kûr’ân-ı Kerîm’de (51/56), “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye halk ettim,” buyurur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise şöyle buyurur: “İnsanlar uykudadırlar. Öldüklerinde uyanırlar.”
Yunus Emre Hz.’leri de bir beyitinde, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm,” demektedir.
Söylenecek ve yazılacak elbette daha pek çok şey var. Ancak maksadımız konuyu uzatmak değil anlaşılmasını sağlamaktır. Bu açıklamalardan sonra konumuza dönüp kuracağımız cümleye gelelim.
Elbette birçok cümle kurabiliriz. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Geldiler, gördüler, göründüler, gittiler.
- Geldiler, oldular, bildiler, gittiler.
- Geldiler, aldılar, gittiler.
- Geldiler, aradılar, buldular, gittiler.
- Doğdular, kazandılar, kaybettiler, öldüler.
- Duydular, uydular, uyudular, uyandırıldılar.
Bunlardan en sondaki cümleyi gerekçeleri–açılımları ile birlikte yazalım: Duydular, uydular, uyudular, uyandırıldılar.
- Duydular: İlâhî ilim mertebesinde, a’yan-ı sâbitelerinde hakîkatlerine göre bulunurlarken, Hakk’ın “kün!” (ol!) hitâbına muhattap olmuşlar ve bu hitâbı duymalarından sonra, varlık sahnesine çıkmaları gerektiğini bilmişlerdir.
- Uydular: Duydukları hitâba uymuşlar ve hakîkatlerinin gereğine göre varlık kazanarak dünya sahnesine çıkmışlardır. Yani doğumları gerçekleşmiştir.
- Uyudular: Dünya hayatının gayesinden, Hakk’ın murâdından habersiz kaldılar. Amellerinin hakîkatini bilmediler. Dünya hayatının tabirini yapmayı düşünemediler. Uykuda gördükleri rüyanın tabiri ehli tarafından yapılır. Dünyanın tabiri de öyle.
- Uyandırıldılar: Yani dünyadaki ömürleri tamamlandı ve öldüler. Ölmeleri sonunda da dünyadaki hallerinin, amellerinin sûretleri kendilerine gösterildi. Böylece uyanmış oldular.
Söylediklerimizi toparlarsak, dünya imtihân olma yeridir. Güzel amel etme diyarıdır. Bilme ve müşâhede etme sahasıdır. Şehâdet âlemi-dir. Hakk’ın isimlerinin hükümlerinin faaliyet sahasıdır. O yüzden tecellî eden kim, tecellî edilen ne, perde ne, zâhir ve bâtın olan kim, bilmeliyiz. Hakîkatimizi idrâk etmeliyiz. Dünyada uyuyanlardan değil, uyanık olan-lardan olmalıyız. Nerede olursak, O bizimledir.
Evlâdınız En….. Ar….
(2) BÖLÜM. BİR AN, BİR BAKIŞ.
3 Temmuz gecesi bir yolculuk... Hani aslında insan ve bütün var olanlar hep yoldadır. Her biri yolcudur. Her yolcu, eceline doğru gider. Eceli de onu, “dönüş O’nadır,” hükmüyle O’na götürür. Geliş O’ndan, yolculuk O’nunla, varış yine O’nadır. Her şey yolcu olunca, her yolcunun da kendine has bir yolculuğu vardır. Şu var ki, yolculuk bir daire üzerin-de döner. Ancak bu daire üzerinde farklı duraklar ve farklı vasıtalar vardır. Dairenin başlangıç noktası ise bitiş noktasına bitişiktir. Yani yolculuk başladığı noktaya ulaşır. Bunun farkında olsak da olmasak da durum budur.
İnsanın dünya üzerindeki yolculuğu da Âdem (a.s.) ile başlamış, kıyamete doğru gidiyor. Nesiller ve sahnedekiler değişse de durum böyledir. İnsan fert olarak dünyada ömrünün yolculuğunu yaparken her nefesinde, her anında da yolcudur. Çünkü her anında yeni bir tecellî olmaktadır. Aldığı her nefeste içine bir şeyler çekerken, verdiği her nefeste ister bir söz olsun ister sözsüz bir nefes bir sûret oluştur-maktadır. Nefes sözlü ise sözün mânâsına uygun bir sûret olur. Söz güzelse ameli de yapılırsa sâlih amelden, HAK Teâlâ, bir binek halk edip sözü ve ameli yükseltir. Söz güzel değilse sûretlenir ancak yükselemez. Söz olmadan çıkan nefes ise gönlün hâline göre HAKK tarafından sûretlendirilir. Farkında olunsa da olunmasa da durum bundan ibarettir. Yani hep bir yolculuk bir gidiş vardır. Elbette söylenecekler bunlarla sınırlı değildir. Her sözün açılımları da vardır. Lâkin sözü özü ile bırakalım ve üç temmuz yolculuğumuzdan bahsedelim.
Evet, (03/07/2006) günü bir gece yolculuğu. Bir otobüse binmiş, Konya’dan Tekirdağ’ın Çorlu ilçesine yolculuk etmekteydim. Oradan da Tekirdağ’a geçecektim. Bu yolculuğa üniversite yıllarından arkadaşım, gönül dostum olan ve kimya mühendisi olan C. Ö. Kardeşim vesile olmuştu.
Kardeşim bir mürşidden bahsetmiş ve mürşidin yazdığı kitaplar-dan bazılarını da okumam için göndermişti. Kitapları okumaya başlayınca ara vermeden hepsini bitirdim. Söylemeliyim ki, gelen birkaç kitapta çok güzel hazineler buldum. Aralarında şiirlerden oluşan bir de DİVAN var idi. Ben de şiiri seven ve arada yazan biri idim. Üniversite yıllarımda da Yunus Emre şiirlerinin çoğunu ezberlemiştim. Öyle ki, dolaştığım yerler-de bile Yunus’tan şiirler okurdum. Hatta bir seferinde Çağırayım Mevlâm Seni şiirini okudum. Yürürken şiir bitince bu defa aynı tarzdan gönlüme gelenleri okumaya devam ettim.
Birkaç dörtlüğü şöyle idi:
Dallarda badem ile,
Her beni Âdem ile,
Ol fahri âlem ile,
Çağırayım mevlâm seni,
Enver deki sözler ile,
Her varlıkta özler ile,
Seni gören gözler ile,
Çağırayım mevlâm sen,
Kitaplardan elde ettiğim bilgiler ben de yeni ufuklar açarken, şiir yön-lerimizde bir yakınlık hissi oluşturdu. Gerçi, şiir hiç olmasa da bu yolcu-luk olacaktı.
Otobüs gecenin karanlığında yol alırken, düşüncelerimde hep bir aydınlanma vardı. Fazla uzatmayayım, sabah erken saatlerde Çorlu’ya vardık. Ve arkadaşımı aradım. Buluştuk. Hasret giderdik. İş yerine gittik. Öğleden sonra da Tekirdağ’a birlikte gittik. Klavuzum, yol göstericimdi.
Nihayet bir binanın merdivenlerinden çıktık ve bir kapıda zile dokunduk. Kapı açıldı ve buyrun diye davet edildik. İşte ne olduysa o vakit oldu. Kapıyı açan kimseye baktım. Bu bakışla birlikte gönlümde belki bütün varlığımda bir hal hissettim. Sanki bir ses duydum. Mânâsı şuydu;
- Aradığın bu.
Bir şey arıyor muydum? Onu da bilmiyordum. Bütün bedenimde de bir rahatlama bir huzur hâlinin yayıldığını hissettim. Bize kapıyı açan Terzi Baba idi. Selamlaşıp içeri girdik. Bizden başka bir kişi daha vardı. Tanıştık. Aslında yabancı değilmişiz. Yani rûhu bilişikliğimiz varmış.
Günlerden ise 4 temmuz idi artık. Yani (04/07/2006) günü idi.
Yolculuk dedim ya. O gün geri dönüş yolculuğumun dışında yeni bir yolculuğum daha başladı. TERZİ BABA ile olan yolculuğum. Elhamdü-lillâh.
Bu bir anın ve bir bakışın bana öğrettiği, gönlümde ve hâlimde yer eden bilgi ise Hz. Resulullah’ın bir soru üzerine verdiği şu cevap oldu: “Allah (c.c.) dostları görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir.”
Gönül kapısını açtı buyur etti içeri,
Yolculuk ettik içeriden de içeri,
Durmadan eder gayret çaba,
Biz evlâdıyız kendi TERZİ BABA,
Sözü fazla uzatmadan nokta diyelim. Terzi Baba’mın sunduğu elbiseden giyelim.
Hürmetlerimle Efendim, Evlâdınız En….
(40) RE: Bir hikâye bir yorum.
Al….. Bü…. 4 Şubat 2013 18:52:00
Aleyküm selâm Al….. Bü…. Oğlumuz. Gönderdiğiniz dosyayı indirdim, aldım, okudum. Her iki mevzû da güzel olmuş, elinize, dilinize sağlık. Aslî dosyasına kopyalayacağım, orada da yerini alacak. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Hoşçakalın. Efendi Babanız.
*************
S…A…. Efendi Babacığım, selâm ve hürmetlerimi iletir sizin ve Annem’in ellerinizden öperim. Dosyada hem hikâye yorumu var hem de hayatımız-dan bir bölüm yazısı.
BİR HİKÂYE BİR YORUM.
Padişah ve tarihçiler hikâyesi:
Dün bir dostumla sohbet ederken son zamanlarda kapalı gişe oynayan bir filmden söz etti. Ülkenin en meşhûr şovmenlerinden biri programını film olarak vizyona koyunca insanlar akın akın gider oldular. Biz zaman bulamadık, ancak gidenlerin anlattıklarından neredeyse seyretmiş gibi olduk.
Gidenlerin hepsinin söyledikleri ortak cümle: “Vallahi çok güldük.”
“Niye güldünüz? Ne anlattı ki?” dediğinizde ise aldığınız cevaplar sınırlı. Toplam 2.5 saatlik gösteriyi aklında kaldığı kadarıyla, kimi 3 dakikada kimi ise 5 dakikada özetleyiveriyor. Tabi bir yandan anlatıp bir yandan güldükleri için pek bir şey anlamıyorsunuz. Anlatanlar da durum-un farkında zâten. Son cümleler aynı: “Anlatamıyorum ki, gidip görmeli-siniz. Biz gittik güldük geldik.”
İşte Terzi Babam’ın “bir hikâye-bir yorum” sorularından biri olan padişah ve tarihçilerin yazdıkları hikâyesini okuyunca yukarıdakiler geldi aklıma. Özellikle son cümle, hayatın özeti gibi: “Gittik güldük geldik.”
Biraz tefekkür edince ortaya çıkan manzara şöylece özetlenebilir:
Dünya sinemasında her ne kadar herkes farklı bir filmin başrol oyuncusu olsa da, farkında değil belki ama, o kişi aynı zamanda birçok filmin yardımcı oyuncusu, figüranı vb. Yani tek bir film çevriliyor ama aynı anda gösterimde. Filmin bitişi beklenmiyor. Hem rolünüzü yapıyor, hem rol yapanları, yani filmi seyrediyorsunuz.
Aslında ortada birden fazla gözüken film olması da bir yanılgı, diye düşünüyorum. O farklı isimleri veren biziz. Dünya sinemasını diğer-lerinden ayıran özellik şu: Film seti ile sinema salonu aynı. Tek bir film var ortada:
Filmin adı: Hayat
Oyuncular: Başrolde İNSAN
Yardımcı oyuncular: Tüm varlıklar
Filmin senaryosu, yönetmeni, aldığı ya da alacağı ödül konusun-daki tefekkürü okuyucuya bırakarak yolumuza devam edelim.
İlginç olan şu ki, “Gittim gördüm, güldüm, döndüm,” diyenin farkında olmasa da yaptığı şey, kendi filmindeki rolünü oynamaktan başka bir şey yapmadığıdır. O seyrederken oynuyor, dönerken oynuyor, kısaca hep oynuyor. İşte bunun küçük bir örneği: Söz konusu filmden dönen bir başkası anlatıyor: “Abi, filmde oyuncuya güldüğümden daha çok yanımdaki kadına güldüm.”
Demek ki, “Hayat” filminde herkes oynuyor, herkes gülüyor. Buraya kadar “gülme” konusu üzerinden verdiğimiz örneği başka fiiller için de söylemek mümkündür tabi. Meselâ bir ölüm hâdisesinin arkasın-dan, “gittik, ağladık, geldik,” dediğimizi düşünelim. Ya da bir spor branşı için “gittik, oynadık, geldik.” Farklı bir cümle değil.
Buraya kadar düşünceden süzülenlerin özetini ise şöyle belirt-meli: Hayat üç kelimeden ibarettir. Genel anlamıyla herkes için söyler-sek: “Doğarız, yaşarız ve ölürüz.”
Eğer tevhîd gözlüğümüzü takarak, “Gâh çıkarım gökyüzüne sey-rederim âlemi,” makamından bakarsak özetimiz değişir tabi:
“Ayrıldık, ………………., kavuşacağız.” İşte bütün mesele bu. Boş-luğu doğru ve anlamlı bir şekilde doldurabilmek. Onun için buraya yazıl-ması gereken uygun kelimeyi de okuyucuya bırakıyorum. Çünkü bu boşluğu doldururken beşerî sıfatınız ne olursa olsun mühim değil, mühim olan yaptığınız şeyi iyi yapıp yapmadığınız. Yani en iyi oyuncu ödülüyse murâdımız, diğer bir deyişle en iyi kul ödülüyse beklediğimiz, her role ve onu verene şükretmektir vazifemiz. Ödül için role soyunmak da ayrıca tartışılabilir bir mevzûdur.
Sürç-i lisan ettimse affola.
Böyle bir düşünce tefekkürünü nasip eden Allah’a şükürler olsun. Bizi bu tefekküre sevkeden Terzi Babam’a da sonsuz teşekkürler ediyor, saygılarımı sunuyorum.
KENDİ HAYATIMDAN: AİLEME BİR TERBİYE TOKADI
Etkisinden yavaş yavaş kurtulmaya çalıştığım bir yolcu uğurlama hâdisesinden bahsetmek istiyorum. Ailenin en küçük çocuğu olarak -ki 50 yaşımdayım- bugüne dek büyük bir acı yaşamamış, birinci dercede bir yakınımı Hak’ka uğurlamamış olmak, gerek benim gerekse diğer kardeşlerimin Allaha şükredeceği bir konu gibi gözüküyor beşer gözüne. Hakîkat bu mudur? Her şeyi en iyi bilen Cenâb-ı Allahtır. Bizler ise cüz’î aklımızla seviniyoruz sadece.
Biraz tefekkür edince başka şeyler görebiliyor insan. Öyle ya, genç yaşta, hatta çocukken anne babasını kaybedenler ya da ilk evlâdını doyasıya koklayamadan toprağa verenler, tek evlâdının şehâdet şerbeti-ni içişine şâhit olanlar, Allah’a şükretmeyecekler mi? İnceden düşününce yapılacak dua şu olsa gerek: “Rabbim, gizli ve açık her türlü şirkten muhafaza buyursun.”
Erkek-bayan her birimiz için bir model olan babamız, 82 yıl acısıyla tatlısıyla yaşadığı dünya hayatının son dönemecine geldiğinde tökezle-meler hızlanmış, üst üste gelen iki kalp krizi babamızı yoğun bakıma mahkûm etmişti. Yıllar önce yaşadığı ilk krizden sonra kalbe takılan stentle hayatını tamamlama kararını o zamandan almış, ameliyat olmayı reddetmişti.
Son dönemde yaşadığı ilk kriz sonrasında koca üniversitenin yoğun bakımında sessiz sedasız yatan o heybetli adam bizim babamız olamazdı. Bizim babamız her zaman canlı ve dinamikti. Doktoru sevmez, hastaneden hoşlanmazdı. Bırakın orada günlerce soluksuz yatmayı birkaç dakikalık muayene süreci bile sıkardı onu. Bize Allah’ı, peygam-beri, doğruluk ve dürüstlüğü öğretirken, takdir-i İlâh-i kavramını da anlatırdı. Çoğu kez anlattıklarını bir hikâyeyle süsler ve cümlelerinin ekserisini “Allah’ın dediği olur” diye bitirirdi. Fazlaca kaderciydi kısaca.
Şimdi ise nefessiz yatıyordu. Doktorların söylediğine göre ise makineye bağlı olarak tutunuyordu hayata. Ne annemizin ne de hiçbir kardeşin ağzını bıçak açmıyor, bunun bir Hakk’a yürüyüş hazırlığı oldu-ğunu kimse dillendiremiyor, hatta düşünmek bile istemiyordu. Dualar hep onun yine başımızda bir müddet daha kalması, hayat tutunması içindi.
“Bana dua edin, icabet edeyim” diyen Rabbim bizim dualarımızı da kabul etti. 15-20 gün kadar yoğun bakım sürecinin ardından birkaç günlük servis bakımı ve eve dönüş. Ama 20-30 kilo vermiş olarak, lavaboya bile tek başına gidemeyecek halde. Şimdi sıra duası kabul olanlarda. Ona gereği gibi bakıp, geceleri sırayla uykusuz kalıp, onun çocuksu kaprislerine aldırmayıp güç kazanmakta.
Babamız, her sözü dinlenir, her düşüncesine önem verilir biriydi. Öğretmenliğin vermiş olduğu, “biliyorum ve dediğim doğrudur,” edası hayatının bu son demlerinde onu en çok hırpalayan husûs olmuştu. Öyle ya 2 çocuğunun kollarında tuvalet ihtiyacını giderip, temizlik için de onlardan yardım almak hastalığın en acı yönüydü ona göre. Bunu bakış-larından ve sabır çekişinden anlamamak mümkün değildi.
Kardeşlerin hiçbiri hasta bakmanın zorluğunu bu kadar kısa süre-de anlayabileceklerini düşünmemişlerdi. Bu süreçte yaşanan zorluklar yapılan duaları yeniden akla getirdi. Ailesinden istediğini zorla alan şımarık çocuklar gibi Rabbimiz’in karşısında boyun bükmüş bir halde iken ailemizin direği konumunda olan en büyük abimiz babamızın eve geliş-inden birkaç gün sonra mahalle pazarında yığılıp kalmış, ambulansın 2-3 dakikada gelip hastaneye yetiştirmesi sonucunda kalp krizi teşhisi ile ameliyata alınmıştı. Hastanın başındaki yakını olarak doktorun beni bir kenara çekerek, “her sonuca hazır olun,” dediği anda son günlerde yaşanılanları, bir tefekkür zinciri içinde bağladım birbirine. Hele de babamın boşalttığı yoğun bakım yatağında onu yatarken görünce tevâfuk nedir, daha iyi anladım.
Herkesin anlaması gereken bir şey vardı. Rabbim’in terbiye metodu şuydu: Îkâz edilirsin, ısrarcı olursan îkâzın şekli değişir. Yani kim hangi dilden anlıyorsa terbiyesi o yönlü olur.
Sıralı ölüme râzı olmayana sırasızı mı gelir? Rabbim bu duygularla bizi şöyle bir salladı sanki. Sonra olması gerekenler oldu. Babamız birkaç ay daha bizimle oldu. Yürümeye başladı. Soframızda yine baştâcımız oldu. Ailemizin her ferdi anladı ki, onun ve abimizin yaşadıklarıyla bize bir mesaj verilmişti. Ne mutlu Rableri’nin mesajını alanlardan olanlara.
Yolcu yolundan kalmazdı elbet. Bizimki de öyle oldu. Bizi kırmadı birkaç ay erteledi yolculuğunu. Ama 4 ay kadar sonra yeni bir krizle ayrıldı evden. Kapattı gözlerini tam 47 gün. Adım adım uğurladı önce tüm organlarını, böbrek karaciğer vs. O üzerine düşeni yapmış, “Allah’a ısmarladık,” demişti. Şimdi geride kalanlara düşen, “güle güle,” demekti. Artık herkes hazırdı. Dillendirmese de, konduramasa da. Allahım ne güzel hazırladın bizi yolcudan ayrılmaya. Yolcu yolunda gerek. Mekânı cennet olsun.
Sonuç olarak, yaşadıklarımız her ne olursa olsun bilelim ki, biz görsek de görmesek de, anlasak da anlamasak da, HER ŞEY MÜKEMMEL.
Selâm ve dua ile.
(41) RE: Bir hikâye bir yorum.
Us….. Kı…. yazısı 4 Şubat 2013 19:05:24
Aleyküm selâm. Al….. Bü….. Kardeşim. Us…. Kı….’ın yazısını da indirdim, okudum. O da güzel olmuş, ellerine, diline sağlık. Onu da aynı dosyada yerine aktaracağım. Böylece her gelen yazı ile dosya daha da zenginleşiyor. Böylece herkes herkesin değerlendirmesini görüp birlikte fikir oluşturmanın zenginliğini görüp değerlendirmiş olacaktır. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Nüket Anneniz’in de selâmları vardır. Hoşçakalın. Efendi Babanız.
*************
S…. A…. Efendi Babacığım, selâm ve hürmetlerimi iletir, sizin ve Annem’in ellerinizden öperim. Us…. Kı….’ın yazılarını gönderiyorum. Bu dosyada da hem hikâye yorumu var hem de hayatımızdan bir bölüm yazısı. Hayırlı geceler.
BİR HİKÂYE BİR YORUM.
Padişah ve tarihçiler hikâyesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
İrfân mektebine girmeden önce böyle bir soru sorulmuş olsaydı, “bu cümleyi aynen onaylıyorum,” derdim. Bu dünyada, gafletle yaşayanlar bir de irfâniyetiyle yaşayanlar olduğunu idrâk ettik. “Zuhûra geldiler, nefislerine zulüm ettiler, necât bulamadılar.”
Şehâdet âleminde zuhûra gelen birim nefis kayıtlanmalar, şartlanma-larla kendi hakîkatini ortaya getirememekte, dolayısıyla Hak’tan gâfil olmaktadır. Bu, nefse yapılan bir zulümdür. “Zuhûra geldiler, ölmeden önce öldüler, necât buldular.”
Necât bulup hür olabilmek için hayâl ve vehmin esaretinden, ka-yıtlılıktan kurtulmak gerekmektedir. Nefsin terbiye edilerek İlâhî benliği idrâk etmek, ancak Ârif-i Billâh’ın elini tutmakla mümkün olur. Böylece bu kişiler İnsân-ı Kâmil tarafından ilim ile uyandırılmış olur.
“Kim ki, ilm-i İlâh-î ile diridir, ebeden ölmez.” (Hadîs-i Kudsî)
03 ŞUBAT 2013
Us... Kızı Ma…..
KENDİ HAYATIMDAN
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yarım asırlık dünya hayatının beni en çok ilgilendiren bölümü, yaşadığım son 7,5 yıldır. Daha önce hayâl ve vehmin tesiriyle geçen süreyi hatırlamıyorum bile. Zihnimden tamamen silindi. Ancak tesâdüfen eskiye ait bir fotoğrafa bakarsam biraz hatırlıyorum. Efendi Babam’ın elini tuttuktan itibâren ölümden yaşama doğru bir yolculuk başladı. Bu yolculuğun başladığı zamanı doğum tarihim olarak kabul ediyorum.
3 yaşıma kadar Nüket Annem’i ve Terzi Babam’ı çok az görebildim. Beni etkileyen en önemli husûs, annemle babamın kardeşlerimle beni himayeleri altına almaları oldu. Üstelik verdikleri özel isimler aldığım en güzel hediyelerdi. Birlikte yaptığımız umre gezisinin etkisi hâlâ üzerim-de…
Yeniden beraberce umre yapabilmek ve irfâniyetimi geliştirip gönlü-me gelenleri kalemle kağıda dökebilmek İnşeallah nasip olur.
Efendi Babacığım ve Anneciğim, selâm ve hürmetlerimle ellerinizden öperim.
03 ŞUBAT 2013
Us… Kı… Ma….
(42) RE: Bir hikâye bir yorum.
A….. Er…. 6 Şubat 2013 01:12:31
S. A. Babacığım. Ay….. Ab….’ın yazdıklarını aşağıya yapıştırarak gön-deriyorum. Selâm ve hürmetlerimle sizin ve Nüket Annem’in elleriniz-den öperim.
BİR HİKÂYE BİR YORUM (Padişah hikâyesi)
Allah’ın bana takdir ettiği kazâ ve kader doğrultusunda, “bu dün-yaya geldim, görevimi tamamladım gidiyorum,” diye düzenlerdim.
İnsanoğlu, yaşadığı anda yaptığı icraatları çok önemliymiş gibi algılıyor. Zaman geçtikçe, kendini bildikçe bunların önemli olmadığını bir detay olduğunu farkediyor.
Bu dünyaya geliş zamanımız, hangi esmâların tesiri altında oldu-ğumuz, mutlak kaderimiz önceden programlanmış.
Biz bu görevi dünya üzerinde oynamak, yerine getirmek ve bazı bölümlerde ise bize verilen insiyatifi kullanarak doğruya, güzele, niha-yetinde Allah’a ulaşmak durumundayız..
Kendi hayatımdan bir bölüm:
Efendi Babacığım,
İrfân yoluna girdikten sonra bazı rakamların önemli olduğunu öğrendim. Daha önce hiç bilmediğim duymadığım bazı sayıların tasavvufî açıdan büyük anlamlar taşıdığını öğrenince kendi hayatımda ve çevrem-de olup bitenlere daha dikkat eder oldum.
Sizin, hayatımızdan önemli bir bölümü yazmamızı istemeniz üzerine son zamanlarda olup biteni düşünmeye çalıştım
Dikkatimi çeken şuydu: 53 yaşındayım. Bu yıl görevimde yapılan bir değişik sonuncunda 13 branştaşımla çalışmaktayım.
Öğretmenler günü ile ilgili ağaç dikmeye gittim 6 tane fidan diktim. Daha fazla da dikebilirdim. Yüce Rabbim bu kadarını nasip etti. Düşün-düğümde 6. derste olduğum aklıma geldi.
Ay….. Er….
(43) RE: DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER.
Ek… Ku…. 8 Şubat 2013 12:05:07
Hayırlı günler, hayırlı cum’alar, Ek…… Bey kardeşim. Epey emek sarfederek hazırlamış olduğunuz iki dosyayı da indirdim, genel dosyadaki yerine aktaracağım. Hepsi güzel olmuş. Şahsınızda kardeşlere ve yine şahsınızda size de zahmetlerinizden dolayı teşekkür ederim. İnşeallah bu yazılardan bütün kardeşler birbirilerimizin duygu ve düşüncelerimizden istifâde ederiz. Herkese selâmlar. Hoşçakalın. Terzi Baba.
*************
Terzi Baba Sultanım,
EFENDİ BABA’DAN İHVAN ÜZRE TENEZZÜLÂT.
BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM (5)
DOĞDULAR, YAŞADILAR, HİKÂYESİ
Bismillâhi’r rahmâni’r rahîm.
Terzi Baba’nın lütfederek ilettiği, (devrin yaşlı padişah) ile yapıl-masını istemiş olduğu şey, mecâzen “Mânâ-yı Makam-ı Pîriyet”in mânâda “Efendi Baba”, tatbîkatta “Terzi Baba” ismiyle Hz. Şehâdet’e tenezzülüdür, diyebiliriz.
Anlatımda ifâde edildiği üzere hâdise dört safha ile oluşmaktadır. Kevnîyetin mertebe ve makamlarına, irfân olunma bakımından âdeta mecâzen yaklaşılmaktadır.
Dört safha hâlinde bildirilmesine dikkatli bakılırsa:
1. Padişah, hizmetindeki tarihçi ve yazarlardan “kendi ceddi” (bencillik, beşerî benlik) itibâriyle derleyip, yazmalarını istemesi ile İRÂDE etmiş. Onlar da İRÂDE’ye uyup, kendi zan ve fikirleri üzerine ciltlerce bilgi toparlamışlar. Velhâsıl İRÂDE’ye uyup, görünmezden, görü-nene gelmişler. Böylece (DOĞDULAR);
2. Toplananları, irâde eden padişaha sunmuşlar. Yaşlanmış (PÎR) padişah, “Hepsi güzel olmuş, ancak uzun olmuş bunları biraz kısaltın,” demiş. Bir anlamda kendisindeki hevâsat, benlik, zaman içinde değişmiş, kemâl bulmuş. Bu sefer irâdeye uyan hizmetliler, esas maksada uygun gayrette bulunmuşlar. Böylece (YAŞADILAR);
3. Aynı şekilde huzûra getirilen eser daha da yaşlanmış (PÎR) padişah tarafından yine, “çok uzun olmuş, biraz daha kısaltın,” diye îkâz edilmiş. Bunun üzerine “padişahın ceddi” itibâriyle olan çalışma tek cilde (Vahdet) indirilmiş. Böylece (ÖLDÜRDÜLER);
4. Neticede irâdeye uyanlar arzu edilip de râzı olunan rızâ üzre, tek bir sahife (Vâhid-ül Ehad) üzerine yazdıkları, padişahı memnun etmiş. Yazılan, “DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER,” ifâdesi idi.
Bu yazıda görüldüğü gibi ilk baştaki “padişahın ceddi” itibâriyle olan ifâde yoktu. Ancak padişahın râzı olup, kabul ettiği ve hemen aka-binde ölmesi, (ÖLDÜLER); şeklinde îzâh edilebilir. Böylece, Efendimiz için lütfedilen “Cevâmi’ü’l Kelîm”, yani (Cemi’ül Kelîm) (az söz ile çok şey anlatma) hakîkati yerini bulmuştur.
Yukarıda ifâde ettiğimiz üzere denebilir ki, Efendi Babamız’dan “Mânâ-yı Makam-ı Pîriyet” olarak zuhûr eden tenezzülat irfân olunma muhabbetinin aslîyeti itibâriyle mertebe ve makamlar olarak tanım-lamadır. Böylece makam “Kâmil İnsan” hakîkatı olarak, kendi kemâlliği içinde de (DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER) tatbîkatında dâim kemâlâttan kemâlâta kâmillik zevkindedir, diyebiliriz. Allah-u Â’lem.
Neticede gelinen noktanın “Cevâmi’ü’l Kelîm”, tatbîkatı olarak Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Risâlet hakîkatidir, diyebiliriz.
Kısaca tekrarlarsak, padişah atası itibâriyle tanım kazanmak ister. Ehil vazifeliler (esmâ) hizmete koşarlar. Padişahı memnun edecek bir şey ortaya koymak üzere yarışırlar.
Neticede, (Dört aşama) sonunda, padişahın memnun olduğu (DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER) yazısına, âdeta (Kelime-i Tevhîd ve Kelime-i Risâlet) ulaşırlar.
*************
Gelişmeyi, her konuyu kendi içindeki kemâlâtı bakımından dört konu başlığı olarak incelemek istedik.
1. İNSANIN OLUŞMA MERTEBELERi İTİBARİYLE, (DOĞDULAR)
2. PEYGAMBERLER İLE GÖRÜLEN MERTEBELER İTİBARİYLE, (YAŞADILAR)
3. KELİME-İ TEVHÎD ve KELİME-İ RİSÂLET İTİBARİYLE, (ÖLDÜRDÜLER)
4. MÜRŞİD-MÜRİD İLİŞKİ ve OLUŞMA MERTEBELERİ İTİBARİYLE, (ÖLDÜLER)
*************
1. İNSANIN OLUŞMA MERTEBELERi İTİBARİYLE, (DOĞDULAR)
Beşer, Halîfe Âdem, İnsan, İnsân-ı Kâmil mertebeleri itibâriyle; Rabbımız irfân olunma muhabbetiyle “Halîfe Âdem” tatbîkatı için anne rahminden cismi 40 haftada meydana getirirken, belli bir vakit o cismi gerek maddede harekete getirecek, gerekse manevî terakkîsine imkân verecek bir sistem üzere halk etmiştir. Bu tatbîkat da Hz. Kur’ân’da
“ve’t tiyni ve’z zeytuni ve turi siyniyne ve haze’l beledi’l emiyni lekad halakne’l insane fiy ahseni takviymin sümme redednahü esfele safiliyne,” (Tin 95/1 – 5)’de beyan edilmiştir.
Kişi ana rahminde 3 karanlıktan geçerek ete kemiğe bürünmüş ve vakti saatinde dünya denen ortama mülâki olmuş. Ailesinin ve çevresinin tesiriyle isimlenmiş bilâhare yaptığı, gördüğü tahsil, terbiye ile meslek itibâriyle mesleğine istinâden sıfat kazanmaktadır. Bu onun zâhiren beşerî olarak yaşamı ancak mânâsından haberdar olmama itibâriyle ölü ceset hâlidir. Onun bu hale gelmesi ise Allah’ın irfân olunma muhabbet-inden olduğu için Allah’ın elif, ehadiyet, Âdemiyet, ünsiyet, ülfet husûsi-yetleridir. Dolayısıyla Mülk Sûresi’nin ikinci âyetindeki:
“elleziy haleka’l mevte ve’l hayate” (Mülk 67/2)
(o zât ki, mevt/ölümü ve hayate/hayatı halek/halketti) sözüyle, kendi bilinmez görünmezliğinden irfân olunmak üzere, önce zâhir cismânî hâlini görünüşte diri, ancak manevîyatından haberdar olmadığı için dirilmemiş, hâliyle doğumunu yapmış ve zâhirî yaşamına başlamıştır. Zâhiren/Cismânî (DOĞDULAR) (YAŞADILAR)
Ne zaman ki rüşd-i ilâhîsine kavuşmak üzere Allah’ın “reşede” ismini mürşid makamından istifâde etmek üzere irâde ettiğinde, yani irşâd olmaya mürid olduğunda, bu sefer manevî dirilmesi için zâhirî put edinmiş olduğu ilâh hâlini ilâh-ı ilâh yapan isimlerden haberdar olmak üzere irâdî olarak öldürür. Bu onun manevîdeki doğuşudur. Manevî (DOĞDULAR) (YAŞADILAR)
Bu sefer isim putlarına takılır. Ne zaman ki ilâhın başına (lâ) koyarak “lâ ilâh” zikrine geçtiğinde ki bu da “ente/sensin” tatbîkatıyla vücûd bulur, zikri de daima “lehül mülkü lehül hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir” olur.
- Rabbına övülmeye lâyık olduğunu,
- sonra övülmeyi ancak kendisinin yapabileceğini,
- sonra kendisinin kendisini övdüğü gibi olup,
o övmeden kendisini hissement kılmasını talep eder.
Bu onun kesâfetten letâfete doğru mülhime mertebesine gel-gitler arasında, yaşam-ölüm arasında istikrar bulmasını sağlar.
Böylece beşer olarak doğmuş, manevî muhabbet ile beşerîyeti itibâriyle ölmüş, manevî yaşamında isimler hâlinde zevk hâlindeyken sıfat-ı kemâlât için isimlere vermiş olduğu kıymet itibâriyle irâdî olarak öldürmüş, Cem’ül Cem makamı olan sıfatullah görünmüştür.
Bu Fenâfillâh makamıdır, tard edilenin Rabbî rücû kemâlâtıdır. (ÖLDÜRDÜLER)
Bu noktada hâlen dünyevî olarak ona verilen isimi kullanmaktadır. Meslekî sıfâtîyetinin aslının Allah’ın isimlerinden geldiğinin idrâkına var-mıştır.
Allah’ın murâd etmiş olduğu Halîfe-i Hakk kişide “Kulum” beyanı ile gözükmüştür. Burada hamd subhanallahü ve bihamdihi zikriyle olup, Allah kendi hamdıyla sübhandır beyanı asıl olmuştur.
Burada kişi irâdî olarak kendisinde gözüken sıfatı da yine “ente/sensin” zikriyle Allah’ın izniyle vererek Allah artık onun gören gözü, tutan eli, duyan kulağı, konuşan dili. “Lahmike lahmi, demmike demmi, rûhike rûhi, cismike cismi” hakîkati zuhûr etmiştir.
Kişi kendi irâdesiyle kendini “Kahhâr” ismiyle yok etmiş, cismânî yönü itibâriyle de ölüm tahakkuk etmişse “ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” hakîkati içinde Allah’ın “Bâkî” ismi ie bâkîlik hakîkati zevk olunur. Allah, “Kulum” yani “Kul olan Ben’im” beyan ederek kendi-sinden kendisine bâkîlik kemâlâtını zevk eder. (ÖLDÜLER)
*************
Hüviyet, hüve olarak Allah ile bâkî, halka dönüşü hangi mertebe ve makamsa o mertebe ve makamın ismi onda zikre geçer. Yani kişi isme tâbi değil makamın irsâliyeti gereği ismi mânâlandıracak şekilde görün-me yeri olur.
*************
Makamlar itibâriyle Şeriat, Târîkat, Hakîkat, Marifet. Şeriat, şeriatın şeriatı olarak yaşanır. Ama târîkatı, hakîkati, marifeti gizlidir.
Şeriatın şeriat putunu öldürerek Târîkatın, târîkat şeriatı ile yaşama dönüşür. Bu şeriat şeriatın şeriatından farklıdır ama târîkat açılmıştır. Bunun yanında hakîkat ve marifet açılmamıştır. Aynı tatbîkat hakîkat ve marifette de yaşanır.
*************
2. PEYGAMBERLER İLE GÖRÜLEN MERTEBELER İTİBARİYLE, (YAŞADILAR)
İsâ’nın doğumu Âdem’in doğumu gibidir. Hz. Kur’ân’da,
Dostları ilə paylaş: |