GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (6) her şey merkezinde’mi?



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə206/314
tarix07.01.2022
ölçüsü1,83 Mb.
#86787
1   ...   202   203   204   205   206   207   208   209   ...   314
5- Merkez ne demektir? 

6-“merkezinde bırakırdım!” sözü sizce hangi mertebenin sözü olabilir. 

Merkez Efendi, 

“7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur.” (İsra 17/44)

Ayetinin   şahitliği içindedir ve bu müşahede hali içinde, “her şeyi  merkezinde bırakırdım” sözünü söylemiştir. 

Ve bu hali ile de, Efendimizin, bana eşyanın hakikatini göster  yaşantısı içinde, dualarına icabet edilenlerden olup, Muhammedi  özelliği ile Allahın Yeryüzünde bir halife halk edeceğim sözünün kemal görünme yeri olma özelliğini taşımaktadır.  

Bizim sorulara vereceğimiz cevaplar ise, tüm mertebelerin yaşantısını kendinde bulunduran Allah’ın Hak halifelerinin  himmetinin, Allahın izni ile ulaşması duası içinde,  bulunduğumuz   mertebeden, halimize göre  öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda, bakışımızı Onların bakışına çevirme ve hallerini anlama gayreti içinde,  idrakini yaşama ve  halini taşıma dileğiyle  tefekkürümüz olacaktır ancak.

Efal alemi nedir, mülk nedir? 

Efal alemine mülk alemi ve şahadet alemi de denilmesi, verilen bu ismiyle de bu alemin mülkün sahibine ait olduğuna, mülkündeki alemlere, ilmine, Efendimizin “Allahın Zatını tefekkür etmeyin“ sözleri ile Zatının ancak özellikleriyle düşünülebileceğine işaret ettiği Zatından ayrı olmayan esma ve sıfatlarına mertebeler itibarıyla, kendi kendine şahit olduğuna,  işaret edilmek için midir?

Her gün derslerimizde okuduğumuz, Allah esmasının sayısal değeri olan Kuranı Kerimde 67. Sırada yer alan Mülk suresinde anlatılanlara baktığımızda surenin şu ifadelerle başladığını görürüz. 

“Mülk fiiller boyutu elinde olan onu her an dilediğince tedbir eden ne yücedir. O her  şeye kadirdir. “(Mülk 67/1)

“Ortaya koyacaklarınız itibarıyla hanginizin daha mükemmel olduğunu yaşatmak için ölümü ve hayatı halk eden Hu dur. O azizdir gafurdur.”( Mülk 67/2)

“Semaları 7 boyut halinde halk eden Hu dur. Rahmanın halk edişinde hiçbir uyumsuzluk göremezsin, hadi bakışını döndür de bak, bir kopukluk uyuşmazlık görüyor musun?“ (Mülk 67/3)

“Sonra bakışını iki kere daha döndür de bak, bakışın en yorgun aradığın kusuru  bulamamış  halde hor hakir olarak sana döner.”( Mülk 67/4)

Ayetlerdeki  ifadeleriyle C.Hak mülkün sahibi olduğu hükmünü verirken, 

surenin devamında da;

Hakikatlerini oluşturan Rablerini inkar edenler için cehennem azabı vardır, ne kötü dönüş yeridir o. (Mülk 67/6)

diyerek mülkün sahibini inkarın karşılığına işaret etmektedir.  

Allah c.c nin  ellezi bi yedihil mülk  ifadesiyle hükümranlığın elinde olduğunu söylediği mülk nedir? 

Allah c.c ın sonsuz  genişlikteki mülküne, aciz idrak ile yapılan hiçbir tarif işaret olamaz elbet, "ALLÂH'ı idrak, ancak O'nun idrak edilemeyeceğini idraktir" diyen Hazreti Ebu Bekir in sözü doğrultusunda, sonsuzluğu içinde her şey mülkünün kapsamında iken, sonsuz kelimesi bile sınırlayıcı kalmış olur. 

Doğum ve ölüm olayını düşünüp Allahın irade etmesi ve kudretiyle halk edildiğini, Allahın varlığına inanan her insan kabul eder de, doğum ile ölüm arasında geçen süre de varlığının sebebini unutup, mülk de açığa çıkanları, benim diyerek sahiplenir. 

Bu halimiz, Hakkın tecellileriyle halk edilmiş, isim ve sıfatlarını seyretmeyi dilediği  mülkü olduğumuzu, gerektiği gibi idrak edemememiz, unutmuş olmamızla mı alâkalıdır? Sıfat-İsim ve Fiiillerinin en kemal açığa çıktığı kabiliyete sahip mahal olan insanlar olarak bizler de bu mülkün içinde değil miyiz?

Göklerde ve yeryüzünde var kabul edilen her şey tek ve ortaksız Allahın mülkü olunca, kainatta farz edilen her tasarruf da yüce Allaha ait ise, Ondan başkasının tasarrufundan söz edebilir miyiz? 

Tasarrufunda, hiçbir şeyin kendisine ne destek, ne de engel olamadığı  için, bu tasarruf sadece Onun kendi iradesine dayalı olmaz mı? 

Mutlak ve hakiki egemenliğe sahip, ne yaparsa kendisi ve kendi tarafından yapan, bütün sebepler sistemi kendisine yöneltilmiş ve gerçekleşmesi kaçınılmaz olanın iradesi, Onun sözü, fiili demek olmaz mı? 

“Bilin ki, göklerde ve yeryüzünde olan her şey Allahındır. Bilin ki, Allahın vaadi gerçektir. Ama onların çoğu bilmezler.” (Yunus 10/55)

“O diriltir ve öldürür ve siz O na döndürüleceksiniz” (Yunus 10/56)

İfadesiyle C.Hak sanki şöyle demektedir;

Sizin hayat, ölüm ve dönüş gibi bütün gelişimleriniz, anbean Allaha ait olduğuna göre, nasıl olurda siz Onun mülkü olmazsınız? Bir mülk, mülk olması itibarıyla ancak sahibiyle var olabilirken, sahibinin bulunmadığı bir mülk ten söz etmek  nasıl mümkün olabilir? 

Ve  ancak sahibiyle var olabildiğini idrak ederek buna şahit olan, bir yönüyle fakirlik-hiçlik, bir yönüyle zenginlik-heplik haline ulaşan insan için, C. Hak, “yere göğe sığmam mümin kulumun gönlüne sığarım” sözüyle, sonsuz alemleri sığdırma özelliği ile de gönlünün mekansızlığına işaret ederek insana verdiği değeri anlamamızı mı ister?

Mülk suresinde ifade edilen, 

Fiiller boyutunu elinde bulunduran hanginizin daha güzel amel işleyeceğini yaşatmak için ölümü ve hayatı halk edeniz, gökleri de 7 tabaka halinde halk edeniz, Rabbini inkar edersen cehennem yaşantısı sonucuna ulaşırsın uyarısı,

Rabbini inkar etmeden bil diyerek Rububiyet mertebesine mi işaret etmektedir?

Ayetteki bu ifadeyi  Rububiyet mertebesine bağlı olarak var olduğumuzun Allah c.c tarafından ifade edilmesidir diye düşünmemiz mi  istenmektedir?

Buradaki Rablık ifadesini bir yönüyle Rabbül Has ve bir yönüyle de Rabbi Has idrakinin devamında  Rabbül Erbaba işaret olarak  düşünmemiz mi gerekir? 

"innî enallâhu rabbul âlemîn" (Kasas 28/30) Muhakkakki, ben alemlerin Rabbi Allahım.

Rububiyet mertebesinin kaynağı Rahmaniyet mertebesidir ki, 



Rahmanın halk edişinde bir düzensizlik göremezsin, Hadi bakışını döndür de bak bir kopukluk uyuşmazlık görüyor musun? (Mülk 67/3)

Ve Rab'lerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ve (o), ne kötü varış yeridir.(Mülk 67/6)

Sure, bu İfadeler ile, bütün varlıklara verilen isimlerin zuhur ettiği Rububiyetin, Rabların, her birimin terbiye edicisinin  Rahmaniyete-Rahmana bağlı olduğuna, kaynağına mı işaret eder? 

Kişinin Rabbini bilmesinin ancak nefsinin hakikatini bilmesi ile mümkün olabileceği de hadisi şerifte,  

“Nefsini bilen Rabbini bilir” ifadesiyle peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.

Ve kişinin nefsinin  bilinmesi, uygulanan nefsani-enfüsi 7 aşamalı bir eğitim ile mümkün olabilirken, ayette ifade edilen göklerin 7 tabaka halinde  halk edilmesi bu paralelliğe işaret etmek için midir?

Mülk suresi ile ilgili Efendimizin işaret ettikleri vardır.

“O (Mülk Sûresi) mania’dır,(mania-engel, yok eden) o münciye’dir (münciye- kurtaran- kurtarıcı), onu kabir azabından kurtarır”.

“Her mü’minin kalbinde, TEBAREKELLEZİ BİYEDİHİLMÜLK’ ün olmasını arzu ederdim”. 

Mülk suresinin okunmasının kabir azabından koruduğuna peygamberimizin  işaret etmesi  ile birlikte, Efendimizin her müminin kalbinde tebarekellezi biyedihilmülk olmasını arzu ederdim sözünün, bir yönüyle kâmil mümin olmanın koşulunu ifade ettiğini düşünerek, surede geçen; 

“Hakikatlerini oluşturan Rablerini inkar edenler için cehennem azabı vardır ne kötü dönüş yeridir o” ifadesini birlikte düşündüğümüzde,

Ayetin bizlere seslenişini nasıl anlamamız istenmektedir. 

Senin ben dediğin ve muhtariyet kurduğun  mülkte, mülkün sahibinin varlığına, öncelikle, Rububiyet yönüyle teslim olma halini nefsinde-enfüste müşahede edersen, varlığını gerçek sahibine teslim edersen, ve sonrasında afakta müşahede edersen, bu idrak ve hal içinde tüm etkilenmelerden  korunmuş olarak, bedensellik yaşantısından, Hakikatini, ruhaniyetini yaşamaya yönelerek cehennem azabından-beden kabrinden kurtulursun denilmek mi istenmektedir? 

“Nefsini bilen Rabbini bilir’’ 

Enfüsi-nefsani eğitim denilen Nefsin hakikatini bilme eğitimi, emmare nefs ile başlayan ve safiye nefs ile tamamlanan olduğuna göre, 

Emmare nefsin özelliği, fiilleri ben yapıyorum anlayışında ve yaşantısında iken, Nefs safiye mertebesine ulaştığında.

Evvelce var zannettiği, tamamen kendisine mal ettiği birimsel varlığının aslında var olmadığını, bunun bir şartlanma ve hayali-vehmi bir mahsul olduğunu, ancak Hak ile var olabildiğinin şuuruna vararak, Allahın mülkünde ikiliğe yer olmadığı, görünen varlıkların onun zuhur mahalleri, tecelli yerleri oldukları ve bunların kendilerine has varlıkları olmadıklarını idrak etme, ve bu idrak ile de “bugün mülk kimindir” sorusuna müşahedesi ile “vahid ve kahhar olan Allahındır” cevabını verme haline ulaşarak, varoluş nedeninin Hakikati Muhammediye ye dayandığını her anında hatırlayarak, “sen olmasaydın, sen olmasaydın, alemleri halk etmezdim” kudsi hadisinin, varlığının sebebi olduğunu, Var oluşunun, Allahın, Efendimize olan sevgisi ve bilinmekliğini sevmesinden kaynaklandığının  ilmel aynel ve hakkal yakın mertebeleri itibarıyla müşahadesini yaşar. 

“Ve Ben, nefsimi temize çıkarmam, muhakkak ki, nefs var gücüyle kötülüğü emreder. Rabbimin rahmet ettiği müstesna. Muhakkak ki, Rabbim Gafurdur, Rahimdir” (Yusuf 12/53) ayetiyle  nefsi temize çıkarmanın, saflaşmanın ancak rahmetinden gelen rahim ile Onun lütfu dahilinde mümkün olabileceğini, bu idraki oluşum ve müşahadenin kendisiyle yaşanabileceğini belirtirken, bir yönüyle de noksan görmekten tenzih etmek idrakine mi işaret eder?

Kaynağı aklı küle, ruha dayanan, aklı küllün faaliyet sahası olan nefsi külden kaynağını alarak açığa çıkanlardan razı mıyız?

Bu konu,  Allah c.c tan, Uluhiyet mertebesinden ve ordan  perdelenerek açılan Rahmaniyet ve Rububiyet mertebesiyle Rabbimizden, dolayısıyla daha genel ifade ile mülkün sahibinden razı olup-olmamakla alakalıdır diyebilir miyiz? 

Razı ve marzi olarak, Rabbine dön hitabından anladığımız nedir?

Allahın bizden razı olması,  bizim öncelikle ondan razı olmamız ise, bu razılık, mülkün Ona ait olduğuna yapılan bir razılık olmuş olmaz mı bu doğrultuda..

Cennetime gir ifadesi Rabbine dönmenin ardından gelerek elde edilen-yaşanan bir hal olması itibarıyla, Rabbini yani perçeminden tutup seni sürükleyeni bilerek yaşa hitabıyla karşılaşırız. Ayrıca bu hitaba muhatap olmayan var mıdır alemde?

Bu soru ile de, bunu bilmeden yaşamak ve  idrak içerisinde yaşamak hali açığa çıkar ki, bizden istenen nedir?

Zaten halk edilmiş her şeyi Rabbi perçeminden tutup sürüklerken, bilse de bilmese de bu böyleyken, bizden istenen arif olmamız, bunun idraki ve müşahadesi içinde yaşamamız mıdır? 

Cennet cehennem olarak ifade edilen kavramlar ölüm ötesi yaşam için mi geçerlidir? Cehenneme ateş almaya giden evliyanın orada ateş bulamamasıyla görevli meleklerin burada ateş olmaz herkes ateşini kendisi getirir ifadesi ile, anlatılan kıssayı düşününce cennet ve cehennem bu âlemde, şahadet aleminde kazanılan  olunca, irfani açıdan bunu nasıl anlamalıyız? 

Arif olan için Mülkte mülkün sahibinden ayrı olduğunun haliyle, ben öznesiyle Bizden uzak yaşamak gaflet, mülk de dilediğince görünenin idrakini taşıyarak bu müşahede hali içinde ben olarak yaşamaktan  Bizliğe ulaşarak müşahedeli yaşam hali Hak ile olmak olarak ifade ediliyorsa,

Arif olanın cenneti de cehennemi de istemeyip dilerse cennetine koyar, dilerse cehennemine teslimiyeti içinde, Hakkın seçimini dilemesinin bu alemdeki hali nedir? 

Asıl olan hangi hal içinde olunursa olunsun, Onda Onun ile olunduğunun idrakini ve halini taşımak ise “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayetinin yaşamı içinde bir teslimiyet kişiyi özgürleştirerek cennete taşıyan olmaz mı?

Kemâl bir Seyri süluk eğitiminin kişiyi getireceği nokta Muhammedi ahlak, hal  ve edeb olmalıdır. Bu eğitim içindeki salik, kendini  ve kendinden açığa çıkanları seyrederken  Muhammedi mana ve adab-ı Ali ölçüsüne tutunarak bunun takibi ve duası içindedir. Ölçüsünün Kuran-ı Kerim Resulullahın örnek yaşamı ve sözleri olduğunu her anında hatırlayıp tercihleriyle Resulullaha uyması gerektiğini bilir. 

Yorumsuz bakabilmek haline taşınmak,  açığa çıkanları  sahiplenerek beğenmekten  sakınıp sadece bir mahal olduğunun acziyetiyle her şeyin mülkün sahibinin dileğiyle oluştuğunun idrak ve yaşantısı içinde her şey Seninle Senden deyip, bütün tecellilerinden razı olma teslimiyeti ve  tevekkül noktası olunca, kaygıları teke indirenin diğer kaygılarına Allah kefil olur sözünün yaşantısına geçmiş olarak, tek kaygıdan arifin anlaması gereken de Hakkı müşahede edememek kaygısını taşıması mıdır?

Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).(Hadid 57/3) O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.

Acziyetin farkındalığı içinde  teslimiyete çekilmek, daha çok kişinin çaresizliğini hissettiği hallerinde oluşmaktadır ki, bu seyri sülûk içinde kabz hali olarak da ifade edilen gönül sıkıntısı hali, ya da kendinden açığa çıkanlarda eksiklik içinde memnuniyetsizlik halidir. Yaşatılan bu halin hikmeti de acziyetin duyurulması için midir? Sen de hüküm sahibisin, halinin duyurulmasıyla merhametine sığınılması için midir? Ve hiçbir halin kalıcı olmadığı değişen haller ile kalpler onun iki parmağı arasındadır halini yaşatması mülkünde dilediğince tasarruf ettiğinin hal edinilmesi için midir?

Var ettiği hiçbir şeyden vazgeçmeyenin, bu alemde  nasibi olmayanları dahi, adına cehennem dediği laboratuvarında temizlemeye devam edecek olması da rahmetinin eseri değil midir? 

Kişiyi huzursuzluğa iten  zanlar ve vesveseler, sebeplere bağlanarak yorumsuz ve kayıtsız bakamama, merkezi unuttuğu hallerdir. Bu ise teslimiyetten uzaklaşılan huzurda olunmayan haller olarak ifade edilir.

Oysa Allaha teslimiyet içinde güvenip tevekkül edenler,  her halde, Allahu Tealayı esma ve sıfatlarıyla bildikleri için, varlığın bir gölgeden ibaret olduğunun, her şeyin Onunla gerçekleştiğinin idraki ve müşahadesi içinde “Onlar için, korku ve hüzün yoktur” ayetini yaşayanlardır ve Rablerine karşı daima hüsnü zan içerisindedirler diye düşünmemiz gerekmez mi? 

Rasûlüllah Aleyhisselâm, Allah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. 

“Ben, kulumun Benim hakkımdaki zannı üzereyim, öyleyse kulum Benim hakkımda hüsn-ü zan da bulunsun” 

Bu doğrultuda, bir yönüyle tasavvuf eğitiminin kişide oluşturacağı hal,  her an her haliyle  hüsnü zan merkezinde olmasıdır diye düşünebilir miyiz? 

Hüsnü zan, Allahu Tealanın Gafur, Rahim olduğuna dolayısıyla da Rahmetinin gazabını geçtiğine itikat etmek ise, Allah Teala’nın rahmetinden ümit kesmemizi yasakladığını düşünmemiz gerekir.

Allahın bağışlaması ve mağfiret etmesi Onun kulları olması itibarıyla, mülkünde dilediğince tasarruf edici olması haliyle gerçekleşen olunca, O dilediğine kendi kulları olması itibarıyla dilediğince karşılığını verendir

Resulullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır;

Hiç kimsenin ameli, kendisini cennete götüremez. Beni de. Rabbimin rahmeti olmasa ben de cennete giremem.”

Herşey merkezindedir sözünü, enfüsi itibarıyla, idrakimizce, öğrendiklerimiz doğrultusunda böyle tefekkür etmeye çalışırken afakta görünen fiillerde de durum farklı değildir.

Ve muhakkak ki, güldüren ve ağlatan O-“HU” dur. (Necm 55/43)

Ahmed ibn Muhamed ibn İbrahim el-Vaiz kanalıyla Hz.Aişe den rivayette o şöyle anlatır;

Allahın resulü (s.a.v.), gülmekte olan bir topluluğa uğradı da onlara; 


Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   202   203   204   205   206   207   208   209   ...   314




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin