Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim..
------------------------
***
(39) Er… Em…
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ef’al alemi içinde, bütün enfüsi beden alemi içinde, karşımıza çıkan tüm olumlu – olumsuz olaylar ve hadiseler Allahın nizami içinde olduğundan merkezindedir. Herşeyin merkezinde olmasını saat te de görmekteyiz.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(40) Ez… Sa...
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm
Merkezinde olmak maddeden manaya geçmektir. Tüm olayların hayatımızda olan her şeyin iyi veya kötü rabbimizden gelir. Rabbimiz için iyi veya kötü yoktur. (iyi veya kötü kişiye göre değişir.) Allah’ın öyle bir ayrımı yoktur. Merkezinde olmak Allah yolunda Halifenle olmaktır.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(41) Fe.. Ça…
Ve Aleyküm selâm Terzi Baba’m,
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Müsaadenizle "Herşeyi merkezinde bırakırdım" ödevi ile ilgili tefekkürü yazıyorum :
Gerçekleşen hadiseleri artı-eksi olarak ayırd ettiğimiz sürece "merkez" noktası idrak edilemeyecektir.
İyi - kötü yerine "olanda hayır vardır" anlayışı ile kabul edip "Rabbim idrak ve takatimi arttır" duası yapılabilir.
Merkez konulu ödev hatırıma; "neredensiniz" suali sorulursa "inna lillahi inna ileyhi raciun" ayetinin beyanı ile "Deryayı Nuru Muhammed"deniz hem de tam içinden, merkezinden, cevabımızı getirdi.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(42) Fi.. Ka…
Ve Aleyküm selâm Terzi Baba’m,
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yeryüzünde her şey bir Nizam içerisindedir. Ne eksik ne fazla. Her şeyin aslı gönüldür.
Gönülle gönülden tefekkür ederiz. Gönül zaten konuşucudur. Hz. Muhammed kanalıyla alır. Bağlandığın yer Hz.Muhammedin kokusunu alır. Gönül verdiğin yer merkezdir.
Gönül konuşucudur. Sabır sebat edip bekleyeceksin. Merkezdeki yer gönüldür. Kul olma noktasında, Hz.Allahın istediği gibi yaşamak, Hz. Allahın yap dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamak. Yapmama noktası zaten gönüldeki merkezdir.
İlmel, aynel, hakkel yaşayacaksın. Her şeyin Rabbinden geldiğini, sensin deme noktasını sende açılması Rabbini görmek.
Rabbimiz Rahman ve Rahim olan yerde dokuz ay seni koruyarak, gözeterek dokuz ayın sonunda ınga diyerek beşer halinizle doğarsın. Yoklukta görünürsün. Maddeden manaya geçiş halinde, ölürsün.
Hz. Allahı bilmek, Hz.muhammedi bilmektir. Hz.Muhammedi kabul etmek, ona gönül vermek, zaten kendi gönlündeki merkezdir. Hz.Muhammede kavuşmakta, bağlandığın makamdır. Ayna olmaktır. Görebildiğin aynada, sensin noktasında erimektir.
Rabbim her yerden seni kavrar. Soğuk ve sıcağı kavrayamazsın, ama yaşarsın.
Hz. İbrahim noktasındaysan, ateşin sıcaklığı sana dokunmaz. Hz.Yusuf gibi soğuğu hissetmiyorsan, kuyudasın. Yirmidokuz peygamberin zikri sende açılmışsa, Hz. Muhammedin zikrine gelirsin. Senin merkezdeki gönül toprağın ne kadar verimli ise, gözükende gönüldür.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(43) Fı.. Ma…
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu bize gönderilen altıncı istişare, tefekkür çalışmasıdır. Efendi Babamız bu şekilde nefis mertebelerinden altıncısı olan Nefs-i Mardiye mertebesinin açılımına vesile olmaktadır.
Kimi halen, kimi zikren, kimi takliden…
Hikayemizin başlangıcına dönersek, ilmi, namazı, duaları tam gibi gözüken Musa bin Muslihuddin, Muhanmed-i Adem gönlünü tasdik etmemenin eksiği içindeydi. Asıl olanın bir gönle girmek olduğu kendisine bir rüya ile bildirildi.
Rüyasında daha önce put ettiği fikirleri engel olarak koysa da gönül sultanı o putları yıkıp, gönül kapısından içeri girmekte. Daha önceden öğrendikleri onu oraya getirdi. O gün için onlar tamamdı ama artık yeni bir doğuş yaşanmaktaydı.
Sümbül Efendi’nin söylediklerini onlar anlayamazdı. Çünkü anlamayı da Allah kendinden kendine yapabilirdi. Ancak o direğin (elifin) dibinde duran, kendini elife yaslayan bunları anlayabilirdi.
Her şey merkezindedir sözü Allah’ın velisinden çıktıktan sonra bu sözü tasvip etmemek olamaz. Zaten bu sözü söyleten Hakkın kendisidir. Allahın bize verdiği acıma, merhamet gibi duygularla Allah’ı yargılamaya kalkmak doğru değildir.
Bizim algılayışımıza göre yanlış olan şeylerden nasıl bir güzellik çıkacak bilemeyiz. Bir Kıpti’yi öldüren Musa Peygamber’ de devrin şeriatına göre yasak bir iş yapmıştı. Ancak bu ondaki açılımın başlangıcı olmuştu. Allah’a giden yolda Allah’ı kendimizin anlayışıyla değil,
Allah’ın bize kendini anlatmak istediği anlayışa idrak etmeliyiz.
Asıl yanıldığımız nokta, Allahın isimlerini kullanırken yaptığımız hatadır. Bu isimleri yanlış yerde ya da yanlış zamanda kullanmak ve bunun neticesinde de Allah’a suç atmak, edebe uymaz. Bu yanlış yerde yanlış elbiseyi giyip başkalarına suç atmaya benzer. Yanlış yerde yanlış elbise giyip terziye suç atılmaz.
Bizim algılayışımıza göre olumlu ya da olumsuz olayların neticesinde ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Bu bizim için bir imtihanda olabilir. Bu yüzden hayırlısını istemek daha doğrudur. Şüphesiz nefis bu noktada devreye girerek, o zaman ki algılayışımızla doğru kabul ettiğimiz şeyleri ister. İşte büyük imtihan bu noktada başlar.
Yusuf peygamberin kuyuya atılması, İbrahim peygamberin ateşe atılması, efendimizin hicreti de buna örnektir.
Merkezinde bırakırdım demek Allah’a teslimiyete gelinen noktayı anlatır. Bu sistem içine bir şey koymaya çalışmak ya da, bir şey çıkarmaya çalışmak Allah’a kafa tutmaktır.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
Gö… İs…
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Euzübillâhimineşşeytanirraciym Bismillâhirrahmânirrahîm,
Konuya girerken aşağıda ki âyeti kerime akla geldi: “Ma terâ fi halkirrahmâni min tefâvüt” “Rahman’ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin.”
Sümbül-ü Sinan Hz.leri, Pîriyet makamından, şu andaki zamanın neş’esi olarak lûtfettiği “Her şey merkezindedir.” tefekkür konusu ile gönülleri harekete geçirdi.
Terzi Baba Hz. lerinin bizlere ilettiği bu lûtufla her “AN” yaşanan bu nokta MERKE-Z ismindeki Zâtiyyetiyle ikram olan Ekrem ismiyle bizlere yansıdı. Allah razı olsun!
Daha en başından itibaren, bu âlemlerin bir merkez sistemiyle yürüdüğü konunun her satırından aksetmekte.
14.10. 2013 tarihiyle “89-6- Bir hikâye bir çok yorum” başlığıyla gelen konu üzre:
Bedr-i Münir nûrunun 14-(8+6=14), zâhir ve bâtın olarak (2), 6 yevm üzre Hakîkati Muhammedîden (13) Hazerât-ı Hamse yönüyle (1+4=5), 1 ve 0 olan (var-yok) noktasına kemâlât üzre yansıması sayılarla ifâde edilmiş.
Kısaca bu “AN”a Hakk’ın Tevhid neş’esiyle bizlerde açılması diyebiliriz. Allah’ın zuhûratında olan her şey, her isim, her cisim, her sıfat mazhâriyetine tâbi. Bir başka deyişle “İlim mâlum’a tâbidir.”
Bunun bir örneğini Tevhid-i Ef’al noktasından “Elem tera keyfe fe’ale rabbüke bi eshâbil fil” Rabbinin fil ashabına nasıl ettiğini görmedin mi? Âyetinde görmekteyiz. Buradaki fiil “Lâ fâile illâllah”olarak fiilin mazharına tâbi.
Dikkate şâyandır ki, bu tefekkür konusunun geldigi aynı tarihlerde, muhterem Halifemizle, Hz. Mûsâ konusunda yapılan sohbetlerde nice hâller yaşandı. Ayni zamanda merkezden inen bu tefekkür konusuyla bu zamanlamanın ne kadar merkezde olduğuna işaret ediyor; zira Mûsâ bin Muslihiddin efendi gördüğü rüya sonrası, aynen Hz. Mûsâ’nın Kıptî’yi öldürdükten sonra ”Ben ne yaptım?” pişmanlığı ile kendini levm ederek tefekküre başlıyor. Ve ondaki “TÂLİP ENE” noktası harekete geçiyor. En’am 125’de
“Allah kimi hidâyete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm’a açar.” beyânı akla geliyor. Burada “kimim Ben?”den “ BEN KİM’im”e geçişte, ancak tefekkür ve idrâkle zulmetin karanlığından aydınlığa kavuşulabileceği bir gerçek.
Bu gerçeğin hakîkate kavuşması için Hz. Mûsâ’nın Şuayb’a mülâki olduğu gibi, Mûsâ bin Muslihiddin Sümbül-ü Sinan Hz.lerine mülâki oluyor. Her ikisinde de mürşidlerinin himmetiyle, aldıkları NAZAR’la Muhammedî seyir açılıyor.
Konumuzda, Sinan Hz.lerinin sorduğu sorularla tefekküre oldukça ağırlık verilmiş. Ana nokta, onun gönle bağlı olarak yapılmasıdır. Hevâsâtın esiri olmayan, inkârdan, şirkten, nîfaktan, küfürden âri bir özün muhasebesidir.
“KENDİNE DÜRÜST OL!” ile başlayan merkeze bağlı olarak yapılan bir muhasebedir.
Burada merkez âlemlere rahmet olan Hz. Muhammeddir.
Levvâme tefekkür edememenin tefekkürüdür. Bu levvâme noktasında, Allah’a istiaze ve Mürşide iltica gerekir; zira içimizdeki putlarımız, ancak 360 derece gören bir bâsiret kanalıyla temizlenebilir. Burada, en ufak bir pürüzü dahi bertaraf etmenin kudreti işlemektedir.
Hz. Muhammed (S.A.S) Efendimiz, putları Şâh-ı Velâyet olan Hz. Ali ile kırmıştır.
Bu noktada, mürşid dervişe kademe kademe yükleyeceği tâkat ile, kul asgarda ve ekberde irfâniyet için mücâhede ve mücâdele edecektir. Bu noktada, irfâniyetimizin oluşmasında “13” sayısıyla devreye giren İblis’in rolü Hz. Şuayb, Hz. Sinan, ve Merkez ef. Hz. lerdeki 13’e mülâki olmada merkezindedir. Buna kuvvetten kudrete yolculuk diyebiliriz.
Burada mühim olan, Arzda arz edilen her noktanın doğruya kullanılmasıdır. Mü’min yanlışı doğruya çıkarandır. Mü’min olan Allah’tır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Bunu yaparkende bir hikmete göre yapar. Âlemlerde iyi (+), kötü (-) olarak görünmesi ve zuhur ettiği her şeyde O’ndan bir şey eksiltmez, arttırmaz.
Hâlkettiği her şey içinde KIYÂMÎ BÎ NEFSÎ olarak Zâtınladır, kıyamdadır, SAMED’dir.
O her şeyi en iyi bilendir. SÜPHAN’dır.
Bütün geçmiş bilgileriyle Mûsâ Ef. dünyevî kayıtlı şartlar içinde, kâinatın sırlarını kavrıyamıyacağından, ilmin bu noktada bittiğini kavrıyamıyor. Bunu Sinan Hz. lerine mülâki olduktan sonra fark ediyor.
Bunun yanında, Sinan Hz. lerinin “…tatlı yumuşak lisânı…” “…yüzünde elmaslar(selâm) oynaşan tatlı tebessümü…” “…Mûsâ efendiye derin derin bakması…” bu işin bir MUHABBET işi olduğunu anlatmakta.
Yine bu noktada, Yüce Allah’ın “Tarafımdan gönderdiğim hidâyetçime uyun!” beyânı ile
mürşid NAZAR’ının ne müthiş bir nimet olduğunu “76-5-Doğdular, Yaşadılar, Öldürdüler, Öldüler” dosyasından öğreniyoruz.
Ahsen-i Takvim olan Âdem gönlü: “ Zât-ı Hakk, Zât-ı Halife, ZÂt-ı ruh,Zât-ı Nefs ve Zât-ı Vücûd olan kimsedir.” demekte. Mûsâ bin Muslihiddin efendinin onca ilim, ve terbiye gördükten sonra bu kapıya gelmesi, AŞK ve MÂRİFET’in ilmin bittiği yerde başlamasıdır.
Böylece EDEP’le başlayan bu nefis terbiyesiyle birlikte, Sinan Hz.lerinin “ Ey temiz adamlar! Söylediklerimi anlıyormusunuz?” hitâbıyla dervişlerde sâfiyet ve âgâhlık olması gereğı dile getirilmiş.
“…Her kelime esrar hazinesi gibi bir şeydi.” Burada KELÂMULLAH ile ifâde edilen her şey,
bu esrârın daha ileri safhalarda açılacağı işâretini vermekte. “Ama o direğin dibindeki! O var ya, söylediklerimi tamamen anlıyor, çünkü bugün hep ona söylüyorum. “
Burada “direk (Elif) dibi” Allah’a yakınlığın remz edilmişliği, Mûsâ Ef. muhabbet noktasında, bir anda mürşid nazarı alıyor.
“…söylediklerimi tamamen anlıyor, çünkü hep onun için söylüyorum.” Sinan Hz.leri aynı anda tâkat yüklemesi yapıyor ve Mûsâ efendinin gönlüne atılan mâneviyyat tohumu bir anda vücud buluyor.
“ Onun burada olduğunu Sümbül Ef. nerden biliyordu?” “Bunca tahsil, bunca medrese hepsi nafileydi burada. Burası vahdet denizinin dalgalarıyla…”
Yüce Allah bizden ilim değil, kulluk istiyor. Vahdet denizine kesret haberleriyle varılmıyor. Mülkten tamamen soyunmak lâzım. Allah’a AŞK’la, MUHABBET’le gidiliyor.
Sümbül Ef. “Âlemi siz yaratmış olsaydınız, nasıl yaratırdınız?” diye sorunca, dervişler Sümbül Efendinin arzuladığı cevabı veremezler. Aslında âyet-i kerimede ”O yaptığından sual edilmez. Rahman/46” der.
Mûsâ Ef. birinci cevapta , edeben “ Bu mümkün değil’i” ancak hâl üzre söyler. İkinci cevap ise, yine bu soru mürşid makamından geldiği için edeben “Her şeyi merkezinde bırakırdım.” der; zira o artık mürşid nazarını almıştır. Mazhâriyetleri merkezinde görebilmek için HAKîKAT noktasına gelmek lâzım. Bu söyleyişte, Tevhid-i Ef’al noktasıyla birlikte RIZA,TESLİMİYET, dolayısıyla İMAN ve ŞÜKÜR öne çıkmakta.
Yine Sümbül Ef.sorusunda “Ey dervişler! Hakk rahmetinin tecellisi toprak (mesnûn) bağrından renk renk, türlü türlü, çeşit çeşit çiçekler fışkırıyor. Her biriniz bana bir top çiçek getireceksiniz. O miskler saçan çiçeklerle gözümüz gönlümüz aydınlanacak.”
Burada toprak-mesnûn olan vücûd arzında kullarda nâmütenâhi isimlerin, her bir dervişte âyan-ı sâbitesine, fıtratına göre kemâlâtları üzre derlenmesi, bunları cem etmesi, Tevhid-i Esmâ noktası.
“Miskler saçan çiçekler” O isimlerin dervişlerdeki kemâlâtının göstergesi, ayni zamanda Muhammedî mertebeden irfâniyyete ermeleri. Peygamberimiz (S.A.S.) “Bana güzel koku sevdirildi.” demesiyle ilgili.
Merkez Ef. “kupkuru bir papatya ile gelmesi” Artık onun irfâniyet yolunda kazandığı her şeyi Allah’a kurban etmesi anlamında… Terk-i terk noktası.
“Zikr-i İlâhi ile titreyen çiçekleri bulması, artık onun mârifet üzre bir hâl yaşadığını gösteriyor (çiçeklerde ki hakîkatin idrâkı. Bu noktada maddede mânâyı, mânâda maddeyi müşahede etmesi, hem şuhudu, hem gaybı yaşaması hâli.
“Hamd olsun Yüce Allah’a ki , senin iç gözlerine Îlâhi hikmet sürmesini çekmiş!..”
İç gözler: Basâr (Ben o kulumun gören gözü olurum.) 2/269. âyet-i kerimede “ Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse, doğrusu çok büyük bir hayra mazhar olmuştur.”
“Sümbül Ef. kızı Rahime ile evlenmesi” Rahime: Ümm olan mürşid gönlü, mürşidinin kızıyla evlenmesi: mürşidinin nefsiyle ayni frekansta olması. “Allah’ın irşad zincirinin bir halkası olması”: Mürşid hilâtını giymesi.
Bu yolculuk “ İNNÂ LİLLÂHİ, İNNÂ İLEYHİ RACİÛN.” dur. Ama sonu olmıyan bir seyirdir. Sümbül Ef. Hz.lerine sunduğu kuru papatya ile mahcub, mürşidinden himmet beklemektedir; Hakikat noktasından öte geçebilmek için, ancak ona “HAY ve KAYYUM” sırrını açmasıyla yola devam edebilecektir.
SORULARA CEVAPLAR:
“Her şeyi merkezinde bırakırdım!” Buna en ufak bir şeyi ilâve etmezdim; zira merkez isminde dahi Allah Zâtınladır. Âlemlerde Hakk’ın olmadığı bir nokta yoktur. Lâm Elif olan âlemlerde her noktada, Allah nâmütenâhi isimleriyle Lâm içinde kendini gizlemiştir.
1. Evet. Bunu “Lâ fâile illâllah “ olarak Tevhid-i Ef’âl’in babası Hz. İbrahim de görüyoruz. Bu soruya “Belâya sabır, nimete şükür ve teslimiyet” olarak cevap verebiliriz.
Teslimiyet imanın kaynağı ve hakîkatin açılma noktasıdır. Tabii ki bunları söylerken, hiçbir bahane bizleri kul olarak sorumluluklarımızdan soyutlayamaz.
2. Kur’an’ı Kerimde, bu belâların imtihan olarak verildiği, ya terakkilerimiz için, ya kefâret üzere, ya da nifak, küfür, şirk, inkâra-yalanlara sapan kavimlere geldiği (Lût, Semud, Âd gibi) birçok âyetlerde belirtilmiştir.
Bu noktada, Allah’ın âyetlerinde tebdil, tahvil, tegayyür yasak edilmiştir. Yâsin 36/54’de “Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.” denmiştir.
Şuhud âleminde de böyledir. Kızıldeniz Mûsâ’ya rahmet, Firavun’a zahmet olmuştur.
Hz. İbrahim’e ateş cennet bahçesi olmuştur. Ateşte Rabbi’nı müşahade edince, o ateş onu yakamaz olmuştur.
Sûre 105 Fil vak’asında fillerin üzerine, Rabb’ın (ilhamlara remiz olan ) Ebâbil kuşlarının attığı taşlar, o kavme risâleti olmuştur. Hz. Mûsâ’nın Kıptî’yi öldürmesi, onun nefs-i emmâresinden irfâniyyete doğru hicretine vesile olmuştur.
3. Varlık âleminde, maddesiz mânâ, mânâsız madde düşünemeyiz. Fizîkî ölüme kadar RUH,BEDEN,AKIL-NEFİS üçlüsü ile donatılmışız. Bu bütünlük içinde Gayb ve Şuhud iç içe.
Enfüsî beden âlemi içinde her an merkeze bağlıyız.
HÜVE’yi, LÂM ELİF’i ve HİÇ’i görmek için, her vak’ada eğitilmemiz gerekir. Bu noktada ilticâ, istiaze, istiane, tevbe, secde ve Allah’ın nimetlendirdiği kullarının yoluna gitme söz konusu. Aşağıdaki âyet’i kerimeye göre son nefese kadar nefsin takva ve fücur kapıları açıktır: “Ve nefsihî vemâ sevvâha ve feelhemaha fucûrehâ ve takvâha. Kad efleha men tezekkâ.(Şems 91/7-9)
Enfüs, insanın gaybı ve mânâsıdır. Enfüste ki ana merkez, bizdeki nefsin enfes nefs olana kadar geçireceği eğitimle meşgûldür. Kur’an ve risalet bu eğitimin kalbidir. Bu noktada Âdem gönlü devreye girer. Sûre 50/ 16’da “Ve nahnû akrebû ıleyhi min hablil veriyd” dediği yine mürşid gönlüdür. Yine hadîs-i şerifte: ” Ben yere göğe sığmadım, ama mü^min kulumun kalbine sığdım.” dediği bu gönüldür.
4. Evet. Âlemlerde Hakk’ın olmadığı nokta yoktur. Eksi ve artıdan her noktadan Hakk gözükmektedir. Hakk’ın hâlkiyetinde HAY ve KAYYUM olarak Zât’ınladır.
5. Bunun en güzel cevabı, Kur’an’ı Kerim’de Hz. Mûsâ ile Hz. Hızır’ın yolculuğunda gizli. Hz. Hızır “Sen benimle olmaya kesinlikle güç yetirip sabredemezsin. Önce kuşatıp kavrıyamıyacağın şeye nasıl sabredeceksin?” dedi.
Hz. Hızır Mûsâ’ya “ Ben sana açıklamadıkça soru sorma.” dedi. Hz.Mûsâ, Hızır’ın gemiyi delmesini (eksi-kötü), çocuğu öldürmesini(eksi-kötü), yıkık duvarı tamir etmesini(artı-iyi) bir türlü anlıyamadı. “Bunlardan hangisi merkezinde değil ?” dersek, bunların tam merkezinde olduğunu öğreniyoruz. İyi ve kötü yoktur. O ismin veya ilmin en doğru yerde, en doğru şekilde kullanılması vardır. Buna hikmet denmiştir. Hikmetin tanımını Allah yapar; çünkü “O her şeyi hikmet üzere yapar.”
6. Teknik anlamıyla merkez: Bir küre yüzeyinin her noktasından ayni uzaklıkta bulunan iç nokta. Bir işin öğrenildiği yer. Bir bölgenin yönetim yeri.
Hakîkat-i Muhammedî’nin, âlemler olarak zuhur noktası(merkezi) Hz. Muhammed’dir.
Bu Yüce Allah’ın âlemlerdeki mazhâriyet olarak tenezzül ettiği makamdır.
İhlâs sûresinde, Hz. Muhammed’in mübârek kelâmıyla beyan indiren Yüce Allah’tır;
bu, Fetih sûresinde “ İnnelleziyne yubâyuneke innemâ yubâiyunallah” beyânı ile perçinlenmiştir; Hakîkat-i Muhammed deryasının bütün husûsiyetleriyle görünme, şehadet, temsil ve tasdik noktasıdır. Hz. Muhammed, enfüste ve âfakta “KUL” emriyle tatbikâta koyan şahid ve örnek olan makamdır.
Kur’an’ da, merkez ile ilgili, ilk bakışta “ Elif Lâm Mim” ile Bakara/1’de; Âyet-el Kürsî’de, akara/255’ de ve Bakara/ 30’da meleklere “…Ben sizin bilmediğinizi bilirim dedi.” Bakara/1’de Lâm elif olan âlemler, Ehaddiyyet’inden Mim’e, Mim’den Ehaddiyet’ine,
her an yeni bir şeende olarak yol alan hareketin tam merkezindedir. Bakara/ 255’te ise”O daima diridir. Bütün varlığın İDÂRESİNİ yürütendir.(merkez)……. O’nun dilediği kadarından başka İLMİNDEN HİÇ BİR ŞEY KAVRIYAMAZLAR.
O’nun KÜRSÎ’si (Bir mânâsıyla MERKEZ demek) bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.
7. Tevhid neş’esi üzre, içinde teslimiyet ve şükrün olduğu rızâlık mertebesinin hakîkatıyla söylenmiş; zira Merkezin mazhâriyeti ancak hakîkat noktasından görülebilir.
Sümbül Ef. ve Merkez Ef. konusunda, Hakîkat-i Muhammediyye ile âlemlerde ve kulunda
Zâtını açan Yüce Allah –Kemâl-i Aşk olarak—olarak (İnnâ lillâhi innâ ileyhi râciun) ile bizleri LÂİLÂHE İLLÂLLAH ve HÜVE MUHAMMEDÜRRESÛLULLAH” a vasıl eylesin.
Muhterem Terzi Babam, Merkez Efendi ile çıktığımız bu yolculukta, bizlere nice güzellikler lûtfettiniz. Yüce Allah , biz kullarına, irfâniyet yolunda daha ileri terakkîler nasibetsin ve idrâkimizi ziyâde eylesin!
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim
------------------------
***
(45) Ha.. Em..
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm
Terzi babamız bizlere altıncı (!) çalışma olarak merkez efendiliği, her şey merkezindeliği ikram etmiş, Hüvvellezi noktasını açmıştır. Allah ondan razı olsun.
Olaylardaki hikmeti bilmek muhabbetten geçer. O da her şey merkezinde der. Merkezine hizmet eder. Merkez zatiyet hakikatı Muhammed marifetullahtır. Merkez edepdir. “Z” halinde görünmesi dışındaki hali, kesret halindedir.
Alemlerdeki tüm görünme hakikatı muhammeddin görünmesidir. Ne eksik ne fazla diyebiliriz. Ancak merkezinde diyebiliriz. Hakkın gözüyle müşahade etmek ne keyiflidir.
O zevk içinde olan o zaman iyi kötü, güzel çirkin, artı eksi diyebilir mi? Ancak tarif yapar. Nerde, ne zaman, ne şekilde, ne olduğunu, ne olacağını gösterir, yapar, konuşur, yer, içer, yürür, doğar, yaşar, ölür, batar, kellim olur, kelime olur, kelimetullah olur. Terslikler içinde tanım ortaya çıkar. Onlar bize rahmettir ki salihlik ortaya çıksın.
Yaşanan tüm fiiller, tüm gözlemler, doğal afetler her ne var ve yaşanıyor ise ademin vucudunda oluyor demektir. Bunun farkındalığına varmak ise bir Muhammedi gönle mülaki olmaktan geçiyor. O gönül aynasından, bizlerin gönlüne ayna olup, batında yaşananları tüm olanları gözler önüne sermekte ve bunların da tanımlarını yapmaktadır.
Alemde tüm olanlar ademin vucudunda yaşananlar, olanlardır. O önce gösteriyor sonra algılanıyor, gerçek ne, hakikat murad ne, tarifi yapılıyor.
Ademin adam olması için nefis görevini yapacak. Bir ayağı içeride diğeri dışarıda 72 faset dönecek. Başladığı yerle bittiği yer aynıdır. Kesret halinde görünecek. Terslik gibi görünenlerden tanımlar ortaya çıkacak. Bu dönme, noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi oluşturup, daireyi meydana getirecek. Yani hüveyi, yani vahdeti, yani mim’i, yani güneşin doğduğu yer ile battığı yerin aslında aynı olduğunu, yani kesretten vahdeti, cemali, merkezindeki nokta ise (içerdeki ayak (kadem basmak)) noktayı, merkezi, lâm elife işarettir.
Her şey aslına rücü eder. Her şey merkezindedir. Peki insanın merkezi neresidir? Karenin, dikdörtgenin merkezi neresidir? Burada “Sümbül Efendi dervişlerini imtehana tutmak istedi. Ey dervişler, diye seslendi.
Hak rahmetinin tecellisi toprak *****n bağrından renk renk, türlü türlü, çeşit çeşit çiçekler fışkırıyor.” Denmiş. Burada yer alan beş adet yıldız ve “n” harfi var. Neden 5 adet, neden yıldız? Buraya sizce ne gelmeli? Diye rabbım hatırlattı. Bunun üzerine (gönlün), olarak sonra her mertebeye göre değişebileceğini (hakkın, rabbın, ehadın, ademin, elifin, .... Vb olabileceği, bunların hepsinin gönül olduğu, yıldız ise insani kamile işaret edilmek istenmiş olabileceği tefekkürü içindeydi.
Yazı bizlere iletildikten sonra yapılan tüm sohbetler ise her şey merkezinde yazısının sohbetleriydi. Aslında siz bize söylemediniz ama 45 sayfadan oluşan tüm tanımları, tarifleri aktardınız. ! Bu zaman, mekan, yerde de tıpkı sümbül efendinin dervişlerindeki gibi tatbikat olmuş, olmakta, olacak da. Allah sizden razı olsun.
Allah râzı olsun,
Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(46) Ha… Gü…
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm,
Terzi babamdan en son gelen Merkez Efendi hikâyesindeki hakikatleri idrak ve tefekkür etmeye çalıştık.
1.- Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur. Bu inanç sisteminde tek varlık Allah’tır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen âlemleri kapsamıştır, tektir, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.
Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve âlemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir. Âlemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket, iş, oluş (fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirtisidir. Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur.
Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin ve her şeyin kaynağı Allah’ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu “Ef’al Âlemi” dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da “Şehadet Âlemi” olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek’in yansıması, belirişidir.
2. - Allahın mazhariyetinde ayrım yoktur. Görünümleri farklıdır. Açılımlarının aslı aynıdır.
Maddeden manaya geçince kişi muhabbetteyse olaylar zevktir. Allah’ın katında doğru yanlış olmadığından hepsi yerinde merkezindedir.
3. - Enfüs Sözlükte "ruh, can, kan, bir şeyin kendisi" iç âlem anlamına gelir. Allah düşüncesiyle düşüneceksin. Allah görüşüle göreceksin.
4. - Muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde. Kadın erkek farkı yok noksanlıkta eksiklikte yok. Bizdeki eksikler tamamlandığında her şeyin merkezinde olduğunu görürüz.
5. - Âlemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir.
6. - Merkez bir nokta ise cisimde olan noktada Risalet taşıyan Allah’ın izni olan ilk görünmesidir. Âdem’dir Merkezinde demek her şey de her yerde Allah'ı müşahede ediyorumdur.
7. - Kendisinden kendine kendi olduğunun ikramıdır.
Dostları ilə paylaş: |