MERKEZ :
mim – Muhammed
ra – Rahmaniyet
kef – Kevniyet
ze – Zatiyet (11. harf - Tevhidi Zat)
Hakikat-i Muhammedin Zati tecellisinin tenezzülen Rahmani Kevniyeti, denebilir
MERKEZ , Ebced hesabıyla; (mim–ra–kef–ze) (40+200+20+7) = 267
267 (2 + 6 + 7) (2 + 13) = 15 (1 + 5) = 6
267 (2 + 13) Hakikati Muhammedi zevc üzere (zahir ve batın) irfan olunma zevkidir,
(1 + 5) Ehadiyetin Hazaratı Hamse üzere irfan olunma muhabbetidir, diyebiliriz.
Rabbım Sümbül Efendi neşesi olarak neşe-yi zatisinden Pirimiz Efendi Baba dolayısıyla adeta ikram etmektedir.
Bir neşe üzere diyebiliriz ki
MERKEZ, (MERKE-Z) yani kelime (MERKE) ve (Z) ayrılırsa, (Z) zatiyetin işaretidir.
Aynı zamanda işaret sıfatı anlamında da kullanılabilir.
(MERKE) harflerini yer değiştirirsek (EKREM) ve (KEREM) i görmek mümkündür.
Bunu da İkram-ı Zati, Kerem-i Zati olarak düşünülebilinir.
(KEREM) ebced hesabıyla; (kef–ra–mim) (20+200+40) = 260 (2+6) = 8
(EKREM) ebced hesabıyla; (elif-kef-ra–mim) (1+20+200+40) = 261 (8+1) (7+2) = 9
Zatiyetin (8 + 1) 8 cennetteki Ehadiyeti tespiten, toplam 9 Tevhid-İ Esma ki Sıfat, Esma ve Ef’al müşterek çalışırlar. İsimler verilecek ki Fiiller harekete geçsin, Fiiller amel olacak ki Sıfat ortaya çıksın. (7 + 2) zahir batın 7 nefis mertebesinin görünmesidir.
Pirimiz Efendi Baba ağzından yapılmış olan bu tatbikat aslında bize “MERKEZ”İN
ne olduğunun irfaniyet hilatının giydirilmesidir, diyebiliriz..
****
Bu lutuf da tarihi itibariyle;
14.10 yani (14 + 10) = 24
2013 yani (20 + 13) = 33
Toplamı olarak (14 + 10 + 20 + 13) = 57 (5 + 7) 12 denilen bir vakit kaydıyla adeta İnsanı Kamil makamı zevki üzere zuhura gelmiştir, diyebiliriz.
***
Aşağıda anlatılanda görüldüğü üzere, bir Mürşid-i Kâmil tarafından evlad-ı hakikisine
Vücud-u Muhammedi (Hz. Kur’an’ı) Katındaki Din-i İslamı nasıl giydirip, özünü evladından beyan etmiş ise, Pirimiz tarafından aynen bizlere de böylece tatbikatta bulunulduğu zevkindeyiz. Bizlerde de bu hakikat, yine Kur’an ışığı altında tarif olunması inşaallah makbul bir şekilde açılır. Amin.
***
Sonunda varacağımızı önceden ifade etmek isteriz ki, Vucud-u Muhammed, Vacib-ül Hazretlerinin ekmel mükemmel kendine ayna ettiğidir. Kulum ve Rasulüm (abdehu ve rasuluhu) müşahadesinde olduğudur. Gerek mertebeler içindeki, gerekse mertebeler arasındaki oluşumlarda Ef’al, Esma, Sıfat bakımından ters gibi görünmeler mertebe ve makamsal mazhariyetlerdendir. Razı olduğu irfan olunma muhabbetinde, irfan olunmaya hizmet etmektedirler.
Bir şey diğerlerine göre ahenksiz, dengesiz görünebilir, ancak kendi mazhariyetinin özelliği gereği o şey ekmel, mükemmeldir ve merkezindedir. Mesela Eşek sesi için Hz. Kur’anda (Lokman 31/19) (Ve yürüyüşünde aksıd/tutumlu, mutedil ol ve savt/sesini gada/indir, alçalt, kesin ki, seslerin en çirkini elbette ki, savtü’l hamiyr/eşeklerin sesidir.) diye buyrulmuştur. Ancak halkıyeti itibariyle, eşek olarak tanzimi yönünden, ekmel, mükemmeldir ve merkezindedir.
Hacı Bektaş Veli buyurmuştur ki,
Muhabbetin dilinde / Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok. / Noksanlık da eksiklikte.
Namütenahi görünmeler içinde mükemmel olduğu gibi Cem ve Cemül Cem olarak da ve vahdaniyeti itibariyle de ekmel mükemmeldir.
Hz. Muhyiddin’i Arabi, “Sübhanellezi ezharel eşyae ve hüve aynühü”
(Onu tenzih ederiz ki; eşyayı zuhura getirdi ve onun aynıdır.) Buyurmuştur.
Hz. İsmail Hakk-ı Bursevi, “Kitabu’n-Netice” isimli kitabının Cilt 1 sahife 170-171 de
Cümle, elif’e, elif de, noktaya bağlıdır.
Hiçbir Sure yoktur ki; onda kelimeler olmasın.
Ve hiçbir kelime yoktur ki; onda harfler olmasın.
Ve hiçbir harf yoktur ki; onun hakikat-i elif’e dönük olmasın
Ve hiçbir elif yoktur ki: onda nokta olmasın.
Elif de; nokta gayb’da olduğundan his gözüyle bakanlar ancak elif’i gördüler
***
Pirimiz, “On üç ve Hakikat-i İlahiyye” isimli kitabında Lutfetmiştir ki,
Kelime-i Tevhid’de nokta olmaması sırf nokta olduğundandır. Zira Tevhid, vahdet-i isbattır. Vahdet ise ayn-ı noktadır ve Muhammad (s.a.v.) vahdetin tam kemalli zuhur mahallidir. Ve O nun ikincisi ve mertebesinde müşterek olanı yoktur.
Alem de devr eden Ahadiyyet “ELİF-İ” (vücüb - vacib) Vahidiyyet - “MİM-İ” (imkan) dır. Ve bu “MİM” O “ELİF” in aynasıdır. Ve suret-i alem-e, suret-i Adem kaynak olmuş ve suret-i Ademiyyenin dahi en kemalli suret-i, suret-i Muhammediyyeden istifade etmesiyle olup, imkan “mim-i” ile Ahadiyyet “elif’i” ni (cem) etmiş/toplamıştır ki; biri cem-i biri fark-ı ve biri zahiri ve biri mazharı yani zuhur yeridir.
Bu manadandır ki; İnsan-ı kamil cem’ül cem ehlidir ve O nun hicabı/perdesi yine kendisidir. Ve bir şey ki; kendi kendine hicab/perde olmaz.
İşte Hakk’a ve İnsan-ı Kamile göre hicab/perde yoktur. Zira Hakk’ın İnsan-ı Kamile iltifatı vardır. Ve nakıs/noksana göre hicab/perde vardır zira a’ma’sı/hakikat-i kendisine münkeşif olmamış/açılmamıştır.
***
Merkezinde mi değil mi?... sorusunda; Merkezinde veya merkezinde değil demek dahi onun merkezinde olduğunu gösteriyor. Dikkat edilirse “Merkez” kelimesi etrafında dönüyoruz. “Merkez” kelimesi ile görünmeyi merkez almışız. Hep merkez diyoruz, öyle midir böyle midir?... Hep merkezi konuşuyoruz ne kadar merkezinde değil mi?
***
“küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en u'refe fehalaktül halka liu'ref”
“küntü kenzen mahfiyyen” (gizli (hazine idim,)
“feahbebtü en u'refe” (bu halde irfan olunma diye ben aşırı hubb/muhabbet ettim,)
“fehalaktül halka liu'ref” (bu halde irfan olunma için halkı ben halak/halk ettim,)
Diğer bir deyişte de,
“ve halaktül halka liya'rifuni” (ve irfan olunmam için halkı ben halak/halk ettim,)
buyrulmuştur. Dikkat edilirse,
1. kenzen mahfiyyen; Gizli hazine kün/olma
2. ahbebtü; aşırı hubb/muhabbeti (ben) olarak etme
3. en u'refe; irfan olunma diye (olunmaya) (passiv formda yani kendinden kendine)
Böylece aşırı hubb/muhabbeti (ben) olarak etmem, arif olunmada zuhura çıkıyor.
4. (liu'ref) irfan olunma için - (liya'rifuni) irfan olunmam için tahsis edilme
Böylece tahsis yeri yani kendinden kendine olması zuhura çıkıyor.
5. halaktül halka; el halkı (ben) olarak halak/halk ettim
Böylece kendinin halkettiği (el halk) yine kendidir. (kendinden kendine kendi)
Neticede irfan olunma diye (olunmaya) kendi halketmesi olan (el halk) ismi tarif olarak kendi görünmesidir. Razı olduğu arzusu da, kendi irfan olunma tahsisi ile kendi aşırı hubb/muhabbet etme zuhurdadır.
“küntü kenzen mahfiyyen” (gizli hazine idim) sırrında razı olduğu arzusu “irfan olunmaya”dır. Hedef belirlenmiştir. Mertebe ve makamlar hepsi irfan olunmaya tahsistir. İlham, hayal, zevk, ilme vs.. değildir. Hubb/muhabbet “irfan olunmaya” dönük aşk üzere zuhura çıkacaktır. İlim işte bu malumluğa bağlıdır.
***
“küntü kenzen mahfiyyen” (gizli hazine idim) sırrının, görünmezden görünür hale gelmesi Hubb/Muhabbet ile yani nokta (•) misalidir. Ama’iyet halinden ama’lığını tarifen bir nokta halinde zuhura gelir.
Noktanın (•) büyüğü, () he/hüviyettir. Noktanın (•) üst üste 12 tanesi “İnsan-ı Kamil”in ve görünmeyen 13. üncü ile de “Hakikat’ü Ahadiyyet’ül Ahmediyye” nin remzidir. Elif olarak Ehadiyet ve Ademiyet’in remzidir.
Hallac-ı Mansur, “her şeyin özünün, tüm çizgilerin ana temeli, bulunamayan gizli tek nokta (•) olduğunu” savunur. Ve Hallac-ı Mansur devam eder,
“Bütün harfler ve biçimler, noktanın uzantısı, noktanın türevi olarak görüldüğünden,
O’nun (Tanrı’nın) maddeler evrenindeki ilk belirlenmesinin nokta olduğuna inanılır.
Elif bir nokta (•) nın uzantısıdır. Başlangıç nokta (•) ile başlar, Elif olur, B ile devam eder ve saklı nokta (•), B’nin altındadır.”
***
Niyazi Mısri buyurmuştur ki,
Hakk ilmine bu alem bir nüsha (sayfa) imiş ancak,
Ol nüshada bu Adem bir nokta imiş ancak.
Ol noktanın içinde gizli nice bin derya,
Bu alem o deryadan bir katre (damla, nokta) imiş ancak.
***
Allah kendini neyle anlatıyorsa, o anlatmış olduğu şeyin mazhariyeti neyse o mazhariyetinin gereği şeytan için istiaze, abd/kulluk için istiane zikri ve tatbikatı içinde takva ile yürüyebildiğimiz kadar ona yakınlık sağlayabiliriz. Böylece o irfan olunmanın tasdik ve şehadetinden hissement oluruz.
Bunun dışında gerek medh yönünden, gerekse zem yönünden de olsa söyleyeceğimiz herşey ancak kendimize varlık izafe etmekten başka bir şey değildir.
“Sübhanallahi ve bihamdihi” (hu/kendi hamdı ile Allah subhan’dır)
Şüphesiz ki Allah kendi hamdı ile kendini, kendi över. Nitekim “Muhammed” ismi ile alemler olarak kendini fevkalade bir şekilde tevhid üzere açmış, yine “Ahmedi Mahmudu Muhammed” isimleri ile de makamsal olarak övmüştür.
***
“Allah Adil’dir”, “Allah Hakk’tır” beyanı şeksiz şüphesiz doğrudur. Adalet ve Hakkın görünmesi mertebe ve makam itibariyle kendi içlerinde esfelden aliy-ül ala’ya kadar görünüm ve değişim arzeder. Bu o’nun (muhtelifen elvanühü) renklerindeki muhtelifliği, çeşitliliğidir. Ancak mertebe, makam olarak farklılıklar arzetse de yine kendi her biri kendi mazhariyeti içinde ekmel, mükemmeldir ve merkezindedir.
Mertebe ve Makam ve Mazhariyete göre men/kimlik ve ma/şeyyiyet lerde farklılıklar görülür. Yine - Mertebeler, tertibi gereği; - Makamlar, imkanları gereği; - Mazhariyetler, zuhurları gereği; kendi içlerinde farklılıklar arzeder.
Hayvanlardan misal verecek olursak; Bunlarda et yiyenler hayvanlar ve ot yiyenler hayvanlar vardır. Bunların yer değiştirmeleri had ve hududu aşmak, ayeti inkar etmektir.
Mesela, At - kişner/ Eşek- anırır/ Kuzu - (me) ler/ İnek-(mö) ler/ Kurbağa - vıraklar /Kurt - ulur, Aslan - kükrer ve ilah…
Bunlar farklılıklar olarak görünse de aslından hu/hüviyetinin “muhtelifün elvanühu” muhtelif renkleridir. Hepsi kendi içinde ekmel ve mükemmeldir. Hepsi kendi içlerindeki ve diğerleri ile münasebetleri bakımından uygundur.
Yukarıda dendiği gibi eğer bunların yerleri değiştirilip, mesela (kuzu, kükrer) de (aslan, (me) ler) ise o zaman problem vardır. Bu durumda had ve hudud aşılmıştır, ayet inkar edilmiştir.
Netice olarak, Allah için iyi, kötü ve/veya doğru, yanlış ayrımı olmayacağından bunların hepsi gerek kendi içlerindeki farklı görünmelerinde ve gerekse tümü “halkıyet muhabbeti” ile arzuyu ilahinin razı olunması itibariyle ekmel, mükemmeldir ve merkezindedir.
***
Nasut alemindeki fıtrat neticesinde
- Cismaniyete havi farklılıklardan dolayı cismani anlayışa uygun düşmeyen hatta aykırı, ters düşen şeyler ESMA/İSİMler anlamına uygun olabilirler.
- Yine ESMA/İSİMler anlamına uygun düşmeyen hatta aykırı, ters düşen şeyler SIFAT tanım ve tarifine uygun olabilirler.
- Yine SIFAT tanım ve tarifine uygun düşmeyen hatta aykırı, ters düşen şeyler ZATİYETE/ZATA uygun olur.
- ZAT a ayna ZAT tır. Kendinden kendine… Sübhaniyet-i Asliyet...
“Ve ma erselnake illa rahmeten lil alemin” (Enbiya 21/107)
(Ve biz seni göndermedik, ancak alemlere rahmet içindir.)
(Biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.)
Müslüman kafir herkese, herşeye, tüm mahlukata rahmet içindir. Bu yüzden de ekmel, mükemmeldir. Cisimde de, İsimde de, Sıfatta da görünen bu farklılıklar kendi makam ve mertebeleri ve kendi mazhariyetler içinde olması gerekenlerdir ve oraya göre uygundur. Ekmel, mükemmel ve şüphesiz ki merkezindedir.
***
İblis diye varlık ancak Allahın Ademiyet mertebesindeki nizamı gereği isimlendirmesidir.
Yani İblis mülk aleminin, kesret anlayışı içinde elbise giyerek hevesat tesiratında kendine vücud izafe etmekten başka bir şey değildir. Çünkü Rabbım nizamını tahsis üzere, “liademe/Adem için”, “limuhammed/Muhammed için”, “lillahi/Allah için” şeklinde beyan etmiştir.
İsmi tarif mananın, makamın ispatıdır. Tahsis edilen, irfan olunmaya hizmet ile Muhammedi nurlanmadadır. Tahsis edilme, hedefi, makamı, manayı göstermektedir.
Mülke doğru çekmek ise, gelmiş olduğun yerin dışında kalmak demektir. Bu durumda aslını ve hedefini inkar etmektir. Esasında gayri kalmak da mümkün değildir. Çünkü mesela gayrullah dendiğinde bunun manası, gayr olanın da Allah olduğunu tespittir.
Neticede aliyyül ala’dan esfeli safiline tenezzülün her mertebe görünmesinde Hakk bizzat kendini tevhid üzere tasdik etmektedir.
Yanlış veya doğru, güzel veya çirkin, eksik veya tam şeklindeki ifadeler ancak kesret aleminin gereklilikleridir. Bu alem için de bunun böyle olması gerekir.
Amaiyetinden, Ehadiyetine Samed olarak Vahdaniyetine tenezülündeki zikir, “Sübhanallahi ve bihamdihi” (hu/kendi hamdı ile Allah subhan’dır) zikridir.
Mertebelerin gerek kendi içlerinde, gerekse birbirleri aralarında doğru veya yanlış demeleri dahi doğrudur. Çünkü o doğru ve yanlış demeleri
Kur’anı Kerim’de beyan edilmiştir ki, “bazınızı bazınızla imtihan ederek sabırlı olanlarını tespit içindir.” (ve sizin bazınızı bazısı için fitne/sınama olarak ca’l/kıldık siz sabrediyor musunuz?) (Furkan 25/20)
***
1. Hz. Kur’an’da MELÂİKE/Melekler;
Ademiyette irfan olunma vücud-u Ademin inşası liademe (adem için) secde edebi üzre arzda halife kılınması olarak kılınmıştır. (Bakara 2/30-31)
2. Hz. Kur’an’da İBLİS;
Ademin Rabbı meleklere “liademe/adem için” secde edin dediğinde Melekler secde ettiler, İblis secde etmedi ve kafirlerden oldu. (Bakara 2/34)
Bunlar daha Melekut mertebesinin meleklik irfaniyetinde tespit edilmiştir. Hepsi irfan olunma muhabbet hamd u senalarıdır.
3. Hz. Kur’an’da ADEM;
“ve kulna ya ademüskün ente ve zevcüke’l cennete” (Bakara 2/35)
(Ve biz kul/demiştik ki ey Adem! üskün (sakin_miskin/iskan-yerleşme _Mesken)
Sen ve senin zevc/eşin el cennete/bu cennet.) beyan edilip de ,
“ve la takreba hazihi’ş şecerete fetekuna mine’z zalimiyne” (Bakara 2/35)
(ve hazihi’ş şecer/şu ağaca akreb/yaklaşmayınız, sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz.) emredildiğinde ADEM, “ente ve zevcüke” olarak, sözü yerine getirmeyince
Adem’in Rabbı Allah,
“ve nadahüma rabbühüma e-lem enhe küma ‘an tilküme’ş şecereti” (Araf 7/22)
(Sizi bu şecer/ağaçtan nehy/yasaklamış değil miydim.) (Araf 7/22) diye
NİDA etmiştir.
***
Melekut Alemindeki “liademe/adem için” secde irfaniyetindeki vucudiyette,
görülüyor ki, İBLİS - ADEM ve zevcinde müşterek olan “İHRAC”
Adem’de ilave olarak “NİDA” - “IHBUT” - “CEMİY’AN” var.
İblis’de ise ilave olarak “LANET” - “MUNZAR” - “CEHENNEM” var.
Bu tasavvur Adem ve zevcinde “CEMİY’AN” tatbikata koyar. Böylece Melaike/melekler ve İblis cem/cemiyet halinde olurlar.
Bu oluşum “İHRAC” şeklinde oluyor. Bu birşeyin içinden dışarıya doğru akımdır. İşte bu GAYB ve ŞEHADETtir.
Neticede Adem -Havva, melekler – İblis ile “CEMİY’AN” arza indirilmiştir.
Hepsi kendi mertebelerinde doğru olarak ekmel, mükemmeldir. Neticede bütün bunları tanzim etmede, Allah iradesi olarak Nizamı ilahi tatbik bulmuştur.
***
Tatbikata görülüyor ki, Adem’in Rabbı, ADEMİ,
“Nefahtü min ruhiy” (Secde 32/9)
“Nefahtü fiyhi min ruhiy” (Sad 38/72 – Hicr 15/29) sırrının şanı gereği TARD etti.
“lekad halakne’l insane fiy ahseni takviymin” (Tıyn 95/4)
“sümme redednahü esfele safiliyne” (Tıyn 95/4-5)
(gerçekten/andolsun ki, insanı ahseni takviym/ahsen kıvamda halkettik. Sonra da onu esfele safiliyn/aşağıların en aşağısına reded (tard/döndürdük, yuvarladık) (yakınlaştırılmak üzre uzaklaştırdık)
Bundan sonra Adem üzgün, “ben ne yaptım” levmiyeti içinde sukunetini bozdu.
(Bu halde Adem Rabbi’nden kelimeler telakka (mülaki/kabul etti, aldı) Bu halde onun üzerine tövbe eyledi. kesin o ki, “hüve” tevvabü’r rahıymdir.) (Bakara 2/37)
Bütün bunlar Allahın arzu ilahisi olup, razı olduğudur.
Rabbın, rabbi öğretimiyle hepsi ekmel, mükemmel ve merkezindedir.
***
Halkediliş, aliyyül ala dan esfeli safiline tenezzülen,
“ya eyyühe’n nasüttekü rabbekümülleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve haleka minha zevceha ve besse minhüma ricalen kesiyren ve nisaen” (Nisa 4/1)
(ey insanlar Rabbinize ittika/takva edin o zat ki,
1. sizi nefsin vahıd/tek bir nefisden halketmiştir
2. ve ondan/kendinden de kendi zevc/eşini halketmiştir.
3. Ve o ikisinden de birçok rical/erkekler ve nisa/kadınlar besse/türetmiştir.)
Olduğu beyan edilmiştir.
Rabbımız açmışta açmış ve bu açılış hala kevn ve fesad üzere devam etmektedir. Sonunda “ileyhi türce’une” emri tahtında, hüviyete dönüşür.
“keyfe tekfurune billahi ve küntüm emvaten feahyaküm sümme yümiytüküm sümme yühyiyküm sümme ileyhi türce’une” (Bakara 2/28)
(Allahı (allah ile) nasıl tekfir/inkar edersiniz ki,
1. siz mevt/ölüler idiniz, sizi ahya/diriltti
2. sonra yine mevt/öldürecek, yine hayy/diriltecek
sonra da ileyhi türce’une (hu/O’na döndürüleceksiniz)
Nizamını zulmet ve nuraniyet tanımı üzere yapmıştır. Nuraniyet Zulmetin örtülmesini istemiştir.
***
Yaldızlı, süslü laflarla aldatma-aldanma üzerine, (En’am (6)/112)
(Ve keza/böyle likülli nebiyyin/her Peygamber için insi ve’l cinni (insan ve cin) şeytanlarını adüvv/düşman ca’l/kıldık. Onların bazıları bazısını aldatmak için sözün zuhruf/yaldızlısını vahy/fısıldarlar.
(Hadid 57/14) (Ve tâ ki, emrullahi/Allah'ın emri cae/geliverdi. Ve garur/çok aldatıcı (şeytan) billahi/Allah ile (Allah hakkında) sizi garre/aldattı.)
***
Bütün bunları irfan olunma muhabbeti olarak yukarıda ifade edildiği gibi sonunda “ileyhi türce’une” beyanı ile rucunun hüviyete olacak şekilde bir nizam altında tanzim etmiştir.
Kişi fiilerinde tesir altında olsun veya olmasın kendi seçimi, kendisinin geçimidir.
(Bakara 2/286) (nefs/kimseye vüsatı/gücünün üstünde birşeyi yükellifullahü/Allah teklif, yüklemez kesb (iktisap ettiği, kazandığı) kendi içindir (lehinedir) ve iktisap ettiği, kazandığı yine kendi üzerine (aleyhinedir)
***
Bunları yaparken mertebeler gerek kendi içlerinde, gerekse birbirlerine nispetle ters gibi gözüküyorlarsa da seyrullahtaki hedefe göre neticede dönüş “ileyhi türce’une” hu (hüviyet olarak) ona dır. Rucunun hüviyete olması bakımından ekmel mükemmeldir.
Mükemmel değildir demek dahi mükemmellik kelimesinin kullanılması itibariyle yine mükemmeldir.
Rabbımda güzel, çirkin diye bir ayırım yoktur. Sadece Hak vardır. Güzel ve çirkin bir şeyi tarif içindir. Herkes kendine göre güzel veya çirkin diyebilir. Bazısının güzel dediğine, bazısı çirkin der. Bu indidir, haline göredir.
Ancak çirkin için denir ki, “bu çirkin ama bu kadar güzel çirkin olur.” Öyle bir çirkindir ki kişi doğru da baksa yanlış da baksa “bu kadar güzel çirkin” demek suretiyle çirkinliği dahi güzel olarak vasıflamıştır. Bu da ters gibi gözüken şeylerin ters gibi gözükmesinden dolayı mükemmel olduğuna işarettir.
***
(86-6-Bir hikaye birçok yorum) Merkez efendi Hazretleri-Osmanlı hikayeleri. (www.isimlopedi.com)
Medrese eğitimi - Ulema Dönemi
Musa bin Muslihuddin nice zaman medreselerde tahsil gördükten ve ulema sınıfına dahil olduktan sonra, İstanbul'a gelip yerleşti. Kısa zamanda müstesna bir mevkii elde etti.
Bu dönem, İsm-i Adem olarak arzda halife ca’l edilme döneminin öncesidir. İlimler zahiri anlam içinde irfan olunmadadır.
Hz. Kur’an’da Ademin rabbının (Bakara 2/30) (ve vakta ki, Rabbin melekler için demişti ki, "Ben ardı/yer yüzünde muhakkak bir halife ca’l/kılacağım") beyanı fiiliyata geçmeden önceki dönemdir. Şeriatın şeriatıdır. Kelam ilmi üzerine medrese, ulema eğitimidir. İslamın şartları yüzeysel algılanma ile tatbik görür.
O mertebede, mesela “Abdest” dendiğinde, kişi henüz “Ab-Dest” haliyle görmez de sadece (abdest) diye görür. Kişinin bulunduğu o mertebe itibariyle o anlayışı doğrudur.
Ancak bulunduğu yerin ikmalini yapmış ve mertebesini giyinmiş, mertebenin ilminin alimi olmuş. Öyle muhabbette ki artık vakti gelmiş. Mürşidsiz yürümesi tehlikelidir. A.Geylani Hazretleri Risalet-i Gavsiye’de, “ilim alimin şeytanıdır.” buyruyor.
Bu mertebedeki düşünce, İslamın 5 şartı olarak (Kelimeyi Şehadet getirme - Namaz kılma - Zekat Verme - Oruç Tutma - Hac'ca gitme) ikmal halinde olup, tecvid ile Kur’an okumaya devamdadır. Kendine göre ekmel mükemmel olduğuna hüküm verip, “Allah bana cennetini vermeyecek de kime verecek?” deme halindedir. Musa bin Muslihiddin gelişi böyledir.
Dostları ilə paylaş: |