AHMED : Zâtının Sıfatındaki zuhur mahallidir.
AHAD ve AHMED’E yapış ki, beden ebu cehilinden kurtulasın. (Hz. Mevlânâ Mesnevi)
Şimdi Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretleri ve kendisine tahsis edilen ELLİ ÜÇ ثلاثة) وخمسون) sayısının yazılımını oluşturan, Arapça harflerin kendi başına anlamları, ve harekeleriyle ve yan yana geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduklarını ve Efendi Babacığım ile ilgili bağıntısını incelemeye çalışacağız inşeAllah.
206
(ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ وَ ﺧَﻤْﺴُﻮن ) (SELÂSE VE HAMSUN)
(ث ) SE
SE’nin zâti özellikleri yücedir
Nitelikte ve fiilde, kalemler onları yazar
Tek başına zât sırrıyla tecelli ederse
Birinci günde, halk ona ibadet eder
Nitelik sırrıyla sabit olarak tecelli ederse
İkinci gün, niteliği kendisini över
Fiil sırrıyla tecelli ederse
Üçüncü gününde, âlem onu mutlu eder
(İbn Arabi)
(ث ) SE : Arap alfabesinde dördüncü harftir. Ebced sayı değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça 500 rakkam olarak şöyle yazılır ; “0 . .“
“SE” harfinin lâfız harfleri “SE – ELİF (Hemze)” dir. (ث ) SE harfinin alt çanağı “ELİF” in aynasıdır. Üst noktalar bilgi noktasıdır. (ث ) SE harfinin üstündeki üç nokta Zâtını yansıtan; Sıfat, isim ve fiil noktalarıdır. A’yân-ı sâbite mahallidir.
İlgisi olması bakımından Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden;
İLK TAAYYUN MERTEBESİ, VAHDET MERTEBESİ
Bu mertebe salt zâtın cemâlindeki gark olunmuşluğun dan haberli olma mertebesine tenezzülünden ibarettir. Bu tenezzül vücûdun zâti gereğidir. Onun bu haberli oluş mertebesine “Ulûhiyyet mertebesi” denir. Vücûd bu mertebede kendisindeki sıfatları ve isimleri kapsam oluşu yoluyla öz olarak bilir. Ve sıfatlar bu mertebede kendisinin aynı olduğundan bu biliş, kendi zatına olan bilişten ibarettir. Bundan dolayı vücûd bu mertebede bütün isimler
207
ve sıfatlar ile isimlenmiş ve sıfatlanmış ve vasıflar ile vasıflanmış olduğundan “ALLAH” cami’ isminin mertebe-sidir ve bu isim ile isimlenmiştir. Bu mertebe, taayyün etmemiş zâtın, taayyün sûretiyle açığa çıktığı ilk tenezzül mertebesidir.
Buna “ilk taayyün” ve “mutlak ilim” de derler. Çünkü bu mertebede zâtın şuuru ve vicdanı bilinen ve gayriyyet kaydı olmaksızın mutlaktır. Buna “hakiki vahdet” mertebesi de derler. Çünkü bu “ilk taayyün” nefsinin ismidir ki, “vahidden ancak vahid çıkar” demektir. Bu mertebede sayma ve adetler ve çokluk ve fertler yoktur. Olmak ve olmamak arasında iki tarafta eşittir.
Bu mertebe (ث) SE harfinin mahallini oluşturan “ELİF” mertebesidir.
İkinci taayyun mertebesi, Vahidiyyet mertebesi.
Vücûd, ilk taayyün mertebesinde isimlerini ve sıfatlarını öz olarak bilmekle beraber, bu isimler ve sıfatlarının icab ettirdiği bütünsel ve parçasal ma’nâların hepsinin sûretleri, bu ikinci taayyün mertebesinde ayrılırlar. Mevcut eşya hakikatlerinden ibaret olan bu sûretlerden her birinin gerek kendi zatına ve gerek kendi zatının benzerine asla şuuru yoktur. Çünkü onların vücûdları ve farklı oluşları ilmidir. Vücûd bu ilmi sûretler sebebiyle çeşitlenir ve çokluk halinde olur.
Bu mertebede açığa çıkan her bir ilmi sûret, harici eşyadan her birinin hakikati ve onu terbiye eden Rabb-ı hassıdır. Sufi deyiminde her bir ilmi sûrete “ayn-ı sâbite” ve bütün olarak “a’yân-ı sâbite” derler. İlmi sûretlerden ibaret olan “a’yân-ı sâbite” kendi asli yoklukları üzerindedir. Onlar harici vücûd kokusunu koklamamış-lardır. Şehadet âleminde açığa çıkan sûretler ancak onların yansımaları ve gölgeleridir. “A’yânı sâbite vücûd kokusu almamıştır” dedikleri budur.
208
Bu mertebe (ث) SE harfinin üzerindeki bilgi noktalarıdır. Bir bütün olarak (ث) SE harfi Zâtı, sıfatı, ismi ve fiili bünyesinde barındıran A’yân-ı sâbite mahallidir ve mutlak ferdiyet makamıdır. Çünkü A’yân-ı sâbite vücûd kokusu almamıştır.
(ث) SE
“S” harfindeki sükûn mahall (A’yân-ı sâbite) fetha harekesiyle, hareketlendirilip varlık zuhuruna çıkmaya başlamışlardır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. “Elif” a’yân-ı sâbite mahallinin Nefes-i Rahmanıdır. Nefes-i Rahmâninin nefeslendirmesiyle a’yân-ı sâbitedeki ilmi sûretler “KÜN” (Ol) sözüyle zuhura çıkmışlardır. Fertlerin ilki üçtür. Halk etme zuhura çıkarma bir’den değil, Fert’ten zuhur bulmuştur.
Üç sayısı sayı mertebelerinin ilk ferdidir. Çünkü onun altı “iki” ile bir”dir. “İki” çift sayıdır. Ve “bir” ise sayılardan sayılmayıp, bütün sayıların kaynağıdır. Ya'ni bütün sayı mertebeleri “bir”den oluşur. Çünkü sayı mertebeleri “bir”in tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Meselâ 1 + 1 = 2 olur. Ve “iki” mertebesinde “bir” bulunmakla beraber âşikâr ve zâhir değildir, onda gizlidir. Ve aynı şekilde 1 + 1 + 1 = 3 olur. Ve “üç” tek olan sayı mertebelerinin birincisidir. Şimdi “üç” zâhir olunca “bir” gizlenir. (Tedbirat-ı İlâhiyye)
-------------------
إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
(İnnemâ kavlünâ lişey’in izâ eradnâhu en tekule lehü kün feyekünü.)
(Nahl 16/40) “Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece Ol (kün) dememizdir. Hemen oluverir.”
209
-------------------
Oluşum üçlemeyle Kün (Ol) ’den meydana gelmiştir. Hattâ Kün’de kendi içinde üçlüdür. (Kaf-Vav-Nun) Kün varlığa ait bir emir lâfzıdır, ondan ancak varlık çıkar. Bu kelime, birdir ve şahıslarıyla çoğalır. Bütün varlıklar Allah’ın tükenmeyen kelimeleridir. Çünkü hepsi “Kün” den meydana gelmişlerdir. “Kün” ise Allah’ın kelimesidir.
Teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyetten yani teklikten ibaret olan İlâhi hazretten âlem mevcud oldu. Bundan dolayı, bir şeyin zuhuru için "zat', "irade" ve "söz" olmalıdır.
Sonuç olarak ; “ ( ثَ ) S” mahallinde yani A’yân-ı sâbite’ de bütün halde sükûn halde bulanan ilmi sûretler
( ثَ ) SE fethayla yani gizli “Elif” ile harekete geçirilmesi nefeslendirilmesiyle “KÜN” (ol). (Kaf-Vav-Nun) sözüyle üçleme, yine üçlemeyle zuhura çıkmaya başlamıştır. Ferdiyet makamı yine kendi ferdiyetiyle Hayat bulmuştur.
(ثَ ﻞ ) SEL
(ثَ ) “SE” mertebesinde zuhura çıkmaya başlayan ilmi suretler (ل ) “Lâm” harfinde varlık sahasına çıkmıştır.
(ل ) “LÂM”
Lâm yüce mukaddes ezele aittir,
Makamı yüce, heybetli ve nefistir,
Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder,
Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder,
Sana ruh olarak üç hakikati verir,
İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar,
(İbn Arabi)
(ل ) “LÂM” harfi ebced sayı değeri otuzdur. “Lâm”
210
harfinin lâfız harfleri “Lâm, Elif ve mim” dir. Lâm harfinin iki yönü vardır. Bir yönü Melekût âlemine dönük, bir yönüde mülk âlemine dönüktür. Dolayısıyla Lâm’ın Elife dönük yüzü melekût âlemini, mim’e dönük yüzüde mülk âlemine bakar. İkisi arasında orta âlem oluşur. Bu da nefsin makamıdır.
Gizli “Elif” ile yani fethayla nefes kazandırılan mahall “Lâm” aynasına tenezzül etmiştir.
Lâm harfinin hattı, insanın ayn-ı sâbitesinin Allah’ın ezelî bilgisinde var olduğu öğretisini sembolize etmektedir. Hak için elif, ze ve lâm harfleri belirlenmekte, bu harflerin bu sıraya göre yan yana getirilmesi ile Allah’ın ezelilîği fikri ortaya çıkmaktadır. Nûn, sâd ve dâd harfleri insan için belirlenmekte ve bu harflerden biri olan nûn’da gizli olarak bulunan elif yatay pozisyondan dik duruma geldiğinde lâm harfi; nûn’dan olma lâm’ın yarısı göz önüne alınmakla da ze ortaya çıkmaktadır. Böylece insanı sembolize eden nûn harfinden, Allah’ın zât ve sıfatını ve bu ikisini birleştiren râbıtayı temsil eden elif, ze ve lâm çıkmaktadır.(İbn Arabi Fütuhattı Mekkiyye)
Yani (ل ) “LÂM” varlığında Kadim’i sembolize eden “Elif” in boyu, Hadis’i sembolize eden “Nun” harfinin alt çanağının birleşimden meydana gelmiştir. “Lâm” bu yönüyle berzahtır. Allah’ın ezeliliği “Lâm” harfinin zuhuruyla aşikar olmuş, aynı zamanda hadis için zaman kavramı ortaya çıkmıştır.
Kadîm için ezel neyse, halk edilmiş için de zaman odur. Ezel aynı zamanda yüce Allah’ın niteliklerinden biridir, dolayısıyla O’nun sûretindedir. Allah'ın ezeli’olarak nitelenmesi, bizimle ilgili zaman kavramıyla irtibatlıdır. Bizim “Allah vardı, beraberinde bir şey yoktu” ifadesi bağlamında bir zamansal uzanış tasavvur etmemizden kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak (ثَ ﻞ ) “SEL” mertebesi; A’yân-ı sâbite’
211
deki sükûndaki ilmi sûretler, Allah’ın Zâti muhabbetiyle, Nefes-i Rahman (Fetha) (gizli Elif) ile hareketlendirilip zuhura çıkarma mahalli olmuştur. “Elif” teklikle ilgilidir. Nuru da “Lâm” ın kıyamında parlamaktadır.
Bu mertebeyi anlatması dolayısıyla; İsti’dad iki ceşittir:
Birincisi yapılmamış isti’dad ki, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün (Ol)!” emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler.
-------------------
~~54.50~
وَمَا اَمْرُنَا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ
(Ve ma emruna illâ vahidetun ke lemhın bil basar) (Kamer, 54/50) “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir”
-------------------
Âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir.
Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehadet mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve gorunme yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Çünkü tabiatta vücûda gelmiş olan her bir sûret kemâl bulma kaidesine tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur. (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
--------------
(ثلا ) SELÂ
” لا” “LâmElif” (Lâ)
( ا ) ELİF : İlâhi birliğin sûreti
212
Elif, münezzeh zattır, acaba,
Varlıklar içinde senin aynın mahallin var mı?
Dedi ki: Yok iltifatımdan gayri, ben ise,
Ebed harfiyim, ezeli içeririm,
İşte ben seçilmiş zayıf kulum,
Ve ben sultanım, aziz ve yüce olan.
(İbn Arabi)
(ل ) “LÂM”
Lâm yüce mukaddes ezele aittir,
Makamı yüce, heybetli ve nefistir,
Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder,
Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder,
Sana ruh olarak üç hakikati verir,
İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar.
(İbn Arabi)
” لا” “LâmElif” (Lâ)
Her şeyi bilen Elif ve Lâm kucaklaştı,
İki sevgili gibi; avam ise uyumakta,
Yüce olan ayaklar birbirine dolandı,
Bana bileşen o iki harften bir bildirim geldi,
Kuşkusuz kalbi ma’nâsı kucakladığında,
Onda var etme ve yok etme ortaya çıkar.
(İbn Arabi)
( ا ) ELİF ve (ل ) LâM bir araya gelince, her birisine bir meyil eşlik etmiştir. O meyil, arzu ve hevadır. Meyil, ancak arzu kaynaklı bir hareketten olabilir. Lâm’ın hareketi, zâti bir hareket, Elif’in hareketi ise yatay bir harekettir. Böylelikle Elif’in otoritesi kendisinde hareket meydana getirmek üzere Lâm’da zuhur etmiş, Lâm bu meyanda Elif’ten daha güçlü olmuştur. Çünkü o daha
213
açıktır.
Dolayısıyla onun himmeti, varlık itibarıyla daha yetkin ve daha etkindir.
Elif ve Lâm’ın birleştiği ilk mertebe, var etme mertebesidir. Bu mertebe “Lâ ilâhe illâllah’tır.” Bu Hakk ve Halk mertebesidir. Mutlak varlık, o Elif’tir, bu mertebede halk etmeye, sınırlı varlık ise o Lâm’dır, halk olmaya yönelir. Elif Kadim, Lâm ise hadis’tir. İki Elif yani 1 ve 1’i çarptığında tek Elif / 1 meydana gelir. Hadis (sonradan olan) ile Kadimi çarptığımızda, dışta meydana gelen hadis olacaktır. Kadim, hadisin görünmesiyle gizlenir.
“Elif” zat, “Lâm” ise sıfat içindir. Ya da “Elif” Hakk’a, “Lâm” da mahlûka işaret eder. Ayrıca nefyi ve ispatı (olumsuzluk ve olumluluk) da cem ediyor. “ لا “ “LâmElif” (Lâ) harfindeki olumsuzluk tenzih açısından marifetullaha işaret eder. “Benzeri gibi bir şey yoktur” Hakk Teâlâ eksiklerin, kayıtların ve kulluk acziyetinin mukabili olan ulûhiyet kemâlâtıyla nitelendirilir. “ لا” “LâmElif (hemze ile)” (Lâ) harfindeki olumluluk ise teşbihe işaret eder. “O gören ve işitendir” Bir de şu hadise işaret etmektedir. “Allah, Âdem’i kendi sûreti üzere halk etti.” Marifetullahın kemâl derecesi bu iki şıkkın cem edilmesiyle gerçekleşir. Dolayısıyla . ” لا” “LâmElif” (Lâ) İnsan-ı Kâmili sembolize eder. Zâti isimlerin en özeli ve en başta geleni “El-Vahidü’l Ahad” (Bir Tek) dir.
Vahid ve Ahad isimleri “Lâ” harfindeki “Elif” ve “Lâm” harfleri gibi birbirlerinden ayrılmazlar. Dolayısıyla “Elif” zati tekliği, “Lâm” da birliği ifade eder. Buna göre Rahman’ın sûreti üzere halk edilmiş İnsân-ı Kâmil’in Hakk’ın huzuruna olan nispeti, “Elif” in tekliği karşısında “Lam” ın birliğine benzer.
Birbirine bağlanmış Elif ve Lâm bitişikliği gerçekleştirip
214
ayrıklığı silmeyi ifade eder. Lâm’dan sonra gelen Elif başkanın izlerini siler. Kul, Lâmelif ” لا” in bilgisi vasıtasıyla He “ه ﻪ” ye eşlik etmiştir.
Elif ile Lâm bitişmesi Hüviyet He’sini açığa çıkarmıştır. Hüviyet He’sini üste taşırsak halk âleminin ilk mertebesi arş ortaya çıkar ve sonra da Kürsi gelir.
( اﻟﻪ ) ELH
Elh : Sözlük anlamı ibadettir.
Lâm ile Elif’in birleşmesi bir oluşumu daha zuhura çıkarmıştır.”İbâdet”
İbâdet ne demek ; Varlık hakikatinin iki yönü vardır, Hak ve halktır. İbâdet varlık hakikatinin iki yönü arasında karşılıklı bir eylemdir. Halkın ibâdeti, özünden kaynaklanan bir şeydir. Çünkü bu ibâdet, mümkünlerin muhtaç oluşlarından ibarettir; başka bir ifadeyle mümkünlerin
215
sübut hallerinde yokluklarına karşı var olmalarını tercih edene muhtaçlıklarıdır. Lâm’ın Elif’e muhtaçlığı, Elif’in Lâm’a ülfetiyle varlık hüviyet kazanır. Şu halde halk edilmiş, daimi ve ezeli bir muhtaçlıktadır.
Hakk’ın ve halkın ibâdeti özünde ve ayrıntılarında farklıdır. Lâm’ın yani halk edilmişin varlık sahasına çıkması için Elif’e muhtaçtır ama Elif’te sûret perdesine bürünüp zuhura çıkması için Lâm’a muhtaçtır. Kendini yansıtacak ayna için Lâm’a muhtaçtır. İki mertebenin birleşimi ayna olan hüviyet He’sidir. Elif yani (Hakk) muhtaçlığı zatından değil kendindeki sıfat ve isimlerin, halk edilmiş (Lâm) mertebesinde zuhur bulmaları içindir. Bâtın zahire ibâdet eder; bu ibâdet, bâtının zâhire dönüşmesi ve onu ortaya çıkartması yönündendir. Dolayısıyla Hadislik yönlerini (Lâm), Kadim’e (Elif) e bitiştirenler yeni bir Hüviyet (He) Kazanır. Gerçek ma’nâda ibâdet burada başlar. Yani bir Mürşid-i Kâmil de fenâ olup bekâ bulanlarda ibâdet başlar.
Buraya kadar anlatmak istediğimiz Efendi Babacığım NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen 53 (Elli üç) sayısının hakikati ve 53’te ki Hakikatin Efendi Babacığımdaki tecellisidir.
(ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ وَ ﺧَﻤْﺴُﻮن ) (Selâse ve hamsun)
53 (Elli üç) sayısındaki buraya kadar anlatılanlar içerisinde özet olarak;
(ث) SE : Ferdaniyet makamıdır. Halk edilişin mahallidir. Üç’lü hakikate dayanır. Oluşum bir’den değil tek sayıların ilki üç’tendir. “Kün” (Ol) emrinin mahallidir.
” لا” “LâmElif” (Lâ) : Bununla ilgili yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu makam “El-Vahidül Ahad” olan İnsân-ı Kâmil makamıdır.
(ثلا ) SELÂ;
216
Burası NECDET (نجدت ) te ki ( ﻧَﺞْ ) NEC makamına tekabül eder. Çünkü NECDET’te ki NUN (ن), “KÜN” (Ol) dür.
Çünkü “Nun” un, Nokta’da gizlenmiş ikinci yarımı bize görünmeyen bâtınıdır. “Nun” harfinin bize görünen kısmının sayısal değeri 50’dir. İki “Nun” yani görünen (zâhir) ve görünmeyen (Bâtın) yönlerini birleştirirsek “Nun” un dairesi tamamlanır. “Nun” un cisim çanağının üstünde daire görünür, “Nun” daki bâtınını işaret eden tek nokta dairenin tamamlanmasıyla zâhir ve bâtın simgesi olarak dairenin üzerinde yer alır. Harflerin üzerindeki noktalar bilgiyi işaret eder. Böylece “Nun” un tamamlanmasıyla ( ق ) “KAF” harfi meydana gelir. İki “Nun” un sayısal değeri 50 + 50 = 100 olur ki o da “Kaf” olur. “Kaf”, “Nun” dur. Yani “Kün” lafzında “Nun” varlığa yine Kendinden, kendiyle, kendi çıkar.”
NECDET’te ki “Cim” ( ج ﺟ ), ” لا” “LâmElif” (Lâ) dır. Çünkü “Cim” harfinin sayısal değeri üç’tür. Tek sayıların ilki üç’tür.
“Dereceleri yükselten” isminin zuhurunun kemali ancak bütün dereceleri “Cami” huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Yalnız insân, hem Hakk’ın (Elif) hem halkın (Lâm) sûretini üzerinde taşır. Bütün isimler sadece insana öğretilmiştir. El-Cami ismi Allah’tır. Cemâlin, Celâlin, Kemâlin toplandığı (Cami) halifelik makamıdır.
Kısaca (ثلا ) SELÂ; “Kün” emrinin mazharı, Allah isminin zuhura çıktığı İnsân-ı Kâmil makamıdır.
( ﺗَﻠﺎَث ) SELÂS
217
( ﺗَﻠﺎَث ) SELÂS; Yani Allah isminin aynası olarak zuhura çıkan İnsân-ı Kâmil makamında ki hakikatleri diğer mertebelerde yansıtacak ayna olmuştur.
( ﻧَﺞْ ) “NEC” VE (ثلا ) “SEL” makamlarının ebced sayı değerlerine bakacak olursak;
NUN (ن) : 50
CİM ( ج ﺟ ) : 3
( ﻧَﺞْ ) “NEC” toplarsak = 53 olur.
(ث ) SE : 500
” لا” “LâmElif” : 31
(ثلا ) “SEL” = 531 olur. O da 53 + 1 den meydana gelir.
( ﻧَﺞْ ) “NEC” makamı 53’ün mutlak tekliği, (ثلا ) “SEL” 53’ te ki mutlak tekliğin, 1 (birliğiyle) zuhura çıkma makamıdır.
Yani “ELİF” te ki mutlak tekliğe (AHAD) mukabil “LÂM” da ki zuhura çıkış birliği (VAHİD) gibi.
“Yani "Halk etme" işi, zâtında teklik üzerine bina olunmuştur ve teklik ise sayının iki eşit kısma bölünememesi halidir. Ve teklik sayılarda "üç" ten itibaren başlayıp üç, beş, yedi, dokuz, on bir gibi yukarıya doğru gider. "Üç" ten önce "bir" ile "iki" vardır ve "bir" ise sayı değildir. Çünkü bütün sayıların kaynağıdır; ve bütün sayılar, birin çoğalmasından ortaya çıkar. Örneğin bir tane bir, bir tane bir daha "iki'' ve bir tane bir daha ilâve olunca "üç" olur.
Bundan dolayı "üç" ten önceki sayı "iki" olup, bu da
218
çifttir. Bu şekilde "üç" sayısı tek sayıların birincisidir. Ve teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyyetten yani teklikten ibaret olan ilâhi hazretten âlem mevcud oldu. Çünkü "Halk etme", ulûhiyyet mertebesinde olur. Çünkü o mertebede ilâhi zat sıfatları ve isimleriyle taayyün edici olur. Ve ahadiyyet mertebesinde asla isim ve nitelik yoktur. Ve ilâhi zat kendinin sıfatları olan "irâde" ve "kelâm yani söz" ile taayyün edici olmadıkça "Halk etme" mümkün olmaz. İşte buna işaret olarak Hak Teâlâ: "Bizim bir şeye sözümüz, onu irade ettiğimiz vakitte, ona "Ol!" demekliği-mizdir" (Nahl, 16/40) buyurur.
Bundan dolayı, bir şeyin icadı için "zat', "irâde" ve "söz" olmalıdır. Böyle olunca ferdiyyet yani teklik hazretinde taayyün etmiş olan ilâhi zat, icad edici zat "irâde" ve "söz" sahibidir. Ve eğer bu "icad edici zat" ve herhangi bir işin var oluşunun tahsisine yönelişinin bağıntısından ibaret olan onun "irade"si olmasaydı ve daha sonra O'nun yönelişinde o şey'e "Kün yani Ol!" sözü olmasaydı, bir şey mevcud olmazdı. Çünkü bir, bir olarak durdukça, ondan hiçbir sayı çıkmayacağı gibi, bir olan zat dahi bir olan zat olarak kaldıkça bir şey açığa çıkmaz. Fakat birin zatında mevcut olan bağıntılar açığa çıkınca, örneğin 1/2, 1/3, 1/4, 1/5, gibi birin yarısı, üçte biri, çeyreği, ve beşte biri zuhur edince, sayılar peyda olur. İşte bunun gibi "irâde" ve "söz" ulûhiyyet zâtının sıfatları ve bağıntılarıdır. İcad onların açığa çıkmasına bağlı olan bir esastır. Şu halde “zat” ve "irade" ve "söz" üç şeydir; bunların bir arada oluşundan "ferdiyyet yani teklik" hasıl olmuştur.
Yani ferdiyyet hazretinde taayyün etmiş olan ilâhi hazret, yani icad Edici hazret için üçlü ferdiyyet sabit olduktan sonra, buna karşılık olarak vücûdu kabul eden "şey"de de, aynı şekilde üçlü ferdiyyet zâhir oldu ve o üçlü ferdiyyet sebebiyle o şey tarafından onun var edilişi ve vücûd ile vasıflanması geçerli oldu. "Tekvin yani var ediş" bir şeyi var edilmiş kılmaktır. Ma’nâsı budur ki, Hak Teâlâ
219
bir şeye "Kün yani Ol!" sözüyle emrettiğinde, o şey kendi nefsini mevcud kılar.
Şimdi, bir "şey"in kendi nefsini mevcud kılması onun nefsi tarafından olan üçlü ferdiyyet iledir. Eğer icad edici zâtın üçlü ferdiyyetine karşılık, onun da üçlü ferdiyyeti olmasaydı, ilâhi ferdiyetin te'siri olmazdı. Çünkü "te’sir edenin" karşısında bir "te’sir edilen" olmayınca hiçbir eser ortaya çıkmaz. Bundan dolayı te’sir edicideki te'sirin sabitliği, te’sir edilenin vücûdu ile olur. İşte bunun gibi Hakk'ın ferdiyyetinin sabitliğide "şey"in ferdiyyetine bağlıdır. Ve "şey"in ferdiyyeti de, ilk olarak onun ilâhi ilimde sabit olan "şey'iyyet"idir. İkinci olarak “Kün yani Ol!'' ilâhi sözünü "işitme"sidir. Üçüncü olarak kendi vücûdunu icadında Mükevvin'i yani Var Edici’si tarafından olan "emre uymasıdır". Şu halde, bir şeyin icadını gerektiren şey, gerek kendinin ve gerek Mucid'in ferdiyyetidir.” (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
--------------
Şimdi zuhura getirilecek oluşum teklikten, birliğiyle ve üçlemeyle zâhir olur. Şimdi yukarıda ifade ettiğimiz (ثلا ) “SEL” makamında ki (ث) “SE” harfindeki üçlemeye mukabil bunu kabul edecek mahall ( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” makamındaki ikinci (ث ) “SE” dir. ( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” makamındaki ikinci “SE” yazıda da görüldüğü gibi “SEL” ya bitişmemiştir. Dolayısıyla ikinci “SE” zuhurun “SEL” (53 – 1 ) makamının ferdiyetteki yani üç’teki görüntüsü olmuştur.
( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in ferdiyyetine bağlıdır.
220
Sonuç olarak ; ( ﻧَﺞْ ) “NEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (ثلا ) “SEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” Bir’in Üç’te yani ferdiyyetindeki aynası (NEFSİ) olmuştur.
(ث ) SE : Ebced sayı değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça 500 rakkam olarak şöyle yazılır ; “0..“ yazılış şeklini inceliyecek olursak;
ه Bu da Arapça’da “HE” harfinin şeklidir. “HE” nin sayı değeride 5 (beş) tir. Görüldüğü gibi ” لا” “LâmElif” (Lâ) İNSÂN-I KÂMİL makamında Yani “Lâm” ile “Elif” in birleşmesiyle açığa çıkan İNSÂN-I KÂMİL Hüviyetidir. Hüviyet “HE” si daire şeklinde olup bütün mertebeleri kendinde cem etmiştir.
Şimdi konumuza dönüp “SE” harfinin sayı değeri olan 500 (beşyüz) ün şekline bakacak olursak;
Dostları ilə paylaş: |