بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
GÜNAHLARIN MANEVİ HAYATIMIZA ETKİLERİ
Allah Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
بَلَى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
"Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar."1
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle denilir: Burada söz konusu olan, büyük günahların insanın iyiliklerini çepeçevre kuşatması ve onları yok etmesidir. Ayetin bizim (Ebu talip el-mekkî) tercihimize göre tefsiri bu şekildedir.
"... kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa..." cümlesinin diğer bir görüşe göre tefsiri şu şekildedir:
“Onlar, günahlarından tövbe etmeden ve günah işlemekte ısrarlı olarak ölen kişilerdir.”
Diğer bir görüşe göre onlar; şirk günahını işlemiş ve bu günah üzere son nefesini vermiş kişilerdir. Böyle kişilere daha önce işlemiş oldukları amellerin bir faydası olmaz. 2
Günah, dinimizin haram kıldığı, yapmayın, yanaşmayın, terk edin dediği bütün kötü işlerdir.
Günah, hoş olmayan, sonuçları kötü olan bütün fiiller ve sözlerdir. Buna göre kişinin yaptığı iş sonuç itibariyle ona vebal yüklüyorsa, ceza almasına sebep oluyorsa o iş günahtır. Günah, Allah'ın, insanlardan kimin daha güzel amelde bulunacağını ortaya çıkarmak, onları imtihan etmek için tesis ettiği koruluktur, insanın, bu koruluğa yaklaşmaması istenmiştir.
Günahı ifade eden kavramlar, genelde inkârcıların ya da müşriklerin ahlâkıdır. Günah, inkâr etmektir, Allah'a karşı gelmektir. Kur'an, isyan eden insanların bu karşı geliş şekillerine ve onların ifade ettikleri yanlışlara göre çeşitli isimler kullanmaktadır, iman ettiği halde Rabb'inin emirlerini yerine getirmeyen ya da yasaklanan bir şeyi yapanlar da günaha düşmüş olurlar. Ancak onların bu günahı, karşı gelmek, isyan etmek, inkârda bulunmak, kibirlenmek, meydan okumak değildir. Bunun tam tersine bir teslim olunmuşluktan sonra unutma, yanılma, ihmal etme veya nefse ve şeytana geçici olarak kanmadır.
Büyük ve Küçük Günah Kavramları
Günahlar, Kur'an, Sünnet ve önceki âlimlerin açıklamasına göre "büyük/kebâir" ve "küçük/sagâir" diye ikiye ayrılır. Bu nedenle yanlış fiillerin bir kısmına büyük günah, bir kısmına da küçük günah denmiştir.
Büyük günah, dinimizce açıkça yasaklanan ve yapanlara Allah'ın dünyada ceza koyduğu, ahirette ise azap ve ateş vaat ettiği işlerdir. Büyük günah, kesin ifadelerle yasaklanan haramların karşılığıdır.
Günah, işlenen suçun büyüklüğü ve işleyenin sorumluluğu nisbetinde derecelenir. Bir günahın büyüklerden sayılması kimi zaman onun sürekliliğinden kimi zaman da onun kötü neticeleri açısından büyük sayılmıştır.
Büyük günahların hangileri olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bunların sayısını sınırlamak oldukça zordur. Farklı hadislerde farklı rakamlar verilmektedir. Günahın büyüklüğü biraz da işlenilen ortama göre ortaya çıkabilir. Ayrıca küçük günahta ısrar etmek onu büyük günah haline getirir. Âyet ve hadislerde büyük günahlar birçok yerde zikredilmiştir.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) büyük günahları "el-mübikât" yani "mahvedici" diye nitelemiştir. Çünkü bunlar kesinlikle yasaklanan şeylerdir. Kim onları bilerek, ısrarlı bir şekilde işlerse, şüphesiz ki o kişi Allah'ı yeterince sevmiyor ve O'ndan çekinmiyor demektir.
Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Yedi helâk ediciden kaçının!" diye buyurdu. Sahabiler, 'Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?' diye sordular. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Allah'a şirk/ortak koşmak, sihir/büyü yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnat etmektir."3
Günahları büyük ve küçük diye ikiye ayırmak Kur'anî bir ifadedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de
"Eğer yasakladığımız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir makama yerleştiririz" 4 buyrulmuştur.
Şüphesiz, büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Şirk koşanın küfre düşeceği açıktır. Diğer büyük günahları işleyenlere "fâsık" denilmiştir. Onlar günahın haramlığını inkâr etmedikleri müddetçe müslümanlardır ve onlar için tövbe kapısı açıktır.
İmam Kurtubî (r.ah) şöyle demiştir: "Kitap, Sünnet ve ümmetin icmâı ile büyük günah olarak adlandırılan veya onu yapana şiddetli ceza bildirilen yahut had uygulanılan ya da şiddetli bir şekilde sakındırılan her günah büyük günahtır. Buna göre bir günahın büyük günah olabilmesi için Kur'an ve hadislerde hakkında lânet, azap veya tehdit bulunması gerekir.’’ 5
Küçük günah, büyük günahların alanı veya tarifi dışında kalan, yani hakkında bir ceza bulunmayan, cehennem ateşi ile de tehdit edilmeyen günahlardır. Bu gibi cezaları hak eden her suç da büyük günahtır. Bunların dışındaki hatalar, sürçmeler, yanılmalar küçük günahtır. Küçük günah işlemekten çekinmeyen ve ona devam eden ya da o günahla birlikte Allah'a karşı büyüklenen, İslâm'ın yasaklarını hafife aldığı için büyük günaha düşer ve âyette sözü edilen aftan yararlanamaz.
Tövbe veya iyi amellerle silinebilen küçük günahlar, çeşitli nedenlerle büyük günaha dönüşür. Nitekim Hz. Peygamber'in (sallallâhü aleyhi ve sellem),
"Hiçbir küçük günah yoktur ki küçük (önemsiz) görüldüğü halde büyümesin. Hiçbir büyük günah yoktur ki tövbe/istiğfar edilerek küçülmesin."6Başka bir hadiste ise göze önemsiz görünen günahlardan açıkça sakındırılmaktadır:
"Ey Âişel Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bu günahlar için, Allah tarafından görevlendirilmiş bir görevli vardır." 7
Küçük günahları önemsememek, bunlarda ısrar etmek, insanı büyüklerini yapmaya hazır hale getiren psikolojik ve ruhî bir değişikliğe uğratır.
Küçük günah hakkında sakındırıcı kesin bir tehdit, lânet, cehennem ateşi gibi unsurların olmamasına bakarak aldanmamalıdır. Çünkü sayılan sebeplerden ötürü, büyük günaha dönüşmesi daima mümkündür. Bu bakımdan günahın küçüklüğüne değil, kendisine karşı gelinen Allah'ın azametine bakarak, günahlardan sakınmamız lazımdır.
Kalple İşlenen Günahlar
Allah dostları olan rabbânî âlimler, birinci hedef olarak kalbi seçerler. Bütün gayretlerini kalbin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi devamlı gündemde tutarlar ve onun gerçekleşmesi için çok zaman ayırırlar. Bugün ise kalp ihmal edilmiş, gayretler çoğunlukla kalıba ve mideye yöneltilmiştir. Öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zâhirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamaktadır.
Örneğin, adam öldürmek, içki içmek, yalan söylemek, zina yapmak büyük günahlardandır. Bir mümin bunlardan sakındığı gibi, kalple işlenen kin, haset, kibir, riya, aşırı dünya sevgisi, kader ve kazâya itiraz, ilâhî takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan sakınmamaktadır. Oysaki kalple işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabulünü engeller, salih amellerin sevabını yok eder. Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştınr, dinden bile çıkarabilir. Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar. Zâhirî günahlar böyle değildir.
Bir insan devamlı adam öldüremez, hiç ara vermeden içki içemez. Fakat hasetçi bir insan devamlı haset ateşiyle kavrulur. Kibirli bir insan her işinde kibrini ortaya koyar. Riyakâr bir insan, ne yapsa işlerinde riya kokar. Aşırı dünya sevgisi, mal hırsı tedavi edilmezse, can çıkana kadar kalbe yara ve perde olur. Kalbi saran günahları fark etmek kadar terk etmek de zordur. Bunun için gerçekten ıslah olmuş ve Allah ile huzur bulmuş insan azdır.
Dış azalarla işlenen günahlar, güzel bir tövbe ve istiğfarla temizlendiği halde, kalbin içinde yerleşen günahlar ancak tövbe, istiğfar ve güzel bir terbiye ile temizlenebilir. Hem kalbi saran günahları fark etmek kadar terk etmek de zordur. Şu halde, bu tür günahları tanımak ve sakınmak, diğerlerinden daha önemlidir. Çünkü kulluğun ve yüce Allah'a dostluğun aslı kalpten başlamaktadır. Kalbini ihmal eden kimsenin, Allah katında kalıbının bir kıymeti yoktur.
Günahın Manevi Hayatımıza Etkileri
Günahlar, âyet ve hadislerde açıkça belirtilmiş kalp hastalıklarıdır. İşlenen her günah, insanın kalbi üzerinde olumsuz bir etki ve huzursuzluk oluşturur. Bu durumu dikkate almayıp, aynı hal üzerinde kalmaya devam edenlerin kalpleri bir süre sonra ölür veya Kur'an'daki bir ifade ile "Günahları kendilerini kuşatır."
İnsan tövbe ile günahlardan temizlenmeden yüce Allah'a dost olamaz, dini anlayamaz, imanın ve Müslümanlığın tadını tadamaz. Günahlar, Allah Teâlâ'nın sevgi ve rahmetinin kesilip azabının gelmesine sebep olur. Zarar ve pişmanlık getirir. Dünyada insanı utandırır, ahirette azaba düşmeye sebep olur.
Menkıbe
Hz. İbrâhim (a.s) ölüm meleğine:
Günahkârların ruhunu alırken büründüğün şeklini bana gösterir misin? diye ricada bulundu. Azrâil (a.s):
Sen o hâlimle bana bakmaya güç yetiremezsin, dedi. İbrahim (a.s):
Olsun dayanırım, dedi. Bunun üzerine Azrâil (a.s):
O zaman bana arkanı dön, dedi. İbrahim (a.s) kısa bir zaman sonra yüzünü tekrar ona çevirdiğinde, karşısında rengi kapkara, saçı-sakalı karışmış, etrafına pis kokular saçan, simsiyah elbiseli, ağzından-burnundan ateş ve dumanlar çıkaran bir adam vaziyetinde gördü ve oracıkta bayıldı.
Bir müddet sonra ayıldığında onu eski şekline geri dönmüş olarak gördü ve:
Günahkâr bir kimse, ölüm anında başka hiçbir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmasa da sadece senin şeklini görse, bu onun hesabının görülmesi için yeterlidir” dedi.8
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: ’’Üç tane küçük günah işleyen bir büyük günah işlemiş gibi olur. Ona gelen feyzi keser. Sofiden ervah ayrılmaz, fakat sofiye manevi yardım yapamaz. Elektrik olup da şartelin açık olmaması gibidir.’’
Günahlar kalbi kirletir, perdeler ve sonunda öldürür, bu konuda rahmet Peygamber'i (s.a.v) hepimizi şöyle uyarmıştır:
"Mümin bir günah işlediği vakit, kalbine siyah bir nokta, bir leke vurulur. Tövbe ederse, kalbi temizlenir parlar. Tövbe etmez, isyana devam ederse, siyahlık artar ve sonunda kalbi kaplar. İşte bu, Allah Teâlâ'nın, 'Asla öyle değil, fakat onların yapmış olduğu günahlar kalplerini iyice kaplamıştır" 9 âyetinde anlatılan, kalbin kapanması ve günahla örtülmesi budur."10
İmam Mücâhid b. Cebr (r.a) şöyle diyor: "Kalp açık bir el gibidir. Kul her günah işledikçe bir parmak kapanır. Nihayet elin bütün parmaklarının kapandığı gibi kalp üzerine perde çekilir, işte kalbin kapanıp mühürlenmesi böyledir."11
Ebû Türâb en-Nahşebî (k.s), kalbin günahlar ile kararmasının alametinin üç olduğunu söyler. Birincisi günah işlemekten korkmamak, ikincisi ibadetlerde gevşeklik, üçüncüsü de vaaz ve nasihatlerin ona tesir etmemesidir.
Allah dostlarının tesbitine göre, kalp ve beden hastalıklarının en iyi ilacı, günahları terk etmektir.
Bir adam Abdullah b. Abbas'a (r.a), "Günahı da sevabı da az kimselerle, günahı yanında sevabı da çok olan kimselerin hangisi hayırlıdır?" diye sorduklarında, "Günahtan uzak kalmak hepsinden iyidir" cevabını vermiştir.12
Büyük günahlara dalan kimse, bu beş farz dışında işlemiş olduğu hayırlı amellerini boşa çıkarmış olur. Bu beş farz büyük olduğundan onlar boşa çıkmaz. Bu beş farz yerine getirildiğinde ise, büyük günahlar dışında kalan küçük günahlar silinir. Diğerleri büyük günah olduğundan kalırlar.
Büyük günah işleyen kişinin kıyamet günü beş farzdan başka hayırlı ameli kalmaz. İşlediği büyük günahlar, beş farz dışında kalan nafile ibadetlerin hepsinin sevabını yok eder. Bu durumdaki kişilerin, cehenneme ve haddi aşan kişilerin gittiği yere gitmesinden korkulur. İşte bu, nefsine zulmeden ve Cenab-ı Hakk'ın müminleri şu ayetle sakındırdığı duruma düşen kimsedir:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın."13
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: ’’Bu hizmetleri yaparken de kendinizi günahlardan muhafaza edeceksiniz. Yoksa su ateşi nasıl söndürüyor, yok ediyor, günahlar da sevapları yok ediyor.”
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri başka bir sohbetinde ise şöyle buyurmuştur: ‘’Bir insan günah işlerse bu insan ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda yoktur.‘’
Enes b. Mâlik'in (r.a) annesi Ümmü Süleym (r.anha), Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem),
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana nasihatte bulun" deyince, Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Günahları terk et; bu en faziletli hicrettir. Farzlara devam et; bu, en faziletli cihaddır. Allah Teâlâ'yı çok zikret; kul, Allah Teâlâ'yı zikirden daha sevimli bir şeyle O'nun huzuruna varamaz."14
Günah, insanın içinde burkuntu yapıyorsa, bu bir müminlik alametidir. Ama rahatsız etmiyorsa o da nifaka alamettir. Zira nifak ve günah aynı cinstendir. Günah ancak münafığı rahatsız etmez. Hak Teâlâ buna işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"...Allah, size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır" 15
Allah Resûlü de (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kimi, işlediği günahları rahatsız eder ve iyilikleri de sevindirirse, o kimse mümindir."16
Günah işleyenler daima korku ve gönül rahatsızlığı içindedirler. Emniyet ve rahat içinde olamazlar. Kötülük işleyen kimse, daima zelildir, aziz olamaz. Daima kötülenir, sevilmez. Her zaman kötü bir kimse olarak tanınmaktan kurtulamaz. Günahın, samimi tövbeden ve güzel amelden başka ilacı yoktur.
Günah işlemek huzursuzluğa, felaketlere sebep olur. Günahlar, ilâhî bereketi azaltır, insandaki iyi duyguları köreltir, çirkinlikleri artırır, hakları ihlal eder, rezilliklere ve yıkımlara sebep olur, müminin kalbini karartır. Günahlar, insanları korkuya, şüpheciliğe, dengesizliğe, doymazlığa utanmazlığa sürükler.
Menkıbe
Bir adam, Hasan-ı Basrî’ye gelerek:
“Ey Ebû Said! Ben yattığımda gece ibadete kalkmayı istiyorum. Abdest suyumu da yanımda hazır bulunduruyorum. Ama kalkamıyorum. Bunun sebebi nedir?” dedim.
O, şu cevabı verdi: “Ey kardeşimin oğlu, günahların seni bağlamaktadır.” 17
Sûfilerden birisi anlatıyor: Kürz b. Vebre'nin yanına vardım, ağlıyordu:
"Neye ağlıyorsun, yakınlarından birisinin ölüm haberi mi geldi?" diye sordum;
"Hayır, daha kötüsü!" dedi.
"Dayanamadığın bir acın, ağrın mı var?" diye sordum:
"Hayır, ondan da acı!" dedi.
"Öyleyse neyin var?" diye sorunca:
"Kalbimin (feyiz) kapısı kapandı, üzerine perde çekildi. Dün gece okumam gereken hizbimi (Kur'an ve zikrimi) okuyamadım. Bu da ancak işlemiş olduğum yeni bir günahtan dolayı oldu." dedi.18
Büyük ârif Abdullah-ı Dihlevî (k.s) demiştir ki: "Günah işlemeye devam ettiği halde, günahımın Allah Teâlâ'ya ne zararı var, O beni affeder, demek münafıklık alametidir."
Günahlar, tekrarlandıkça beslenir, kökleri derinleşir, alışkanlık yapar, âdeta insanın kanına işler, insan, bir uyuşturucu müptelası gibi alıştığı o şeylerin terkine muvaffak olamaz. Onun içindir ki, "Her günahın içinde küfre giden bir yol vardır."
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Günah işleyenler kalplerini zayıflatıp şeytanı kuvvetlendirmiş olurlar. Şeytanı kuvvetli olanın dini zayıf olur. Onun için haramlardan uzak durmalıdır.‘’
Zamanla günah kurdu, imanın nurunu karartır, keşke "günah olmasa idi" dedirtir. Âdeta çirkinliğe taraftar eder ve bir gün insan yaşadığının müdafisi haline gelir, ona inanır.
Günahta ısrar etmemek, tövbe ve pişmanlıkla temizlemek, bir hasenatla şeytanı pişman etmek, insanın elinin kolunun dikenli tellerle sarılı bir mahkûm haline dönüşmesini önler. Günaha erken müdahale olmazsa kökünün kurutulması zorlaşır. 19
Menkıbe
Tatlı sözlü, fakat sert huylu adamın biri, yolun üstüne dikenler ekti. Oradan geçenler onu ayıpladılar, dikenleri söküp atmasını istediler. Adam söylenenlere aldırış etmedi. Dikenler her geçen gün büyüyor, gelip geçenleri rahatsız ediyordu. İnsanların elbiseleri dikenlerden yırtılıyor, yoksulların ayakları parçalanıyordu. O beldenin valisi,
"Bu dikenleri sök" diye emir verdi. Adam da,
"Efendim, bir gün sökeceğim" dedi.
Yarın sökerim, öbür gün sökerim derken zaman geçti. Dikenler iyice kökleşti. Vali adamı yanına çağırıp yine ikaz etti:
"Şu dikenleri bir an önce sök. Sözünde dur. İşini erteleme." Adam yine,
"Merak etmeyin, sökeceğim" deyince vali,
"Sen hep yarın diyerek, yapacağın işi erteliyorsun. Fakat şuna dikkat etmiyorsun. Her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor. Derinlere kök salıyor. Dikenleri sökecek olan sen ise her gün ihtiyarlıyorsun. Gücün kuvvetin azalıyor."20
Şayet günahta ısrar etmenin uğursuzluğu olarak kulun dünyada başına gelen cezalardan başkası olmasaydı, onlar bile yeterdi. Bu cezalar farklı şekillerde olur. Günahta ısrar eden kimse için zenginlik, fakirlik, sıhhat ve hastalık duruma göre birer ceza şekli olabilir. Günahı terketmenin faydası olarak yukarıdaki ceza şekillerinin zıddı olan şeyler bile yeterli olurdu.
Gerçekten kul, işlediği günahlar yüzünden maddî ve manevî rızıklardan mahrum olur.
Kulun lanetlenmesine sebep olan, yüzünün siyahlaşması veya malının noksanlaşması değildir; asıl laneti çeken durum, kulun bir günahtan çıkıp onun benzeri yahut ondan daha beteri başka bir günaha dalmasıdır. Tövbe etmede, günah işlemedeki halinden daha âciz olma! Şunu bil ki, günaha dalan insanın tövbeye de gücü vardır, bunu unutma!
Zamanın değişmesi, sana karşı din kardeşlerinin tavırlarının farklılaşması, hanımının davranışlarının kötüleşmesi, işlediğin günahlar yüzünden başına gelmektedir. Hatta binek hayvanının huyunun kötüleşmesi, evinde farelerin eşyalarına zarar vermesi, ezberindeki Kur'an'ı veya ilimden bir bölümü unutman yahut Kur'an tilâvetinden mahrum olman bile, işlediğin günahlarının sonucu olarak başına gelmektedir.
Başa gelen ceza, kulun çektiği şiddet ve meşakkatine göre olmaktadır. Herkesin cezası, günaha ortak olması nispetindedir. Bazen bir günahın cezası, onun benzeri başka bir günaha düşmek olur. Günahlar büyüdüğü zaman, böyle olur. İyi işlerde de durum böyledir; iyilik iyiliğe götürür.21
Kıssa
Ariflerden biri çamurlu bir yolda, elbiselerini toplayıp ayağının kaymasından sakınarak yürüyordu.
Bu durum, ayağı kayıp düşünceye kadar devam etti.
Düştükten sonra artık korunmaya gerek görmeksizin gelişi güzel yürümeye başladı. Bir yandan da ağlayarak şöyle diyordu:
‘’Benim bu düşüşüm, şu kulun hâline benzer. Kul, durmadan günahlardan sakınır ve uzaklaşır. Ancak bir veya iki günah işleyince, artık alabildiğine günahlara dalar" 22
Mümin işlemiş olduğu günahlarını daima büyük görür. Oysaki itikadı zayıf, imanı kemale ermemiş kişiler dağlar gibi büyük günahlar işlerler, hatalı sözler sarf ederler, o işledikleri büyük günah ve kabahatlerini nefisleri kendilerine basit, küçük ve ehemmiyetsiz gösterir ve istiğfar etmeye dahi lüzum görmezler.
Bütün peygamberler, ashâb-ı kirâm, büyük veliler, Allah dostları, işlemiş oldukları pek ufacık zellelerini dahi büyük görmüşler, nedamet üzere, Allah Teâlâ'dan affedilmeleri için iltica ve istiğfar etmişlerdir.
Muhabbet ve irfan sahibi kimseler için, ilâhî emirlere ters hareket etmek cehennem ateşinden daha şiddetli gelir. Bu konuda ariflerin birisinin şöyle dediği nakledilmiştir:
Cehenneme girmem benim için günah işlemekten daha hafif gelmektedir. Kendisine:
Niçin böyle? diye sorulduğunda, şu cevabı vermiştir:
Çünkü günah içinde olmam, Rabbimin emrine muhalefet etmem ve O’nun gazabına uğramam demektir. Cehennemde olmam ise, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin ve günah işleyenlere verdiği azap haberinin ortaya çıkmasıdır. Allah’ın gazabına uğramam, benim için, azabına uğramamdan daha büyük bir cezadır. 23
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri ise bir sözünde: ‘’Allah’ın dinine aykırı zerre kadar, iğnenin ucu kadar bir işi işleyeceğime Allah ruhumu alsın’’ buyurmuştur.
Süfyan es-Sevrî Hazretleri şöyle anlatıyor: Bir adamı ağlarken görmüştüm. Kendi kendime, ‘Bu adam nerede, Allah aşkı için gözyaşı dökmek nerede!..’ dedim. Onun riyakârlıkla ağladığına hüküm verdim. Büyük bir ihtimalle bu davranışımdan dolayı olacak, o günden sonra beş ay teheccüd namazına kalkamadım!..
Ebul Hasan eş-Şazelî Hazretleri ise bakınız ne güzel söylemiş: “Allahu Teâlâ’ya ibadet etmek, ona itaat halinde bulunmak, günahları siler süpürür. Zira günah kalpte nifak tohumlarını eker, salih amel ve ibadetlerdeki ilâhi muhabbeti keser.
Eğer hayatında, anlayışın azalıyor, sana iyi davrananlara merhamet yerine kabalıkla, gazapla karşılık veriyorsan, mümin kardeşlerine karşı isyankâr bir halde tutum sergiliyorsan iyi bil ki bu işlediğin günahlar sebebi ile olmaktadır; sendeki bu katılık günahlarının katılığıdır. Çünkü kalbinde bir isyan yarası açmışsın demektir.
Unutma! Kalpte yeşeren her nifak, kötülük tohumu insanoğlunu Rabbine karşı olan itaatinden alıkoyar. Unutma! Her iyilik seni Allahu Teâlâ’ya yakınlaştırır, yüreğinde merhamet pınarlarını coşturur!”
Bakınız Mevlana Celaleddin-i Rûmi Hazretleri ne diyor:
Hz. Şuayb a.s.'a soru soran bir kişi:
- Ben her türlü günahı işliyorum, Allah beni cezalandırmıyor, demişti.
Allah Teâlâ’da Şuayb a.s.'a şöyle buyurmuştu:
- Ey peygamber! O kimse günah işleyip duruyor. Günahlarından ötürü kederlenmiyor, vicdan azabı duymuyor. Günah günahı artırırken pişman olup tövbe etmiyor. Bu, benim ondan uzaklığımın, onu muaheze ettiğimin, cezalandırdığımın alameti değil midir?
Demirci zenci olursa, duman onun yüzünde iz bırakır mı? Fakat beyaz tenli biri, demircilik yaparsa dumanın tesiri onun yüzünde anlaşılır ve çabucak günahının tesirini anlar, ‘Ya Rabbi!..Ben pişmanım...’ diye tövbe eder. Eğer sen günah işlersen üzerinde bir gam, keder ve vicdan azabı hissedersin. İşte o zaman tövbe et.
Zira bu hal, Allahu Teâlâ’nın sana olan bir hatırlatmasıdır. Ama günahkâr bir kişi, günahında ısrar eder ve kötülüklerini âdet edinirse basiret gözüne toprak doldurmuş olur. Günahını göremez, vicdan azabı duyamaz.
Ama pişman olur da, içi yanarak ‘Ya Rabbi!.. Ben pişmanım...’ derse, gönül aynasında pas ve zulmetler silinir. Beyaz bir kâğıt üzerine yazı yazarsan, o yazıyı okuyabilirsin. Üzeri karalanmış bir kâğıt üzerine yazarsan, ne yazdığın anlaşılmaz. Üçüncü defa o kâğıda yazı yazmaya kalkarsan, yazdıklarından hiçbir şey anlaşılmaz.” 24
Biz âciz kullara düşen, yapmakta olduğumuz günah, isyan ve nisyanlarımıza, daimî olarak tövbe ve istiğfar etmek, yapmış olduğumuz günahları nasıl olsa affolunuyor diyerek, ikinci defa işlemeye cesaret etmeyip, tövbemizde ihlâs üzere sebatkâr olmak lazımdır.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu önemli hususa işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Mümin olan kimse, işlediği günahı yüce bir dağ gibi görür; dağın yıkılmasından ve altında kalmaktan korkar. Günaha batmış kimse ise, işlediği günahı burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi önemsiz görür."25
Ubâde b. Sâbit (r.a), Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) ve sahabeden bir kısmı şöyle demişlerdir: "Sizler bazı günahlar işliyor ve onları gözünüzde kıldan daha küçük görüyorsunuz; hâlbuki biz onları Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) zamanında büyük günahlardan sayardık. Bunların bazıları da insanı helâke sürükleyen sözlerdir."
Büyüklerden Fudayl b. iyâz (r.a) şöyle demiştir: "Günah kişinin yanında ne kadar küçük görülürse, Allah Teâlâ katında o derece büyük olur. Günah kişinin yanında ne kadar büyük görünürse, Allah Teâlâ katında da o derece küçük olur."26
Seyyid Muhammed Raşid el-Hüseynî (k.s) şöyle derdi: "Ey cemaat! Siz küçük günahları hafife almayın, çünkü küçük günahlar büyük günahlara sebep olmaktadır."
Menkıbe
Tevbe b. Samt nefsini hesaba çeken bir zattı.
Bir gün hesap etti, altmış yaşında olduğunu gördü. Bu senelerin günlerini hesap etti, yirmi bir bin beş yüz (21.500) gün olduğunu gördü. Bir çığlık kopararak şöyle dedi:
Vay hâlime! Sultanlar sultanının huzuruna yirmi bir bin (21.000) gün ile varacağım!
Acaba her günde on bin (10.000) günah varsa ne olacaktır?
Bunları söyledikten sonra düşüp bayıldı. Yanına varıp baktıklarında ölmüş olduğunu gördüler. Bunun üzerine gaibten şöyle diyen bir ses işittiler:
En yüce Firdevs sana müjdeler olsun!27
Günah ve Çare
Günahtan sakınmanın, dönmenin, arınmanın ve onun kirinden temizlenmenin en etkin çaresi, günaha giden yolu kapamak, onu tanımak, pişman olmak, terk etmek, tövbe etmek ve günah işlememek için Allah'a verdiği sözü her an hatırlamaktır. Buna rağmen günah işlenmişse, bundan temizlenmenin yolu da tövbe ile Allah'tan af ve bağışlama dilemektir. Tövbe, müslümanın Allah'ın rahmet ve mağfiret kapısına dönmesidir. Hak Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de müminleri her zaman nasuh tövbesini yapmaya davet etmektedir.
"Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabb'iniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamber'i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar" 28 Allah tövbeleri kabul edeceğini beyan buyurmuştur:
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanların hepsi hata edicidir; hata edenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir."29
Hz. Ali (r.a) der ki: "Günahlar birer derttir, ilacı istiğfardır."
Rebî b. Huseym (r.ah), "Bedenin hastalığı günahtır, ilacı ise istiğfardır. Şifası da günahlara dönmemektir" diyor.30
Âlimlerimiz der ki: Bir günahı Allah için terk etmek kadar kalbe huzur veren bir şey yoktur. Haramlardan kaçmak en büyük ibadettir. Sıhhat ve afiyetin birinci şartı, mikroptan korunmaktır. Kalbin sıhhati ve huzuru için gereken ilk şey, onun tadını bozan, nurunu karartan günahları terk etmektir.
Ebu Abdullah el-Entâkî (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Küçük dahi olsa günahı terket. Bu halin seni bin hac ve gazveden, Allah rızası için bin köle azad etmekten daha fazla Allah’ın rahmetine yaklaştırır.’’ 31
Allah için terk edilen her günahın yerine kalbe manevi bir tat verilir; öyle ki mümin onun zevkini ta ruhunda hisseder. Kalbin yüce Allah’ı tanıması ve sevmesi farzdır. Günahlar bu sevgiye mani olduğu için terk edilmesi emredilmiştir. Ayrıca her günahın insan namus ve şerefini zedeleyen yönleri de vardır. 32
İnsan, iyi olanlar ile yanlış olanların, Hak olanla bâtıl olanın, itaat ile isyanın, cenneti seçme ile cehennemi seçmenin karşısındadır. Sonucuna katlanmak şartıyla dilediğini seçebilir.
İnanan kimse, ihmalinden veya yanılgıdan dolayı yaptığı hatayı ve suçu terk eder, Rabb'ine sığınır. Günahlar onun için bir hatırlatmadır, bir yenilenmedir, bir bilinçlenme aracıdır. Şu hadis bu konuda oldukça dikkat çekici bir gerçeğe işaret ediyor:
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi toptan yok eder, günah işleyip tövbe eden bir topluluk yaratır, onlar istiğfar edince (af dileyince) Allah onları affederdi."33
Burada günaha teşvik değil, insanın beşer olması dolayısıyla günah işleyebileceği gerçeğine bir işaret bulunmaktadır. Hadis aynı zamanda müminleri günah işledikten sonra tövbe etmeye, istiğfarda bulunmaya davet ediyor, Allah'ın tövbeleri kabul edeceğini haber veriyor.
Demek ki bir insan için günah işlemekten çok günahtan vazgeçmemek, tövbe etmemek ciddi bir durumdur. Peygamberlerin dışında bütün insanlar günaha düşebilir. Allah katında en sevimli insan, günaha düşmemeye çalışan ile günaha düştükten sonra hemen tövbe edip Rabb'inin büyüklüğüne sığınandır.
Menkıbe
Bir zamanlar Allah'a çokça ibadet eden bir âbid vardı. Mağaraya çekilmiş ibadet ediyordu, öyle ki hastalananlar onun duası ile şifa buluyordu. Padişahın delirmiş bir kızı vardı, çare olur diye âbide gönderdi. Şeytan âbide vesvese verdi ve,
"Ne hoş, ne güzel kız, deli olduğu için tehlike de yok" diye telkinde bulundu.
Âbid başını kaldırıp kıza bakınca şeytan hemen vesvese vererek padişahın kızı ile zina yapmasına sebep oldu. Şeytan bununla da kalmadı, âbide bu sefer,
"Bak, yarın bu kız akıllanır, babasına anlatabilir. Tek çare onu öldürmek, öldürdükten sonra falanca yere gömersin. Babası sorduğunda benden izin istedi, döndü gitti, dersin, böylece mesele kapanmış olur" dedi.
Âbid denileni yaptı. Şeytan sinsi planını adım adım uygulayarak bu defa padişaha durumu haber verdi ve,
"Eğer bana inanmıyorsanız başımı vermeye razıyım" dedi. Gerçekten de kızın gömüldüğü yeri gösterdi ve âbid elleri bağlanmış halde boynuna ip geçirildi. O anda şeytan âbide,
"Eğer bana secde edersen bütün bu başına gelenlerden kurtarırım" dedi. Âbid şeytana secde etti. Böylece âbid hem imanından oldu hem de canından...
İşte bu, şeytanın tuzaklarındandır. Bir insan âlim de olsa zahid de olsa, her ne olursa olsun şeytanın şerrinden emin olamaz. İnsanın Allah'a sığınmaktan başka çaresi yok. 34
Günah bir kaderse, tövbe de bir kaderdir. Günah takdir edilmişse tövbe de emredilmiştir, ikisi de ilâhî ilimle olmaktadır. Günah, son durak ve çıkmaz bir yol değildir, dönüşü vardır, terk edilmesi ve temizlenmesi mümkündür.
Kul işlediği günahtan sonra yapacağı güzel bir tövbe ile yüce Allah tarafından sevilir ve O'na dost olur. Gözü yaşla dolar. Kalbi ürperir. Boynu bükülür, tevazuya bürünür. Nazı niyazı çoğalır. Hayrı sever. Hayra yönelir. Böylece günahla girdiği zararlı yolu, bir sürü kazanca çevirmiş olur. Yüce Allah güzel tövbe edip salih amele yönelenlerin kusurlarını bağışladıktan sonra onları sevaba çevireceğini müjdelemiştir.
Âyet-i kerime bu müjdeyi şöyle ifade emiştir: "Tövbe edip iyi amel işleyenler var ya Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah gafûr ve rahimdir" 35
Şu halde tövbe ilaçtır, rahmettir, en güzel bir hediyedir. Allah'ın kuluna özel davetidir, kurtuluş reçetesidir, gönlün huzur sebebidir. Tövbe, pişman olup özür dilemektir, kaçtığı sahibine teslim olmaktır, dostuna geri dönmektir.
Menkıbe
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) bir gün müridleri ile gezinti sırasında yolları bir akıl hastahanesine düşer. Ayaküstü doktorlarla sohbet ederken bir doktor hastalıklar, çareleri ve hangi hastalığa hangi ilacın iyi geleceği hakkında bilgi verir. Gönüller sultanı bu bilgilerden sonra doktora şöyle bir soru sorar:
"Siz bütün hastalıkların ilaçlarını saydınız, peki günah hastalığının ilacı nedir?"
Kısa bir sessizlikten sonra, orada bulunan akıl hastalarından biri edep ile müsaade isteyerek söze girer:
"Erenler müsaade ederse bu ilacı ben söyleyeyim mi?"
Bâyezid-i Bistâmî bu samimi teklif karşısında müsaade eder. Doktorlar da can kulağı ile hastayı dinlemektedirler.
"Günah hastalığının ilacı şudur ki, tövbe kökünü, istiğfar yaprağı ile karıştırıp, gönül havanına koyduktan sonra, tevhid tokmağı ile döveceksin. İnsaf eleğinden eledikten sonra, gözyaşı ile hamur edip, aşk ateşinde pişireceksin. Muhabbet balından da birazcık karıştırıp, sabah akşam, kanaat kaşığı ile azar azar yiyeceksin."
Bu güzel ilacı öğrenen Bâyezid hazretleri,
"Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler" deyip oradan ayrıldı. Bu ilaç, halen günah hastası olanlara tavsiye edilmeye değer bir ilaçtır. Bu formül hâlâ devam etmektedir.
Cenâb-ı Hak, tövbe edenlere rahmetiyle yüce mertebeler vaat etmektedir. Bunlardan biri de günahların sevaba dönüşmesidir. Bu nasıl olur, diye tereddüde gerek yok, ilâhî müjde öyledir, ilâhî rahmet bu kadar geniştir; bize, inanıp teslim olmak, ona güvenip rahmete koşmak gerek.
Yüce Allah kuluna gönlündeki iman ve niyete göre muamele eder. Allah diyen mahrum olmaz. "Allah tövbe edenleri sever" 36 ayeti ile "Şüphesiz Allah, günahla imtihan olup tövbe eden mümin kulunu sever"37 hadisi, günaha bulanmış kulun kalbini çekmeye yeterlidir.
Menkıbe
İsrailoğulları'nda. Yirmi sene Allah'a ibadet edip sonra yirmi sene Allah'a isyan eden bir genç vardı. Bir gün aynaya baktı. Sakalında beyazlık gördü. Bu manzara hoşuna gitmedi ve şöyle dedi:
Yâ ilâhî! Sana yirmi sene itaat ettim. Sonra yirmi sene isyan ettim. Acaba sana tövbe edersem beni kabul eder misin?' Bunun üzerine görmediği ancak sözünü işittiği biri ona şöyle dedi:
Bizi sevdin. Biz de seni sevdik. Bizi terk ettin, biz de seni terk ettik. Bize isyan ettin, sana mühlet verdik. Eğer bize dönersen seni kabul ederiz'.38
Evliyanın büyüklerinden Ebû Abdullah el-Mağribî (k.s) herkese karşı çok şefkatli idi. Talebelerine bir gün,
"Mâsiyet, günah işlemiş müslümanlara rahmet gözüyle bakmayan kimseler, bizim yolumuzdan ayrılmış sayılır" buyurdular.
Tâbiînden, hadis ve fıkıh âlimi, veli Mutarrif b. Abdullah (r.ah) şöyle demiştir: "Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onların lehine (onlar için) tövbe ve istiğfar ile dua etsin. Zira yeryüzündekilere Allah Teâlâ'dan mağfiret dilemek meleklerin ahlâkındandır."
Tasavvuf hayatında, müritler bir mürşidin nezaretinde terbiye edilirken günahın ne olduğunu anlarlar, günaha giden yolları kapatırlar, tövbe kapısını aralarlar. Bunun sonucu olarak da ilâhi muhabbeti tahsil edecekleri yolu, Allah ve Rasulüne giden yolu tanırlar, nefis ve şeytanın sebep olacağı halleri bilirler. Şu halde tasavvuftan maksat tövbe; tövbeden gaye ise Allahu Teâla’nın rızasıdır. Allahu Teâla’nın rızası takva makamıdır.
Onun için Allah dostları her iş ve davranışlarında Allahu Teâla’nın rızasını gözetmişler, tövbeyi kemâlata giden yolda en önemli merhale olarak görmüşlerdir. Zira tövbe günahtan kurtulma halidir. Bir insan, bir veli, ne kadar yüce makamlara ulaşsa da yine günahtan azat olmaz, nebiler gibi asla masum olmaz ama günahtan mahfuz olur, korunur. Günaha girdiğini anlayınca tövbe eder. Çünkü kul, bu günahkâr haliyle kuldur. Önemli olan günahın farkına varabilmektir.
Sadi Şirâzî (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Ey insanoğlu! Bugün günahlarından korkar isen, yarın bir şeyden korkmazsın.’’
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle günahlardan korunmayı, maneviyatımıza sahip çıkmayı ve ilahi rızayı kazanmayı bizlere nasip etsin. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |