Toplumsal hareketler ve gündelik yaşamın demokratikleşmesi
ALBERTO MELUCCI
L TİYATRO OLARAK ÇATIŞMA: KARAKTERLERDEN evresinde, işçi sınıfının eylemi, bir yanda üretim sis-
İŞARETLERE \ teminin içinde yeralan sınıf ilişkilerinV diğer yanda
da devlet iktidarına erişme ve siyasal haklariıı geniş- Hem ilerici, hem de muhafazakâr toplumsal düşünce letilmesi talebini ilgilendiren, içiçe geçmiş bir dizi mü- , geleneğinde, çatışma ve çatışmanın siyasal ifadesi,ço- cadeleyi kapsamıştır (ayrıca, işçi sınıfı eyleminin göz- ğu kez, tiyatro imgesi aracılığıyla değerlendirilmiştir, lemlenmesi, kollektif eylemin çözümlenmesine iliş- Ortada, karakterlerin rol yaptıkları bir sahne vardır; . kin kuramların ve yöntemlerin inşasına da neden karakterler, genellikle yazarın bakış açısına, göre ta- olmuştur). Sanayi toplumundaki sınıf çatışması, nımlanmış bir mudu sonun öngörüldüğü bir metni böylelikle, ayrılmaz bir biçimde, ulusal sorun izlerler. Bunlara ek olarak, oyunun baş karakterlerin- ve haklar alam sözkönusu olduğunda ise, daha önden-kahramandan veya kötü adamdan-birine ya da ceden dışlanmış, bulunan toplumsal grupların bu diğerine arka çıkmak durumunda olan izleyici bir ka- alana dahil edilmeleri gibi bir görev ile bağlantı ol- muoyu vardır, çünkü kamuoyunun seçimi toplumun muştur.
uygarlığa doğru ilerleme veya barbarlığa doğru yoz- Kollektif eylemin eski biçimleri, sanayi toplumun- laşma biçimindeki kaderini belirlemektedir. Bu im- daki işçi sınıfının eylemi gibi, karakterler olarak,, gelem, büyük ölçüde bir karikatür niteliği taşıyabilir mukadder bir sona doğru ilerleyen "nesnel" varlıklar ancak, toplumsal çatışmalara ilişkin mevcut bakış açı- olarak görülmüştür. Bu geleneksel model geçerli gibi sı, hâlâ, büyük Ölçüde kollektif eylem hakkındaki bu görünmüştür çünkü, kollektif aktörlerin tarihsel geleneksel anlatıma bağlı kalmaktadır. Böyle bir kol- doğası, aynı anda hem toplumsal hem de siyasal olan lektif eylem, oyundaki rollerine göre tanımlanan ka- eylem biçimleri aracılığıyla ortaya konulmuştur, rakterlerin oynadığı (ve aydınların da metin yazan- Sanayi kapitalizmine özgü koşullar altında varolmuş nm, suflörün veya hatta yönetmenin rolünü üstlen- bulunan bu kollektif eylem modelinin artık tükendiği) bir tiyatro sahnesinde gerçekleşen bir olay ola- diğini düşünmekteyim. Böyle düşünmemin nedeni, rak algılanmaktadır. ne yurttaşlık mücadelesinin ortadan yokolması ne Bu yazıda ileri sürmek istediğim sav, toplumsal ha- de demokratikleştirilecek herhangi bir toplumsal Ceketlerin karakterler biçiminde, sonucu bilinebilir ni- yaşam alanının artık varolmamasıdır. Bunun nede- telikte olan bir piyes içinde yeralan bir öz ve bir amaç ni, daha çok, kollektif çatışmalanri toplumsal ve ile donatılmış özneler olarak anlatılamayacağıdır. Kol- siyasal boyutlarının değişmiş olmasıdır. Verili bir lektif eylem :hakkındaki geleneksel imgenin tükeni- sistemi oluşturan toplumsal ilişkilerle ve yurttaşlığın şinin nedenleri esas olarak tarihseldir, Toplumsal ha- genişletilmesini yani, dışlanmış ve ayrıcalıktan reketlerin -ve daha genel olarak , kollektif smıf yoksun bulunan grupların haklar alanına ve siyasal aktörlerinin- kuramsal çözümlenişini tahrik eden ça- oyunun kuralları içine dahil edilmelerini amaçlayan tışniâlâr, tarihsel olarak, toplumsal çatışmanın, yurt- mücadelelerle ilgili olması anlamında toplumsal taşlığı hedefleyen mücadelelerle bağlı olduğu toplum- çatışmalar, ayrı bir varhk haline gelmişlerdir ye öl- sal eylem biçimleriyle ilişkilidir. Sanayi kapitalizmi dukça farklı aktörleri ve eylem biçimlerini içermek-- 55
tedirler.1 .
. Aynca, toplumsal hareketleri karakterler olarak görmenin sona erdiğinden söz etmenin kuramsal nedenleri de bulunmaktadır. Bu nedenler sosyolojik çözümlemenin ilgileriyle daha yakından bağlantılıdır. Toplumsal hareketleri yekvücut olmuş varlıklar -belirli hedeflere doğru ilerleyen türdeş özneler- olarak değerlendiren mevcut ele alış biçimi, yukarıda sözünü ettiğim mitolojiden etkilenmiş olmakla birlikte, hiçbir analitik temele sahip bulunmamaktadır. Veri kabul edilen şey -yani, kollektif aktörün varlığı- aslında, büyük ölçüde farklılaşmış toplumsal süreçlerin, eylem yönelimlerinin, yapı ve güdülenme öğelerinin ürünüdür. Toplumsal hareketlerin çözümlenmesinde karşı karşıya gelinecek olan sorun, o halde, esas olarak, bu farklı öğelerin nasıl sentezlendiği, bir toplumsal aktörün nasıl oluşturulduğu ve kendi varlığını ampirik bir birim olarak nasıl sürdürdüğüdür. Birçok çözümleme, aktörün varolduğuna ilişkin zımnî bir ontölojik varsayımla işe başlamaktadır. Bir diğer deyişle, bir "işçi hareketinin, bîr "kadın hareketinin, bir "gençlik hareketinin, bir "çevreci hareket"in,.vb. -varolduğuna ilişkin bir varsayımla işe başlanmaktadır. Bununla birlikte, analitik bir açıdan bakıldığında sorun, tam olarak, gözlenebilen ve bir "hareket" diye adlandırılan o ampirik birimin nasıl oluşturulduğunu açıklamaktır.
Dolayısıyla, kuramsal açıdan bakıldığında bile, hareketin bir karakter olarak düşünülmesi yerinde değildir ve bu görüş, metafizik, özcü aktör fikriyle birlikte çözülüp yokolmaktır. Bu metafizik, özcü aktör fikri, aktörün kendi ruhu ile donanmış olduğunu, aktörü hareket ettiren ve ona hedefler gösteren bir cana sahip bulunduğunu da içermektedir. Sosyolojik düşüncenin ve araştırmaların gelişmesi, kollektif aktörlerin, hepsi de ortak bir eylemi olanaklı kılan dayanışma, paylaşılmış kültür ve örgütsel bağların oluşumunu kolaylaştıran veya engelleyen karmaşık süreçlerin ürünü olarak görülmesine yol açmıştır. Bir diğer deyişle, kollektif eylem bir toplumsal ürün, bir toplumsal ilişkiler kümesi olarak görülmüştür, bir ilk veri veya verili bir metafizik varlık olarak değil.2
Bu düşüncelerin ışığı akında, kollektif aktörlerin çağdaş ampirik dönüşümünü anlamanın daha kolay olduğunu düşünüyorum. Bu aktörleri geleneksel bir çözümleme çerçevesi içinde ifade etmeyi sürdürsek bile, aslında, ampirik gözlem, -daha uygun olma uğruna (veya alışkanlıkların dışına çıkmak ya da alternatiflerin .bulunmaması yüzünden)- kendi kendilerini betimleyen ve "hareket" olarak' tanımlanmaya devam edilen o eylem biçimleri içinde biraraya gelen öğelerin çoğulluğunu göstermektedir. "Hareket" teriminin aşın biçimde kullanılması, bu kavramın, kollektif eylemin toplumsal doğasını açıklamaktaki semantik uygunsuzluğunu ve kırılganlığım açığa çıkarmaktadır. Hareket teriminin bu aşın kullanımı, aynı zamanda, bu terimin (ilerleme, devrim ve sınıflar gibi) diğer birçok terimle birlikte içinde yeraldığı 19. yüzyıl sanayi toplumunun kuramsal ve dilsel evreni hakkında kuşku uyandırmaktadır. Çağdaş çatışmalar hakkında konuşurken sürekli olarak kullanılan terimlerin uygunsuzluğu, önemsiz bir mesele değildin Bu uygunsuzluk,- kuramsal -ve sadece semantik bir ni- . telik taşımaktan ibaret olmayan- evrenlerimizin tükenmiş olduğunun bir göstergesidir.
B.irikim 24"/ Nisan 1*9 91
Benim göndenne yapöğım modem olgular (özellikle de kadın "hareketi", çevreci "hareketler", kollektif gençlik eylemlerinin biçimleri ve barış yanlısı hareketler) esas olarak yurttaşlıkla ilgili değillerdir. Bu, bu temanın ortadan kaybolduğu demek değildir. Örneğin, kadmlann kollektif eyleminde, haklar, sorunu, eşitsizlik ve dışlanmışlık, harekete geçme sürecinin büyük bir bölümünü meydana getirmektedir. Ancak, diğer çağdaş kollektif aktörlerle birlikte kadınlann da erişebildikleri şey, her şeyden önce, alternatif duygu tanımlanırı uygulama alanına geçirmek olmuştur: diğer bir deyişle, bunlar bireysel ve kollektif yaşamın giderek artan bir biçimde kişisel olmayan, teknokra- tik yaşamın giderek artan bir biçimde kişisel olmayan,1 teknokratik bir güç tarafından belirlenmesine ters düşen kimlik anlamlan ve tanımlan yaratmışlardır.
Bu "hareketler", toplumsal kodları, bilginin resmî düzenleyicilerini ve öğrenme süreçlerimiz ile toplumsal ilişkilerimizi örgütleyen dilleri ilgilendiren çatış- maian açığa çıkarmışlardır. Bu çanşmalar, geçmişte, çatışmalann "özneler"! olarak söz edilmiş olan özcü ve metafizik benzeri manada bir özneye sahip değil lerdir. Çağdaş koliektif eylem, gündelik yaşamın içinde yerleşik ilişki ağlan biçimim almaktadır. Bu ağlar içinde, üstü örtülmüş ve neredeyse görünmez hale gelmiş bir kişisel bağlılığın sonucu olarak, alternatif duygu çerçevelerini denemek ve doğrudan uygulamak sözkonusudur?
Bu tür ilişki ağlan, teknokratik iktijdann yeni biçimlerinin temelinde yatan, enformasyon kaynaklannm aynısını üretmekte ve işlemektedir. "Hareketler", sadece sınırlı alanlarda, sınırlı evreler için ve kendi içlerinde saklı bir biçimde varolan ilişki ağlannm diğer, tamamlayıcı yüzü olan.seferberlik momentleri ile ortaya çıkarlar. Nitekim örneğin, kadınların, genç insanların, çevrecilerin ve alternatif kültürlerin içinde yeraldığı örtülü- ilişki ağlan hesaba katılmaksızın, kitlesel barış hareketlerim anlamak zordur. Bu ilişki ağlan, bu tür seferberlikleri mümkün kılmakta ve bu
-S -
seferberliklerin kesin bir biçimde görünebilir olma- lannı sağlamaktadır; Yani, bir kamusal politikaya karşı çıkış veya bu politikayla çatışma ortaya çıktığı ânda.2
Koliektif eylemin bu iki kutbu (örtülülük ve görünürlük) birbirinden ayrılamaz. Koliektif eylemi meslekî-siyasal bir açıdan görenler, genellikle gözlemlerini seferberliğin görünür yüzüne hasrederler ve bu seferberliği besleyen şeyin, alternatif duygu çerçevelerinin gündelik üretimi olduğu gerçeğini ihmal ederler ki, ilişki ağlan da bu çerçeveler üzerinde inşa edilmişlerdir ve gün be gün bu temeller üzerinde yaşamaktadırlar. Buna karşılık, siyasal bir açıdan bakıldığında, bu tür bir örtük eylemden sozetmenin mümkün olup olmadığı ve bu örtük eylemin başarısının veya başansızhğmm nasıl değerlendirileceği sorusu ortaya çıkmaktadır.
Bu tür eylemlerle ilgili olarak, etkililik veya başan gibi somut kavramlann önemli olduğu düşünülmemelidir. Bunun nedeni, çatışmanın, esas olarak, toplumsal ilişkilerin yüksek yoğunluklu enformasyon sistemleri halinde temellendirildiği başat kodlara meydan okuyarak ve bu kodlan rahatsız ederek gerçekleşen sembolik bir temelde yeralmasıdır. Sembolik bir meydan okumanın yalnızca varolması bile, kendi başına, başat kodlann maskesini düşürmek ve dünyayı farklı bir biçimde algılamak ve adlandırmak için bir yöntemdir. Bu, elbette, bu tür. eylemin görünür hiçbir sonucunun olmaması demek değildir. Çağdaş koliektif eylem biçimleri, en âzından üç düzeyde "ölçülebilir" sonuçlar ortaya çıkarmaktadırlar. 1 Bir kere, bü koliektif eylem biçimleri, siyasal reform
veya örgütsel kültür ve pratiklerin yeniden tanımlanması yoluyla, mçdemleşmeye ve kurumsal değişime yol açarlar. İkinci bir sonuç ise yeni elitlerin seçilin esidir. Örneğin, 1970'lerde, Batılı ülkelerin birçoğunda, koliektif eylem, (siyasal partiler ve sendikalar gibi) soldaki veya ilerici siyasal örgütlerde belirli değişiklikler yaratmıştır ve hepsinden öteye, "enformasyon toplumu"nun anahtar niteliğindeki iletişim, medya, reklamcılık ve pazarlama sektörlerinde, becerili yeni bir personel kuşağının ortaya çıkışı sonucunu . doğurmuştur. (Bu sektörlerde, özellikle de metropol bölgelerindeki genç yöneticiler hakkındaki bir araş- , tırma, yeni elitler ile önceki "hareket" veya alternatif kültür deneyimleri arasındaki ilişkiyi önemli Ölçüde aydınlatabilir.) Koliektif eylemin üçüncü etkisi kültürel yenilenme olmuştur: dil, cinsel görenekler, duygusal ilişkiler, giyim-kuşam ve yemek alışkanlıklarındaki değişimler aracılığıyla toplumsal, düzenin işleyişini değiştirerek gündelik yaşamın içine giren davranış ve toplumsal ilişkiler modeUerinin yaratılması.
Yine de, koliektif eylemin anlamı sadece bu etkilere bağlı değildir. Ne var ki, normal olarak dikkader çağdaş "hareketler"in siyasal etkililiğini veya başarısını Ölçmek için bu sonuçlar üzerinde yoğunlaştırılmaktadır. Toplumsal çözümlemeyi- koİlektif eylemin bu yönlerine hasretmek, çağdaş çatışmalann temel bir boyutunu ihmal, etmek anlamına gelmektedir: "Harekeder" artık bir oyunun karakterleri olarak değil de, işaretler olarak işlemektedirler. Harekeder bu işleyişlerini, eylemlerini başat kültür kodlarını rahatsız edici sembolik karşı çıkışlara dönüştürmeleri ve yeni teknokratik iktidar biçimlerinin de işlerlik kazandığı (enformasyon ve iletişim) düzeylerinde eylemde bulunarak bu başat kültür kodlandım akıldışı- hklannı ve kışmîliklerini açığa çıkarmalan anlamında gerçekleştirmektedirler.
Ampirik gözlem, üç tür sembolik karşı çıkışı göstermektedir: Bunlardan birincisi kehanetdir: bireyin yaşammı etkileyen deneyimlere dayanarak, alternatif duygu çerçevelerinin mümkün olduğunu ve iktidar aygıtlanniri edimsel mantığının mümkün tek "rasyonalite" olmadığını ilân etme eylemidir. Bununla birlikte, kehanet, üstesinden gelinmesi mümkün olmayan bir çelişki içermektedir. Kâhinler, bir yandan kendilerim bir örnek olarak öne çıkarırlarken, diğer yandan da kendilerinden başka bir şeyi ilân ederler. Kadınlar yürürlükteki kadınlık konumunun ötesine geçen bir farklılaşma hakkından sözederler, ama aynı zamanda, kendilerini, kendi biyolojik ve tarihsel durumlanmn özelliğine dayandırırlar. Genç insanlar, zamanın tanımlanması ve kullanımı hakkında mümkün alternatiflerden bahsederler ama, aynı zamanda, kendi marjinal ve hassas durumlanmn oluşturduğu sahne arkasındaki bir perdeye karşı konuşurlar. Çevrecilerin "saP bir doğa çağnsı, zengin ve gelişmiş bir toplumun varlığına bağlıdır; ve benzeri. Hareketin aktörleri, kâhin rolleri ile Özel toplumsal aktörler olarak yaptıkları etkinlik arasında parçalanmış bir durumdadırlar.
İkinci karşı çıkış biçimi paradoksdur: Başat kodları abartarak tersine çevirmek ki, bu da karşılık olarak, bu kodlann akıldışılığım ve içerdikleri sükunet ve şiddet önlemlerini açığa vurmaktadır. Başat iktidar söylemini abartarak veya son noktasına dek zorlayarak, 'hareket', bu iktidar söyleminin 'gerekçelerinin kendisiyle çelişkili olan doğasını açığa çıkarır veya tersine, başat aygıtlar tarafından 'akıldışı* olarak nitelenen şeyin dramatik bir biçimde doğru olduğunu gösterir.
Üçüncü karşı çıkış türü ifadelendirmedir: Kollek- tif aktörlerin, bir ayna oyunuyla, biçimi içerikten ayırma yetenekleri, onlann, kendine özgü çelişkileri bulunan bir sisteme aktanlmalanm mümkün kılmaktadır. Etkileyici bir dilin, tiyatronun, video ve çeşitli türden imgelerin kullanımının, çağdaş 'hareketlerin gündelik ilişki ağlanmn en önemli pratiklerini oluş- turmalan bir tesadüf değildir.
Bu üç sembolik karşı çıkış biçimi, modernleşme ve kurumsal değişimler ve elitlerin dolaşımı veya kül-, türel yenilenme süreçleri ile kanşünlmaması gereken sistemik etkiler yaratmaktadır. Bü etkiler, esas olarak, iktidarı görünür kılmayı içermektedir. Çağdaş çanş- malann işlevi, idarî veya örgütsel işleyişlerin rasyo- nalitesi veya siyasetin 'tiyatroculuk' yönleri ardında saklı bir iktidan görünür kılmaktır. Görünür iktidar, modern toplumlarda gözlerden saklanmaktadır; bu toplumlarda iktidar çoğullaşmakta ve farklı dallara ay- nlmaktadır ve iktidann yerini kişilerde veya kurumlarda belirlemek, bu iktidar bütün toplumsal ilişkileri biçimlendirmekte çok yaşamsal bir rol oynasa bile, zordur.
Bu koşullar altında, sadece 'hareke tler'in değil, iktidann kendisinin de bir 'karakter* olması sona ermektedir. İktidar, sık sık üstü kapalı hale getirilen, işlemlerle içiçe geçen veya büyük kitle iletişim piyasasındaki farklılaşmamış tüketim içinde billurlaşan bir işaretler kümesine dönüştürülmektedir. Karmaşık sistemlerde hiç kimse, artık toplumsal yaşamın amaçlarından sorumlu tutulamamaktadır. -Dolayısıyla, kol- lektif eylemin en temel rollerinden biri, tam olarak, iktidann görünür hale geldiği alanlar yaratarak bu amaçlan açık hale getirmektir. Görünüp tanınabilir nitelikteki İktidar aynı zamanda pazarlığa da tabi tutulabilir çüııkü ona karşı çıkılabilir ve çünkü farklı- hklan hesaba katmaya zorlanır,
Kollektif eylem pazarlık etmeyi ve geçici olmakla birlikte her şeye rağmen keyfî iktidar veya şiddet uygulamasına ilişkin artan risklere karşı topluluğu korumaya yeterli bir siyasal demokrasinin koşulu ola- * rak hizmet veren kamusal anlaşmalann kurumsallaş- ünlmasmı mümkün kılmaktadır: Çünkü, işlemlerin biçimsel rasyonalitesinin gerisinde tarafeızlaştınlmış olan iktidar, görünür kalınmadıkça denetlenemez. Ancak, çağdaş sistemlerde, anlaşmalara ulaşmak için ele geçirilebilecek alanlann sınırlı ve geçici olduğu da kabul edilmelidir. Bu alanlann sürekli olarak yeniden ve hızlı bir biçimde tanımlanmaları gerekmektedir çünkü, farklılıklar değişmekte, çatışma alanlan kaymakta, anlaşmalar doyurucu olmaktan uzaklaşmakta ve sürekli olarak yeni egemenlik biçimleri ortaya çıkmaktadır.
II. SİYASETİN SONU MU?
Buraya kadarki iddiam, elbette.karmaşık sistemlerde siyasetin geçmişin bir kalıntısı haline geldiğini ima etmemektedir. Aksine, 'siyasal' ilişkiler, hiçbir zaman karmaşık sistemlerde olduğu kadar önemli olmamışlardı. Daha önce, hiçbir zaman, karmaşıklığı kararlar, seçimler ve 'politikalar' aracılığıyla düzenlemek bu denli gerekli olmamıştı. Bu kararlar ile seçimler ve politikalann sıklığı ve yaygınlığı, olağanüstü hızlı bir değişime tabi olan sistemlerin içinde bulunduktan belirsizliği azaltmak gerekiyorsa, güvence alana alınmış olmalıdır. Karmaşıklık ve değişim, kararlara gereksinim duyulmasını ve değişken çıkarlann çoğulluğunu üretmektedir ki, bunu, geçmişteki durumlarla karşılaştırmak olanaksızdır; çıkarlann çokluğu ve değişebilirliği sonuçta, çözülmesi gereken sorunlann çokluğunu ve değişebilirliğini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla da, kararlara duyulan gereksinim belirmektedir: bunlar, sürekli olarak doğrulanması gereken ve hızlı değişim koşullan alünda konsensüs sı- nırlamalanna ve risklerine açık bulunan kararlardır.
Birikim 24 /Nisan 1991
Ben, siyasal bir ilişkiyi, kararlar aracılığıyla belirsizliğin azaltılmasına ve zıt çıkarlann dolayımlânma- sma izin veren bir ilişki olarak tanımlamaktayım. Bu anlamda siyasal ilişkilerin, karmaşık toplumlann işleyişi bakımından esas olduğunu düşünüyorum. Bu tür toplumlarda, aslında, siyasal kertelerin çoldaştığı ve yaygınlık kazandığı bir sürece tanık olmaktayız. Toplumsal yaşamın farklı alanlannda ve çok çeşidi
türden kuram ve örgütlerde, otoriter düzenlemeler siyasal ilişkilere dönüştürülmektedirler. Bu 'otoriter olanı siyasal olana dönüştürme" süreci, mübadele ve pazarlık usullerinin işin içine dahil edilmesini içermektedir ki, bunlar da, çıkarların karşılaşması ve dola- yımlanması aracığıyla kararların üretilmesini sağlamaktadırlar. Buna karşılık, eskiden, sadece düzenlemeleri iktidar aracılığıyla otoriter bir biçimde aktarma mekanizmaları vardı.
İlişkilerin bu 'siyasal düzeyi', sadece ulusal siyasal sistemlerde değil, ama aynı zamanda, -çoğu kez bir mücadelenin ertesinde- siyasal kararlara, çıkarların temsiline ve pazarlık etmeye ilişkin yeni kertelerin oluşturulduğu toplumsal alanlarda olduğu kadar, bir dizi eğitim, idare ve bölge kurumlarında da görülmektedir. Bu 'siyasallaşma' süreci, enformasyon sistemlerinin karmaşıklığına, değişebilir bir çevreyle başe- debilme gereksinimine ve sistemin kendi içindeki dengenin gerektirdiği şeylerin çoklaşmasıyla bağlantılıdır. İlişkilerin 'siyasal düzey'inin önemi, sadece bugünkü Batılı parlamenter siyasal sistemlerde açıkça ortada değildir. Siyaset sorunu, kendisi için planlanmış siyasal örgütlenme tipi ne olursa olsun, her karmaşık sistemin karşısında duran bir sorundur. İleri bir toplumdaki herhangi bir demokratikleşme projesi bu sorunu gözardı edemez, muhalefet hareketlerini entelektüel ve pratik geleneği bu sorunun çözümü bakımından nadiren elverişli olsa bile. Çok uzun bir süre boyunca, karar-alma süreçlerinin ve temsil mekanizmalarının özgül ve özerk mantığının, kitle mücadelelerindeki yıkıcı güç tarafından ortadan kaldırılabileceği kabul edilmiştir. Bugün, bunun yerine, bu sorunlann bütünüyle çözümsüz kaldıklari açıktır.
Bu, bir karar-alma sürecine dahil olan çıkarların niteliğinin önemsiz olduğu anlamına, gelmediği gibi, bütün bu çıkarlann aynı anlama geldiğini ya da verili bir sistemin her çıkar için eşit firsat yarattığım da ifade etmemektedir. Ancak, burada ifade edilen şey,- karar- alma. ve temsil süreçlerinin, karmaşık sistemlerin işlemesi bakımından özgül ve gerekli koşullar olduğu- dur.
Temsil aracılığıyla işleyen bu karar-alma süreçleri sorunu, temsil mekanizmasını 'burjuva' biçimlerine ve parlamenter kurumlanna indirgeyen ve bunu yaparken de, çıkarlann çoğulluğunun nasıl dolayımla- nacağı ve temsil edileceği sorununu ortadan kaldırmış bulunan Marksist entelektüel gelenek tarafından gereğince önemsenmemiş veya gözardı edilmiştir. Temsil sorunu, karmaşıklığa bağlıdır ve dolayısıyla, tasanmlanmış siyasal Örgüdenme modeli ne olursa olsun, ortadan kaldmlması mümkün değildir. Temsil, temsilciler ile temsil edilenler; herbirinin çıkarlar^ ile onlarin birbirlerine uyan veya.farkîılaşan eylem mantıklan arasında kaçınılmaz olarak bir farklılığı içermektedir.
Herhangi bir demokratik dönüşüm süreci, temsil yapısı ile temsil edilenlerin talepleri ve çıkarlan arasındaki bu farklılığı mutlaka hesaba katmalıdır: ilerici' veya 'radikal' olma niyeti bulunaç. bir demokratikleşme projesi, bu farklılığı denetlemenin toplumsal ve siyasal araçlanm tasarlamaya zorlanmaktadır. Demokratikleşmenin gerekli koşullanndan biri, bu sorunun ideolojik olarak inkanm kabul etmemektir: Ancak ve ancak bu sorunun varlığının tanınması halinde, iktidarı toplumsal taleplerden ayıran mesafeyi denede- me ve küçültme yollanm aramak mümkün olmaktadır.
Başlangıçtaki siyasal ilişkiler sorununa dönersek: Bununla ilgili düşünceler, hem siyasetin Özgüllüğünü tanıma ve hem de onun smırlanm tanımlama yoluyla, siyasete uygun düşen ölçüyü belirlemektedirler. Siyasetin her şeyi kucaklayan bir biçimde tanımlanmasının yerini, onun özgüllüğünün ve 'işlevsel ge- rekliliği'nin kabul edilmesi almaktadır. Radikal gelenek için bu kabullenme, -entelektüel ve pratik bakımdan konuşulduğunda- her zaman, toplumsal yaşamın kutsallıktan anndınlma ve laikleştirilme süreçlerine eşlik eden bütün temizlikleri içeren zor bir geçişi içermektedir. Bu anlamda siyasetin toplumsal yaşamın bütününü .oluşturmamasının iki nedeni vardır:
X. Siyaseti önceleyen, sınırlandıran-ve koşullandıran yapılar ve çıkarlar vardır. Bunlar, sonuçta, siyaset tarafından dolayımlandmlsa bile, bu yapı ve çıkarlar, her türlü çoğulculuğa ve sanki taleplerin ve ihtiyaçlann kendiliğinden ve açık bir çoğulluğundan ibaretmiş gibi görünen toplumun temsil edilmesine ilişkin resmî kandırmacalara ilişkin ideolojik yanılsamalar ne olursa olsun, varhklanm sürdürmektedirler. Siyaset oyunu, hiçbir zaman, eşit şanslann bulunduğu açık bir meydanda gerçekleşmez. Dolayısıyla, siyasal şanslann ve siyasal erkin eşitsiz dağılımını anlamak için, siyasal oyunun sınırlarını ve böylelikle de, siyasal kurumlann altında yatan toplumsal ikti- dann biçimleniş tarzını ele almak gereklidir.
2. Toplumsal olgulann -örneğin duygusal veya sembolik ilişkiler gibi- boyutlan vardır ve boyutlar siyasal olarak görülemezler çünkü, farklı bir mantığa uygun olarak işlev görürler ve dolayısıyla da onlan ihlal etmek değil, onlara saygı göstermek gereklidir.
Bu değerlendirmeler, siyasetin sona erdiği ile değil ama, daha çok, siyasetin radikal bir biçimde yeniden tanımlanması sorunu ile yüz yüze bulunduğumuzu belirtmektedir. Siyasetin önemi ve anlamı hakkındaki bu dönüşümün bir -ve belki de önemsiz olmayan- • göstergesi, 'sağ' ve 'sol' siyasal gelenekler arasındaki klasik aynmı sürdürmenin giderek artan bir biçimde zoriaşmasıdır. 'Sol' teriminin analitik boşluğu artık açıkür. Bu terimin tek işlevi, Batı tarihsel geleneğine
bağlı siyasal ajanları ampirik olarak tanımlamak olurken, yine bu terim, artık, hem yeni çatışmalar ve aktörler, hem de çağdaş toplumsal ve siyasal dönüşümler hakkında hiçbir şey anlatmamaktadır.
Geleneksel olarak 'sağ', geçmişe dönük, 'sol' ise geleceğe ilişkin bir yönelim sergilemiştir. Buna karşılık çağdaş toplumsal 'hareketler7, sadece geleceğin dünyasal bir felaket ihtimalinin tehdidi altında bulunması yüzünden değil fakat, karmaşık sistemlerin asıl sorununun dengeyi korumak olması nedeniyle, geleceği olmayan bir toplumda yaşadığımızı ileri süren bir kolektif bilinçliliğin etkisi altındadır. 'Hareketlerin iddia edilen 'modern karşıtı' niteliği, aslında, çizgisel ilerlemenin sona erdiğini ilan etmiş olmaları ve ge- - leoeğimizin de bağlı bulunduğu bugün için savaşma duygusunu güçlendirmelerini içermektedir.
Karmaşık toplumlarda değişim süreklilikten .yoksun, eklemlenmiş ve farklılaşmış bir hal almaktadır. Bu sistemler, hiçbir zaman,.farklı düzeylerinde aynı zamanda ve aynı biçimde değişmezler. Siyasal sistem, kararlar aracılığıyla, belirsizliği azaltabilir ve çatışmaların ürettiği dönüşüm potansiyelini artırabilir ama, bu, değişimin ajanlarının dönüşümü idare-edenlerden ayrılmalarım içerir. Değişimi üreten aktörler ile dönüşümü yönetenler -yani, kurumlaştiranlar- özdeş değildir. Bana göre, kendi ifade edilmiş taleplerinin saydamlığını koruyarak kendisini iktidar haline getiren bir hareket fikri, Ekim Devrimi'nin ertesi günü bir yanılsama olarak açığa çıkmışnr. Ancak, bu fikrin neden başlangıçtan beri yanılsama niteliğinde olduğuna ilişkin kuramsal nedenleri biliyoruz.
Karmaşık bir sistem içindeki değişimler, her zaman, uyum sağlamaya yönelik değişimlerdir; bu değişimler, kopuşlan içerebilirlerse de, her zaman için, sistemin bütününün dengesine ilişkin olmaktadırlar. Herhangi bir sistemin karmaşıklığının düzenlenmesi için iktidann gerekli olduğunu ve bunun da yapısal olarak çatışmalardan farklı olduğunu biliyoruz. Çatışmalann önemi, yönetici gruplan yenilik yapmak zorunda bırakarak sistemin kendi içine kapanmasını önlemek, seçkinler arasında değişiklikler olmasını sağlamak, karar-alma alanından Önceleri dışlanmış olanın dahil edilmesini sağlamak ve bir sistem ile o sisteme ait başat çıkarlann kaçınılmaz olarak yaratmaya eğilimli olduğu görünmez iktidann gölge altında kalmış bölgeleri ile sükuneti sergilemektir. Çatışmanın bu muhtemel sönuçlan, toplumsal 'hareketlerin ve eskinin kalmtılan üzerine yeni bir iktidar inşa etme girişimine direnen veya en azından, böyle bir iktidan yeniden üretmekten kendisini sakınmak için çabalayan bir siyasal muhalefetin (tek olmasa da) temel işlevlerinden bi- 60 ridir.
IH. 'SANAYİ SONRASI' DEMOKRASİNİN İKİLEMLERİ
Son yıllarda, çok sayıda inceleme refah devletinin krizi ve yeni-korporatist sistemlerdeki yönetilebilirlik, çoğulculuk ve siyasal mübadele şorimlanyla ilgilenmiştir. Aynı zamanda, karmaşıklığın siyasal sonuç- lanna önemli ölçüde dikkat sarfedilmişür.3 Yukarıda tartışılan sorunlarla ilgili olarak, bu geniş kapsamlı tartışma, sanayi-sonrası demokrasinin ikilemleri diye adlandırılabilecek olan şeyi günışığına .çıkarmıştır.
Artığın değişebilirliği ikilemi, sürekli değişimin gerekli olmasını ve aynı zamanda da istikrarlı bir normatif ve emredici bir. çekirdeğin sürdürülmesini içermektedir. Karmaşık sistemlerde, bir yandan değişebilir çıkarlan, toplumsal aktörlerin yaygın dağılımını ve bunlann birleşmiş çıkarlannı hesaba katmak, diğer yandan da, davranış ve usuller hakkında belirli bir biçimde Önceden bilebilmeyi sağlayan kural ve emretme sistemlerini güvence altına almak gereklidir.
İkinci bir ikilem, nihai amaçların kararlaşönlamaz- lığıdır. Karmaşık sistemler büyük bir iktidar parçalanmasını sergilemektedirler. Burada, çıkarlannı dile getirerek ve siyasal mübadele süreçlerinden avan- ■ taj sağlayarak kendilerini örğüdeme yeteneğine sahip gruplann sayısında bir artış vardır. Burada, ayrıca, siyasal karar-alma yapılannda bir parçalanma vardır ki bu, aralannda eşgüdüm sağlanması güç olan kısmi yönetimlerin ortaya çıkmasına olanak vermektedir. Aynı zamanda, burada amaçlar, hakkında kararlann alındığı denedenmemiş ve görünür olmayan örgüdenme- ler de vardır. Kollektif faaliyet duygusunun belirlendiği çevreler görünmez ve içine nüfuz edilemez bir nitelik almaktadırlar. Dolayısıyla da, nihai amaçlann kararlaşünlamazlığı ortaya çıkmaktadır: Birçok karar alınırken, neyin esasa ilişkin olduğunu kararlaştırmak giderek artan bir biçimde zorlaşmaktadır.
Birikim24/ Nisan 1 991
Nihayet, bağımlı kanlım ikilemi vardır. Batılı çoğulcu sistemlerde, toplumun bir bütün olarak bürokratik-idari örgütler tarafından planlanması yönünde artan bir gereksinim ile birlikte yurttaşlığın ve katılımın yaygınlaşması gözlenmektedir. Bireysel ve kollektif haklar küresinin genişlemesi, çıkarlann çoğulluğunu ve kararlan eşgüdümlemek ve buna tekabül eden temsil ve karar-alma haklanm korumak amacıyla planlamayı gereldi hale getirmektedir. Ancak, her planlama olayı, kaçınılmaz olarak kanlmayıhaklann etkili kullanımım engelleyen bit" tekııokra- tik karar-alma merkezini,ortaya çıkarmaktadır.
Bu ikilemler, karmaşık toplumsal sistemlerin geçirdiği derin dönüşümlerle bağlantı halindedir. Karar- alma ve çıkarların temsili mantığına bağlı, münhasıran siyasal bir yorumlama, toplumsal üretimin dönüşümlerini ve toplumsal gereksinimler ile çıkarların değişimini, yani siyasal sistemi önceleyen ve sonuçta bu sisteme talepler biçiminde dahil olan süreçleri hesaba katmakta başansız olmaktadır. Bu türden münhasıran siyasal.olan yorumlamalar, bugün, açık bir biçimde, geçmişin ekonomistik yaklaşımlan yerine sosyal ilişkilerin siyasal ilişkilere indirgenmesini ifade eden yeni bir indirgemeyi koyan 'rasyonel seçme' kuramlarında yaygındır.- Siyasal bakımdan indirgemeci yaklaşımlar, şunıi kabul edememektedirler: Yukarıda belirtilen ikilemler ve muhtemelen bunların çözümü, aslında, siyasal düzeyde gözlemlenebilir olanı karmaşık sistemlerin yapısal mantığında ve yapısal çelişküerindeyeralan: dönüşümlerin kav- ranmasıyla tamamlayarak anlaşılabilir.
Bu karmaşık sistemler, bireysel eylem kaynaklarını, yüksek yoğuiılüklu ve büyük ölçüde farklılaşmış örgüt, enformasyon ve; kârar-âlma ağlarının işlerliğini sağlamak için seferberliğe zorlanmaktadırlar. Bununla birlikte, aynı ¡¿amanda, bireysel eylem 'seçmeci' bir nitelik kazanmaktadır çünkü, bireyler kendi kişisel ve toplumsal deneyimlerinin koşullarım denetleme ve tanımlamaya giderek artan bir olanak tanımaktadırlar. Bireyşelleşme-potansiyel olarak her bireye bir toplumsal eylem duygusu atfetme-süreci, böylelikle iki yanlı bir hal almaktadır: Bireylerin güdülenmelerine ilişkin , ve bilişsel yapıları üzerinde 'toplumsallaştmcı' baskılardaki bir artış yoluyla toplumsal denetimin yaygınlaşması sözkonusu olurken, aynca, anlamlı eylemde bulunmak bakımından daha geniş olanaklara sahip kılınmış olan yine aynı bireyler ' tarafından, yaşama ilişkin mekân-zaman- duygusunun edinimi yönünde bir talep de vardır.
'Sanayi-sonrası' demokrasinin ikilemleri, karmaşık sistemleri istila etmiş olaıj bu yapısal gerilimle bağlantılıdır. Hem bütünleşme ve hem de kimlik oluşturma gereksinimleri yönündeki baskılar hesaba katılmazsa, yukanda belirtilen İkilemlerin asıl bileşenleri çözümlemenin dışında kalacaklardır: Değışebi- lirlik ve önceden bilinebilirlik, parçalanma ve yoğunlaşma, katılım ve planlama, siyasal alanda, daha genel bir sistem sorununun iki yönünü ifade etmektedirler. Bu ikilemleri siyasal sistem içinden çözmeye yönelik girişim, olsa olsa, (muhtemelen yenilik yaratıcı) teknokratik-rasyonelleştirici türden öneriler ve kararlarla sonuçlanabilir.
Ancak, demokrasi somnunun bütün yönleriyle karşı karşıya geliAecekse, o zaman, hem çağdaş Batılı toplumların siyasal ikilemleri ile bu toplumlann sürekli olarak değişen sistem mantığı arasındaki bağlantının dikkadi bir biçimde değerlendirilmesi ve hem de, siyasal ilişkilerin özgüllüğünün ve özerkliğinin tanınması gerekmektedir. Demokrasinin özünün, çıkarların rekabetini ve bunlann temsilim olanaklı kalan kuralları güvence alana almak olduğuna inanmak, karmaşık sistemlerde gerçekleşmekte olan sosyo-politik dönüşümlerin boyutlannı anlamakta başarısız olmak demektir. Bu demokrasi kavramı devlet ile sivil toplumun aynlması esası üzerine kurulu bir kapitalist sisteme, devletin sadece sivil toplum içinde biçimlenmiş 'özel' çıkarlan 'kamusal' kurumlann terimlerine tercüme ettiği bir sisteme tekabül etmektedir.
Bugün, kapitalizmin siyasal deneyiminin temelini oluşturan devlet ile sivil toplum arasındaki bu aynm belirsizleşmiştir. Müdahalenin ve eylemin birleşmiş bir ajanı olarak devlet çözülmüştür. Bunun yerine, üstten sıkı bir biçimde birbirine bağımlı bir uluslar ötesi ilişkiler sistemi geçmiş, bu sistem de, aşağıdan, hem kendi temsil ve karar-alma sistemleri ve hem de kamusal olanla" özel olanı "ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlayan içıçe geçmiş bir örgütler topluluğu tarafından tanımlanmış bulunan kısmi yönetimlerin çoğulluğu içinde bölünmüştür.. >
'Sivil toplum' bile -en azından modern geleneğin ' başındaki tanımlanışıyla- kendi özünü yitirmiş görünmektedir. Bir zamanlar sivil topluma ait oları 'öze? çıkarlar, artık iktidar ve etkileme hiyerarşisi içinde belirli bit konumu paylaşan istikrarlı toplumsal grupların sürekliliklerine ve görünürlülüklerine sahip değildir. Toplumsal çıkarların eski birliği (ve türdeşliği) havaya uçmuştur. Mekansal bir imgeleme dayanarak ve yukandan bir bakışla, toplumsal çıkarlann özgül toplumsal gruplara atfedilemeyecek olan genel kültürel ve sembolik yönelimler halini aldıklan söylenebilir. Aşağıdan balaldığındaysa, bu çıkarlar, bir' zamanlar doğal kabul edilenler de dahil olmak üzere, ilk gereksinimlerin çoğulluğuna bölünmüşlerdir.
Devlet ve sivil toplum arasındaki basit aynm, yerini daha karmaşık bir duruma bırakmıştır. Kitle partilerinin maruz kaldığı farklılaşma ve 'laikleşme' sü- reçlerCbu partileri, giderek'artan bir biçimde, kurumsal olarak devlet yapılan ile bütünleşmiş toplayıcı (catch-aÜ) partilere dönüştürmüştür. Aynı zamanda," parlamenter sistem de, hem talepleri işleme tabi tutmadaki seçmeciliğini ve hem sadece biçimsel karar- alma işlevlerini vurgulama eğilimindedir. Diğer bir düzlemde, temsil ve karar-alma sistemlerinin açıkça çoklaşması ve giderek artan bir biçimde özerkleşmesi sözkonusudur. Bu süreç karar-alma merkezlerinin çoğullaşmasıyla sonuçlanmakta ama, aynca, karar-, alma kertelerinin yaygınlaşmasıyla birleşen kesin avantajlan da beraberinde getirmektedir. Nihayet, daha ileri bir düzlemde, gündelik yaşam içindeki güdülenmenin ve eylem duygusunun yeniden edinimini amaçlayan toplumsal harekeder' biçimini alan kolektif talepler ile çatışmalann açıkça oluştuğu görülmektedir
Bu koşullarda, demokrasinin sadece hükümet kaynaklarına ulaşmak için yapılan rekabeti içerdiğini düşünmek yanıltıcıdır. Karmaşık toplumlarda demokrasi, bireylere ve toplumsal gruplara, kendilerini güçr lendiraie ve oldukları veya olmak istedikleri gibi kabul edilme olanağım veren koşullamı varlığım gerektirmektedir. Yaııi, bu toplumlarda demokrasi, bireysel ve kolektif anlamlandırma süreçlerinin kabul edilmesini ve özerkliğim gerektirmektedir.
Kendini yansıtan bir kimliğin zaman içinde oluşturulması, sürdürülmesi ve değiştirilmesi, denetimden veya baskıdan bağımsız toplumsal alanlann varlığım gerektirmektedir. Bu alanlar, kolektif aktörleri sağlamlaşman, onların taleplerinin devamlılığını güvence altına alan ve bunlann dış dünya ile karşı karşıya gelmelerine ve pazarlık etmelerine izin, veren (ör- güdenme, liderlik ve ideoloji) süreçleri tarafından oluşturulurlar. Bir kimliğe ait olma ve bu kimliğin tanımlanmasında katkıda bulunma özgürlüğü, böylece, temsil edilme özgürlüğünün önceden varolduğunu kabul eder. Ancak, ait olma ile temsil edilme aynı şey değildir -belirli bir anlamda onun zıddıdır. Ait olma doğrudandır, temsil edilme dolaylıdır; ait olma bir kimliğin getirdiği yararlan dolaysızca edinmektir; buna karşılık temsil, bu edinimin ertelenmesidir vb.
Ait olma ile temsil arasındaki bu çelişkiden kaynaklanan baskı altında demokrasi, kurulu anlamlandırma süreçlerini, yenilerini üretmek üzere terketme olanağı kadar, verili temsil koşullanm reddetme veya değiştirme olanağım da içermelidir. Karmaşık toplumlarda, otoriter olmayan bir demokrasi, bu ikili olanağı önceden görme ve destekleme kapasitesinin, yani, yeni anlamlar yaratmak üzere ait olma veya ait olmaktan vazgeçme hakkı kadar, bir kimsenin kendi sesini temsil yoluyla veya dinletim koşullanm değiştirerek duyurma hakkının varolduğunu da önceden kabul eder. Bu Özgürlükler, ilk kez, mekanla, zamanla, doğum ve ölümle, bireylerin biyolojik ve duygusal yönleriyle ve gezegenin ve insan türünün yaşamını sürdürriıesiyle ilgili belirli 'gündelik yaşam hak- lan'nın oluşturulmasını mümkün kılacaktır.
Böyle bir demokrasinin gerekli koşullanndan biri, hükümet kurumlanndan, parti sisteminden ve devlet yapılanndan bağımsız kamusal alanlann varlığıdır 6 Bu alanlaı; eklemlenmiş bir karar-alma, pazarlık ve temsil sistemi halini almaktadırlar ki, bu sistem içinde gündelik yaşamda geliştirilmiş anlamlandırma pratikleri resmî siyasal kurumlardan bağımsız bir biçimde ifade edilebilmekte ve duyurulabilmektedirlec Bu 62 tür kamusal alanlaı; bireysel ve kolektif kimliklerin varolabilecekleri bazı güvenceleri, bilgi edinimi ve sembolik kaynaklann üretimi lehinde olan yumuşak' bir biçimde kurumsallaşmış sistemleri ve enformasyonun dolaştmlabildiği ve denetlenebildiği açık sistemleri içermelidirler Kamusal alanlan nitelendiren şey büyük bir akıcılıktır ve bu alanlann büyüklüğü, kendileri için uygun görülen bağımsızlığa göre artabilir veya ortadan kalkabilir: Bu alanlaı; tanımlan gereği, sadece kolektif eylem ile ^kurumlar arasındaki yarana karşıtlaşma yüzünden açak tutulan hareketli bir kerteler sistemidir Kamusal alanlaı; siyasal iktidar ve karar alma düzeyleriyle gündelik yaşamdaki ilişki ağlan arasında yeralmalan ölçüsünde, yapısal bakımdan kararsızdır da: Temsil ve katılım terimlerinin iki anlamım da ifade ederler Temsil» çıkarların ve taleplerin ortaya konulma olanağıdır ama aynı zamanda da, farklı kalma ve hiçbir zaman bütünüyle sesini duyuramamaktır Katılımın da iki anlamı vardır Hem rol alma -yani; bir aktörün çıkarlarını, gereksinimlerini sağlamlaştırmak yönünde eylemde bulunma- ve hem de bir sisteme ait olma, cemaatın 'genel çıkarlanyla' özdeşleşmedir Karmaşık toplumlarda gelişmeye başlayan kamusal alanlaı; siyasal kurumlar ile kolektif talepleı; hükümet işlevleri ile çatışmalann temsili arasındaki bağlantı noktalandır Çağdaş 'harekedef, bu kamusal alanlar içinde, özgüllüklerini kaybetmeksizin eylemde bulunabilirler Kamusal alanlann ana işlevi, 'harekeder'in gündeme getirdiği sorulan görünür kılmak ve kolektif hale getirmektir. Kamusal alanlar, bu 'harekeder'in kurum- sallaşmaktan kaçmmalanm sağlarlar ve, bunun tersine, bir bütün olarak toplumun 'harekeder' tarafından gündeme getirilen toplumsal eylemin amaçlan ve anlamı ile ilgili meseleler, talepler ve çatışmalar üzerinde sorumluluk alabileceğini (yani, bunlan kurumsal olarak işleme tabi tutabileceğini) de güvence altına alırlar. Bağımsız kamusal alanlann pekiştirilmesi, bu anlamda, 'sanayi-sonrası' demokrasinin ikilemlerinin -yanlış olarak, çözüm yollannm aranması sözkonusu olmaksızın- sürdürülmesinin yaşamsal koşullanndan biridir. Çünkü, toplum kendi meseleleri, talepleri ve çatışmalan üzerinde sorumluluk aldığı zaman, bu mesele, talep ve çanşmalan, açık pazarlığa ve alınacak kararlara tabi kılar ve bunlan değişim olanaklanna dönüştürür. Böylelikle de, 'harekeder'in özgüllüklerim ve bağımsızlıldanm yoketmek- sizin veya güç kullanımını tarafsız olduğu iddia edilen karar-alma usulleri ardına gizlemeksizın bir 'gün- delik yaşam demokrasisi'ni olanaklı lalar.
6 Sivil toplumla ilgili tartışmanın çağdaş canlanışı bu sonuca doğru ilerlemektedir Bkz.J.Cohen, Class and Sivil Society, 1982; J.Cohen, "Rethinking Social Movements" Berkeley Journal of Sociology, no.28,1983, J.Cohertve AArato, "Social Movements, Civil Society and the Problem of Sovereignty" Praxis International, no 4, Elam 1984, J.Keane, Public Life and Late Capitalism, 1984; ve J.Keane, "Despotism and Democracy".
Birikim 24/Nisan 1 9 91.
3 Bu ilişki ağlannm ampirik bir çözümlenişi, A-Melucci, Altri Codici'de geliştirilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |