GİRİŞ
Güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi anlamına gelen Horasan İslam coğrafyacılarının genellikle anlattıklarına göre doğudan Huttel, Gur ve kısmen Sicistan ( Sistan ); güneyden Deştilût ve Kirman ile Rey arasındaki Fars toprakları; batıdan Deştikevîr’in batı kısmı ve Taberistan ile Cürcan; kuzeyden de Türkmenistan’ın bir bölümü, Hârizm ve Mâverâünnehir tarafından çevrilmiştir. Geniş bir coğrafya parçasını içine alması, göç ve istilâ yolları üzerinde bir kavşak noktası olması hasebiyle bu bölge devamlı işgal ve saldırılara maruz kalmıştır. Orta Asya’dan gelen Âri bir kavmin ilk yerleşimcilerini oluşturduğu Horasan daha sonra zamanla Ahamenî İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiştir. Milattan önce 330 Yılına gelindiğinde ise Büyük İskender Merv’e kadar tüm Horasan’ı ele geçirmiştir. Büyük İskender’in Horasan bölgesinde egemen olmasından yaklaşık seksen yıl sonra yani Milattan önce 250 Yılında bölgeye hâkim olan iki ayrı ırktan bahsedilmektedir. Bunlar: Doğu Horasan’ı yani Belh bölgesini ellerinde bulunduran Yunanlılar (Baktria Yunanlıları) ve Batı Horasan’a sahip olan Persler (Parthlar) dır. Milattan önce 140 – 120 Yılları arası Horasan topraklarında bir Türk kavmi boy göstermiştir. Bu kavim önce Belh ve Herat taraflarını daha sonra Perslerle savaşarak Sistan’a kadar olan yerleri hâkimiyetleri altına alan Sakalardır. Bölge bir ara Kuşanların egemenliklerine girmiş olsa da Sakalar daha sonra tekrar bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Sakaların otoriteleri etkisini yitirmeye başlar başlamaz, Horasan yeniden Persler’in hâkimiyeti altına girmiştir. Bir müddet sonra Pers devletinde iktidara Sâsânî sülâlesi gelmiştir (MS. 224) ve dolayısıyla bölge onların kontrolü altına geçmiştir. Bu dönemde Merv’e kadar uzanan topraklar İran’ın dört eyaletinden birini oluşturmaktaydı. Milattan sonra 455 Yılına gelindiğinde bölgede ikinci bir Türk boyu Akhunlar boy göstermeye başlamışlardır. Akhunlar’ın Milattan sonra 557 Yılına doğru Göktürkler tarafından mağlup edilmesi ve egemenliklerine son verilmesi üzerine Horasan bölgesinde Sâsânîler yeniden etkin güç durumuna gelmiştir. Ama onların etkinlikleri eski dönemlerindeki gibi bölgenin her tarafına yönelik değildi. İktidarda hânedânın önemli bir temsilcisi olan Enûşirvan’ın (MS. 531 – 579) olması bile bu durumu fazla değiştirememiştir. Zirâ, onun vefatından çok bir süre geçmemiştirki, 589 Yılında Göktürkler Herat ve Badgis bölgelerine girmişlerdir. 598 Yılına gelindiğinde ise Mâverâünnehir ve Merv’e kadar olan sahalar Göktürklerin eline geçmiştir. İslam’ın ortaya çıktığı dönemde, gerek Göktürklerin gerekse Sâsânîlerin eskigüçlerinden çok uzakta olması nedeniyle Horasan, Mâverâünnehir ve Soğd topraklarında merkezi otorite zayıflamış buralarda küçük Oğuz türkmen boylari devletçikleri oluşmuştur. 6 yüzyılndan sonra Müslüman İslam ordulari böyle bir siyasi ortamda Horasan bölgesine yönelik fetih hareketlerinde başlamiş.
Dünya halklarının pek çoğu, belki de hepsi tarihlerinin belli basamağında boy veya uruğlara bölünüş macerasını başlarından geçirmişlerdir. Bazı halklarda, mesela Türk topluluklarından Tatar ve Uygurlarda böylesi bir bölünüş çok eski dönemlerde yaşanmış olup, daha sonraları bu gelenek unutulmuştur. Diğer bazılarında, genellikle göçebe hayatı yaşayan veya hayvancılıkla ziraati birlikte yürüten Kazak, Karakalpak, Kırgız, Türkmen gibi halklarda boylara-uruğlara bölünme geleneği uzun yıllardan beri yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Türkmen boyları konusunda daha ayrıntılı şekilde söz etmek gerekiyor. Türkmen boyları XIII.ncü asrın ilk çeyreğinin sonlarında bugünkü Türkmenistan coğrafyası Cengiz Han'ın orduları tarafından istila edildi. Marı (Merv), Ürgenç(Eski Ürgenç), Lebap, Ahal vilayetlerindeki medeniyet merkezleri yerle bir edilerek Türkmen devleti yıkıldıktan sonra bu ülkenin bir bölümünü Buhara Emirliği, diğer bölümünü Hive Hanlığı, Ahal ve Batı taraflarını da İran şahları ellerine geçirdiler. "Bölüştür- hüküm sür" (Böl-yönet) şeklindeki koloniyal hareketle bu hanlıklar, Türkmen halkının küçük boylara-uruğlara bölünmesine zemin hazırlamayı, hatta bir Türkmen boyunu bir diğerine veya birkaçına karşı dikmeyi devlet siyaseti haline getirdiler. Bu durumda Türkmen boyları mensup oldukları toplulukları unutmamaya, bir tehlike sırasında kendisine hangi boyun yardımcı olacağını bilmeye mecbur olmuşlardır. Neticede Türkmen halkının boy ve uruğlara bölünme süreci çok uzun bir süredir devam etmiş ve bu sosyal gelenek bu asrın başlarında daha da yaygınlaşmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
HORASAN COĞRAFYASİ
Horasan Bölgesi
Horasan ismi eski Farsça’da hur (güneş) ve asan (ayan “gelen, doğan”) kelimerinden meydana gelmiştir ve “güneş ülkesin doğduğu yer, güneş ülkesi doğu bölgesi anlamını taşımaktadır. İsim muhtemelen Sasaniler zamandsa ortaya çıkmımış ve kısa zamanda yaygınlaşmıştır. 1 Arap dillcileri Horasan kelemesinin “Horasin” şeklinde çoğul “Horasani, Horasi, Horasi” şeklinde nisbet yapıldığını anlatırlar. İbn Haldun’ a göre üçünci iklim’ de, Kazvini’ ye göre Maveraünnehir ve Tibet gibi dördüncü iklimde syılan Horasan bölgesinin sınırları coğrafyacılar tarafından belirtilmiştir. Ancak coğrafiye ve tarih kaynaklarında fetihlerle bağlantılı olarak gittikçe genişleyen doğudaki topraklara verilen Horasan adı müşterek olmuş. Fars eyaletinden sonar fethedilen Asya’nin içlerine doğru bölgenin büyük bir kismi bu adla bilinmiştir. Bu sebeble merkezi Horasan ile Horasan eyeletini birbirinden ayırmak gerekir. Nitekim coğrafyacılar da bölge içinde yer alan şehirleri tariff ederken bu ayırımlara dikket etmişlerdir. Maveraünnehir, Harizm gibi bölgelere ait şehirleri merkezi Horasan’dan ayrmışlardır.2 Horasan tarihte İran’ın küzeydoğusunda yer alan çok geniş bir coğrafi bölgenin adı idi. Günümüzde Horasan bölgenin topraklari üç parçaya parçaya ayrılmış olup Merv (Mari). Nesa ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısmı da İran sınırları içinde bulunmaktadır Meşhet, Sistan Yezd ve Kirman bunun gibi büyük şehirler. En geniş kesim İran’ın elindedir.3 İslam kaynaklarinda Horasan coğrafiyasi Horasan doğudan Huttel (Tacikistan’da Kul’ab çevresi). Gur (Orta Afganistan) ve kısmen Sicistan (Sfstan) güneyden Deştilüt ve Kirman ile Re arasındaki Fars toprakları batıdan Deştikevir’in bati kısmı ve Taberistan ile Cürcan küzeyden de Türkmenistan’in bir bölümü Harizm ve Maveraünnehir tarafından çevrilmiş geniş bir alandır. Ayrıca bu geniş alan “ümmühilt denilen Nişabur, Merv Belh ve Herat merkezleri etrafında yer alan dört büyük bölge olarak da tasvir ediler. Tahiriler zamanına kader bölgenin idari merkezi Makdisi’nin “Horasan’ın ümmül’l-kurası” dediği Merv idi.4 Horasan çok eski devirlerden beri İran ve Orta Asaya arasında bir sınır bölgesi olmasi sebebiyle, çeşitli hükümdardarlıkların idaresi altında kalmıştır. Bazı tarihçilere göre eskiden Orta Asya’ dan Horasan’a inen bir Ari ırk burada ilk yerleşmeyi oluşturmuştur. Bu sebeple Horasan kelimesi Sasaniler zamanda ortaya çikip yaygınlaşıncaya kadar Aryana (Ariana) diye adlandırılırdı. Tarıh boyunca Horasan’ da medeniyet ve ticaret gelişmiştir. Bu ticari yolun cazip olması dolayısı ile çeşitli idarecilerin elinde bölge sık hakimiyet değiştirmiştir.5 Horasan, İran ve Orta Asya arasında sınır bölgesi olması dolayısıyla tarihte çeşitli devletlerin idaresi altına girmiştir. Ahameni (Pers) imparatorluğu’nun Mkimiyetinde iken milattan önce 330'da İran'la birlikte İskender tarafından Merv'e kadar ele geçirildi. Tarihi kaynaklarda bazı Horasan şehirlerinin onun tarafın dan kurulduğu söylenir. Milartan önce 1. yüzyılın başlarından itibaren bölge Sakalar (Doğu iskitleri). Kuşanlar ve Parthlar'ın mücadelelerine sahne oldu ve sonuçta Sakalar'la Arsakiler (Parth) arasında paylaşıldı. 224'ten sonra Arsakiler'i yıkarak Sasani imparatorluğu'nu kuran 1. Erdeşir in eline geçti. Bu devirde Horasan'ın doğusundaki topraklar Eftalitler'in (Akhunlar) idaresinde bulunuyordu. Belazüri'nin. Hz. Osman ın Basra valise Abdullah b. Amir'in fetihleri sırasında Herat, Badgis ve Boşenc e hakim olduğunu haber verd ği "azimü'l-Herat" da muhtemelen bir Eftalit hükümdan idi. Sasanller'in dört eyaletinden biri olan Horasan Faryab, Buhara, Baverd ve Garcistan bölgelerinden meydana geliyor ve bir vali tarafından yönetiliyordu.6 Horasan bölgesinde çeşitli devletler zaman zaman el değiştirmiştir. Horasan bölgesini sırasıla Orta Asya’da kurulan devletleri kendi topraklarina katmiştirlar. Horasan, göç ve istila yo lları üzerindeki bir kavşak noktasında bulunduğundan değişik ırklardan meydana gelen bir nüfusa sahiptir. Burası aynı zamanda çok eski Horasan, göç ve istila lları üzerindeki bir yerleşim alanlarına ve medeni gelişmelere sahne olmuştur. Hindistan ve İran'a yayılan Hint-Avrupa kökenli Ari ırkın ortaya çıktığı yer Horasan'dır. Hunlar'a, Göktürkler'e ve Uyğurlar’a bağlı çeşitli Türk boyları, Araplar ve Cengiz istilasından sonra Moğollar da Horasan'a yerleşen unsurlar arasındadır.7 Buradaki ilk müslümanlar, genel olarak Irak şehirlerinden ve özellikle Basra'dan bölgeyi fethetmek üzere yollanan Arap askerleriydi. Muaviye iktidarı ele geçirince daha önce Hz.Osman’ın ve bir ara Hz. Ali'nin sevkettiği askerlerin uzun zaman evlerinden ve ailelerinden ayrı kalmaları dolayısıyla huzursuzluk çıkarabileceklerini düşünerek Horasan'da kamplar kurulmasına karar vermiş ve eski askerlerin eşlerinden başka bölgeye yeniden aileleriyle birlikte çok sayıda asker ve göçmen göndermiştir. Merkezi şehirlerde ve stratejik kalelerde bulunan terkedilmiş evlere veya kendileri için kurulan mahallelere, kamplara yerleştirilen bu insanların büyük bir çoğunluğu yine Irak'tan geliyordu. Aynı zamanda devletin seçtikleri dışında bazı kabileler ve fertler de bu göçe katılmışlardı ki bunlar bir bakıma servet peşinde ve şan maceraperestlerdi. Doğu bölgelerine, özellikle de Horasan'a göç iden kabile unsurlarının asıl kaynağını Arap yarımadası oluşturuyor ve çeşitli kabileler izin almaya gerek duymaksızın Basra körfezini geçerek doğu ya ulaşıyorlardı. Dolayısıyla Horasan'daki Arap nüfusu hakkında divan listelerine dayanılarak yapılan değerlendirmele güvenilir değildir. O zamanlarda bölgede mevcut olan Araplar'ın sayısı tahminlerden çok daha fazladır.Günümüzde halk genelde yer eşik nüfus ve göçebeler olarak ikiye ayrılır. Kuzeybatıda Göklen ve Yamut Türkmenleri, Bucnurd ve Kuçan çevresinde Kürtler, Meşhed’in güneydoğusunda Cemşidller, güneybatıda Haydariler, güneydoğuda da BelGeller çoğunluktadır bölgede Hezareler'e de rastlanır. İran, Arap ve Türk asıllı hükümdarların kuzeydoğu sınırlarını savunmak için özel birlikler kurarak Horasan'a yerleştirmeleri ve son zamanlarda İran şahlarının politik sebeplerle Lurller gibi bazı grupları buraya iskan etmeleri etnikyapıdaki karışıklığı daha da arttırmıştır şehirlerde yahudilerle Çingeneler de vardır. Etnik yap daki rıklık Horasan'da farklı dillerin konuşulmas topluma sahip olmuştur X. yüzyılda Arapça, Farsça ve Türkçe yaygındı. Makdisi, bölgedeki şehir halklarının Farsça'yı kullanış biçimi hakkında bilgi vermektedir. Buna göre Nişabur, Merv, Nesa, Belh, Hive halkı Oğuz türkçesini konuşuyordu.8
Başlıca Şehirler
Horasan bölgesinin dört büyük şehri var bunlar Nişabur, Herat, Merv, Belh. Horasan bölğesin’in tarihcilar vecografyacılar tarfın dan dört büyük şehre ayıldığını Horasan’ın sınırları bölümünde anlatmiştik. Biz bilhassa bunlar üzerinde duracağiz. Horasan bölgesinin şehirlerini, kaynaklarda geçen kayıtlara göre aşağidaki şekilde guruplandırarak listeledik.
-
Nişabur
Nişabur Neysabür veya Nisabür. Bügün İran’da aynı adla anılan yerin eski adı Ebreşehr olduğu için bazı coğrafyacilar Nişabu’u anlatırken Ebreşehr burasıdır diye ayrıca hatırlatarlar9. İslam’ın ilk dönemlerinde Ebreşehir (Eberşehr) ve İranşehr adlarıyla anılan Nîşâbur Arapça Nîşâbur, Neyşabur olarak geçerken, Pehlevice “Nev-Şap-ur” (yeni ve güzel şapur) anlamına gelmekteydi. Şehrin kuruluşu I. veya II. Şapur’a dayandırılmaktadır. Farsnamede de fars kralı Şabur Zülektaf Nîşâbur’u kendi adıyla kurmuştur (Şabur sonra Nîşâbur’a dönüşmüştür) denilmektedir.Orta Çağ’da Horasan bölgesindeki dört büyük şehrin en önemlisi olan Nîşâbur, Sasanilerin hâkimiyetinden 651-652 yıllarında Müslümanların hâkimiyetine geçer.10 Nîşâbur Şehri, Binalud dağının güney batısında denizden 1210 m yükseklikte ve Tahranı Meşhede bağlayan yolda bir ova üzerindedir. Orta Asya ve Hindistanı İran üzerinden batıya ve İran körfezini Harezm üzerinden Volga boylarına bağlayan doğu-batı, güney-kuzey yolları üzerinde bulunmasından dolayı fevkalade önem teşkil ider. Düz bir arazi üzerine kurulmuş olan Nîşâbur şehri, Sasaniler döneminde şehir yakınlarındaki Azer Burzinmihr adlı ateşgede sebebiyle devrin en önemli dini merkezlerinden biri haline gelmişti. Şehir taşıdığı öneme binaen Ortaçağın coğrafyacı ve seyyahları ondan övgüyle bahsetmişlerdir. İbn Batuta seyahatnamesinde, bağ, bahçe ve sularının bolluğu ve güzelliğiyle Nîşâbur’u küçük Dımaşk benzetir. Mukaddesi eserinde, Sokakları çamurlu hanlarda intizamsızlık olup, hamamlar kirli duvarlar kötü ve çarpıktır. Nîşâbur’da mutad olan saray ve cami hayratından ziyade sanat ve ticaret hayatının inkişafı şehir manzarasının ağır başlılığı intizamına alışmış seyircide hoş bir intiba bırakmıyor ifadelerinde kullanır. Nîşâbur’da Horasan emirlerinin sarayları zengin çiçek bahçeleri parkları ve bulunurdu.11 Nişabur, Horasa’ın en zenğin ve büyük dört şehirinden biridir, ayrıca ticaret kervanlarının uğrak yeridir. Bir şehir kalesi etrafında gelişen Nişabur’un suyu daha çok kuyulardan, yağmur birikintilerinden ve yer altında getirilen kanallardan sğlanır.Pamuklu ve ipekli kumaş imhal ederlerdi. Coğrafya kaynaklari Nişabur ile diğer yerler arasındaki mesafeler üzerinde önemli durmuşlardır. Nişabur’un binaları topraktan yapılmış ve bahçe içindedir. Şehirde tarıma elverişli arazi çoktur. Nişabur’un İslam idaresi sırasındaki birkaç mahallesinin adı günümüze aktarılmıştır. Bunlardan Ser-i pul veya Serpul Nişabur’un bir mahallesiydi.Yeni bir başka kayda göre Nişabur’da Meydanü’l-Hüseyin adını taşayan meydanlık ve el- Hüseyin b. Muaz kabiristanlığı vardir. Merv, Herat, Gurgan, Damgan şehirlerinin Nişabur’a on menzil mesafede olduğu rivayet edilir. Nişabur’dan eski kral yolyla (Bu yol Farsça kaynaklarda Şahruh, Cadde-i A’zam, Arapça kaynaklarda Tariku A’zam, Tariku Horasan denmektedir) Serahs’a altı menzıldı. Nişabur Horasan’ın idari merkezi olmuşsa da bu sürekli olmamıştır.12
-
Herat
Herat, bugün de aynı adı taşıyan bu şehrin tarihinin çok eskilere dayandıği anlaşılmaktadır. Ancak buranın kimler tarafından ve hanği tarihta kurulduğunu tesbit etmek şimdilik mümkün görünmemektedir. Herat adı, çivi yazılı Farsça kitabelerde Haravia, Avesta’da ve Grekçe metinlerinde Aria, Areia şeklinde geçer. Herat şehri İran efsanelerine göre bir dağın eteğinde Hürmüz tarafından inşa edilmiştir. Şehir Afganistan’ın batısında bulunan Herirud ırmağının kenarında çok eski dönemlerde kurulduğu belirtilir. Sasaniler hâkimiyetinde olan şehir 652 yılında halife Hz. Osman döneminde sulh yolu ile fethedilmiştir. Ortaçağ İslam coğrafya ve gezginleri Herat’tan övgüyle bahsederler. Yakubi, Herat Horasan beldelerinin en kalabalık, en mamur ve halkının yüzü en güzel olanı ifadelerinde bulunurken, Mukaddesi ise Herat’ta üzüm gibi güzel meyvelerin yetiştiğini, gelişmiş önemli bir merkez olduğunu belirtmektedir.Batuta da aynı şekilde Herat’tan Horasan’ın mamur şehri olarak bahseder.13 İslam orduları geldiği zaman etrafi surlarla çevrili olan Herat Horasan’ın en mamur şehirlerinden biri olup halkının sevimli insanlar olduğu rivayet edilir. Buranın insanlarını ederken “Acemlerin şeriflilerinden dir” denilmekle mali durumlarının iyi olduğu ve dindar oldukları için çevrede sayği, hürmet gördükleri anlatılmak istenmiştir. Ahalinin içme suyu evlerinin önündeki kuyu ve çeşmelerden sağlanırdı. O dönemlerde Horasanlılar’ın ve diğer milletlerin tüccarları tarafindan sik ziyaret edilirdi. Kaynaklarda Herat şehri ile Nişaburarası 30 fersah olarak kaydedilir. Şehride pamuklu kumaş, şirhişt14(müshil olarak kullanılan bir bitkiden elade edilen madde) ve pekmez imal edilirdi. Herat bügün Afganistanın önemli şehirlerin biridir.
-
Merv
Merv bölgesinde kurulan ve zamanla yıkılan, farklı isimlerde bir çok şehir vardı. Merv çok eski bir şehirdi. Blocqueville’ye göre İskender tarafından kurulmuş, daha sonra Antiochus Nicator yönetiminde güzelleşmiş ve büyümüştü. Şehre Antiochia ismini bu kral vermişti. Zerdüşt’ün kitabı Zend Avesta’da ismi geçmekteydi.15 Kaynaklarda biri Merv eş-Şahcan, diğeri Merverrüz olmak üzeri iki ayrı Merv şehri geçmektedir. Mutlak olarak Merv olarak Merv denilince kastedilen Merv eş-Şahcan’dır. Biz de çalışmamız sırasında bu durumu göz önünde bulundurarak Merverüz’dan bahsederken açıkça yazdık. Merv dediğimizde ise Merv eş-Şahcan’i kastettik. Merv kelimesinin “ateşe konulan beyaz taş”demek oluğu rivayet edilmektedir. Bugün Türkmenistan’da yer almaktadır. Merv Horasan’ın en eski şehirlerinden biri olup İslam’in zuhuru sırasında Göktürkler ile Sasaniler arasında yer alırdı. Ne zaman inşa edildiği tam olarak tesbit edilemeyen Merv şehri kalesinin (bugün Erk Kale olarak anılmaktadır) Bazi rivayrtlerde ise Sasani Kıralı Tahmurasap tarafından inşa edildiği söylenir. Sasanilerden kalma bir köşk, idare merkezi olarak kullanılmıştır. Bu köşkte Horasan valileri gibi Tahiriler de kalmışlar.İslam orduları buraya geldiği zaman Yahudiler, Hırıstiyanlar, Budistler’in yanı sıra nasturilerin okulları ve kiliseleri de vardi.16 Serahs’tan cadde-i a’zam denilen ipek yoluyla Merv’e kader altı menzil yol vardı. Bu yolda ilk menzil olarak Üştürmeğak, sonar sırasıla Telestane, Dandanakan ve Kenükird denilen kasabalar yer alırdı. Ayrıca bu menzinller arasında çöl ve ovalar da bulunmaktaydi her bir menzil eski bir kale, kalelerde Türkler vardi. Merv ticaret şehri olup kaliteli pamuk, sirke, bazı Baharat ve bitkiler, ham ve işlenmiş ipek imal edililirdi. İpek yolu üzerinde olduğu için pazarlar vardi halkin durumu iyidi. Buradan biri Şaş ve Türk ülkerine, diğeri Belh ve Toharistan’a giden iki uol ayrılırdı. Mer’in diğer şehirlere olan uzaklığı kaynaklarda özellikle belirtilmiştir. Merv Türk ve Fars devletlerinin sınırında olmasıyla birlikte ticari önemiyle de karışılk bir kültür merkezi olmuştur. Şehrirde Türkler’in çok eskiden beri mevcut olmaları ihtimaline ragmen Türk göçlerinin bu bölgeye MS IV-V. yy. dan beri devam ettiği Kabul edilir. Öte yandan Merv’de farklı dinlere mensup insanlar da vardı.17 Eski zamanlardan beri mamur bir şehirdi. Hicri birinci asırda İslam Devletinin topraklarına dâhil olup, Horasan gibi büyük bir vilayetin merkezi idi. Selçuklu devleti döneminde Alparslan ve Sultan Sencer zamanlarında başkentlik yapmış olup bir milyondan ziyade nüfûsu vardı. Medrese, kütüphane gibi ilmi müesseseleriyle İslâm medeniyetinin en büyük merkezlerinden sayılıyordu. 1153 yılındaki Oğuz isyanında yağmalanarak yıkıldı. Arkasından 1221’de Moğol istilasıyla tamamen tahrip olunmuş ise de yerinin, havasının güzelliği sebebiyle kısa zamanda yeniden imar olundu. Sonra Timur tarafından tekrar tahrip olunup, hicri onuncu asırda Özbeklere, müteakiben Şah İsmail Safevî zamanında İran’a bağlandı. Şehir Safevilerin eline geçtikten sonra su kanalları ve göletler inşa edilerek bayındır bir hale getirildi. 1787 yılında Buhara hanı Şah Murad tarafından şehir tamamen tahrip edilip ahalisi Buhara’ya göç ettirilmiş, şehir bir harabe haline gelmiştir.18 Bu olatdan sonra Sarık Türkmenleri ve arkasından Teke Türkmenleri Merv’in harabeleri üzerine çadırlarını kurmaya başlamışlardır. Merv, Mary veya Marı ismiyle bilinen şehir 1832 yılında Buhara hanlığına bağlıydı. 1837 yılında Merv, İran ve Buhara arasında giden kervanların bir kaç gün kaldıkları bir mola yeriydi. Şehir yolcuların kalacak bir yer bulmaları ve civarında oba kuran Sarık ve Salur kabilesinden Türkmenlerin ihtiyaçlarını karşıladığı küçük bir pazarın dışında önemli bir şeye sahip değildi ama su ve verimli arazi sebebiyle tahıl ve meyve boldu. Serahs’dan Merv’e gelen Tekeler daha sonra Sarıkları buradan çıkartmışlardır. Sarıkların eski şehri Porsa Kale’ye Tekeler fazla rağbet etmemişler, ancak şehir surlarının iki mil ilerisinde Murgab barajına yakın Benti barajı civarında çadırlarını kurmuşlardır. 1860 yılında Merv şehri kerpiçten yapılmış yüksek ve sağlam surlara sahipti, surlar kulelerle tahkim edilmiş ve derin bir hendekle çevrilmişti. Antik şehrin yerinde sadece büyük tuğlalarla yapılmış eski duvarlar, tuğladan birkaç temel, Türkmenlere mandıra vazifesi gören kerpiçten yapılmış alçak duvarlar ve üçbeş kerpiç ev vardı. 1881 yılında Merv çadırlardan oluşan obalar ile kaplı olup, Benti barajı civarında ancak yedi yüz çadır vardı, diğer Teke obaları sulama kanaları arasındaki boşluklara dağılmıştı ve Merv’in eski ihtişamından O’Donovan’a göre Merv’in kendisi Tekeler için Mekke’nin bir eşiydi ve Ruslar alenen saldırsaydılar, Göktepe’den çok daha şiddetli bir şekilde savunulması mümkündü.19
-
Belh
Orta Asya’ın Horasan eyaletine bağli olan Belh şehri adını eski Farsça da Bahtriş Aveste’da Bahdi ve Grekçe de Baktra şeklinde geçen Bakresten alır. Şehir, Nevbihar olarakda isimlendirilir. Zülkarneyn tarafından Amuderyanın güneyindeki Dehas ırmağı üzerinde ve Kuh-i Baba’nin eteğinde kurulmuştur. Şehir Horasan bölgesinin ortası olarak kabul edilen şehir.20 Belh’in tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Eskiden etrafi sularla çevrili bu şeherin kuruluşu hakında çeşitli rivayetler var bir kenara bırakılırsa zaman Türkler’in, Farslar’ın hatta bir ara Romalılar’ın höküm sürdüğü bir şehir olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki bir sınır şehri olmasından dolayı farklı kültür yapılarının kaynaştığı bir şehir olmuştur. Yapılan kazılarda çıkan bulgulara göre Milattan önceki tarihlerde Akhunlar veya Eftalitler’in eline geçen şehir aynı milletlen olan Kuşanlar hükümran olduktan sonar Farslar’ın eline geçmiş daha sonar Roma İmparatoru büyük İskender’in istilasi ile buraya gelenlen askeri garnizon Baktria olarak anılan Belh merkezli bir devlet kurmuştu. Tekrar Sasaniler’in eline geçtikten sonar merkezi idarenin zayıflamasından sonar yarı bağamsız hale geldi ve İslam orduları tarafindan fethedilinceye kadar uzun süre bu durumunu korudu. 21Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde Abdurrahman b. Süvera feth etmiştir. İslamiyet’in hâkimiyetinden sonra gelişimini sürdürmüş ve Ortaçağ da önemli şehirlerarasında yerini almıştır.22Bamiyan bölgesinden gelen nehrin kenarında yer alan Belh şerri kimin tarafından yapıldığı kesin olarak tesbit edilemeyen surlarla çevrili idi. On iki kapısı olan surların hemen dışında ise bataklıklar vardı. Belh, Horasan’ın en büyük şehirlerinden olup buraya bağlı birçok köy ve kasaba vardı23. İran’a Orta Asya’dan kültür akışını sağlayan şehir olarak Kabul edilen Belh İslam coğrafyacılarına göre Horasan’ın ortasında yer alıyordu. Yani Fergana, Rey, Sistan, Kabül, Kırman, Harazim bölgelerinin hepsine uzaklığı üç menzil olarak veriliyordu. Tarihi çeşitli adlarla geçen Belh, bügün Afganistan’da önemli bir şehir olan Mezar-ı Şerif’in yakınlarında aynı adla anılmaktadır.24
İKİNCİ BÖLÜM
HORASANDA TÜRKMENLER
Türkmen Adının Anlamı
Milat başlarında Orta Asya’nin geniş bozkırlarında yaşayan Türk asıllı boylar gruplara bölünür. Her birini ayrı bir isim verilir. Türk boyları arasında adını kaybetmeden millet seviyesine ulaşanlar içinde Kırgız, Uygur, Türkmen ve Başkurtları saymak mümkündür.Kırgız ve Uygur adını miladın başlarında da rastlanmaktadır. Türk boyları içinde Türkmen adı da çok eskidir VIII. asrın başında yazılan tarihi kaynaklarda, mesela Tun-dyan adlı. Çin ansiklopedisinde, bu kelime Tö-kü-möng şeklinde karlımıza çıkmaktadır25. Tacikistan’ın Mug Dağı’ndaki 8. Asrın başlarına ait Sogd yazılarında (belgeleri) da Türkmen sözü geçmektedir. Aşağı yukarı 1300 yıl önceki tarihi belgelerde rastlanılan Türkmen etnonimi, bu sözün 8. Asırda değil daha önce türediğini de göstermektedir. Bize göre, Türkmen kelimesi miladın ilk binli yıllarında veya ortalarında ortaya çıkmış olmalıdır. Türkmen kelimesinin anlamı ilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Bin yıl önce yaşayan Köneürgençli Ebu-Reyhan el-Biruni (973-1048) Türkmen kelimesini ilk defa şöyle açıklar: “Geçmişte İslam dinini kabul eden ve Müslümanlarla beraber olan Oğuz Türkleri, çeşitli halklar arasında Tarcuman, yani “tercimeci (tercüman)”olmuş. Tarcuman sözü sonra Targuman, daha sonra da Türkmen’e dönüşmüştür.”11.asırda yaşayan dilci Mahmud Kaşgari ve 14. asırda yaşayan Reşideddin, Türkmen sözünü Türk manend kısaltılması olark kabul ederler.26 Buna göre, Türk manend Fars-Tacik kelimesi “Türk’e benzer”, “Türk biçimli” anlamındadır. Türkmen sözünün etimolojisine ve anlamına son devirlerde de önem verilmiştir. Avrupalı, Rus, Türk ve Sovyet ilim adamları konu hakkında varsayımlar ileri sürmüşlerdir. Bazıları şöyledir: Fransız ilim adami J. Deny ve Macar L. Ligety’ye göre Türkmen “arasa (Temiz, pak) Türkler” anlamındadır. Türkiyeli tarihçi Neşri “Türk iman”, yani “Müslüman dinini kabul eden Türkler” şeklinde açıklar. Türk dilcisi Faruk Sümer “Öz Türk” yani “Türk halklarının özeni (özü), esası (esas temel, baş) Türk” anlamını verir. Rus ilim adamı İ.F. Blaramberg Türkmen kelimesi “Ok ve yay” anlamındaki Tir-keman sözlerinin değişmiş sayar.Türkmen ilim adamı Ahmet Bekmıradov da bu görüşü desteklemektedir. Çeşitli kaynaklarda kelimenin Türk men, yani “Ben Türk’üm”. Türk Koman, yani “Koman Türkleri” gibi açıklamaların da rastlanmaktadır. Türkmen kelimesinin anlamıyla ilgili başka görüşler de var. Geçen asırda, Türk halklarının tarihi konusunda eserler veren N. A. Aristov, Macar ilim adamı Vamberi, Sovyet ilim adamları Turmanoviç ,D. Yeremeyew, A. A. Roslyakov ve diğerleri açıklamalarını daha doğru kabul ediyoruz. Onlar, Türkmen kelimesini iki kısma ayırmaktadırlar: Türk ve men. Türk kelimesi, Türkçe konuşan halkların tamamına ait genel bir isimdir.27Türkmen kelimesinin sonundaki men veya man eki Sarman, Beşermen, Kuman, Mangit gibi halk ve grupların adında; Türkmen boy oymaklarının adı olan Akman, Garaman, Navman, Hudman, Orman, Gırman, Yaşman, Çeşmen gibi birçok etnonimin içinde kullanılmaktadır. Demek ki, man-men sözü, aynen Tür (Türk) sözü gibi “il (el), halk, boylar grubu” anlamındadır. Böylece, Türkmen kelimesi ortaya çıktığında“Türk ili (eli)”, “Türk boyu”, Türk boylarından oluşan halk” anlamlarını ihtiva etmiştir. Geçmişte birçok boy oymağın özel adı olarak “il (el), halk, topar, (grup), yığın, taypa (boy), oba (köy) “gibi anlamlar veren somut adların çok kullanılmasına bakarak Türkmen adının anla mı hakkında söylenenlerin gerçeğe uygun olduğunu söyleyebiliriz.28 Türkmen adı ilk defa X. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İslâm kaynaklarının ifadesine göre Müslüman olmayan Oğuzlar Müslüman olan Oğuzlara, “Türkmen” adını vermişlerdir. Fakat Müslüman olup da Türkmen adını alan Karaman, Ataman ve Kölemenlerin adlarında görülen man-men ekleri o devirde Müslüman Türklerin isimlerinin sonuna eklendiği iddia edilmektedir. Türkmen adını “saf kanlı Türk” olarak nitelendirenler olduğu gibi “Halis Türk” yani Türk halklarının kökü olarak adlandıranlar da vardır. Türkmen adı, Türk-manend > Türkmen “Türk'e benzer”, Türk men “ben Türküm”, Türk men “Türk insanı”, Tyurkman, Tyurkban > Türkmen “Türkler'in yurdu”, Türk iman > Türkmen “İmanlı Türk”, Tirkeman > Türkmen “ok atıcı halk”, Türkmen “Türklerin esası, hakiki Türk” gibi değişik anlamlarında açıklanmıştır.29 Türk tarihi alanında önemli çalışmalarda bulunmuş olan İbrahim Kafesoğlu, Türklerin soy kütüğü, hanedanlar ve şecereleri ile tarihi geçmişleri ve Türkmen kelimesinin kökü ve yapısı hakkında yerli ve Batılı araştırmacıların çalışmalarından örnekler vermiştir. Vambery, -men ekini çokluk olarak yorumlayarak "Türkler" şeklinde bir açıklama getirmektedir. Vambery'nin bu konudaki görüşü İbrahim Kafesoğlu tarafından “men” ekinin toplayıcı ad yapımında kullanılan ek olarak “Türklük, Türkler” olarak açıklamaktadır. J. Deny; Türkmen sözündeki “men” ekine abartı fonksiyonu yükleyerek bu kelimeyi “öz Türk” olarak adlandırmaktadır.30 El-Mukaddesî, X. yüzyılın ikinci yarısında İslam'ı Kabul etmiş Türkler olarak göstermektedir. Türkmenbaşı’ya göre Nuh aleyhisselam, oğullarından Yafes’in soyuna yurt olarak Türkistan iklimini verdi. Yüce Tanrı, Türkmene’e Velutluk verdi. O, çoğaldıkça çoğaldı arttı.Tanrı ona iki özellik verd: Ruh Yüceliği ve cesaret. Yoluna aydınlatacak bir işik olark da onun gönlüne ve zihnine feraset meşalesini koydu.Bundan sonar, bu kullarına umumi isim verdi Türk İman. Türk asıl, İman nur demektir. Buna göre Türk İman yani Türkmen şu anlama gelir,”Aslı Nurdan” Türkmen adı dünyada işte böle türedi.31Faruk Sümer, Türkmen adının İslam'ı ilk kabul eden Türk kavmi Türkmenler olduğu için Maveraünnehir Müslümanlarınca "Müslüman Türk" anlamıyla kullanılmış olduğunu, daha sonra da bundan dolayı İslamı seçen Oğuzlar için de kullanıldığını Biruni'nin Kitâbü'l-Cemâhir'inde “Bir Oğuz Müslüman olunca Türkmen oldu dediler Müslümanlar bu sözle Oğuz'un artık kendilerinden biri olduğunu ifade ettiler. Türkmen Türk'e benzer demektir”, sözlerine katılmıştır.32 İbrahim Kafesoğlu, Müslüman olan Oğuzlara Türkmen adının verilmiş olduğu düşüncesine din değiştiren ulusun isim değiştirmesi gerekmediği görüşüyle karşı çıkmaktadır. Ayrıca Kafesoğlu, IX. yüzyılda Türkmen adının Divan'da Karluklar için “Bunlar Türkmenlerden bir boydur” denilmesinden ve V. Barthold'un Türkmenlerin giyimlerinin İran tarzına benzer şekilde Türk giyiminden farklı olduğu için İran tesirinde fazla kalmış olabileceklerini belirtmesi ve XII. yüzyılda Yedisu'da Balasagun şehrinin Karahanlılar sülalesinden olan hakiminin de Türkmen diye adlandırıldığını bu adlandırmanın Türkmenlerin Karluk kabilesinden çıkmış olabileceği yönündeki görüşüne dayanarak, Oğuzlara Türkmen denilmediği fikrinin kabul edilebilir olduğunu söylemiştir.33 Maveraünnehırdeki Oğuzlara Tacik'ler önce Türk derlerdi. Beş, altı nesil geçtikten, sonra çeneleri kısık ve gözleri büyük ve yüzleri küçük ve burunları büyükti. Türkmen yurduna gelip oturan kavimlerden esir ve tacir Maveraünnhr'e gelmeğe başladı. Onları gördüler ve Tacik'ler Türk dediler. Önceki Türklere Türk manend deyip ad koydular. Onun manası Türk'e benzer demektir. Kara halk Türk manend diye söyleyemedi ve Türkmen dediler Türkmen kelimesi ile ilgili ilk kapsamlı izahı (XI. yy) Türk asıllı müellif Kâşgarlı Mahmud yapmaktadır. Ona göre, Büyük İskender Türk ülkelerine yöneldiği sırada Balasagun’da oturan Türk hükümdarı doğuya doğru çekilmiş, orada yalnız 22 kişi kalmış (bunlar Oğuz boylarını teşkil etmişler), az sonra bunlara iki kişi daha katılmış İskender, üzerinde Türk belgeleri bulunan bu 24 kişiye Farsça “Türkmanend” (Türk’e benzer) demiş ve Türkmen adı böylece doğmuştur.34
Dostları ilə paylaş: |