GüNÜMÜz tüRKÇESİyle evliya çelebi seyahatnamesi


Vakarlı elçi paşa ile çasarın karşılaşmasının anlatılması



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə23/34
tarix15.01.2019
ölçüsü2,09 Mb.
#96831
növüYazı
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   34

Vakarlı elçi paşa ile çasarın karşılaşmasının anlatılması

Hemen elçi paşa kralı ayak üzere görünce biraz hızlıca ve çabukça yürüyüp krala selâm verir şeklinde "Sâm aleyküm" dedi. Kral da başından cevahirli manlifkeli şapkasını çıkarın başı açık paşanın selâmını aldı. Paşa seğirtip kralın göğsünü öptü, kral da elçi paşanın kararlaştırıldığı üzere omzunu Öptü Kral paşanın elini eline aldı, tahtına oturunca paşaya yer göste­rip,

"Safa geldin ve hoş geldin" diye paşaya çok tazim edince hemen vakarlı paşa koynundan padişah nâmesini çıkarıp öpüp başına koyup sağ eliyle nâmeyi krala verince kral nâmeyi iki eliyle alıp iki kere öpüp başına koyduktan sonra sağ tarafında tüm vezirlerine gösterdi. Hepsi başlarından şapkalarını çıkarıp nâmeye secde edip yüzlerini yere sürerek dualar edip "Şükür böyle sulhu gördük" dediler.

Daha sonra kral nâmeyi sol tarafında olan tüm beylerine, papazlara, iş erlerine ve bütün divan erbabına gösterince on­lar da başlarını açıp başlarını yere koyup homurdanıp "Marya Kot" diye dualar ettiler.

Ardından nâmeyi divanhanenin sağ tarafı köşesinde bir yüksek köşkçük üzerinde annesine gösterdi. Annesi de ayağa kalkıp ellerini, kollarını, boynunu ve belini eğerek hamd edip

dualar etti.

Daha sonra imparator çasar nâmeyi yine öpüp başına ko­yup taht üzerinde ayağa kalkıp nâmeyi başı ucunda gorona tacı, yani İskender tacı olan manlifke altına koyup mektubun Nemse diliyle çevirisini tercüman meykele verip okunan,

Padişah nâmesinin suretidir: Bu mahalle biraz olsun ya­zıldı.

"Evvelâ namenin başında "Esenlik hidâyete uyanlarındır" [Kur'ân, Tâhâ, 47] deyip daha sonra, ilk olarak kendisinden baş­ka ilah olmayan Allah'ın ismi ve ikinci olarak Hazret-i Mu-hammed aleyhisselâm, üçüncü olarak Çâr-yâr (Dört Dost) Al­lah onlara rahmet eylesin, dördüncü olarak ben ki Haremeyn-i Şerifeyn hizmetçisi, karaların sultanı, denizlerin hakanı, iki

Irak'ın sahibi, Arap ve Acem meliklerinin efendisi sultan oğlu sultan, Sultan İbrahim Han oğlu Sultan Mehmed Han'ım ki ivlağrıb, Cezayir, Tunus, Trablus, Mısır, Habeş, Mekke, Medine, Lahsa, Basra, Bağdad, Van, Diyarbakır, Erzurum, Ahıska, Gür­cistan, Dağıstan, Deşt-i Kıpçak, Kırım Vilâyeti ve Trabzon, Er­zurum, Sivas, Konya, Adana, Maraş, Karaman, Haleb, Şam, Trablusşam, Kudüs-i şerif eyaletleri, kara ve denizlerin sahibi olup özellikle Bursa, Anadolu, Belde-i Tayyibe, yani Kostanti-fliyye, Edirne, Rumeli, Özü, Mora, Budin, Eğri, Varat, Tımışvar ve başka 3.700 sağlam kalelerin sahibi Âl-i Osman sülâlesinden Sultan Mehmed Han'ım.

Sen ki imparator kral dostum olup düstûr-ı mükerrem ve­zirim üzerine vardığında 20 yıllık barış anlaşması yapmak iste­diğin tarafımızdan duyulup elçim ile nâme-i hümâyûnum var­dığında gerektir ki 20 sene sulhu kabul edip ve iki taraftan yir­mi ikişer madde üzerine,



Padişahın tembihnamesidir Birinci maddesi odur ki iki taraftan 20 adet katanadan ve çetecilerden fazla olup kaleden kaleye asker ile top çekilmeye ve ağaç top hile ile atılmaya.

Bizden Ciğerdelen [65b] ile Uyvar arasındaki göl kenarında bir kale yapıla.

Sizin ricanız üzere Uyvar'a bir merhale yer kendi toprağı­nızda Vak Nehri kenarında geçip Uvvar adında bir geçit palan­kası yapılmak fermanım olmuştur.

Bizim Uyvarımıza tabi fetheylediğimiz otuz iki pare kale­ler harap hâlde yata.

Yenikale tabilerinden 20 pare kaleler de iki taraftan yapıl­mayıp kala.

Ve sizin Komaran Kalesi dibinde Vak Suyu ve Litre Suyu Uyvar Kaleme sınır ola.

Ve Üstürgon tarafındaki Süleyman Han atamın Sun Köyü dibindeki millerine sınır ola ve onlardan Yenikale harap kala.

Bizim Erdel'de Sekelhid Kalesi'ni harap etmeyi rica eyle-mişsiz, yıkıla, ama Erdel Vilâyeti'ndeki kalelerde zerre kadar Nemse askerleriniz olmaya, buna rızam yoktur. Eğer tarafımız­dan duyulursa anlaşmayı bozmuş olursunuz, üzerinize sefer




252

253


etmek kesin olur. Ve bizim de Zirinoğlu Vilâyetinde alâkam olmaya, onlar sizin reayanızdır.

Ferman-ı hümâyûnum üzere bizim Budin önünde pest Kalesi'yle Hatvan Kalemizin arasında Değirmenlik Deresi adi yerde bir kale yapmak için fermanım olmuştur.

Ve bizim fethedip içine asker konan kaleler bizde kala Leve ve Litre kaleleri sizde kala.

Ve başka fermanlarım çıktığında kutlu tuğrama itimat edin zerre kadar barışa aykırı iş etmeyesiniz, vesselam" diye yazan padişah mektubu bu şekilde okununca çasar da,

"Duyduk ve kabul ettik" deyip bu şekilde barış anlaşması­na razı olup bizim ordu kadısı sicillinde ve onların Mesih mil­leti başpapazları sicillerinde bütün şartlarıyla barış mektubu anlaşma metni ve padişahın tembihleri yazılıp düzenleme bit­tikten sonra çasar,

"Süleyman Han asrında olan anlaşmamız ve şartlarımız gereğince 25 senede bir barış yenileriz " deyince elçi paşa,

"Yok, bu söze padişahımızın rızası yoktur. Padişah ferma­nına göre 20 yılda bir barış yenilene, zira bizim padişahımız ve bütün İslâm askerlerimiz çatışmasız, cenksiz, savaşsız ola­mazlar. Çünkü bizim Hazret-i Muhammedimiz Allah emriyle kâfire kılıç vurmakla görevlendirilip onların emirleriyle bizler de kılıç vurup gazalar ederiz" dedi. Kral 24 senede bir barış ye­nilemeye yanaştı, ancak bizim elçi paşa 20 seneden fazla barışa razı olmadı. Bunun üzerine pek çok konuşmalar ve sözler oldu. Kralın razı olması üzerine işin sonunda,

"Kral tarafından 7 senede bir Âl-i Osman Devleti'ne küçük elçi çıka ve 20 yılda bir büyük hazine ve büyük hediyeleriyle büyük elçileri padişah huzuruna gelip sulhu yenileye. Eğer 20 yılda bir büyük elçi gelmezse Ungurus Vilâyeti üzerine sefer edile.

Ve her sene başında Der-i Devlet'e küçük elçiler Nemse kapu kethüdasına gele.

Ve her ay başında kraldan Budin vezirine, ondan krala elçi­ler, aydan aya iki taraftan elçiler muhabbet üzere varıp geleler.

Ve her sene Süleyman Han kanunu üzere (—) bin Ungurus altını haraçlarını ve 70 adet gümüş kupa birer okka olmak üze-

2 bin okka gümüş eşya sanduka gibi, havuz ve şadırvan gibi, iimüş leğenler, gümüş mescit, gümüş servi ve başka saf gü­müş kap kaçak hediyeleri ve gümüş ve saf altın nakışlı arabalar 'le gelmek üzere, iki tarafın elçilerine her gün yüz altmışar adet rival guru§ makul harçlık verilip iki tarafın elçileri saygıyla ve ikramla varıp geleler. Elçilerin kendilerine padişah divanında bir zarar gelmeyip bir yerleri zarar görmeye, yani elçinin bur­nu ve kulağı kesilmeye" diye çasar rica edince hemen elçi paşa, "Vallahi çasarım, eğer bizim tarafımızdan gelen elçiler hu­zurunuzda şarap içip sarhoşluk edip uzun dillilik ederlerse ku­lağım burnunu değil dilini kesin. Ama sizin elçiniz de padişah divanına geldiğinde şarap içip sarhoş olup şarabın verdiği gev­şeklikle padişah huzurunda dili uzarsa padişahım huzurunda burnunu, kulağını ve dilini kesmek değil hemen o an başını ke­serler. Şarap içip uygunsuz davranışlar sergileyen elçinize biz­de saygı göstermek şart değildir. Hemen elçilerinize tembih bu­yurun ki şarap içip padişah huzuruna varmasınlar. Eğer ben de kralımın huzuruna sarhoş gelirsem benim de hakkımdan gel" deyince çasar,

"Gerçekten de Müslüman padişahı elçisi... Her elçi böy­le edepli ırz sahibi olup padişahının ırzını gözetmek gerek, zira padişahların ululuğu ve şanlarının yüce olduğu varan elçisin­den bellidir" ve yine kral,

"Canım elçi paşa, sen bu vilâyetimize rahmet gelip hoş gel­din, ama sizin Üstürgon, Ustolni-Belgrad ve Budin serhadleri-nizin çete ve poturacı levendlerinden feryadımız vardır. Edep-leriyle otursunlar. Allah'a hamd olsun, bu sulh u salâhımız bu yüzden yapılıp kimin tasarrufu altında kaleler, [66a] köyler, ka­sabalar ve nahiyeler bulundu ise onun hükmünde kalıp sizin ve bizim tarafımızdan katanalarımız ve sizin çetecileriniz birer hi­leli yaklaşımla sınırlarından dışarı çıkıp bizim kalelerimize sal-dırmayalar" deyince bizim elçi paşa,

"Hemen çasarım siz sizin Macar katananızı zapt edin. Bi­zim serhad halkı bir şey etmeye kadir değillerdir. Ancak sizler elçi göndermediğiniz yerlerde serhadliler fırsat bilip elçi çıkma­dı diye, o zaman vilâyetler vururlar. Hemen siz katanalarmızı görün" dedi. Bunun üzerine çasarın veziri Rudolfoş


254

255


"Bizim Macar katanamızm zaptı asla bir şekilde mümkün, değildir, onlar hırsızlardır. Siz onları serhadlerinizde bulursa­nız tutup kazığa vurun" deyince bizim elçi paşa,

"Haddizatında bizim de Tatar askerini ve denizde Cezayir­li askerini zapt etmek elimizden gelmiyor. Tatar askerimiz sim­den sonra Kızılelma'ya ve Ungurus diyarlarına bu sulhtan son­ra gelirlerse siz de Tatar askerini tutup gözlerini oyun" dedi. Hemen çasar, Zoza Vezir ve dahi Mantikukula Vezir, "No no" deyip şapkalarını kellelerinden çıkarıp, "Ya bu sulh böyle nice olur? Bir memlekete ki 40-50 bin Ta­tar iki kere yüz bin at ile gele, o diyardan daha ne tımarsın. Bre medet siz hemen Tatar askerini zapt edin. Biz de Macar katana-larımızı pek zapt ederiz" diye cevap verince sulh anlaşması ya­zıldı. Elçi paşa:

"İnşaallah bundan böyle biz Tatarı, padişahımızın ferma-nıyla zapt ederiz. Eğer memleketlerinizde bir Tatar bulunursa sulha aykırı iş olmuş olur. Simden sonra güvenlik ve huzur za­manıdır" deyince çasar divanında olan tüm kâfirler başlarını açıp padişahımıza, elçi paşaya ve çasara hayır dualar ettiler. Bu anlatıldığı şekilde iki taraftan, 20 madde onlardan ve 20 madde bizlerden ve 20 senede bir büyük elçi büyük hazine ile çıkması yazılıp sulh anlaşması olup Fatiha okunup padişaha arzlar ya­zılması ferman olundu.

Ondan sonra tertip üzere Âl-i Osman hediyeleri yürümeye başladı. Önce paşa padişah sorgucunu öpüp başına koydu. Ar­dından elçi paşa bir murassa otağayı kralın eline verip kral da Frenk şapkası manlifke üzerine sokup tahtına oturunca hemen paşa cevahir ve murassa topuzu öpüp yine çasarın eline verdi. Hemen çasar ayağa kalkıp tüm divan erbabına topuz gösterin­ce hepsi baş açıp dua ettiler.

Ardından hepimiz çasar huzurundaki sofa üzerine bü­tün Hoten miski, ham amber, Maverd ûdu, tülbentleri, tüm kuşaklık altın işlemeli hil'at-i fâhireleri meydana getirdik. Çasarın emriyle bir hil'at annesine gönderilip biri başvezi-re ve biri başpapaza giydirildi. Bu sırada Raba Suyu çengin­de ölen Zirinoğlu'nun oğluna bir hil'at-i fâhire giydirilip Zirin Vilâyeti'ne ban olup eline çasar bir gümüş külüng verdi.

Ardından diğer hil'atleri vezirler, emirler, iş erleri, kaptan­lar, komiserler, irşekler ve sağlara giydirip kral divanında bir sevinç ve şenlik olup tüm hediyeler gayet makbule geçti. Ar­dından bütün zerdûz işlemeli ipek halılar çasar huzuruna gelip göz açıp kapayıncaya kadar bu halıları divanhanenin duvarla­rına gerdiler. Ondan sonra tüm ağalar hediyelerden sonra aşağı divanhanelerine gittiler.

Ama bugün açlıktan hepimiz bittik. Ne su, ne şerbet, ne kahve ve ne bir lokma yemek yemeyip aç karın dediği gibi Ara-bm aç karnına dönüp Âl-i Osman divanını bu mahalde hatıra getirip henüz Osmanlı Devleti nimetinin kıymetini bildik. Son­ra yine paşa çasara,

"Padişahım krala sevgisinden kendi atlarından iki at gön­derdi, teşrif buyurup görün" deyince hemen kral etek toplayıp tüm divan erbabıyla 4 kat aşağı inip Saray Meydanı'na bakan bir köşkte oturdu. Atlar önüne çekilince gördük ki cevahire gö­mülmüş atlar ki bir kral sahip olmayıp imrahoruna teslim olun­du.



Küheylân seyri: İki baş atı bizim ahır yedekçileri siyah şapkalı kâfirlere teslim edip gittiklerinde hemen eyersiz olan dîbâ çullu Tureyfî adlı ünlü küheylân gördü ki siyah şapka­lı kâfiristan içinde kalıp gördüğü bildiği Müslüman kıyafetin­de adam yok, hemen bir kere iki ayağı üzere kalkıp yularını tu­tan iki adet kâfirin başlarındaki şapkaları üzerine ön elleriyle nasıl vurdu ise o an iki nefer kâfirin beyinleri dışarı çıkıp can­ları cehenneme gidip öldüler. Hemen çasar önünde cesaret gös­tereyim diye birkaç kâfir at üzerine hücum edip ata yuların­dan yapışırım sandılar. Onlardan da 4 kâfir tepelenip kuyru­ğunu dikip Saray Meydanı kalabalığında olan kâfir içine bu fa­kir küheylân at [66b] girip tüm kâfirleri birbirlerine katıp bü­tün kâfirler birbirlerini çiğnedi. At tam yarım saat kâfirlerin üzerine şimşek gibi seğirtip gezdikçe bu Saray Meydanı'nda Osmanlı'dan gelme bir at Allah'ın emriyle o kadar kâfiri allak bullak edip kırıp geçirdi. O kadar kâfir yaralanmıştır ki hâlâ kâfiristanda destandır.

Sonunda elçi paşa gördü ki kâfirler demet demet kırılıyor ve Saray Meydanı'ndan dışarı kalabalıktan kefereler çıkamaz.




256

257


"Bre şu atı tutun" diye ahır yedekçilerine emretti. Bir b yaz külâhlı yedekçi varıp "Gel Ceyhunum gel" deyince hertie atın iki gözlerinden kanlı yaşlar akıp kişneyerek yedekçinj yanma gelip yularından yakalayınca hakir elçi paşaya,

"Sultanım bu at bir gazi attır ve bizzat Osmanoğlu padj şahı binmiştir. Bu at bu meydanda bu kadar rüsvalık edip bu kadar kâfir kırmıştır. Sonunda bu atı kâfirler öldürürler. Bu atl alıp yerine başka at verin" dedim.

"Hele görelim" diye aldırış etmedi. Bizim yedekçiler atı kralın ahırına bağlayıp gittiklerinde hemen ayak bağı ve yular­larını kırıp ahır içinde 7 kâfiri daha tepeleyip bu kadar kefere atlarını yaraladı. Onu gördük, yine Ceyhun adlı at eşinip kiş-neyip Saray Meydanı'ndan dışarı yıldırım gibi çıkıp şehir için­de gezerek Çerkez Meydanı'nda adı geçen Çerkez'in altındaki at leşini koklayıp yine birkaç kere heybetlice kişneyip oracıkta ruhunu teslim etmiştir. Haberiyle birlikte dîbâ çulların getirdi­ler. Paşa yerine bir başka at getirtti. Bütün İslâm askeri bu atın böyle iş ettiğine hayret ettiler.

Sonra ahır yedekçileri varıp merhum atı şehit Çerkez'in atı önünde bir çukur kazıp defnettiler. Ve bütün halk bu ata hay­ret edip parmaklarını ısırdılar.

Daha sonra çasar önüne hmto arabalar içinde otağı getirdi­ler. Tamamen sırmalarla ve saf altınla kaplanmış toplarını sey­redip kral o kadar hoşlandığından,

"Tez bu saat bu otağı götürüp benim bahçemde kursunlar. Yarın elçi paşa dostumuza bu otağ içinde ziyafet ederim, sabah teşrif buyurun" diye paşayı davet etti. Paşa n'ola dedi, kral ile daha nice türlü barış ve huzura dair konuşmalar yaptı. Sonra ne yemek ve ne hil'at-i fâhire ihsan olmadan paşa kraldan izin aldı. Çasar baş açıp paşaya dualar eyleyip tazim ile yine alay ederek hepimiz konağımıza dik, paşanın Muhammedi sofrası yemeğine diş çalıp açlığımızı giderdik.

Başka bir seyirlik: Kralın emriyle otağı kral bahçesine

kâfirler götürüp otağı kurarken sert bir rüzgâr esip otağın 10

kantar direği ve 5 kantar otağ göbeği tahtası rüzgârdan uçup

7 nefer kefere ölüp niceleri de yaralandı. Komiser paşaya gelip:

"Sultanım biz bu otağı kurmasını bilmeziz. 7 adamımız

rildü ve bu kadar Hıristiyanlarımız yaralandı" deyince paşa ça­dır rnehterbaşısmı gönderip bir anda kurup geldiler. Acayip görünüşlü, çirkin suratlı kralın yüz şeklini bildirir

Nemse çasarı imparator kralın ismi (—) ve babası (—) dır. Henüz yirmi ikisine ulaşmış olup (—) tarihinde Ungurus kra­lı olmuştur. Orta boylu, ince belli, o kadar şişman ve iri değil, o kadar zayıf da değil bir sakalsız oğlandır. Cenâb-ı Hak bunu gerçi insan diye yaratmıştır, ama başı Mevlevi külahı gibi ya-|lUt bal kabağı gibi uzun kellesi var, alnı tahta gibi yassı ve kaşları kaim siyah ama arası gayet açık olup ügü kuşları (bay­kuş) gözü gibi yuvarlak alan gözlü, uzun siyah kirpikli, hacı tilki gibi uzun çehreli, oğlancık pabucu kadar büyük kulaklı, bir koruk kadar kırık yarım akçe tahtası gibi yahut Mora patlı­canı kadar büyük kırmızı burunlu, burnunun deliklerine üçer parmak sığar, geniş burun deliklerinin içinden otuz yaşında yiğidin bıyığı kılları gibi bıyıkları çıkmış, dudağı bıyığına ka­rışmış, karış marış olmuş siyah fos bıyığı var ki ta kulaklarına

varmış.


Ve dahi dudakları sanki şütürleb gibi deve dudaklı, ağzı­na bir somun sığar, dişleri de iri, beyaz deve dişleri var. Ne za­man ki söze gelse hemen ağzından ve deve dudaklarından ağ­zının salyaları kusar gibi taşıp akarken yanında güneş parçası gılmanları ağzından akan salyalarını bir çeşit havlı dokunmuş kırmızı makrameler ile ağzının suyunu silmededirler.

Kendisi daima tarak ile kıvrımlı saçlarını taramadadır. El­lerinin parmakları Lanka hıyarı kadar vardır. Allah'ın işi, bu çasarlarm ataları ve dedeleri hep böyle çirkin çehreli imiş. Bü­tün kiliselerinde, hanelerinde ve talar guruşlarmda kralı böy­le çirkin çehre yazarlar. Eğer güzel çehreli yaparlarsa, onları "Beni aşağıladın" diye katlederler. Zira çirkin görünüşlü oldu­ğu için [67a] onunla övünürler.

Çasarm hizmetçileri her ne kadar sevimli, güzel görünüş­lü, güneş parçası ise kötü işli kral, cehennemlik kötü namlı ça­sar imparator da o kadar çirkin görünüşlü iken "Hıristiyan mil­letinin seçkiniyim" diye övünür. Hıristiyan devletinin başı iken o kadar acayip görünüşlü, çirkin yüzlü ve gulyabani gibi çeh-relidir ki bu kralın yüzünü yakından ve açıktan insanlar veya


258

259


diğer hayvanlar görseler büyülenmiş gibi tir tir titreyip donup kalırlar.

O yüzden kralı hmto arabalar içinde gizleyip gezip dolaştı­rırlar, bağlara, gülistanlara götürüp hava aldırıp gezdirirler.

Ancak o kadar asil, yetişkin, anlayışlı, kavrayışlı ve akıla­dır ki sanki Aristo aklına sahiptir. Bütün toplantı ve görüşme­lerde kimse bunun sözünden daha akıllı söz edememişlerdir.

Ve halkını sever, iyi idareci, tedbirli ve hünerli bir kefere­dir. Ancak sözünü dan dan söyler çirkin ve kaba sesli biridir. Çirkin suratlı çasarın giysilerini bildirir

Başında diğer kefereler gibi siyah Eflâtuniyye şapkası var. Bazı zaman yine o büyüklükte yeşil, kırmızı, sarı ve mavi keçe­den türlü türlü şapka giyer, ama üstünde cevahirli sorguç giy­siler vardır. Ve şapka etrafında fındıktan iri beyaz inciler vardır ve püskülleri tamamen incidir.

Boğazında beyaz tülbent makrameler sarılıdır.

Gömleğinin iki karış yakası bir çeşit çatma işleme nakışlı yakadır ki sanki büyüleyicidir, ama üstünde esvabı, roklası ve dolaması tamamen siyah, papazların giydikleri softur ki 5 akçe etmeyip on akçe deyip artıranın üstünde kalır. Ve kuşağı papaz kuşağı gibi ipten zünnardır.

Ama boğazında asılı elmastan bir kuzu şekli var, kırk kı­rat gelir. Gariplik bunda ki üstad hakkak bu elması eli ayağı ve başı ve boynuzlarıyla kuzu şekline getirinceye kadar, ne kadar büyük elmas olmak gerek ki bu mertebeye koyup kuzu şekli ola. Hatta bu hakir çasar huzuruna 40-50 günde yüzlerce kere varıp anılan kuzuyu dikkat ile seyrederdim. Gerçekten de 40-50 kırat gelir elmas kuzudur ki boğazında sallanıp durur, ih­tişamlı giyimi hemen budur, başka şey yoktur. Sanki bir siyah roklalı papazdır ki her an boynundaki kuzuyu eline alıp bakıp yine koynuna kor.

Bu hakir bu kuzu elması sorduğumda başpapaz deki ki,

"Hazret-i İsa Hazret-i Allah'ın yanında kuzu sıfatlı ve kuzu gibi yumuşak, yavaş ve kuzu gibi meler, uysal ve cana yakın olduğundandır. Sizin padişahlarınızın vezir mührü nice padişahlarınıza dedelerinden kalmış ise bu kuzu resmi elmas da 2.600 yıldan beri çasarlara dedelerinden kalıp, 'Cihan padi-

şahlan bu şekilde ve bu büyüklükte böyle elmasa sahip olma­mıştır' dediler. Ve kralın her an bu kuzuya bakmasının aslı, ne laman ki kral bir kimseye öfkelense 'Padişahlar İsa gibi kuzu olmak gerektir' diye kuzuya bakıp öfkesi sakinleşir" diye cevap verdi.

İskender tacı goronanın şeklini anlatır

Bütün Macar, Latin ve Yunan tarihçilerinin yazdıkları­na göre ilk başta bu gorona tacı Büyük İskender'indir. On­dan Menûçehr'e, ondan Enûşirvân-ı Dâdyân'a, ondan Gürcü Açıkbaş'a intikal etmiştir. Ondan Meıuıçehr evlâtlarından Yej-derban adlı ünlü pehlivan goronayı Gürcü Açık'tan alıp başı açık kaldığından hâlâ Açıkbaş derler. Ve bazı guruş sikkelerin­de açık başlı krallar vardır ki bu gorona onların ellerinden gi­den krallardır ki yeriyle onlar da yazılır.

Ondan Meıuıçehr evlâtlarından Nagban Yejder Eğri tarafla­rında vatan edinip soyu çoğalmıştır. Farsça diline göre bunlara Mençâr kavmi derlerken kelime bozulmuş ve Mençâr'dan boz­ma Macar kavmi derler.

Bu Macaristan kavminin elinde İskender tacı nice yüz yıl durmuştur. Sonunda Süleyman Han 951 [1544] yılında Vişigrad Kalesi'ni Macar elinden almıştı. Kâfirler goronayı kalede unu­tup aman ile çıkıp kurtulmuşken sulhu bozup küffar yine kale­ye goronayı almak için saldırdıklarında bütün kâfirler ateş sa­çan kılıçtan geçerler. Tacı Budin hazinesinde saklayıp Süleyman Han'a arz ederler.

Daha sonra Süleyman Han Budin'i Erdel kralı olan Yanoş Ban'a bağışladığında kâfirlerin İskender tacına itibarları oldu­ğundan Yanoş Kral şan ve ağırlık sahibi olsun için goronayı Ya­noş Kral'a Süleyman Han bağışlar. Yanoş Kral tacı kefere töre­si üzere Ustolni-Belgrad'da başına giyip müstakil Budin kralı ve Ungurus çasarı olur. Şıkloviş Kalesi Herseği Pirin Potur adlı ke­fere goronayı korumakla görevlendirilir. Bu goronayı kâh Vi­şigrad Kalesi'ne, kâh Üstürgon'a ve kâh Şıkloviş Kalesi'ne götü­rüp getirirken bir gün Peçuy kaptanı olan Pişyük adlı melun 10 bin atlı katana ile gorona hâkimi olan Pirin Potur'u basıp ken­dini ve ailesini kırıp goronayı alıp Sobron Kalesi'ne kor.

Daha sonra Süleyman Han 938 tarihinde Alman gazasına




260

261


giderken [67b] Sobron Kalesi'ni fethedip yine İskender tacı go-ronayı alıp padişah hazinesinde saklanır. Sonra Ungurus kralı­na Süleyman Han tacı verip ve 12 bin kapukulu yeniçeri de ve­rip Zirinoğlu Macarının ve tüm Hırvatistan'ın kale, şehir ve ka­sabalarını yerle bir edip intikamını kâfirlerden alır.

Bundan sonra Süleyman Han Sigetvar Kalesi altında 974 tarihinde vefat edince o günden beri İskender tacı Nemse ça-sarlarmm elinde kaldı. Bağdad fatihi Sultan IV. Murad Han ça-sar elinden goronayı almak istedi. Ama Bağdad fethinden son­ra ömrü yetmeyip taç öylece kaldı.

Daha önceleri bu gorona taç daima Pojon Kalesi'nde du­rurdu. 1073 tarihinde Sultan IV. Mehmed Han zamanında Serdar-ı muazzam Köprülüzâde Fâzıl Vezir Ahmed Paşa Uy-var Kalesi'ni fethedince taç duran Pojon Kalesi, Uyvar Kalesi'ne yakın ve Uyvar toprağında olmak ile kâfirler korkularından Beç'ten altı konak içeri Prag Kalesi'ne götürdüler. Şimdi bu elçi paşa divanı olunca tacı Prag'dan getirtip kendi divanhanesin­de tahtının üstünde bir kemercik altında 18 adet cevahirli altın zincirler ile asılı durur şekillidir, ama yine aşağı kenarları ke­merin duvarı üzerinde durur. Ancak taşra divanhaneden içe­ri kral yanma gelen adam kral tacı giymiş sanır. Ta bu derece kralın başı üzerinde durur taçtır.

Gorona tacının şekli ve görünüşü

Gorona, taç, manlifke ve (—) (—) (—) derler. Her dilde bir başka ismi vardır. Hakir dikkatle nice kere baktım, Rum'un buğday kilesi kadar bir yuvarlak sivri Edhemî külahı gibi bir şeydir. Allah bilir gönden ve telafinden ola, zira üstü safi mu­rassa ve cevahirli idi ancak içerisinin ne idüğü malumum de­ğildir. Ancak muşambalı ve mukavvalı kuka keçe külah gibi tak tak öter katıdır. Eski zamanlarda böyle sanatlı ve mücev­herli değil imiş. Her gelen kral itibar edip birer şey yaptırıp safi mücevherle süslenmiş ki, bin Mısır hazinesi mal değer ve ona paha yetişmez de derler. Gerçekten de 18 kral 18 adet zincir edip tepesinde bir cevahir halkaya zincirleri bağlayıp tacı bir yere asmak için bu zincirleri etmişler. Ama bu zincirin her biri­ne paha yetişmez derler. Her zaman bu zincirler ile bu taç dur-mazmış, zira zincirlerin çengelleri geçmedir. Muhteşem tören

günleri ve böyle bir kadri yüce elçi günleri zincirleri koyup tacı yerine korlarmış, daha sonra yine Prag Kalesi'ne götürürlermiş. Ama bu taç 12 terktir. Her terki aralarında sıra sıra la'l, yakut, elmas ve zümrüt incisi çoktur ve ağzının kenarları çepçevre altı sıra fındık kadar beyaz inciler arasında yeşil damla zümrüt di­zilip beyaz ve yeşil taca öyle güzellik vermiş ki insanın gözü kamaşır. Bu türde ve bu şekilde bir İskender tacıdır.

(2 satır boş)



Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin