Sosyalizm deneyimlerine biraz daha soğukkanlı bakıldığı zaman görülmesi gereken bir nokta var. Bunu bugünün avantajıyla tarihsel deneyime bakıldığında altı çizilmesi gereken bir(26)nokta olarak da görebiliriz. Eski düzen devrilmiştir, mülk sahibi sınıfların ekonomik tekeli parçalanmıştır, zenginlik kollektif mülk haline getirilmiştir. Dolayısıyla sosyal eşitliğin ekonomik zemini hazırlanmıştır. Ama bu siyasal özgürlüğe sosyal bir içerik kazanmak olayı olmamıştır da, siyasal özgürlüklerin güdükleştirilmesi pahasına olmuştur. Bu bir anormallik. Elbette bu, şu veya bu kötü bireyin yarattığı bir anormallik değildir. Bu türden iddialar tarihsel materyalizm açısından bilim dışı saçmalıklardır. Biz bunun tarihsel nedenlerini çeşitli açılardan tahlil ettik. Rusya gibi geri bir ülkede devrimin gündeme gelmiş olması, sosyalizmi bu kadar geri bir iktisadi ve kültürel temel üzerinde kurmak zorunluluğunun yarattığı açmazlar, çelişkiler, sorunlar ve tuzaklar sözkonusudur burada. Bunları ayrıntılarıyla tahlil ettik, burada yeniden girmiyorum. Sorunu şimdi daha genel planda koyuyorum. Ama sonuçta baktığımızda sözkonusu olan şudur; sosyal eşitliğin iktisadi zemini sağlanmış, fakat bunun siyasal boyutu güdük ve çarpık kalmıştır. Yani sosyal ve iktisadi özgürlük sağlanmıştır, ama siyasal özgürlük sorunu, bu yeni tarihsel-toplumsal temel üzerinde gerekli anlamını ve uygulamasını bulamamıştır. Bunu soyut, burjuva anlamda siyasi özgürlük için söylemiyorum elbette. Burjuvazi devrildikten, kapitalist mülkiyet ve sömürü ilişkilerinin dışına çıkıldıktan sonra bu tür bir özgürlüğün tarihsel temeli ve anlamı kaybolur. Artık yeni bir tarihsel temel vardır ve bu temel üzerinde demokrasinin siyasal anlamı ve içeriği kökten değişir. Dolayısıyla ben sosyal özgürlüğe yedirilmesi ya da bu temel üzerinde gelişip serpilmesi gereken daha ileri bir siyasal özgürleşmeyi kastediyorum. Yığınların inisiyatifinde büyük bir artıştan, toplum yaşamına ve yönetim işlerine katılmada geniş bir inisiyatiften söz ediyorum. Eski toplumun yığınlar üzerinde yarattığı ve yüzlerce, binlerce yıldır yönetilmiş olmaktan gelen bütün o eski mirasının tasfiye edilmesi ve o yönetici sınıf kimliğinin sınıfın en geri katmanlarına, emekçilerin en geri katmanlarına kadar yay(27)gınlaştırılması türünden sorunları kastediyorum.
Teorik bakışı bir an için bir yana bırakalım, emekçilerin somut deneyimine bakalım. Doğu Avrupa ülkelerinde siyasal özgürlük yoktur propagandasına kanan ya da kendilerine göre haklı nedenlerle buna inanan emekçiler, bu rejimlerin yıkılmasına seyirci kaldılar ya da hatta yer yer buna bizzat katıldılar. Ama bugün bu ülke emekçileri ne görüyorlar? Doğu Almanya örneğini alalım. Gördüğümüz nedir? Eski Doğu Almanya işçi sınıfı ve emekçilerinin bizzat kendi deneyimlerinin onlara gösterdiği nedir? Batı Almanya’nın burjuva demokrasisinin, tekellerin egemenliğine dayalı bu sözde demokrasinin emekçiler için somut anlamı nedir? Konut sorunu büyüyor, işsizlik sorunu büyüyor, yoksulluk büyüyor. Sağlık, eğitim vb. sorunlar büyüyor. Sosyal haklar ve kurumlar durmadan tırpanlanıyor. Suç oranı görülmemiş boyutlara varıyor. İnsan ilişkilerinde büyük bir tahribatın doğduğunu, kapitalist bencilliğin ve bireyciliğin sosyal yaşamı tahrip ettiğini yapılan anketlerde bizzat bu emekçiler kendileri söylüyorlar. Emekçiler o zaman eski rejim dönemindeki sosyal kazanımların değerini hatırlamaya başlıyorlar. Demek ki o sosyal ve iktisadi kazanımlar toplumun siyasal özgürleşmesiyle organik bir bütünlük içerisine girebilseydi, bu mümkün olabilseydi, toplumların gerçekliğinde eğer bu başarılabilseydi, sosyalizm kapitalizmi gerçek anlamda ve her alanda tarihsel olarak aşmış olurdu. Ve bu sonuç kapitalizmi bekleyen tarihsel akıbeti, onun kaçınılmaz yıkılışını hızlandırırdı.
Ama sosyalizmin gündeme geldiği ülkeler öylesine geri ülkelerdi ki, tam da sosyalist inşa için uygun iktisadi ve kültürel zemini yaratmak çabası, beraberinde, proletarya diktatörlüğü uygulamasının, giderek de kavramının zamanla çarpık bir içerik kazanmasını getirdi. Yığınların inisiyatifinin, dolayısıyla gerçekte yığınların siyasal özgürleşmesinin dumura uğraması sonuçlarını yarattı. Yozlaşmış bürokratik rejimler tanımı zaten bu sonucun bir başka türlü ifadelendirilmesinden başka nedir ki? Kapitalizm(28)sonuçta bunu çok iyi değerlendirdi. Savaş sonrası toparlanma vb. türden başka bazı avantajları da vardı. Bu avantajlarını da kullanarak sosyalist rejimlere çok yönlü bir kuşatma uyguladı, içte biriken zaaf ve zayıflıklarla bu çok yönlü dış basınç birleşince, ‘89’da yaşanan çöküntülerle artık açık kapitalist biçimler alarak noktalanan süreçler oluştu.
Sorunun sosyalist demokrasi açısından taşıdığı önem hakkında şimdiden söylenebilecekler de bunlar. Şimdi konunun bu çok yönlü öneminden demokrasi sorununun kapsamına geçmek istiyorum.
Demokrasi sorununun kapsamı
Sorunun önemi kabaca bu unsurlardan oluşuyor. Peki sorunun kapsamı nedir? Demokrasi sorunu kapsam yönünden nedir? Bu soru öncelikle daha önce ifade ettiğim temel bir nokta yinelenerek yanıtlanmalıdır. Demokrasi soyut bir sorun değildir. Yani kendi içinde soyut bir demokrasi sorunu yoktur. Demokrasi, belli tarihsel koşullarda hep belli bir somut anlam ve içerik kazanır. 18. yüzyıl Fransa’sında demokrasi sorununun anlamı ve kapsamı başkaydı, bugünün Türkiye’sinde aynı sorunun anlamı ve kapsamı başkadır. Yüzyılın başındaki çarlık Rusya’sında ise sorunun anlamı ve kapsamı daha başkaydı. Toplum hangi tarihsel gelişme aşamasındaysa, nesnel olarak toplum hangi tarihsel görevleri çözmek sorunuyla yüzyüzeyse, demokrasi sorunu da bunun içinde kendi gerçek ve somut anlamını ve kapsamını bulur. Diyelim ki çarlığın egemen siyasal yönetim biçimi olduğu, soyluluğun egemen sınıf olduğu bir toplumda, 1900’lü yılların başındaki Rusya’da, demokrasi sorununun kapsamı ve anlamı başkadır. Bugün, burjuvazinin egemen sınıf, kapitalizmin egemen üretim sistemi ve toplum düzeni olduğu bir Türkiye’de, demokrasi sorununun anlamı ve kapsamı daha başkadır.(29)