Ve buradan şuraya geliyoruz. Demokrasi sorunu ve dolayısıyla mücadelesi, hiç de sanıldığı gibi yalnızca geri kalmış ya da az gelişmiş toplumlara özgü bir sorun değildir. Bu toplumlarda daha kapsamlı, daha derinlikli bir içeriği olabilir. Ama siyasal demokrasi sorunu bütün gelişmiş kapitalist ülkelerin de sorunudur. Zira kapitalizm, özellikle onun tekelci aşaması, tüm bu sorunları kendine özgü bir biçimde yeniden üretir. Barış için mücadele bir demokrasi sorunudur. Siyasal özgürlükleri koruma mücadelesi bir demokrasi sorundur. Polis rejimine karşı mücadele bir demokrasi sorunudur. Militarizme karşı mücadele bir demokrasi sorunudur. Irkçılığa karşı mücadele bir demokrasi sorunudur. Kadın-erkek eşitsizliğinin sürmesine ve kadının metalaştırılmasına karşı mücadele bir demokrasi sorunudur. Dinsel gericiliğin yeni temeller üzerinde üretilmesine, devlet ve toplum yaşamında kullanılmasına karşı mücadele bir demokrasi sorunudur.
Ve bunların tümü de siyasal demokrasi sorunlarıdır. Yani bunlar normalde burjuva anlamda demokratik ölçü ve değerlerle bağdaşmayan sorunlardır. Burjuvazinin devrimci çağında bütün bu sorunlara ilişkin olarak burjuva ideologları (18. yüzyılın Diderot, Rousseau, Voltaire gibi aydınlanma filozofları) bu konularda burjuvazi adına aslında çok ileri değerler formüle ettiler. Burjuva devrimlerinin fırtınalı evrelerinde, örneğin büyük Fransız Devrimi'nin Jakoben evresinde, bu değerler bir(37)süre şu veya bu ölçüde pratik bir anlam da kazandı. Ama bir bütün olarak tarih, bu filozoflar tarafından önden öngörülen türden bir demokrasinin burjuvazi tarafından yaratılamayacağını gösterdi. Çünkü burjuvazi özel mülkiyet tekeline dayanan egemen bir sömürücü sınıf. Bu tekeli korumak kaygısı ve tarih sahnesine geleceği temsil eden bir sınıf olarak çıkan proletaryadan duyduğu korku, burjuvaziyi çok geçmeden siyasal gericiliğe itti. Onu çağımızın tüm gericiliğinin esas kaynağı ve dayanağı haline getirdi. Tarih burjuvazinin daha burjuva demokratik devrimin kendi iç safhalarında bile nasıl gericileştiğini bize sayısız örnekler üzerinden gösterir.
Dolayısıyla gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuva devrimlerinin yapılmış olması, siyasal demokrasi mücadelesinin ve emekçilerin bu mücadele içinde eğitilmesinin önemini hiçbir biçimde ortadan kaldırmıyor. Kapitalizm tekelci aşamasına, emperyalizm aşamasına geçtiğinde, bu sorunları ortadan kaldırmak bir yana, onları yeni bir temel üzerinde yeniden üretiyor. Zira artık bir kural olarak buıjuvazinin eğilimi siyasal gericiliktir. Ve o bu eğilimi topluma egemen kılmaya ve toplum yaşamında kurumlaştırmaya çalışır. Yani siyasal demokrasiyi, siyasal özgürlüğü yok ederek gericiliği yerleştirmeye çalışır. Değerler planında, ideoloji planında ve giderek kurumlar planında... Nitekim faşizm dediğimiz şey bunun uç bir örneğidir. Bu siyasal gericiliğin koyulaşması ve kurumlaşmasıdır. Ama faşizm bir devlet biçimi haline gelmeden de, siyasal gericilik biçiminde, devlet ve toplum yaşamına yedirilir. Bugünün Avrupa’sına ve Amerika’sına bakın, kastedilen şeyi anlayın. Eğer burjuvazi emperyalizm çağında siyasal özgürlüklere bir parça katlanmak zorunda kalıyorsa (zaten tanımın kendi içinde var, gerçekten “katlanmak” zorunda kalıyor), emekçiler bu hakları kendi mücadeleleriyle kazandıkları ve onlara bağlandıkları içindir.
Tam bu noktada, kavranması önem taşıyan bir başka soruna işaret etmek istiyorum. Gerçekte burjuvazi tarihsel olarak(38)siyasal özgürlükleri yaratmış ya da lütfedip de emekçi sınıflara sunmuş falan değildir. Burjuvazi siyasal özgürlüğün yalnızca maddi-toplumsal temelini yarattı. Yani soyluluğun kast ayrıcalığını kırarak; kilise soyluluğunu ve toprak soyluluğunu ortadan kaldırarak; sosyal, siyasal, kültürel, idari, hukuki alanlardaki feodal imtiyazları ortadan kaldırarak, yasa önünde eşitliği sağlayarak, özetle bütün o feodal dönem eşitsizliklerinin maddi temelini ortadan kaldırarak, bugün bizim siyasal özgürlükler diye tanımladığımız hak ve kurumlara uygun bir maddi zemin yarattı.
Mesela İngiliz burjuvazisi bunu ne zaman yaptı? Ta İngiliz devriminden itibaren, 1648 devriminden itibaren yaptı. Bu evrim bütün bir 17. yüzyıl-18. yüzyıl boyunca sürdü. Ama geliyoruz 19. yüzyıla ve bakıyoruz, 1830’lar İngiltere’sinde, ortaya işçi sınıfına dayalı bir Çartist hareket çıkıyor. Ne istiyor bu Çartist hareket? Eşit oy hakkı istiyor. Bildiğiniz genel oy hakkı istiyor. Yani “demokrasi beşiği” denilen bir ülkede, burjuva devriminin iki yüzyılı bulan bir tarihsel evriminin ardından hala eşit oy hakkı bile yok. Parlamento kurulmuş, İngiltere parlamentonun beşiği olarak bilinir, bilirsiniz. Bir takım başka burjuva yönetim kurumları yaratılmış. Ama böyle bir ülkede hala emekçilerin eşit oy kullanma hakkı bile yok. Hala bu ülkede genel oy hakkı bile yok. Öteki bir dizi temel demokratik siyasal hak yok. Emekçiler bunları kendi mücadeleleriyle, bizzat burjuvaziye karşı mücadele içinde kazanmışlardır. Ve bizim çeşitli kazanımların, çeşitli demokratik hak ve kurumların varlığı üzerinden burjuva demokrasisi diye tanımladığımız ne varsa, tümü de emekçilerin mücadelesiyle, zorlamasıyla yasalaşmış ya da kurumlaşmıştır. Burjuva demokrasisi dediğimiz şey gerçekte, burjuva egemenlik biçiminin emekçilerin mücadelesiyle aldığı kendine özgü bir biçimden başka bir şey değildir. Yani siyasal özgürlük burjuva devrimini yapmış ülkelerde bile emekçilerin mücadelesiyle kazanılmıştır. Elbette burjuva devrim buna uy(39)gun bir maddi temel, bir tarihsel temel yaratmıştır.
Ama sonra ne olmuştur? Burjuvazi daha 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasal gericiliği temsil eden bir sınıf haline gelmiştir. Emperyalizm çağına geçtiği andan itibaren, özellikle bu çağa geçtiği andan itibaren de, bu özgürlükleri her adımda tırpanlamak, kırmak, güdükleştirmek, içeriğini boşaltmak için elinden geleni de ardına koymamıştır. Ama karşısında işçi sınıfı vardır. İşçi sınıfının yanısıra öteki emekçi sınıfların direnci vardır. Bu karşı direnç burjuvaziyi bu noktada durdurmuş, geriletmiştir. Burjuvazi bir takım kurumlara razı olmuştur, bir takım kazanımları kabul etmek, bir takım hakları tanımak zorunda kalmıştır.