Siyasal özgürlükle sınırlı küçük-burjuva ufkuna bir küçük ek daha. Siyasal özgürlük sorunu da tarihsel-toplumsal koşul(67)lardan ayrı konamadığına, konulamayacağına göre, küçük-burjuvazinin bu alandaki talebine de bu çerçevede yaklaşmak gerekmez mi? Rusya’da siyasal özgürlük feodal soyluluğun siyasal iktidarı demek olan çarlık devrilerek elde edilebilirdi. Bu ne anlama gelir? Bu, bu ülkede, Rusya’da, siyasal özgürlük mücadelesinin anti-feodal demokratik bir sosyal-siyasal muhteva taşıdığı anlamına gelir. Peki sermayenin çıplak sınıf egemenliğinin varolduğu, kapitalist ilişkilerin toplumu belirlediği bir ülkede de durum böyle midir, böyle olabilir mi? Örneğin bugünün Türkiye’sinde siyasal özgürlük mücadelesi anti-feodal demokratik bir içerik mi taşıyor? Ya da şöyle soralım. Bugünün Türkiye’sinde küçük-burjuva katmanların siyasal özgürlük istemlerinin önündeki sınıfsal-toplumsal engeller nelerdir? Her türlü özgürlük isteminin, her türlü demokratik hakkın boğulduğu 12 Mart’ların, 12 Eylül’lerin mimarı sosyal güçler kimlerdir? Küçük-burjuvazi kime karşı savaşarak siyasal özgürlük istiyor, ya da bu ülkede kime karşı savaşarak siyasal özgürlük isteyebilir? Elbette o kendi bağımsız tutum ve iradesiyle bir sosyal devrim istemez. Ama mesele bu mudur? Mesele buysa eğer, işçi sınıfının devrimci önderlik kapasitesi, sermayenin iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel her açıdan ezip bunalttığı tüm kesimleri ardından sürükleme, onların tepkilerini mevcut sınıf egemenliğine, kurulu düzenin temellerine yöneltme yeteneği üzerine edilen onca lafın ne anlamı ve kıymeti kalır?
Biz bu meseleyi anlama güçlüğü çekenlere Lenin’in 1916 İrlanda Ayaklanması üzerine yazdığı ve çok derin bir teorik içeriği olan makalesini ısrarla hatırlattık. Bugüne kadar bu temel önemdeki makaleye hakim düşünce çizgisini kimse alıp irdelemedi. Neden dersiniz acaba? Oysa bu makale tam da sermayenin sınıf egemenliği koşullarında küçük-burjuva katmanların sosyal-siyasal tepkilerinin mantığını irdeliyor, ilginçtir, Lenin tam da, küçük-burjuvazide sosyal devrim ya da sosyalizm karşısında bağımsız bir irade ve tutum arayanları, yani sorun(68)lara “saf” proleter devrim mantığından bakanları yanıtlarken yapıyor bunu. Okuyoruz:
“‘Saf bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.”
“Avrupa'da sosyalist devrim bütün ezilenlerin ve hoşnutsuz öğelerin yığın savaşımının patlak vermesinden başka bir şey olamaz. Küçük-burjuvaziden ve bilinçsiz işçilerden öğeler, bu devrime kaçınılmaz olarak katılacaklardır -bu katılma olmadan yığınsavaşı olanaklıdeğildir, hiç birdevrim olanaklı değildir- ve, bu öğeler aynı şekilde kaçınılmaz olarak harekete kendi önyargılarını, gerici özlemlerini, zaaflarını ve yanılgılarını da getireceklerdir. Ama nesnel olarakbunlar sermayeyesaldıracaklardır, ve dağınık, uyumsuz, karmakarışık, ilk bakışta birlikten yoksun bu yığın savaşı nesnel gerçeğini ifade eden devrimin bilinçli öncü birliği, ilerici proletarya, bu yığınları birleştirip onlara yön verebilecek, iktidarı alabilecek, bankaları ele geçirebilecek, (değişik nedenlerden olmakla birlikte!) herkesin nefret ettiği tröstleri mülksüzleştirecek ve tamamı burjuvazinin devrilmesi ve sosyalizmin zaferini sağlayacak olan başka kesin önlemleri alacaktır. Bu zafer de, kendini hemen küçük-burjuva posadan ‘temizleyecek’ değildir.'" (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, 6. baskı, s. 198-199)
Başa dönerek yineliyorum. Ara sınıfların davranışları üzerinden bir devrim stratejisi tespit edilemez. Devrim programları sorunları ve devrim stratejisi, temel sınıf ilişkilerinden gidilerek saptanır, bir çözüme bağlanır. Toplumun genel gelişme düzeyinden, bu genel gelişme düzeyi içerisinde temel sınıfların biçimlenişinden ve iktidar sorununun bu temel sınıflar arasında ortaya çıkış biçiminden gidilerek saptanır. Ara sınıflar da bu temel sınıf ilişkileri içerisinde yerli yerini bulurlar. Ara sınıf, adı üzerinde, temel kutuplara bağlı olan, onlar arasında oynayan, onların davranışlarına göre tavırları, tutuml(69)arı oluşan sınıf ya da tabakalar demektir. Küçük-burjuvazinin bu toplumdan bağımsız bir toplumsal-politik kimliği bu noktada yoktur ki. Son tahlilde ya proletaryadan etkileniyordur, ya da burjuvaziden. Ya devrimci çözüme, hatta dosdoğru sosyalizme yatkındır, ‘70’li yıllarda bizzat küçük-burjuva demokratik hareketlerin şahsında açıkça görüldüğü gibi. Ya da ‘80’li yılların yenilgi zemininde olduğu gibi, burjuvazinin sınıf egemenliğine belirgin bir teslimiyet göstermeye yatkındır. İşte ÖDP örneği budur, ‘80 sonrası Dev-Yol gerçekliği budur, TDKP’nin gelinen yerdeki gerçekliği bugün budur. Bunlar öyle temelli biçimde bir sosyal zemin değiştirmiş falan değiller. Halen de aynı sosyal zemin üzerinde duruyorlar. Ama ne oldu? ‘80’li yılların yenilgisi, burjuva karşı-devrim, bu küçük-burjuva siyasal akımlar üzerinde derin bir yılgınlık yarattı. Onların devrime, devrime dayalı bir toplumsal değişime olan inancını sarstı. Onları geri bir noktaya, bugünkü reformist teslimiyetçi çizgiye itti sonuçta. Toplumsal devrimden umudunu kesenler, mevcut toplumun iyileştirilmesi, kendi içinde demokratikleşmesi çizgisine kaydılar.