Sonuç olarak, siyasal demokrasi, ya da onun tek tek istemleri, siyasal reform karakteri taşır. Bu mesele anlaşılmadan, demokrasi sorununda marksist tutuma bağlı kalmak, demokrasi sorununda marksist bir çözümü ortaya koyabilmek mümkün değildir. Teorik düşünme gücüne sahip olmayanların, kapitalizm ile siyasal demokrasi ilişkisini kavrayamayanların, bunun neden böyle olduğunu kavramaları elbette güçtür. Fakat bu durumda yapacak bir şey de yoktur.
“Demokratik anayasa” ya da anayasal hayaller
“Demokratik anayasa” üzerine soruya ilginç ve açıklayıcı(73)bir örnekle başlayacağım. Savaş döneminde savaşa karşı izlenecek siyasal çizgi çok önemli bir tartışmadır biliyorsunuz. Bu tarafta sosyal şovenlerin tutumu var, savaşı destekliyorlar. Bir tarafta Bolşeviklerin tutumu var, savaşa karşı iç savaş diyorlar. Bir tarafta da Rus menşeviklerinden Kautsky’e kadar uzanan bir çizgi var, ara bir çizgi. Kautsky sosyal şovenlere yakın. Martov, Troçki türünden bir takım ortacılar daha sola yakın, ama sonuçta onlar da ortacı. Burada Martov’un bir formülü, bir sloganı var. “Emperyalist savaşı durdurmak ve otokrasiyi tasfiye etmek için ulusal bir kurucu meclis!” Mealen böyle bir formül, böyle bir slogan. Dikkat edin hayli devrimci görünen bir slogan; savaşı durdurmak, barışı gerçekleştirmek ve otokrasiyi tasfiye etmek vb. hedefler tanımlanıyor. Oysa Lenin bu sloganı sert bir dille eleştirip mahkum ediyor. Bu sloganın ucuz bir burjuva demokratik söz olmaktan öte bir değer taşımadığını söylüyor.
Bu eleştirinin mantığı nedir peki? Kısaca şudur: Savaşı durdurmanın biricik gerçek yoluna dikkatleri çekmek varken, bunun için yığınları savaşı sürdüren egemen sınıflara karşı iç-savaşa, onları devirme mücadelesine çağırmak varken, tutup savaşı durduracak ve otokrasiyi tasfiye edecek bir kurucu meclise dikkatleri çekmek, yığınların dikkatini asli olan bir sorundan yarın belki önem kazanacak ama bugün için çok tali bir meseleye çekmek demektir. Böylece de yığınların savaşçı ve militan ruhunu zaafa uğratmak, onların dikkatini asıl sorundan uzaklaştırmak demektir. Devrimin önündeki siyasal ve toplumsal engelleri, bu engelleri aşma mücadelesinin siyasal kapsamını bir yana bırakarak, ancak başarılı bir devrimi izleyecek bir dönemde gündeme gelebilecek türden bazı kurumlara dikkatleri çekmek demektir. Tüm bunlar ise ya yararsızdır, ya da daha da kötüsü açıkça hedef saptırmadır. Lenin’in “çarlığı ve savaşı tasfiye etmek üzere ulusal bir kurucu meclis” sloganını ucuz bir burjuva demokratik söz olarak nitelemesinin nede(74)ni özetle budur.
Bu son derece açıklayıcı örnek üzerinden, DHKP-C’yi bugün son derece tehlikeli, ucu “siyasal çözüm”cü bir reformist çizgiye varan bir kaygan zemine oturtan “demokratik anayasa” sloganına geçebiliriz. Yığınları birleştirici bir yeni hedef olarak tanımlanan bu slogan, “demokrasiyi ve bağımsızlığı güvenceye alacak bir demokratik anayasa” biçiminde formüle ediliyor. Sosyalizme duyduğu duygusal yakınlığı bir yana koyarsanız, “demokrasi” ve “bağımsızlık” hedefleri DHKP-C çizgisinin ve programının başı-sonudur. Ve DHKP-C tutuyor kendi temel programatik hedeflerini getirip anayasal bir form içinde tanımlıyor. Hedef olarak “demokratik anayasa”yı gösteriyor ve bunu demokrasinin, bağımsızlığın, ulusal hakların “güvencesi” ilan ediyor. Slogan bu şekliyle Martov’un yukarıdaki formülünden çok daha yararsız, çok daha içi boş ve çok daha hedef saptırıcıdır. Dosdoğru söylemek gerekir ki, bu slogan, en pespaye türden bir reformist formülden başka bir şey değildir. Tek gerçek işlevi, yığınların dikkatini gerçek siyasal hedeflerden hukuksal biçimlere, devrimci çözümlerden anayasal hayallere çekmek, böylece onların bugünkü geri bilincini pekiştirmektir.
Bağımsızlığı güvenceye alan, demokrasiyi güvenceye alan, ulusların haklarını güvenceye alan bir anayasaymış! Bir kere bir anayasa hiçbir şeyi güvenceye almaz. Hukuksal ilişkilerde ya da biçimlerde “güvence” aramak bir burjuva aldatmacasından başka bir şey değildir. Bir anayasa siyasal planda kazanılmış ve yine siyasal açıdan güvenceye kavuşturulmuş kazananlara yalnızca hukuksal bir ifade kazandırır. Bu anlamda elbetteki bu kazananları pekiştirir. Anayasa bir hukuk metnidir. Siz önce egemen sınıfı devirirsiniz, iktidarı ele geçirirsiniz, iktisadi gücü ele geçirirsiniz, sonra da bunu hukuksal olarak kurumsallaştırırsınız. Aradığınız devrimci anayasaysa, onun tarihsel olarak ortaya çıkışı ancak böyle mümkündür. Yok kastettiğiniz düzenin anayasasıysa, siz zaten devrimci perspektifi ve konu(75)mu yitirdiniz demektir. Kendi devrim programınıza, demokrasiye, bağımsızlığa, ulusların haklarına düzen anayasası içinde bir yer, dahası “güvence” aramaya kalkmanız demek ideolojik ve siyasal açıdan tümden iflas etmeniz demektir.
Sosyal-siyasal mücadelelerde kuraldır; hukuk her zaman topallayarak arkadan gelir. Siyaset her zaman önplandadır ve yolaçıcıdır. Siyaset yol açar, hukuk onu tamamlar. Devrimin anayasası demek, siyasal başarıya, devrimin tam zaferi anlamındaki bir siyasal başarıya, hukuksal bir biçim vermek demektir. Bir temel siyasal hedef olarak önden bir anayasa mücadelesi olmaz. Önden anayasa mücadelesi yığınların dikkatini düzen içi anayasal çözümlere çeker, onları aldatır. Liberal demokratların, reformistlerin, dolayısıyla temelde egemen sınıfın değirmenine su taşır. Bu arada burjuvazinin taktik manevralarına da iyi bir dolgu malzemesi olur.
Tekelci sermaye kodamanlarının son demokratikleşme manevrası bu konuda güncel ve son derece uyarıcı bir örnektir. Siz TÜSİAD’ın “Demokratikleşme Raporu” nedir zannediyorsunuz? Baştan başa bir anayasa tadilatı, bir tür yeni bir anayasa, “demokratik bir anayasa” önerisi. Tekelci sermayenin en kodaman kesimi demokratik anayasa istiyorum diyor! Elbette gerçekte birşey istediği yok. Ama sorunu böyle koyuyor, manevrasını buradan yapıyor demek istiyorum. Yığınların dikkatini yasal ve anayasal değişiklikler üzerinden gerçekleştirilecek bir demokratikleşmeye çekiyor. “Demokratik anayasa” çizgisi ve sloganı da gidip bu çabalara bağlanır. Burjuvazinin bu tür manevralarını kolaylaştırır...