İsrail’le suç ortaklığının ABD’ye siyasal faturası
Fakat elbette İsrail’in yıkım ve katliamlarla dolu tarihine yeni bir sayfa ekleyen son saldırıya ABD emperyalizminin bu çıplak desteği ona büyük bir siyasal faturaya malolacaktır. Ünlü Brzezinski de, 7 Nisan tarihli yorumunda, “Amerika’nın politikalarının tek taraflı ve riyakar olduğu konusunda neredeyse küresel bir fikir birliği var” derken, bir bakıma bu faturaya işaret etmiş olmaktadır.
ABD’nin siyonist vahşete suç ortaklığı ve açık desteği, halkların öfkesine ve nefretine yeni boyutlar eklemiş, onu(385)Ortadoğu’daki en sadık işbirlikçileri karşısında bile güç durumda bırakmıştır. Eğer Fas Kralı ABD riyakarlığını diplomatik bir dille de olsa açığa vuruyorsa, eğer Hüsnü Mübarek gibi sadık bir Amerikan uşağı Colin Povvell’la randevusunu iptal edebilecek kadar ileri gidebiliyorsa, eğer resmi Arap basını bile Powell’ı bir arabulucu değil fakat “İsrail ulağı” ve “Şaron’un emireri” olarak niteleyebiliyorsa, bütün bunlar İsrail’le suç ortaklığının ABD’ye çıkardığı siyasi ve diplomatik faturaya bir göstergedir. Cenin’de ve öteki kentlerde bütün dünyanın gözleri önünde duran savaş ve insanlık suçlarının BM tarafından incelenmesini bile veto edeceğini açıklamış olan ABD yönetimi, böylece İsrail’le suç ortaklığının yeni bir örneğini sunarak, maskesini iyice düşürmektedir.
Emperyalist dünyanın siyasal ve ahlaki iflası
Bu bizi, yiğit Filistin halkının, siyonist savaş makinasının son saldırısı karşısında yeni bir örneğini verdiği kahramanca direnişinin tüm dünya halklarının hanesine yazılan yeni bir siyasal başarısına getiriyor. Geliştirdiği soluklu direnişle emperyalist ve siyonist politika ve planları altüst eden, bu arada Irak’a yönelik bir emperyalist müdahaleyi de geciktirip zora sokan Filistin halkı, tam da bu nedenle, ABD destekli bugünkü vahşi yıkım ve katliamın hedefi haline geldi. Fakat onun büyük acılarla ödemek durumunda kaldığı bu yeni bedel, ABD önderliğindeki emperyalist kampın özellikle son 10 yıldır “insan haklarını korumak” ve “etnik soykırımı engellemek” adı altında sahnelediği riyarkarlıkların içyüzünü de tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Bu emperyalist kampın yeni bir siyasal ve ahlaki iflasıdır. Lahey’de Miloseviç’i “savaş suçlusu” olarak yargılayanların(386)maskesi artık düşmüştür. Silahsız ve savunmasız bir halk yıkım ve katliamdan geçirilirken, tarihin en büyük savaş ve insanlık suçlarından biri tüm dünyanın gözleri önünde işlenirken olup biteni soğukkanlılıkla seyredenler, dahası açıktan ya da örtülü olarak destekleyenler, bundan böyle dünkü argümanlarını kullanarak emperyalist müdahalelerde bulunmakta eskisi kadar rahat olamayacaklardır. BM kararlarına uymuyor diye Irak’a karşı savaşa hazırlananların, kurulduğundan beri hiçbir zaman uymadığı BM kararlarını son saldırı karşısında da kabaca reddeden siyonist İsrail’e gösterdikleri anlayış, buradaki riyakarlık ve çifte standart, elbette dünya halklarınca ibretle izlenmektedir.
Emperyalizmin Ortadoğu’daki koçbaşı
Filistin’de siyonist ideoloji ve ilkelere dayalı bir devletin kuruluşu yüzyılın başından itibaren İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya ilişkin stratejisinin bir parçası olarak gündeme geldi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının uygun atmosferinde bu proje hayata geçirildi. Proje İngiltere kaynaklı olsa da, savaş sonrasında dünya jandarmalığının ve dolayısıyla Ortadoğu hakimiyetinin el değiştirmesiyle, onu tüm sonuçlarına vardırmak ABD’nin payına düştü. Siyonist İsrail devleti, petrol bölgesi olan ve ayrıca da büyük bir stratejik önem taşıyan Ortadoğu’da, ABD emperyalizminin en büyük dayanağı oldu ve gerekli olduğu her durumda bir koçbaşı olarak kullanıldı.
Bundan dolayıdır ki, bugüne kadar ABD tarafından her yolla desteklendi, kesintisiz bir biçimde en cömert yardımlarla ödüllendirildi. ABD son 50 yılda bu küçük nüfuslu ülkeye yüzmilyar doların çok üzerinde bir karşılıksız yardım verdi. İsrail bugünkü savaş makinasını, 400’ü bulduğu söylenen nükleer bombalarını, iktisadi ve teknolojik düzeyini, özetle(387)tüm gücünü beslemesi olduğu ABD emperyalizmine borçludur. O bu gücünü Filistin halkını topraklarından sürmek, savaş, işgal ve sömürgeci yerleşimler yoluyla topraklarını genişletmek için kullandı ve kullanıyor. O bu gücünü tüm Ortadoğu halklarına, yanı sıra ABD’ye karşı ya da mesafeli duran devletlere yönelik bir tehdit ve saldırı aracı olarak kullandı, kullanıyor. Özetle siyonist İsrail, ABD merkezli emperyalist kampın Ortadoğu çıkarlarının bekçisi ve vurucu gücüdür.
Bu nedenle de İsrail siyonizmine karşı mücadele ancak tutarlı anti-emperyalist bir çizgiye oturursa, gerçek anlamını ve hedefini bulur ve başarıya ulaşma şansı kazanır. Bu, ilkel yahudi düşmanlığına karşı da temel önemde bir ayrım noktasıdır. Anti-semitizm her zaman gerici egemen sınıfların bir silahı olmuştur ve tam da halk kitlelerinin dikkatini devrimci çözümlerden saptırmak, sahte hedeflere yöneltmek için kullanılmıştır. Bu nedenledir ki emperyalizme ve siyonizme karşı mücadele anti-semitizme karşı mücadeleden ayrılamaz.
Komünistler ve tüm devrimciler için siyonist İsrail’e karşı mücadele dünya ölçüsünde emperyalizme karşı verilen mücadelenin bir parçasıdır. Yahudi işçi ve emekçileri, bugünün ağır ortamında bile seslerini cesaretle yükseltebilen ilerici-devrimci Yahudi aydınları, bu mücadelenin asli unsurları arasında yer almaktadırlar. Onlarla birleşmek ve dayanışmak, bugünün bulanık ve çift yönlü saptırmalara uygun ortamında her zamankinden daha önemli ve gereklidir.