Bu aşağılık rolü boşa çıkarmak, bu stratejik amaç çerçevesinde tüm bölge halklarıyla, onların ilerici ve devrimci güçleriyle en yakın ilişki ve dayanışma içerisinde olmak, Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin emperyalist müdahale öncesinde gerçekleşen kuruluş kongresinin saptadığı temel önemde stratejik bir görevdir. Balkanlar’a emperyalist müdahale ve bu müdahale içerisinde Türkiye’nin üstlendiği aşağılık rol, partimizin bu alandaki stratejik ve güncel görevlerine apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır.
Son olarak şununla bağlamak istiyoruz. Partimizin kuruluş kongresi devrimimizin Türkiye’yi üç yandan kuşatan bölgelerdeki gelişmelerle hayati ilişkisini bütün açıklığıyla ve çok yönlü olarak saptamış bulunmaktadır. Son gelişmeler bu perspektifi doğrulamakla kalmamış, buna ilişkin görev ve sorumluluklarımızı da çok daha yakıcı ve güncel hale getirmiştir.
Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin her zamankinden çok şu veya bu ülkenin iç çatışmalarında doğrudan taraf olmaya hazırlandıkları bir döneme giriyoruz. Böyle bir dönemde şu veya bu ülkedeki devrim mücadeleleri de kaderlerini her zamankinden çok daha güçlü bir biçimde uluslararası ilişkilere, enternasyonal birlik ve dayanışmaya, devrimin bölgesel ve uluslararası karakterine bağlamak zorundadırlar.
(7 Ocak ‘01 tarihli bir konferansın kayıtlarıdır...)
Emperyalizmin küreselleşmeci saldırısı
Özellikle son on yılda, yani Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yıkılış sonrası dönemde, dünya çapında bir gerici globalizm cereyanı yaşandığını biliyoruz. Emperyalistler kendi politikalarını emekçilere ve ezilen halklara, “dünyanın globalleşmesi” adına dayattılar. Bu dayatmalarını globalleşmede ifadesini bulan bir doğal tarihi süreç biçiminde sunarak onu şirin göstermeye çalıştılar. Globalizm, herşeyden önce ideolojik bir saldırı olarak kullanıldı. Bu, insanlığın girdiği yepyeni bir evre olarak sunuldu ve gereklerine uymanın, demek oluyor ki emperyalistlerin plan ve dayatmalarına boyun eğmenin, bir zorunluluk olduğu propaganda edildi.
Kuşkusuz bu, emperyalizmin yeni dönem ihtiyaçlarına(183)yanıt veren, bu doğrultudaki planlarını hayata geçirmesini kolaylaştıran bir ideolojik aldatma ve sersemletme çabası idi. Yoksa, iktisadi gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak yüzyıllardır sürmekte olan; gelinen yerde emperyalist biçimler içerisinde ileri bir noktaya da ulaşmış bulunan; ve en önemlisi de, insanlık için elverişli tüm sonuçlarına varması da artık bizzat bu emperyalist biçimler tarafından engellenen “küreselleşme” sürecinde, özünde yeni olan bir şey yok. Bir kısım burjuva ideologlarının küreselleşmeyi şirin göstermek için, Marx’ın daha Komünist Manifesto'da kapitalizmin ulusal çitleri yıkması ve kapitalist gelişmenin evrenselleştirici dinamiği üzerine söylediklerini kendilerine dayanak yapmaları bile, ortada esasa ilişkin bir yenilik olmadığının örtülü bir itirafından başka nedir ki?
Kapitalizmin yüzyılları bulan küreselleşmesi olgusu
Kapitalizm daha başlangıç evrelerinden itibaren, sadece şu veya bu toplumun ya da ülkenin kendi içinde değil, dünya ölçüsünde bir yayılma eğilimi gösterdi. Daha çocukluk evresinde kapitalist gelişmeye klasik dönem sömürgeciliğinin eşlik ettiğini, bunun tam da kapitalist gelişmenin o ilk ihtiyaçlarından doğduğunu ve gerisin geri bu gelişmeyi hızlandırdığını biliyoruz. 16.-17. yüzyıllardan, o ilk sömürgeci yayılma döneminden söz ediyorum. Kapitalist gelişmenin küreselleşme eğilimi, yaşanan sürecin dünyaya yayılma eğilimi, ta o zamandan beri var. Bu beşyüz yıllık bir tarihtir gerçekte. Ardından 19. yüzyıla, sanayi devrimi sonrasına geliyoruz. Kapitalizm, sanayi devrimi sonrasında ve özellikle İngiltere üzerinden, hem hammadde ihtiyacı ve hem de üretilen mamul maddelerin pazarlanması bakımından dünyaya yayılmasının yeni bir evresine girdi. İngiltere “dünyanın(184)atölyesi” haline geldi, ama aynı zamanda dünyanın en büyük sömürge gücüydü. İngiliz kapitalizminin gücü bundan ayrı düşünülemezdi.
19. yüzyılın sonuna, son çeyreğine bakıyoruz; kapitalizm tekelci, aynı anlama gelmek üzere, emperyalist aşamasına ulaşıyor. Emperyalizm, tekelci aşamasına ulaşmış bulunan kapitalizmin dünya üzerinde egemenliğini kurduğu bir gelişme aşamasıdır, aynı zamanda. Bu anlamda, küreselleşme doğrultusundaki bir büyük yeni atılımıdır.
19. yüzyılda meta dolaşımı dünyalaşmış, bir dünya pazarı oluşmuş, bugünkü terminolojisiyle söylersek, ticaret küreselleşmişti. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında, yani kapitalizmin emperyalizm aşaması ile birlikte, artık sermaye ihracı önplana çıktı ve böylece kapitalist ekonomi ve sömürü ilişkileri küreselleşme sürecine girdi. Dünyanın her yerine sermaye, yani kapitalist ilişkiler ihraç edildi ve böylece, dünyanın her yeri metropollerdeki kapitalizmin doğrudan iktisadi ve mali etki alanı haline geldi. Mamul meta pazarı, hammadde kaynağı ya da doğrudan yatırım (demek oluyor ki doğrudan artı-değer sömürüsü) alanı olarak... Dünyanın toprak ve nüfuz alanları olarak paylaşımı, ardından birbirini izleyen emperyalist dünya savaşlarıyla yeniden paylaşımı, tam da bu gelişmenin dolaysız ifadesi ve sonucu oldular.
Bu sürecin ve olayların, bütün bir 20. yüzyıla damgasını vurduğunu; zaman içerisinde yeni boyutlar kazandığını; kapitalizmin dünya ölçüsünde, genişlemesine ve derinlemesine gelişimini ve yayılmasını sürdürdüğünü biliyoruz. Bu, dünya çapında emperyalist dünya düzenini aşma mücadelelerine, bu alanda sağlanan devrimci başarı ve ilerlemelere rağmen böyle olmuştur.