Bu tür bildiriler daha çok böylesi zirvelerde yapılan kirli pazarlıkları, çekişme ve çatışmaları, çıkarların çakıştığı yerde halkların kaderi üzerinden alınan kararları gizlemeye hizmet ediyor. Zirvenin yapıldığı kentte alanları dolduran ve(229)yüzmilyonlarca insanın duygu, düşünce ve tepkilerini yansıtan yüzbinlerce göstericiyi, onlar şahsında dünya emekçilerini ve halklarını yatıştırmak ihtiyacı da düşünüldüğünde, son dönemlerin bu tür bildirlerinin gerçek işlevi daha anlaşılır hale gelmektedir. Nitekim G-8 zirvesinin ardından yayınlanan bildiriden de bunu görmek mümkün.
Aldatıcı gündem ve gerçek gündem
Önden bolca reklamı yapılan yoksul ülkelerin dış borç yükünün hafifletilmesi, sosyal sorunların çözümü için yardım vb. konular, bildiride yer verilen muğlak ifadelerle yalnızca “vaad” ediliyor, herhangi bir somut plana bağlanmaksızın belirsiz bir geleceğe bırakılıyor.
Afrika’da onmilyonlarca insanın kaderini ilgilendiren ve dev ilaç tekellerinin çıkarlarına dokunulamadığı için tedavi edilemeyen AİDS hastalığı için gerekli olan ve BM tarafından talep edilen 10 milyar dolar yerine ise yalnızca 1.3 milyar dolar lütfediliyor. Fakat bu sadaka da yine somut plan olarak değil, yalnızca genel bir karar, yani işin aslında sonu belirsiz bir vaad olarak kalıyor.
Çevre tahribatına karşı dünya ölçüsünde büyüyen tepkilerin basıncı altında, iklim ısınmasını sınırlamaya yönelik olarak 1997’de imzalanan Kyoto antlaşması ise hala da sürümcemede duruyor. Burjuva basını bu konuda zirvede “sert kapışmalar” yaşandığını duyuruyor, ama ortada hiçbir sonuç ve ilerleme yok, tam tersine. Konu üzerine anlaşmazlıkların yazık ki giderilemediğini, ama bunun giderme şansının da henüz yitirilmediğini müjdeliyor emperyalist basın. (Cenova’daki zirveye paralel olarak Almanya’nın Bonn kentinde bu konuyu ele alan bir başka zirve, ABD’nin kesin karşı tutumundan dolayı, gerçekte hiçbir sonuca ulaşamadan fiyaskoyla sonuçlandı.)(230)
Ve son olarak, Kanada’da toplanacak gelecek zirvenin “ana teması”nın, emperyalistlerin dayattığı büyük sosyal yıkımlar, hastalıklar, yine emperyalislerce kışkırtılan ve desteklenen savaşlar ve iç savaşlar içinde kırılan “Afrika” olacağı vaad ediliyor. Emperyalist küreselleşmeye karşı tepkileri son birkaç yıldır bir kısım borçların silineceği vaadiyle oyalayan emperyalistler, öyle anlaşılıyor ki buna şimdi de Afrika’nın dışlanmışlıktan kurtarılması, “global dünyanın içine alınması” ve dertlerine çözüm bulunması konusunu ekleyecekler. Hiç değilse gelecek G-8 zirvesine ev sahipliği yapacak olan Kanadalı şeflere göre durum bu.
Yineliyoruz; bu tür vaadler, tümüyle ve yalnızca, birbirini izleyen emperyalist zirveler şahsında emperyalist küreselleşmeye karşı dünya ölçüsünde büyüyen tepkileri yatıştırmak, göz boyamak, emekçilere ve halklara şirin görünmek amacına yöneliktir. Emperyalistler için sorun hiç de, emekçilerin ve ezilen halkların bizzat emperyalist dünya sisteminden kaynaklanan ve emperyalist politikalarla sürekli ağırlaştırılan sorunlarına kırıntı kabilinden de olsa çözüm bulmak değildir, olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır; zira onlar sorunların çözüm gücü olmak bir yana, bizzat ve temel kaynağı durumundadırlar. Onlar için tüm sorun, kendi düzenlerini sağlama almak, emperyalist egemenliklerini pekiştirmek ve bu arada kendi içlerinde büyüyen çelişki ve çatışmalara, olanaklı sınırlar içerisinde uzlaşmaya dayalı bazı geçici çözümler bulmaktır.
Nitekim zirve bildirisinin anılan konu başlıkları bile, G8 zirvesinin bu gerçek gündemini ve dolayısıyla işlevini açığa vuruyor. Buna göre zirvede; beklenenden daha ağır olduğu saptanan “küresel ekonomik durgunluğu” aşmanın sorunları, bununla bağlantılı olarak da, bugün için en kötü durumda olan Türkiye ve Arjantin ele alınmış; “global ekonominin güçlendirilmesi için yeni tür uluslararası ticaret müzakereleri”(231)ile “uluslararası mali sistemin istikrarını ve bütünlüğünü arttırmak” gerekliliği üzerine tartışılmış; Ortadoğu, Balkanlar ve Kore gibi bölgesel politik-askeri sorunların yanı sıra, petrol fiyatları vb. özel ekonomik sorunlar üzerinde de durulmuştur. Bildiride yer verilmeyen, fakat zirvede özel bir yer tuttuğu kesin olan temel önemde bir konu daha var. Bu, zirve sonrasında Bush ve Putin arasında özel bir görüşmeye de konu olan ABD’nin “füze kalkanı projesi”dir.
“Küresel ekonomik durgunluğa” yeni çareler
Emperyalist şefler bildirilerinde “küresel ekonomik durgunluğun beklenenden de uzun sürdüğünü” tespit ediyorlar. Ekonomik bunalıma karşı ortak önlemleri görüşmek, öteden beri G-7 zirvelerinin en temel gündem maddelerinden biri olmuştur. Bu zirvelerin başlangıç tarihinin (1975) aradan geçen yaklaşık 30 yıla rağmen bugün hala da aşılamayan bunalımın başlangıç tarihinin hemen sonrasına denk gelmesi de bu açıdan bir rastlantı değildir.
Ekonomik durgunluğun geçen Kasım’dan beri Amerika’da gitgide ağırlaşması olgusu, Amerikan ekonomisinin dünya ekonomisinde tuttuğu özel yerden dolayı, tüm emperyalistler için ciddi bir kaygı konusudur. Yıllardır bunalımın pençesinde kıvranan ve zaman zaman iflasın eşiğine geldiği söylenen dünya ekonomisinin kapitalist devi Japonya’nın durumu da düşünülürse, ağırlaşan “küresel ekonomik durgunluğun” neden zirvede özel bir yer tuttuğu daha iyi anlaşılır herhalde. Türkiye, Arjantin, Brezilya ve Endenozya’da artık birkaç ay arayla birbirini izleyecek kadar sıklaşan ekonomik çöküşler de buna tüy dikiyor.
Emperyalistlerin neo-liberalizm adı altında ‘80’li yıllarda ve “globalleşme” adı altında ‘90’lı yıllar boyunca uyguladığı(232)ağır ve çok yönlü saldırı politikaları, tam da bir türlü aşılamayan bu “ekonomik durgunluğa” karşı düşünülen önlemlerden oluşmaktadır. Sosyal hakların sistematik gaspı, temel kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesi, özelleştirme, sendikasızlaştırma, esnek üretim gibi temel unsurlardan oluşan bu saldırı politikaları, emperyalist ülkelerin işçi sınıfı ve emekçilerini de kapsayacak şekilde uygulandı, halen de uygulanıyor. Bu genel, moda deyimle “global” saldırılara ek olarak, DTÖ, İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla bağımlı ülkelerin ekonomileri yıkıma uğratılarak ülke zenginlikleri ve kaynakları yağmalandı, halen de yağmalanıyor. ‘70’li yıllarda başgösteren ekonomik durgunluktan itibaren bağımlı ülkelerin borca özendirilmesi yoluyla yaratılan ağır borç köleliğinin ne anlama geldiğini ise Türkiye’nin güncel durumu üzerinden zaten yakınen biliyoruz. Borç köleliğinin bugün vardığı nokta artık ülke yönetimlerine doğrudan el koyma olanağı vermektedir emperyalist alacaklılara.