Avrupa’daki bu son gösteriler savaş karşıtı hareketin yalnızca belli bir kesitidir. Gerçekte hareket tüm dünya ölçüsündedir. Haber akışı üzerindeki boğucu emperyalist tekel, bunların zamanında duyulmasını ve tüm dünyaya yansıtılmasını engellemektedir. Brezilya’dan Güney Afrika’ya ve Avusturalya’ya kadar dünyanın birçok yerinde geniş çaplı savaş karşıtı gösteriler yapılmakta, fakat bu bilgiler özenle tüm dünyadan saklanmakta ya da gerçek rakamlar bilinçli olarak çarpıtılmakta, eylemler olduğundan önemsiz gösterilmeye çalışılmaktadır. Avrupa’da gerçekleşen son gösteriler üzerinden bile bunu açıkça gördük. Emperyalist medya ağız birliği halinde Londra’daki gösteriyi 20 bin, Berlin’dekini ise 15 bin olarak verdi, tüm dünyaya da bu bilgiler böyle yansıtıldı. Bu tümüyle bilinçli bir çarpıtmaydı.
Emperyalist medya halihazırda emperyalist savaşın bir kolu durumundadır. Savaşı meşru göstermeyi, asıl amacını, yarattığı yıkımı ve acıları gizlemeyi kendine iş edinmiştir. Buna başından itibaren savaş karşıtı tepkilerin mümkün mertebe gizlenmesi ya da olduğundan önemsiz gösterilmesi de dahildir. Saldırı öncesinde Amerika’da gerçekleşen savaş karşıtı birçok protesto gösterisini medya organlarından izleme olanağı bulamadık. Savaş sonrasında ise hemen yalnızca(281)Pakistan ve Endonezya’daki Amerika karşıtı islami gösterileri izleme olanağı bulduk. Medya’nın bu son örnekteki tavrı bile son derece hesaplı ve kötü niyetliydi. Amaç gösterilerin islami rengi üzerinden Batılı kitlelere çarpık mesajlar vermekti.
Savaş karşıtı kitle hareketinin anlamı
Amerikan emperyalizminin gözü dönmüşlüğü ve öteki emperyalist güçlerin paylaşım ve nüfuz mücadelelerinde geri kalmamak kaygısıyla saldırganlığa ve savaşa verdiği destek, dünyanın birçok yerinde geniş insan kitleleri üzerinde uyarıcı etkide bulunuyor. Savaş karşıtı güçlü bir yeni barış hareketinin yeniden şekillenmekte oluşu da bunu göstermektedir.
Afganistan’a saldırı, son on yılda emperyalist koalisyonun üçüncü ortak savaşıdır. Fakat ilk ikisi bugünküne benzer bir hareketin gelişmesine yolaçmadılar. Bunun anlaşılır nedenleri var. Körfez savaşı ‘89 yıkılışının sonrasına denk gelmişti ve bu tür tepkilere önderlik edebilecek durumdaki sol kesimi büyük bir örgütsel dağınıklık ve moral zayıflama içinde yakalamıştı. Yugoslavya savaşı Bosna olaylarının ve Kosova sorununun emperyalistler tarafından başarılı bir istismarına dayanmaktaydı. Bu, emperyalist yıkım savaşına karşı tepkileri fiilen dizginlemişti. Son saldırı emperyalistlerin bu türden avantaj ve olanakları artık önemli ölçüde yitirdiğini gösteriyor. 11 Eylül saldırısında binlerce sivilin hayatını yitirmiş olması üzerinden yapılan duygusal istismar bile, emperyalist saldırının gerçek niteliğini ve amacını örtmeye yetmiyor.
Herşey bir yana, geride kalan on yılın yarattığı yeni bir bilinç ve deneyim birikimi var dünya ölçüsünde. Şu son on yılda yaşananlar bile kapitalizmin insanlığı ve dünyayı(282)hangi yeni sosyal, siyasal ve askeri felaketlere hazırlamakta olduğunu göstermeye yetti. Dünyanın dört bir yanında yeniden güç kazanmaya başlayan sosyal-siyasal mücadeleler ile emperyalist küreselleşmeye karşı uluslararası hareket, bu bilincin ve deneyimin bir dışavurumudur. Nitekim Afganistan’a yöneltilen saldırıya karşı gelişen emperyalist savaş karşıtı hareket de bir yanıyla emperyalist küreselleşme karşıtı hareketin bir yeni görünümünden başka bir şey değildir. Giderek daha geniş insan kitleleri, insanlığın büyük bölümünü açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe sürükleyen güçler ile onu yeni savaşların yıkımına sürükleyen güçlerin aynı olduğunun farkına varmaktadırlar. 11 Eylül saldırısının şokuyla sersemletilmeye çalışılan Amerika’da bile “savaş değil sosyal adalet” seslerinin (üstelik ağırlıklı olarak işçi hareketi bünyesinden) yükselmesi bunu göstermektedir.
Savaş karşıtı kitle hareketinin sınırları
Gerek sosyal sorunların gerekse saldırganlığın ve savaşın sistemden kaynaklanan sorunlar olduğu bilincine rağmen, halihazırdaki savaş karşıtı hareket daha çok pasifist niteliktedir. Bu yürütülmekte olan savaşın emperyalist niteliği konusundaki açıklığa rağmen böyledir. Savaşların bilinen dehşeti savaş karşıtı insan kitlelerini savaşa ve genel olarak şiddete karşı genel bir tepkiye itmektedir. Bu tutumun nedenleri anlaşılır olmakla birlikte, bu sınırlar içindeki bir bakışın bir çözüm ifade etmediği de bilimsel ve tarihsel bir gerçektir. Savaşa ve tüm öteki sosyal-siyasal kötülüklere karşı mücadele bunları üreten sisteme karşı bir mücadele perspektifine ve programına oturmadıkça, kendi başına güçsüzdür ve herhangi bir kalıcı politik-pratik sonuç yaratmaz.
Bu tür bir perspektif ve programdan yoksunluk, haliha(283)zırdaki savaş karşıtı kitle hareketinin en temel zayıflığıdır. Fakat bu zayıflık dünya ölçüsünde devrimci sınıf hareketinin, onun örgütlü öncü kesimi olarak komünist hareketin zayıflığından ayrı da düşünülemez. Zira bu tür hareketlere doğru bir yön ancak öncü devrimci partiler tarafından verilebilir. Eksikliği duyulan perspektifsizlik ve programsızlık ancak onlar tarafından giderilebilir. Halihazırda olmayan da gerçekte budur.
Bu temel zaafın bilincinde olmak ilkesel önem taşımakla birlikte, bu hiçbir biçimde bugünkü hareketin politik önemini azaltmamaktadır. Tam tersine, güncel durumda savaşın emperyalist niteliğinin farkında olan ve emperyalist saldırganlığa karşı mazlum halklarla dayanışmayı ifade eden bu hareket, büyük bir politik önem taşımaktadır. Gelişmeler, emperyalist ülkelerde bile giderek daha geniş kesimlerin emperyalist politikaların aleti olmayı reddetmekle kalmayıp, buna karşı mücadelenin yolunu tuttuklarını göstermektedir. Emperyalist medya tekelinin bu mücadeleleri gözlerden gizlemeye çalışması ya da olduğundan önemsiz göstermesi de bundan dolayıdır.