Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə11/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   51

Enne Fulânen Ahberahû:

Bk. Mu'ennen.



Enne Fulânen Haddesehu:

Bk. Mu'ennen.



Enne Fulânen Kale:

Bk. Mu'ennen.



Ensâb:

Neseb kelimesinin çoğuludur. Neseb, sözlükte akrabalık, özellikle baba tarafından kan akrabalığına dendiği gibi bir kabile veya beldeye nisbet manasına da gelir. 219


Hadis usulünde evtânu'r-ruvât ve buldânihim konusuyla ilgilidir ve ravilerin kimliklerinin tayininde başvurulan ilmin adıdır. Tanınmış alimlerin ve genellikle ravilerin nisbet edildikleri kabile veya yerleri, yahut en çok tanındıkları mesleklerini konu olarak alır. Daha sonraki yıllarda ensaba mezhep de eklenmiştir. Özellikle isimleri birbirine benzeyen kişilerin kim olduklarının tayininde ensâb bilgisinin büyük önemi vardır.
İbn Sa'd meşhur Tabakâtında sahabeyi yerleştikleri yerlere göre ayırmış, onlardan ilim alan tabiileri ve takibeden birkaç tabaka ricalini aynı metoda göre tasnif etmiştir.
İbnu's-Salâh’ın da kaydettiğine göre Araplar, önceleri kabilelerine nisbet edilmişlerdir. İslâm'dan sonra bedevi hayattan şehir hayatına geçilmeye başlanması üzerine yerleştikleri şehir ya da kasabalara nisbet edilerek anılmışlardır. Hatta bir yerden bir başka yere göç edenler için Fulânun el-Misrî summe'd-Dimeşkî misâlinde olduğu gibi iki nisbeti “summe” edatıyla birleştirmek adet haline gelmiştir. Kasabaya nisbet edilenlerin önce o kasabaya, sonra da bağlı olduğu çevreye veya yakınındaki büyük şehre nisbet edilmesi de aynı şekildedir.
Ravilerin tanınmasında önemli faydaları olan ensâb konusunda yazılan kitapların en meşhurları, Abdulkerim b. Muhammed es-Sem'ânî'nin Kitâbu'l-Ensâbı ile onun muhtasarı olan Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed İbnu'l-Esîri'l-Cezerî'nin el-Lubâb fî Tehzîbi'l-Ensâb isimli eserleridir.
Ensâb kitapları içinde özel olarak muhaddislerin ensabına tahsis edilmiş olanları da vardır. Muhibbud-Dîn Muhammed b. Mahmûd İbni'n-Neccâr el-Bağdâdî'nin Ensâbu'l-Muhaddisîn adlı eseri gibi. 220

Enşedenâ:

“Bize şiir okudu” mânâsına da gelen bu tabir, hadis rivayet usulleri dahilinde şiir rivayet ederken eda sığası olarak kullanılan lafızlardandır.


Talib, rivayet ettiği bir manzumeyi şeyhe kendisi okumak suretiyle (arz) rivayet etmişse eda sırasında enşedenâ fulânun bi-kırâ'atî aleyh; başkasının okumasıyla arz metoduyla almışsa isnadında enşedenâ fulânun kırâ'aten aleyhi eda lafızlarını kullanır.

Enşedenâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi:

Bk. Enşedenâ.



Enşedenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi:

Bk. Enşedenâ.



El-Erba'a:

Dört karşılığı olan bu sayı sıfatı Hadis İlminde Ashâb-ı Sünen de denilen Ebu Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'yi ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır. (Bk. Ashâb-ı Sünen).



Erba'ûn:

Türkçede “kırk hadis” özel tabiriyle bilinen ve kırk hadisten meydana gelen hadis derlemelerine denir. Genelde kabul edildiğine göre ikinci hicri asrın sonlarından itibaren ayn bir tasnif şeklinde ortaya çıkmıştır.


Kırk hadis derlemelerinin ortaya çıkışma şu rivayet sebep olmuştur:
“Ümmetimin dinî işlerine dair kırk hadis öğreneni Allah (Kıyamet Günü) fakihler ve alimler zümresinde haşreder.”221 Bu rivayet zayıf olmasına rağmen erba'în türü hadis derlemelerinin ortaya çıkışında başlıca amil olmuş ve İslâm âlimleri onun tesirinde kalarak kırk hadislik pek çok kitap tertip etmişlerdir. Bu konuda öncelik büyük Türk Âlimi Abdullah İbnu'l-Mübarek'e aittir. Daha sonra Muhammed b. Eşlem et-Tûsî, Ebubekr Muhammed b. İbrahim el-İsbehânî, ed-Dârekutnî, el-Hâkimu'n-Nîsâbûrî gibi alimler gelir. Ebu Nu'aym, Ebu Abdir-rahmân es-Sulemî, Ebu Sa'îdi'l-Mâlinî, Ebu Osman es-Sâbûnî, Ebu Abdillah Abdullah b. Muhammed el-Herevî, Ebu Bekri'1-Beyhaki gibi âlimler de kırk hadislik kitaplar tertiplemişlerdir. 222
Erba'ûn türü kitaplar içinde en meşhuru en-Nevevf nin Erba'ûnudur. İslâm aleminin her tarafında yaygın olan bu kitaba çeşitli şerhler yazılmıştır. 223

Ercahu'l-Esânîd:

Bk. Esahhu'l -Esânîd.



Ercû En Lâ Be'se Bihî:

“Umarım zararsızdır” manasına hem cerhte, hem de tadilde kullanılan lafızlardandır. Diğer cerh ve ta'dil lafızlarının aksine bütün alimlerin ittifakiyle ne cerh lafızlarına ne de ta'dil lafızlarına katılmıştır.


Cerh ve ta'dil lafızlarını ilk defa kategorilere ayıran İbn Ebî Hatim ile İbnu's-Salâh'ın zikrettikleri cerh ve ta'dil lafızları arasında yoktur. İbnu's-Salâh onun yerine mâ a'lemu bihî be'sen (onda bir beis görmüyorum) lafzını zikreder. 224
es-Suyûti ise bu lafzı mâ a'lemu bihî be'sen lafziyle aynı ve cerhin en hafifine delâlet eden birinci veya ta'dil lafızlarının son mertebesinde saymıştır. Ona göre el-Irâkî aynı lafzı, bir ravinin zararsız olduğunu bilmeyen onun zararsız olduğunu ummayacağından ta'dilin daha yüksek derecesinde kabul etmiştir.225

Erselehû Fulân:

“Bu hadisi falanca irsal etti” veya “mürsel olarak nakletti” manasınadır. Muhaddislerin çok kere mürsel ile munkatı'nın arasını ayırmadan isnaddan ravi düştüğünü belirtmek üzere kullandıkları lafızdır.


İbn Haceril-Askalânî'nin kaydettiğine bakılırsa muhaddislerin çoğu isimlerin ıtlak edilmesi halinde mürsel ile munkatı’nın ayrı şeyler olduğuna kail olmuşlardır, ancak bunlardan kullanılan fiilleri kullanırlarken haber münker olsun, munkatı' olsun “erselehû fulânun” diyerek nakletmişlerdir. Ona göre bu yüzden lafızların kullanıldıkları yerleri hesaba katmayan kimseler, hadiscilerden çoğunun mürselle munkatı'ın arasını ayırd etmediklerini ileri sürmüşlerdir. Oysa durum zannettikleri gibi değildir. Bu konudaki inceliği çok az kimse anlamıştır. 226
Anlaşılıyor ki bazı muhaddisler bir ravinin, senedinde irsal yapması halinde irsalin senedin başında mı ortasında veya sonunda mı olduğunu hesaba katmaksızın erselehû fulânun demişlerdir. Oysa irsal, mutlak manada bir ravinin senette atlanarak isnadın üstündekine bağlanması bile olsa, hadis ıstılahları yerleşince tâbi'înin senedin başındaki sahabiyi atlamasına denilmiştir. Bu durumda irsalle rivayet edilen hadis mürsel olur. Halbuki senedin ortasında veya sonunda ravi atlaması inkıta'; böyle rivayet edilen hadis munkatı'dır, O halde mürsel ile munkatı’nın arasını ayırmak bakımından irsalin yapıldığı yere dikkat etmek gerekir.

Esahh:

“Daha sahih” demektir. Bir hadis veya rivayeti diğeriyle mukayese sonunda herhangi bir sebepten dolayı birinin diğerinden sıhhat bakımından üstün ve kabule şayan bulunması halinde daha üstün olanı belirtmekte kullanılan tabirdir. Kullanılış şekline şu misal verilebilir.


Tirmizî, Süneninde arada bir, bir hadisi verişinin ardından değişik rivayetlerine işaret eder ve “falanın hadisi (veya bu hadis) fülamn hadisinden daha sahihtir” der.227 Burada kasdettiği iki hadisten birinin herhangi bir sebepten dolayı ötekinden sıhhat bakımından üstün kabul edildiğidir.
Yine Tirmizî, aynı tabiri bazen süperlatif manada kullanır. 228 Bu takdirde maksadı zikrettiği hadisin aynı konuda rivayet edilmiş hadisler arasında en sahih kabul edileni olduğunu belirtmektir. Bazen de süperlatif manada aynı hadisin çeşitli tariklardan gelen rivayetlerinden biri hakkında kullanır ki bu takdirde ise aynı hadisin değişik isnadlarla gelen rivayetleri içinde en sahih olanına işaret etmiş olur. 229

Esahhu Mâ Câ'e Fi'l-Bâb:

Bk. Esahhu şey'in fi'l-bâb.



Esahhu Şey'in Fi'l-Bâb:

“Konusunda en sahih hadis” manasına gelen bu tabir esahhu mâ câ'e fi'l-bâb tabiriyle aynı manada ve aynı yerde kullanılır. Muhaddislerin bir konuda rivayet edilen hadisler içinde en fazla tercihe layık gördüklerini ifade eder.


Esahh maddesinde söz konusu edilen hadisin çeşitli tariklardan gelen rivayetlerinin birisi hakkında söylenen meselâ hadîsu fulânin esahhu şey'in fi'l-bâb gibi bir tabir konuya misaldir. Böyle diyen muhaddis bir tariktan gelen rivayetin o konuda en sahih kabul edilen rivayet olduğunu belirtmiş olur.

Esahhu’l-Ahâdîs:

“Hadislerin en sahihi” manasına gelen bir tabirdir. Hadis usulünde sahihlik şartlarını en üst seviyede taşıyan hadisler için kullanılır.


Sahih bahsinde görüleceği gibi adalet ve zabt sahibi ravilerin kesiksiz bir isnatla rivayet ettikleri şâz ve illetli olmaktan uzak hadislere sahih denir. Ravileri gerek adalet, gerekse zabt yönünden tercihi gerektiren vasıflar itibarıyla en yüksek derecede bulunan hadisler, bu vasıfl


Fâhişu'l-Galat:

“Hatası çok” anlamında bir deyim olup cerh lafızlarındandır. Cerhin üçüncü mertebesine delalet eden lafızlara el-Irâkî'nin ekledikleri arasında yer alır.
Metâ'in-i Aşere denilen ve ravinin adalet ve zabtıyla ilgili tenkit esaslarından zabt-la ilgili olanlardan Fuhş-u galatı, yani rivayetlerinde aşın şekilde hata yaptığı belirlenen raviye de fâhişu'l-galat denilmiştir. Tabir burada umumi manada kullanılmıştır.
Fâhişu'l-galat lafzıyla cerhedilen ravinin cerhine sebep olan hali, hakkında kullanılan cerh lafzında ifade edilmiş demektir. (Bk. Kesretu'l-Galat).

Fartu'l-Gafle:

Bk. Gaflet.



Fasık:

Fıska kapılan kimse demektir. Allah'ın emirlerine itaat etmemek, yasakladığı şeylerden kaçınmamak suretiyle yoldan sapan, kısacası İslâm dininin çizdiği sınırların dışına çıkan, onlara aykırı inançlara saplanan kişilere fasık denir.


Hadis İlminde fasık, küfre düşmemek şartıyla söz ve fiillerinde dinin emirlerine aykırı hareket eden, bir diğer deyişle fıska kapılan raviye denir.
Fıska kapılan ravilerden bir kısmı, genelde İslâm'ın temel prensiplerine uymakla birlikte Kur'ân-ı Kerim'in veya Sünnetin bir hükmünü te'vil ederek değişik yorumladığı için fâsık sayılanlardır. Bunlara diğerlerinden ayrı olarak fâsıku't-te'vîl denilmiştir. Böyle yorumu yüzünden fâsık sayılan ravi, adalet ve sabt sıfatlarını taşıyorsa, rivayet ettiği hadis çoğu alimlere göre makbuldür. (Bk. Fısk).

Fâsıku't-Te'vîl:

Bk. Fâsık.



Fe'ale Fulân:

“Falanca şunu yaptı” demek olup cezm sigalarındandır. Cezm sigalan kesinliğe delâlet ettiklerinden rivayetinde “falanca şunu yaptı” diyen ravi onun o işi kesinlikle yapmış olduğunu belirtmiş demektir.



Fer':

“Bölüm, kısım, dal, bütünün parçaları” manasına gelen bir tabirdir. Hadis usulü ilminde hadis rivayet etmek üzere muhaddise başvuran talibin, şeyhin hadislerinin yazılı olduğu kitabın asıl nüshasından istinsah yani kopya ettiği nüshaya denir.



Ferd:

Ferd kelimesi sözlükte tek, bir tek, çiftin yansı manasına gelir. Bir nesne hakkında “hazâ ferdun” denildiği zaman onun yalnız, yegane ve yekdane olduğu anlaşılır. Dünyada misli ve benzeri olmayan kimseye de ferd denir.266


Hadis terimi olarak ferd, garîb müteradifidir ve isnadın herhangi bir yerinde ravisi tek kalmış olan hadis çeşidine denir. Ancak hadis usulü alimleri ferd ile garib arasında ayırım yapmışlar ve ferd ismini çok defa ferd-i mutlaka; garib ismini ise ferd-i nisbîye vermişlerdir. Buna göre ferd denilince ferd-i mutlak; garib denilince ise ferd-i nisbî kasdedilmiş olur.
Ferd hadislerin hükmü, rivayette tek kalan ravinin durumuna göredir. Eğer adalet ve zabt vasıflarını haiz bir ravinin rivayetinde teferrüd ettiği ferd hadis, kendisinden zabt yönünden daha kuvvetli olan bir başka ravinin rivayetine aykırı ise şazdır. Değilse ravisi adalet ve zabt yönünden mevsuk olmak kaydiyle sahihtir, zabtı tam değilse hasendir. Adalet ve zabt vasıflarından yoksun birisiyse o tek başına rivayet ettiği ferd hadis münker merdûd şazdır. 267
Ferd olarak rivayet edilen hadislerin tümüne çoğul sigasıyla efrâd tabir edilir.

Ferd-i Muhâlif:

Bir ravinin kendisinden daha üstün ravilerin rivayetlerine aykırı olarak tek başına rivayet ettiği hadistir.


İbnu's-Salâh'a ve ona tabi olarak en-Nevevî’ye göre ferd-i muhaiif, şazz-ı merdud'un iki kısmından birincisidir, en-Nevevî şöyle der: “el Halîli ve el-Hakimin şaz tariflerini “inneme'l-a’malu bi'n-Niyyât” hadisi, “vela hakkının satış veya hibesini yasaklayan” hadis ve benzeri sahih addedilen adalet ve zabt sahibi ravilerin münferit olarak rivayet ettikleri hadislerle bağdaştırmak müşküldür. Bu konuda sahih olan tafsildir. Eğer adi ve zabıt ravinin rivayetinde teferrüd ettiği hadis kendisinden ahfaz ve azbat olan ravinin rivayetine muhalif ise merdud şazdır. Değilse ravisi adi, hafız ve zabtında mevsuk olması kaydiyle ferd olan hadisi sahilidir. Zabtı tam değilse hasendir. Eğer adalet ve zabt vasıflarından yoksun ise hadisi münker merdûd şazdır. Hasılı merdûd şaz, ferdi muhaliftir. 268Buradan ferdi muhalifin adalet ve zabt vasıflarından uzak bir ravinin hadis zabtı bakımından kendisinden daha üstün raviye aykırı olarak ve tek başına rivayet ettiği hadis olduğu anlaşılmaktadır. Aslında ferd ravinin münferid. muhalif de aykırı ve muhalif olarak rivayet ettiği hadis demek olduğuna göre ferdi muhalif teriminin kendisinden, tarifi de açıklık kazanmaktadır. Bununla birlikte ravinin. rivayetinde başkalarına muhalefet bahis konusu olmadan başkalarının rivayet etmediği bir hadisi rivayette tek kalması da ferdi muhaliften sayılmıştır. Tabiatiyle, rivayetinde tek kalan ravinin adalet ve zabt yönlerinden güvenilir bir kimse olması halinde rivayeti ferd-i muhalif kabul edilir. 269

Ferd-i Mutlak:

“Mutlak ferd” manasına isnadın herhangi bir yerinde ravisi tek olan ferd hadisin kısımlarından biridir.


Ferd maddesinde de söz konusu edildiği gibi isnadının herhangi bir yerinde ravisi tek olan ferd hadis iki kısma ayrılır. Bunlardan birincisi ferd-i mutlak; ikincisi ferd-i nisbîdir. Ferd-i mutlak -ki ferd de denir- teferrüd denilen rivayette tek kalma senedin başında olan hadisdir. Bir başka ifadeyle senedin baş tarafındaki sahabi veya tabiînin tek başına rivayette bulunduğu hadisler ferd-i mutlakdır. Buna göre infirâd, teferrüd veya garabet denilen rivayette tek basma kalma senedin aslı, evveli, menşei gibi tabirlerle belirlenen sahabînin veya tabi'inin bulunduğu baş tarafta olursa böyle rivayet edilen hadisler ferd veya ferdi mutlak itibar edilirler. Şu hale göre ferd-i mutlak-da teferrüd senedin herhangi bir yerinde değil, özellikle hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet eden sahabi veya sahabiden rivayette bulunan tabiidedir.
Ferd-i mutlaka velâ hakkının satışını veya hibe edilmesini yasaklayan hadis misal verilebilir.
Bahis konusu hadis şöyledir:
“Abdullah b. Dinar, İbn Ömer isnadiyle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) azadlı kölenin miras hakkının satılmasını da hibe edilmesini de yasakladı.”270
Bu hadisi sahabî İbn Ömer'den bir tek Abdullah b. Dinar nakletmiştir. Bu başka deyişle İbn Ömer'den rivayette Abdullah b. Dînar tek kalmıştır. Nitekim Müslim, hadisi sevkettikten sonra “Bu hadis için bütün insanlar Abdullah b. Dinar'a muhtaçtırlar” diyerek onun sahabîden rivayet eden tek ravi olduğuna işaret etmiştir. Bu duruma göre teferrüd senedin aslında yani baş kismındadır. Dolayısıyle hadis ferd-i mutlaktır.
Bazen hadisi tek başına rivayet eden raviden rivayette bulunan kimse de tek bir şahıs olabilir. Hatta bu hal birkaç ravide peşpeşe devam edebilir. İman hasletleri konusundaki Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadisin sahâbi ve tabiî ravisi tektir:
“İman yetmiş şu kadar şubedir. En üstünü “lâ ilahe illallah” sözüdür. En alt derecesi ise insanların geçeceği yollardan onlara eziyet verecek (taş, diken ve benzeri) şeyleri kaldırmaktır. Haya da imanın bir bölümüdür.” 271
Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den yalnızca sahabe Ebu Hureyre; Ebu Hureyre'den sadece tâbi'î Ebu Salih, Ebu Sâlih'den de bir tek Abdullah b. Dinar rivayet etmiştir.
Ferd-i mutlakın hükmüne gelince, şayet rivayetinde teferrüd eden ravi sika ise ve zabtı tamsa yalnız başına rivayet ettiği ferd hadis sahih kabul edilir ve dinî meselelerde delil olarak kullanılır. Şayet zabtı tam değilse hasendir. Bu takdirde de dinî konularda delil olacak nitelikdedir. Rivayette teferrüd etmiş olan ravisi sika ve zabıt değilse hadisi zayıftır. O takdirde ise zayıf hadisin hükmüne girer.

Ferd-i Nisbî:

Ferd hadislerin ikinci kısmıdır ve ravilerinin birine nisbetle ferd olan hadis çeşididir. Genel olarak hususi bir cihete nisbetle ferd olan hadis olarak tarif edilir. 272


İbn Hacer'e göre ferd-i nisbi, senedinin baş tarafında değil, ortasında garabet bulunan hadisdir. Böyle bir hadise nisbî denmesinin sebebi, teferrüdün belli bir şahsa nisbetle hasıl olması dolayısiyledir. Ayrıca ona göre hadis usulü alimleri ferd kelimesini daha çok ferd-i mutlak, garib kelimesini de ferd-i nisbî için kullanmışlardır. 273Buna göre ferd-i nisbî, bazı alimlere göre garîbden ibarettir.
Hadisin ferd sayılmasına sebep olan rivayette tek kalma bazen sikanın rivayette tek kalması gibi hususî bir kayıtla olur. Şu hadis buna misaldir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) ramazan ve Kurban bayramı namazlarını kıldırırken “Kaf” ve “İktarabeti's-Sâ'a” (surelerini) okurdu.” 274
Bu hadisin ravilerinden Ubeydullah b. Abdillah'tan rivayette sika olarak Damre-tu'bnu Sa'îd tek kalmıştır. Binaenaleyh bu hadisin ferd-i nisbî sayılmasına sebep olan teferrüdü bazen mekkelilerin, Medinelilerin, Basralı, Şamlı veya Mısırlı ravilerin birbirlerinden rivayette teferrüd etmeleri gibi yine hususi bir kayıtla olabilir. Bu şekildeki teferrüdle rivayet edilen hadis de ferd-i nisbîdir. Şu hadis buna misaldir:
“Ebu Said'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s) bize namazda Fatiha ve kolayımıza giden (sure ve bir miktar ayet) okumamızı emretti.” el-Hâkimu'n-Nîsâburî'nin belirttiğine bakılırsa bu hadisin “emeranâ” lafzını zikirde isnadın başından sonuna kadar basralılar teferrd etmişlerdir. 275Bir başka deyişle bu lafzın rivayetinde basralılara katılan olmamış; dolayısiyle teferrüd bu yönden olmuştur. Şu hadis de rivayetinde mısırlıların teferrüd ettikleri ferd-i nisbîdir:
“Abdullah b. Zeyd el-Ensâri'den rivayet edilmiştir. Ben demiştir; Hz. Peygamber (s.a.s)'i abdest alırken gördüm. Kulakları (nı meshetmek) için başını meshettiği sudan ayrı biraz su aldı (ve meshetti).276
Teferrüd bazen de bir raviden rivayete münhasır olur. Bu takdirde hadisin akabinde “lem yervihi illa fulânun an fulânin” (Bu hadisi falandan, fulandan başka rivayet eden olmadı) denir. Aynı hadisi başkasından pek çok kimse rivayet etmiş bile olsa o raviden rivayette teferrüd, aynı şekilde hadisin ferdi nisbî addedilmesine sebep teşkil eden kayıt mesabesinde kalır. Sünen sahiplerinin Sufyân b. Uyeyne-Vâil b. Dâvud-Babası-ez-Zuhrî- Enes b. Mâlik isnadiyle rivayet ettikleri şu hadis de buna misaldir:
“Enes b. Mâlikten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Safiyye'yi nikahladığında kavut ve hurma ile düğün yemeği verdi.”277
Bu hadisin ravilerinden Vâ'il b. Dâvud babasından rivayette tek kalmıştır. Vâ'il'den de Sufyân b. Uyeyne'den başka rivayet eden olmamıştır. Sufyân'ın Vâ'il'den teferrüdü yüzünden hadis ferd-i nisbî sayılmıştır.
Belli bir şaysa nisbetle teferrüd de aynı gruba girer. Söz gelişi bir hadisi faraza İbn Ömer'den Nâfi, Nâfi'den Mâlik rivayet etmiş olsa, birkaç ravi de Mâlik'e uğramaksızm Nâfi'den rivayet ettikleri halde yalnız bir ravi Mâlik tarîkından Nâfi'den rivayet etmiş bulunursa hadis ferd-i nisbî olur. Buna nisbî denmesi, bir veya birkaç vecihten azız veya meşhur olsa bile yalnız o belli şahsın teferrüdü yüzündendir. Yine mesela Mâlik Nâfi'den, Nâfı İbn Ömer'den bir hadis rivayet etmiş olsa, bir başka ravi de aynı hadisi mutâbi'i olmaksızın Mâlik'ten tek başına rivayet etse bu hadis, Mâlik'ten tek olarak rivayet eden raviye nisbetle ferd, dolayısiyle ferd-i nisbîdir. 278
Ferd-i Nisbînin hükmünde iki durum söz konusudur:
a) Ferd-i Nisbî, sika raviden rivayette teferrüd kaydiyle ferd ise o takdirde ferd-i mutlakın hükmüne tâbidir.
b) Diğer iki kayıt yani belli bir beldeye mensup ravilerin birbirlerinden rivayette teferrütleri veya belli bir raviden teferrüd sebebiyle ferd ise o zaman da hüküm hadisin geldiği tarîka göre verilir. Eğer bu tarik sahihse hadis sahih; hasense hasen; zayıfsa zayıf kabul edilir. 279

Fevâ'id:

Hadis kitaplarında yer yer görülen bu kelime faydalı bilgiler manasına “fâ'ide”nin çoğuludur. Hadis Usulünde harhangi bir konu ile ilgili faydalı bilgiler verilirken başlık yerinde kullanılır.


Bununla birlikte hadis kitapları içinde ayrı bir tür olarak fevâ'id kitapları yazılmıştır, anlaşıldığına göre bu kitaplar Hadis İlmiyle ilgili değişik konulara dair faydalı bilgiler ve hadis açıklamaları ihtiva eden eserlerdir. Ebu Bişr İsma'il b. Abdillah b. Mes'ud el-Abdî'nin sekiz cüzlük Fevâ'idi fevâ'id kitapları içinde en eskisidir. 280

Fıkhu'l-Hadîs:

Fıkıh, sözlükte bir nesneyi zihinde gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Buna göre Fıkhu'l-Hadîs, hadislerin taşıdığı mananın etraflıca anlaşılması demektir.


Hadisle amel etmek her şeyden önce onun sıhhatine bağlıdır. Sıhhat sabit olduktan sonra ise sıra manasına ve taşıdığı hükme gelir. Bunlann gereği gibi anlaşılması hadisten çıkarılacak hükmün doğru ve isabetli olmasını sağlar. Bu bakımdan fikhu'l-hadîs konusu özellikle Fıkıh İlminde büyük önem taşır.

Fıkhu'r-Râvî:

Fıkıh, Fıkhu'l-Hadis maddesinde de söz konusu edildiği gibi, sözlükte bir nesneyi zihinle gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Fıkhu'r-râvi ise hadis rivayetiyle meşgul olan kimsenin rivayetinin şartlarını, hakikatini, çeşitlerini, hükümlerini, ravilerin hallerini, rivayet edilen hadislerin sınıflarını gereği gibi bilmesi ve bu bilgiye dayanarak sahih olan hadisleri zayıf olanlarından ve uydurmalarından ayırdedebilmesidir. 281


Hz. Peygamber'in hadisleri her şeyden önce Kur'ân-ı Kerim'in açıklaması ve tatbiki mahiyetinde İslâm Dini'nin ikinci kaynağıdır. Hadislerde İslâm'ın özü olan helal, haram, emir, yasak, tavsiye, telkin, irşad, va'z ve nasihat, kısacası bir müslümanın dünya ve ahiret saadeti için gerekli bütün değerler bol miktarda mevcuttur. Hadisleri rivayet edenlerin ve Hadis İlmiyle meşgul olanların bunları bilmesi, herbirinin taşıdığı hükümlere vakıf olması da fıkhu'r-râviye dahildir.
Öte yandan ravi hadisleri etraflı bir şekilde bilirse onları öğrenip hıfzetmesi önemli ölçüde kolaylaşır. Uygulamasını doğru bir şekilde yapar. Böylece Allah'ın “Allah'ı ve Ahiret gününü umarlar, Allah'ı çokça zikredenler için örnek” olarak gösterdiği 282Hz. Peygamber'in yolundan gitmiş, aynı zamanda hadislerin zabtı kolaylaşmış olur.
Diğer taraftan ilmin her yönden faydalı olduğu açıktır. Hadislerin ihtiva ettiği hükümler ve gerçekleri bilenler aynı zamanda birer fakih olarak din kardeşlerine faydalı bir fert haline gelirler. Öğrendikleriyle amel ettikleri belki de kendilerinden daha anlayışlı birine ulaştırarak ilmin yayılmasına ve naklettikleri hadislerin daha iyi bir şekilde istifade edilmesine zemin hazırlamış olurlar. Şu hale göre hadis ravisinin rivayet ettiği hadislerin taşıdığı hüküm ve değerleri bilmesi hem kendisinin amel ederek üstün bir müslüman olması, hem dininin emirlerine riayet etmek, hem de hadislerin iyice bellenmesini kolaylaştırmak yönlerinden son derece önemlidr. Buna dair İmam-ı A'zam ile İmam Evzâ'î arasında Mekke'de geçen bir münazaradan söz edilir. Rivayete göre Evzâ'i, İmam-ı A'zam'a
“Rüku'a varırken, rükudan kalkarken ellerinizi niçin kaldırmıyorsunuz?” diye sorar. İmamı A'zam,
“Bu konuda Hz. Peyygamber (s.a.s)'den sahih olarak rivayet edilmiş hiçbir haber yoktur” diye cevap verir. Evzâ'î,
“Nasıl olmaz” der ve şu hadisi zikreder:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) namaza başlarken, rükuda ve rükudan kalkarken ellerini kaldırırlardı.”
Bunun üzerine İmam-ı A'zam bir başka hadis söyler:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) ellerini sadece namaza başlarken kaldırır; başka (zaman) kaldırmazlardı” Arkasından da şunları ekler:
“Hammâd, Sâlim'den daha fakihtir. Alkame'nin İbn Ömer'den rivayetleri olmasa fıkıhta esamisi okunmaz. İbn Ömer'in her ne kadar sohbet şerefi varsa da Esved'in de onun üzerinde pek çok hakkı vardır.”
Anlaşılıyor ki İmam-ı A'zam'ın söylediği hadisin isnadını teşkil eden raviler fakihdirler. Evzâ'i'nin hadisinin isnadında ise âli olmaktan öte böyle bir özellik yoktur. Bu itibarla İmam-ı A'zam ravileri fakih olan hadisi amel etmeye daha layık görmüş ve onunla amel etmiştir.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin