Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə21/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   51

İstişhad:

Şahid tutmak anlamını veren bu kelime Hadis Usulünde bir hadisin aynı manaya gelen ve bir başka sahabiden nakledilen şahidini rivayet etmek, onu şahidi ile desteklemek manasına kullanılmıştır.



İşkâl:

Sözlük yönünden “bir nesne karışık; buna zıt olarak hoş ve güzel olmak; yazıya nokta ve i'râb işaretleri koymak manasınadır. Hemzesi “selb” için olmakla, güya (okunuş sırasında doğabilecek) karışıklığı ve hatayı giderir.” 520


Hadis Usulü İlminde kullanılan bir deyim olarak işkâl, hadis içinde geçen kapalı ve anlaşılması zor müşkil hususlara denildiği gibi, hadisi yazarken yanlış okunmasını önlemek maksadiyle kelimelerinin gerekli yerlerine çeşitli harekeler koymaya da denir.

İtibâr:

Sözlükte taaccüp etmek, ibret almak, önem vermek manalarıyla ifti'al babından mastardır.


Hadis ıstılahı olarak, ferd zannedilen bir hadisin başka tarik veya tariklardan rivayet edilip edilmediğinin, bir diğer ifadeyle ravisinin gerçekten tek olup olmadığının araştırılmasına denir. Bu araştırma bir bakıma bilinen tek ravisinden başka biri tarafından rivayet edilip edilmediğinin açığa çıkması için yapılır. Bunun için hadis, müsned, cami, cüz ve öteki hadis kitaplarından aranır. İsnadları teker teker gözden geçirilir. Böyle bir araştırma sonunda ravisinin tek olduğu, öteki deyişiyle bir raviden başka rivayet edenin bulunmadığı anlaşılırsa hadis ferd olarak kalır. Başka ravi ya da raviler tarafından rivayet edilmiş olduğu açığa çıkarsa ferd olmaktan kurtulur.
İ'tibar belli kaideler içinde yapılır. Şöyle ki, hadis ilminde derinleşmiş, hadislerin rivayet tariklanna hakkıyla vakıf alim bir muhaddis, ferd sanılan hadisi ele alır. Çeşitli hadis kitaplarına müracaat ederek rivayet yollarını inceler. Diğer ravilerin rivayetleriyle karşılaştırır. Aynı hadisi aynı lafızlarla rivayet eden olup olmadığına bakar. Bunu anlamak için önce rivayette tek kaldığı zannedilen ravinin akranlarından işe başlar. O hadisi rivayette tek kalan ravinin şeyhinden başka bir ravinin rivayet edip etmediğini inceler. Böyle biri yoksa şeyhinin şeyhinden başkası rivayet etmiş midir, bunu açıklığa kavuşturmak maksadiyle isnadın başına kadar iner. Bu esaslar dahilinde yapılan araştırma sonunda herhangi bir ravinin rivayetini tesbit ederse önceden ferd sanılan hadise mutabaat hasıl olur. Ne var ki baştan ferd olduğu sanılan hadisin bilinen ravislnden başka bir ravi tarafından rivayet edilen hadisin öncekiyle benzer lafızlarda olup olmadığı dikkate alınır. Eğer lafız benzerliği yoksa aynı manada rivayet edilmiş başka hadis olup olmadığı araştırılır. Şu hale göre i'tibar, bir hadisin garabetten kurtarılabilmesi için belli esaslar dahilinde yapılan etraflı bir araştırmadır.
İ'tibara misal vermek gerekirse şöyle bir örnek üzerinde durulabilir. Hammâd b. Seleme bir hadisi mutabaat söz konusu olmadan Eyyûb es-Sahtiyânî'den; Eyyûb, Muhammed b. Sîrîn'den; Muhammed b. Şîrîn Ebu Hureyre'den, Ebu Hureyre de Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiş olsun. Böyle bir hadis i'tibar araştırmasına tabi tutulacaksa işe önce İbn Sîrîn'den Eyyüb'dan başka bir kişi tarafından rivayet edilip edilmediğinin araştırılmasıyla başlanır; zira hadisde mutâbaatın söz konusu olmaması onu Eyyüb'dan Hammâd b. Seleme'den başka rivayet eden olmaması manasınadır. O yüzden ilk önce Eyyub'un Muhammed b. Sîrîn'den rivayette tek kalıp kalmadığına bakılır. Olumlu bir sonuca vanlmazsa İbn Sîrîn'dan başka bir sika ravinin Ebu Hureyre'den rivayet edip etmediği incelenir. Bu da bulunmazsa bu sefer de aynı hadisi Hz. Peygamber (s.a.sj'den Ebu Hureyre'den başka bir sahabinin aynı veya benzer lafızlarla rivayet edip etmediği tetkik edilir. Yapılan bu araştırma sonunda herhangi bir tabakada hadisi rivayet eden başka bir ravi tesbit edilebilirse hadis garabetten kurtlur; ferd olmaktan çıkar. Öyle olunca itibarın maksadı ferd sanılan bir hadisin gerçekten öyle olup olmadığının açıklığa kavuşturulmasıdır. Tabiatiyle ferd zannedilen bir hadis i'tibar sunucu başka ravi tarafından rivayet edildiği açığa çıkıp ferd olmaktan kurtulunca sıhhat yönünden kuvvet kazanır. Amel edilmeye yarayışlı hale gelir. Yoksa i'tibar boşuna bir gayret değildir.

Î'tidâd:

Mecaz yoluyla desteklemek ve kuvvetlendirmek anlamım veren “adde” kök fiilinin ifti'âl babından mastarıdır.


Hadis Usulünde kullanılan bir deyim olarak, zayıf bir hadisin başka tanklardan gelen rivayetlerde desteklenmesine denilmiştir. Böyle bir destek hadisi zayıflıktan kurtarır ve hasen li-gayrihî hadis haline gelmesini sağlar. (Bk. Âdıd).

İtkan:

Bir işi muhkem ve sağlam yapmak manasınadır. Hadis usulünde güvenilir olmak vasfını kazanmış, hadisler üzerinde titizlik gösteren muhaddislere verilen vasıflardandır. îtkan sahibi hadisci adalet ve zabt vasıflarını taşımakla birlikte hadis rivayetinde az da olsa gafleti görülmeyen, rivayet şartlarına büyük bir dikkat ve titizlikle yerine getiren, hadis ilminde bu özellikleriyle belli bir yere gelmiş olan muhaddistir. îtkan sahibi muhaddise veya raviye mutkin denilmiştir.



İttefekâ Aleyh:

Bk. İttefekâ Aleyhi'ş-Şeyhân.



İttefekâ Aleyhi'ş-Şeyhân:

eş-Şeyhân'ın, yani Buhârî ve Müslim'in rivayet ederek kitaplarına almakta birleştiklerini ifâde eden bir deyiştir. Böyle hadislere muttefekun aleyh adı verilir.



İttihâm Bi'l-Kizb:

İttihâmu'r-râvî bi'1-kizb veya töhmet-i kizb de denir. Hepsi de ravinin yalan söylemek ithamına maruz kalması demektir ve metâin-i aşeradan ağır bir cerh sebebidir.


Bir ravinin Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylediği, bir başka deyişle hadis uydurduğu sabit olmasa bile günlük hayatında yalan söylediğinin açığa çıkması yalancılıkla itham edilmesi için yeterli delil sayılmişür. Bu durumda olan ravi adalet vasfını yitirmiş demektir.
Yalancılık ithamına maruz kalan ravilerin hadisleri iki derecelidir. İlkine göre, eğer hoyle hadisler dinin zaruri olarak bilinen kaidelerine aykırı olarak yalnızca yalan ithamına uğramış ravinin kendi tarikından rivayet edilmişse, ravisinin rivayette tek kalmış olması yalan ithamına zaruri delil kabul edilir. Hadisi, uydurma olduğuna delâlet eden başka karine aranmaksızın reddedilir. Açık bir vaz karinesi olmasa bile dini asıllara aykırılık ve rivayette tek kalmak, nakledilen hadisin yalan olduğuna yeterli delil sayılır, kısacası, yalan ithamına uğramış ravinin tek başına rivayet ettiği hadis uydurma kabul edilir; mevzu hadisler arasına katılır.
İkincisi, hadiste yalan söylediği belli olmamakla birlikte başkasından veya kendisinden bahsederken yalan söylediği malum olan ravinin hadisidir. Böylesinin naklettiği bir hadis, yalana alışmış bir kimsenin alışkanlık dolayısiyle hadiste de yalan söyleyebileceği korkusuyla reddedilir. Böyle hadislere metruk v e matrûh adı verilir.

İttihâmu'r-Râvî Bil-Kizb:

Bk. İttihâm bi'1-Kizb.



İttisal:

“Vasale” kök fiilinin ifti'al babından mastarıdır. İrtibat, bağlılık, devamlılık gibi manalar verir.


Hadis usulünde ittisal, senedin kopuksuz olma özelliğini ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır. Kaynağı itibariyle Hz. Peygamber (s.a.s)'e sahabiye veya tabiiye varıncaya kadar senedi teşkil eden ravilerin teker teker anılması, bir diğer deyişle raviler arasında inkıta denilen kesiklik halinin bulunmayışı haline denir.
Senedinde ittisal bulunan hadislere muttasıl veya mevsûl denir. İttisalin karşılığı irsal veya inkıtadır. Her ikisi de senedde ravi düşmesini ifade eder.

İztırab:

“Darabe” kök fiilinden alınma mastardır. Sözlükte dalgalanmak, çalkanmak manalarına gelir. Deniz dalgalanmasına, dalgaların birbirine çarpmasına da iztırab denir. Bir kimsenin düzeninin bozulması, sıkıntıya düşmek, acı çekmek manalarına da kullanılır.


Hadis terimi olarak iztırab, muhalefetten doğan bir zayıflık sebebidir. Açıklamak gerekirse, bir ravi bir sefer rivayet ettiği hadisi ikinci sefere değişik tarzda rivayet eder. Ondan işiten raviler de birbirlerinden farklı şekillerde rivayet ederler. Bir ravinin aynı hadisi birbirinden farklı şekillerde rivayet etmesi veya birden fazla ravinin birbirlerinden ayrı olarak rivayet etmeleri halinde adalet ve zabt durumları farklı olmadığından rivayetleri arasında tercih imkansız hale gelir. Bir başka ifadeyle, zabt ve öteki özellikler açısından birbirlerine yakındırlar. Bu rivayetleri birleştirip herhangi birini tercih etmek imkanı yoktur. İşte bu tercih imkanı bırakmayan hale iztırab adı verilmiştir.
İztırab, hata ya da yanılma eseri olarak değişik rivayetlere delâlet eder. Bu ise ravi veya ravilerin zabt noksanlığını gösterdiğinden hadisin zayıf sayılmasına ve reddine yol açar.
İztırab, daha çok senedde, bazen metinde bulunur. Şu hadis senedde iztıraba misaldir. Ebu Davud ve İbn Mâce'nin İsmail b. Umeyye-Ebu Amr b. Muhammed b. Hureys-Dedesi-Ebu Hureyre isnadiyle rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
“... Biriniz namaz kılacağı vakit karşısına (sütre olarak) bir şey koysun. Bir şey bulamazsa bir deynek diksin. Onu da bulamazsa hiç değilse bir çizgi çeksin. Ondan sonra önünden geçen artık onun namazına bir zarar vermez.”521
Ebu Davud'un bu hadisi rivayet ettiği senedlerden biri Müsedded tarikindan, Bişru'bnu'l-Mufaddal -Mufaddal - İsmail b. Umeyye - Ebu Amr b. Muhammed b. Amr b. Hureys - Ceddi Hureys - Ebu Hureyre; diğeri Muhammed b. Yahya tarikindan Ali İbnu'l-Medînî - Sufyân -İsmail b. Umeyye - Ebu Muhammed b. Amr b. Hureys - Ceddi Hureys - Ebu Hureyre şeklindedir. İbn Mace'nin senedi ise Sufyân b. Uyeyne - İsmail b. Umeyye -Ebu Amr Muhammed b. Amr b. Hureys -Ceddi Hureys b. Suleym - Ebu Hureyre tarzındadır. Seneddeki İsmail b. Umeyye'nin şeyhinin kim olduğu üzerinde ihtilaf edilmiş, bu zatın isminin gâh Ebu Amr b. Muhammed b. Hureys; gâh Ebu Amr b. Muhammed b. Amr b. Hureys b. Suleym olduğu söylenmiştir. Aynı şekilde Hureys'in kimliği de ihtilaflıdır. Nitekim rivayetlerin kiminde baba, kiminde dede olarak zikredilmiştir. İsmini de kimi sadece Hureys, kimisi Hureys b. Ammâr, Kimi Hureys b. Suleym, kimi de Hureys b. Süleyman olarak anmıştir. Kısacası bu hadisin senedindeki İsmail b. Umeyye'nin şeyhinin kim olduğu kesinlikle belli olmadığı gibi şeyhinin babası veya dedesi olarak zikredilen Hureys'in baba mı yoksa dede mi olduğu da belli değildir. Kaldı ki Hureys'in kim olduğu da kestirilememiştir. Hatta Sufyân b. Uyeyne “bu hadisi takviye edecek bir şey bulamıyoruz” demiştir. 522Şu hale göre bu hadisin senedleri üzerinde ihtilaf vardır. Bu ihtilaf halledilememiştir. Bunun için de senedinde iztırab bulunmaktadır. Nitekim İbnu's-Salâh, bunları zikrettikten sonra Abdurrezzak'ın İbn Cureyc - İsmail b. Umeyye -Hureys b. Ammâr - Ebu Hureyre isnadı ile zikrettiği rivayetindeki iztirabın daha fazla olduğuna işaret etmiştir. 523
el-Irâkî, rivayetler arasında tercih yapılabilmesi halinde Iztırabın zail olacağını söyleyerek İbnu's-Salah'a itiraz etmiştir. Ona göre hadisi Sufyânu's-Sevrî de rivayet etmiştir. Sufyân, hıfz yönünden hadisin İbnu's-Salâh'ın naklettiği, rivayetlerinde iztirab söz konusu olan rivayetleri nakleden ravilerden daha kuvvetlidir. Bu itibarla onun rivayetinin tercih edilmesi gerekir. Diğer taraftan el-Hâkim ve başka muhaddisler hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. 524
Burada işaret etmek gerekir ki, hadis el-Irâkî'nin söylediği gibi tercihe müsait bile olsa tercih imkansızdır; çünkü Sufyân her ne kadar bu hadisi rivayet edenler içinde hıfzı en sağlam olanı ise de senedinde “Ebu Amr b. Hureys, an Ebîhi” lafzıyla teferrüd etmiştir. Oysa Bişr, Ravh, Vuheyb, Abdulvâris gibi Basralı sika muhaddisler isnadlarında “an ceddihî” demişlerdir. Küfe hafızlarından Sufyân b. Uyeyne de onlara uymuştur. Bunların isnadlarında kullandıkları lafızlar çoğunluğun lafızları mesabesindedir ve tercihe daha fazla layıktır. Diğer taraftan İsmail b. Umeyye mekkelidir. Sufyân b. Uyeyne de orada oturmuştur. Bu da rivayetinin ayrı bir tercih yönüdür. İbn Cureyc de mekkelidir. Ancak bu ravilerin hepsine muhalefet etmiştir. Böylece tercih vecihleri birbirine zıt bir şekle girmiştir. Kısaca tekrar edilecek olursa hadisin senedinde, ravisi İsmail b. Umeyye'nin şeyhinin meçhul oluşu, İsmail'in ondan teferrüdü bir yana, isminde, babasının isminde, babasından mı, dedesinden mi rivayet ettiği; Ebu Hureyre'den rivayet edenin kendisi mi olduğu gibi önemli noktaların açıklığa kavuşturulamayışı yüzünden iztırab söz konusudur. Bu iztırab halledilememiştir. Nitekim eş-Şafiî, el-Beyhakî ve en-Nevevî gibi alimler bu hadisin bahis konusu iztırab sebebiyle zayıf olduğunu söylemişlerdir. 525
Şu hadis de isnadda iztıraba misaldir:
“…Hz. Ebu Bekr (r.a)'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki:
“'Ya Resulallah, dedim; görüyorum, saçlarınıza ak düşmüş.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s):
“Beni Hûd Suresi ve benzeri sureler kocattı” buyurdu.”
Tirmizî tarafından değişik şekilde rivayet edilen ve “hasenun garîbun” denilen bu hadis526, kimi muhaddislere göre mürsel, kimine göre ise mevsuldür. Bunun yanısıra kimi raviler onu Hz. Ebu Bekr'den, kimi Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan, kimi de Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. Hadis hakkındaki ihtilaf on veçhe kadar çıkmıştır. Bu vecihlerden birini tercih etmek imkanı olmamıştır. Bu yüzden isnadı iztırablıdır.
Metinde iztıraba gelince, bunun misalini de şu hadis oluşturur:
“Zenginin malında zekâttan başka haklar da vardır.” 527İbn Mâce'nin aynı senedle rivayeti ise tam aksinedir: “Zenginin malında zekattan başka hiçbir hak yoktur.” 528
Birbirine zıt ve birleştirilmeleri mümkün olmayan bu iki hadisin metninde iztırab olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte İbn Mâce'nin rivayeti Şerikin şeyhinin zayıf olması yüzünden zayıf addedilmiştir. Ayrıca şu şekilde te'vili mümkün görülmüştür: Hadisi rivayet eden Fatıma bint Kays, onu iki şekilde rivayet etmiştir. Birinci Tirmizi hadisindeki hak ile müstahab olan hak kasd edilmiştir. İbn Mâce hadisinde söz konusu edilen hak ise vacib olan haktır. Buna göre hadisin manası şöyle olur. “Malda zekâttan başka vacib yani farz olan hiçbir hak yoktur.” Fakat ne bu te'vil, ne de İbn Mâce hadisinin ravisi yönünden zayıf oluşu metindeki ıztırabı kesinlikle gidermiş değildir.
Namazda Fatiha'dan sonra “Besmele”nin okunup okunmayacağı konusundaki Enes b. Mâlikten rivayet edilen hadis de metinde iztıraba misal sayılmıştır. Bu hadis şöyledir:
Hz. Peygamber (s.a.s) in, Ebubekr, Ömer ve Osman in arkalarında namaz kıldım. Hepsi de namaza el-Hamdu lillahı Rabbi'l-Alemîn” diye (Fatiha okuya)rak başlıyorlar; kıraatin ne başında ne de sonunda “besmele” okumuyorlardı.” 529
İbn Abdilberr, hadisin iztırabını şöyle anlatmıştır:
“Bu hadisin lafızları üzerinde pek çok ihtilaf edilmiştir. Bazı rivayetlerinde “Hz. Peygamber, Ebubekr ve Ömer'in arkasında namaz kıldım” denilmekte, bazılarında buna Osman ilave edilmekte, bazılarında yalnız Ebubekr ve Osman zikredilmektedir. Bazı rivayetlerde “Bismillâhirrahmânirrâhîm” okumuyorlardı; bazılarında “açıktan okumuyorlardı” bazılarında “açıktan okuyorlardı” bazılarında kıraate “el-hamdu lillâhi Rabbi'l-Alemîn” ile başlıyorlardı”, bazılarında da “besmeleyi okuyorlardı” denilmektedir. Bu öyle bir ıztırabdir ki, hiçbir ravinin elinde (hangi rivayetin doğru olduğunu anlamaya yardım edecek) hüccet yoktur.” 530
Verilen misallerden de anlaşılacağı gibi iztirab, hadise arız olan bir illettir. Bu illet yüzünden gerek senedinde gerekse metninde iztirab bulunan hadis zayıf sayılır. İster senedinde, isterse metninde iztırab bulunan hadislere muztarib adı verilir.

K

Ka-Senâ:

İsnadda en çok kullanılan kale haddesenâ eda lafzının remzidir. Bazılarına göre kalenin ilk harfi “kaf ile haddesenâ'nın remzi senanın birleşmesiyle meydana gelmiştir. Bazı hadisciler aynı remzi şeklinde bitişik yazarak kullanmışlardır.
Zamir tekil olduğunda bu remiz, ka-senî şeklinde yazılmıştır.

Ka-Senî:

Bk. Ka-Senâ.



Kad Du'ife:

“Zayıf bulundu, hakkında zayıf diyenler oldu” manasına gelen bir tabir olup cerhin birinci mertebesine delalet edenlerden daha ehven olmak üzere kullanılan cerh lafızlarındandır. Genelde ravinin zayıf görüldüğüne delâlet ederse de bu ve benzeri lafızlarla cerhedilen ravinin hadisleri büsbütün terkedilmez. İ'tibar için yazılır. Aynı lafız Du'îfe şeklinde de kullanılmıştır.



Tarahû Hadîsehû:

Bak. Tarahû Hadîsehu.



Kadh:

Sözlükte söğmek, bir Kimsenin ırzına veya nesebine yakışıksız sözlerle saldırmak, oka temren geçirirken ucunu temrenin dibiyle yarmak, çakmak çakmak, ağaç kökünü kurt kemirmek, göz içine bir şey batmak manalarına gelir.531


Hadis usulü ilminde kadh, kemirmek manasiyle ilgili olarak hadisin sıhhatine engel olan kusurun onu yok edecek şekilde zayıflatmasına denir. Söz gelişi illet, sıhhati yok eden bir kusurdur.
İbnu's-Salâh, mu'allel hadisi tarif ederken illetin daha çok hadisin isnadında bazen de metninde olduğunu, bazen isnadda olan illetin hem isnadın hem de metnin sıhhatini giderdiğini ifade ederken kadh tabirini sıhhati yok eden illetin vasfı olarak kullanmıştır. 532Buna göre bu tabir, hadisin isnadında veya metninde bulunan ve illet denilen herhangi bir kusurun isnadın veya metnin sıhhatini gidermesi mânâsın gelmektedir. Nitekim bu mânâsına uygun olarak illete çok kere, illetun kâdihatun (Kadih illet) denilmiştir.
Aynı kökten alınma ismi fail olan kadih (müennesi kadiha) tabirleri de aynı şekilde herhangi bir kusurun hadisin sıhhatini yok edici özelliğidir.

Kâdih:

Bk. Kadh.



Kâdiha:

Bk. Kadh


Kalb:

Sözlükte bir nesneyi geriye döndürmek, çevirmek, altını üstüne getirmek manalarına gelir. 533


Hadis ıstılahı olarak kalb, bir hadisin senedinde veya metninde yer alan kelimelerin yerlerini değiştirmeye denir. Bu tariften anlaşılacağı gibi kalb, hadisin ya senedinde ya da metninde olur. Senedinde olana kalb fi's-sened; metninde olana ise kalb fi'1-metn adı verilmiştir. Kelimelerin olduğu gibi cümlelerin yerlerini değiştirmeye de kalb denilmiştir.
Senedde kalbe misal vermek gerekirse râvinin hadisin senedinde bulunan Ka'b b. Murra ismini Murra b. Ka'b okuyup önce gelen kelimeyi sona, sona geleni ise başa alarak yerlerini değiştirmesi verilebilir.
Bir hadisin isnadını başka hadise bağlamak, bir ravinin hadisini bir başka râvinin hadisiymiş gibi rivayet etmek de kalb şekillerindendir.
Bir'de kalb-i mürekkeb vardır ki birkaç hadisin isnad ve metinlerini değiştirmekten ibarettir. Buhâri'nin Bağdat'a gelişinde hıfzını ve hadis bilgisini kontrol etmek maksadıyla yapılanı meşhurdur. Şöyle ki, Buharı Bağdat'a geldiğinde Bağdatlılar onu denemek için yüz hadis seçerek isnadlarını ve metinlerini değiştirmişler; kalbettikleri hadisleri onar onar on kişiye vererek Buhari'ye sordurmuşlardır. buhari sorulan her bir hadisi dinledikçe böyle bir hadis bilmediğini söylemiştir. Son hadisin okunuşunun ardından kendisine en önce hadis okuyan şahısa dönerek “senin ilk okuduğun hadisin isnadı şu, metni şudur; ikincisi şöyledir” diyerek düzeltmiştir. Daha sonra ikinci, üçüncü şahsın okuduğu hadislerin ilkinden sonuncusuna kadar doğrusunu söylemiş, onuncunun hadislerini de aynı şekilde düzelterek büyük takdir toplamıştır.” 534
Kalp, ya ravinin zayıf olması sonucu muhalefetten doğar, ya da meselâ, kimsenin rivayet etmediği garîb hadis rivayet ederek ona olan rağbeti artırmak ve ilim taliblerini kendi hadis meclisine çekmek gibi bir maksatla veya Buhari misalinde olduğu gibi bir muhaddisi denemek için kasden yapılır. Ravinin muhalefetinden doğan kalb tekerrür ederse zabta dokunur. Kasden garâib rivayet ediyor intibaı uyandırmak için yapılan kalbi pek çok muhaddis sirkat saymış535; bir kısmı da hadis uydurmaktan farksız görmüştür.
İster senedinde olsun, ister metninde, kelime ya da cümlelerin yerleri ve isnadları değiştirilerek kalb yapılmak sonucu meydana gelen hadise maklûb denir. Maklûb hadislere verilen misaller aynı zamanda kalbe de misal olurlar. Bu itibarla daha fazla kalb misali maklûb maddesinde görülebilir.

Kalb Fi'l-Metn:

Bk. Kalb.



Kalb Fi's-Sened:

Bk. Kalb.



Kalb-i Mürekkeb:

Bk. Kalb.



Kale:

“Dedi ki” manasına gelir. Hadis Usulünde bilhassa isnadda hemen hemen en çok kullanılan lafızdır. Ravi isnadında “kale fulân” dediği zaman rivayetini bir raviye nisbet etmiş olur.


Kale eda lafzının kullanıldığı yerler konusunda muhaddisler arasında birlik yoktur. Nitekim bazı muhaddisler bu lafzı semâ' yoluyla alman hadislerin rivayetinde kullanmışlardır. Söz gelişi Haccâc b. Muhammed el-Aver, İbn Cureyc'in rivayet ettiği hadislerin yazılı olduğu kitapları “Kale'bnu Cureyc” diyerek rivayet etmiştir.
Öte yandan el-Hatîbu'1-Bağdâdî'ye göre eğer ravinin sadece semâ' yoluyla almış olduğu hadisleri kale lafzıyla rivayet ettiği halinden anlaşılırsa, bu tabir haddesenâ mertebesinde olur. Ancak bir ravi bu lafzı hem işitme yoluyla, hem de başka yollarla rivayet ettiği hadislerin rivayetinde kullanırsa o zaman ondan yalnızca hangi yolla aldığını belirttiği hadisler alınır. 536
Buharî ise kale lafzını bazen semâ, bazen semadan başka yollarla alınan hadislerin rivayetinde kullanmıştır.537 Onun bu eda lafzını en çok kullandığı yerlerden birisi ta'liklerdir.
Görülüyor ki muhaddislerden kimi kale lafzını yalnız semâ yoluyla; kimi de semâ ile beraber başka yollarla alınan hadisleri rivayet ederken kullanmışlardır. Hatta isnad tedlisi yaparak rivayette bulunurken kale eda lafzını kullanan da olmuştur. Nakledildiğine göre Ali b. Haşrem şunları söylemiştir:
“Bir gün Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kâle'z-Zuhrî” diyerek ondan bir hadis rivayet etti. Kendisine bu hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi:
“Haddesenâ Abdurrezzak, an Ma’mer, ani'z-Zuhri”538 (Misale göre Sufyân b. Uyeyne senedinde ez-Zuhrî ile arasındaki iki vasıtayı, Abdurrezzâk ile Ma’mer'i atlamış, hadisi bizzat ez-Zuhrî'den işitmişcesine rivayet ederek tedlîs yaparken de kale lafzını kullanmıştır. Şu hale göre isnadlarda en çok kullanılan bu eda lafzının kullanılışında muhaddisler arasında birlik yoktur.
Son zamanlarda tatbik edilen bir adete göre isnadlarda çokça geçen kale lafzı yazıda hazfolunur; fakat okunur. Senedde iki kale lafzı yanyana gelirse biri yazılmaz. Ancak okunur. Mesela Buhari'nin, şeklindeki senedi tarzında yazılır, tamamı okunur. 539

Kale Fulân:

Bk. Kale.



Kale Lenâ Fulân:

“Falanca bize dedi ki” manasına eda lafızlarındandır.


Kadı İyad'a göre kale lenâ fulân lafzının “haddesenâ, ahberanâ, enbe'enâ, semî’tu fulânen yekûlu lafızları gibi şeyhten işitme (semâ’) yoluyla alınan hadislerin rivayetinde kullanılması caizdir ve bunda ihtilaf yoktur. 540
İbnu's-Salâh, Kadı İyad'ın bu sözünün açıklanmaya muhtaç olduğunu söylemiş ve “özel olarak şeyhten işitmeksizin rivayet olunan hadisleri rivayet ederken kullanılmaları yaygın hale gelen bu lafızların yanlış anlaşılmaya ve karışıklığa sebep olacaklarından, bizzat şeyhten işiterek alman hadislerin rivayetine ıtlak edilmemeleri gerekir” demiştir.541
Buhâri'nin rivayetleri arasında kale lenâ fulânun, (veya tekil zamiriyle) kale lî fulân edâ lafızlarına sıkça rastlanır. İbnu's-Salâh, bazı müteahhir Mağrib alimlerinin bunları görünüşe göre ittisale, manaca ise kopukluğa delâlet eden ta'liklann alameti saydıklarına işaret ettikten sonra şu görüşü nakletmiştir: “Buhâri'nin kale liî, kale lenâ dediğini gördün mü, bilki bu, ihticac için değil istişhad için zikrettiği bir isnattır. Yani böyle naklettiği haberi hüccet olarak değil, şahit olarak zikretmiştir. Aslında muhaddisler bu gibi, lafızları aralarında hadis müzakere ederlerken veya münazara vesilesiyle çokça kullanırlar. Müzakere hadisleriyle ihticac ettikleri nadirdir. “ Buradan anlaşıldığına göre Mağrib alimleri kale lenâ fulân lafzını daha çok talika hamletmişlerdir.
Şu da var ki, İbnu's-Salâh, bu görüşün sahibinden önce yaşayan ve Sahih-i Buhari'yi daha iyi bilen Ebu Ca'fer b. Hamdan en-Nîsâbûrî'nin bir sözünü naklederek bu görüşe katılmamıştır. Ebu Ca'fer'e göre Buhâri'nin kale lî fulân lafziyle rivayet ettiği bütün hadisler şeyhinden arz veya munâvele yoluyla alınmışlardır.542 Buna göre kale lenâ fulân veya kale lî fulân lafızları ta'lika delâlet etseler bile daha çok sema'dan başka yollarla rivayet edilen hadislerin naklinde kullanılmışlardır.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin