Rivayet Şartları:
Ravinin şeyhinden rivayetinin sağlam bir şekilde olmasını sağlamak üzere bazı şartlar konulmuştur. Bu şartlara Hadis Usulünde sıfatu rivayeti'l-hadîs veya daha çok şurûtu'r-rivâye başlıkları altında yer verilir.
İbnu's-Salâh, kitabının 26. bahsini “sıfatu rivayeti'l-hadîs ve edâ'ihî” başlığı altında bu konuya ayırır ve burada önce bir kısım hadiscilerin hadis rivayetini zora koşarak ifrata kaçtıklarını, bir kısmının ise işi gevşek tutarak tefrite düştüklerini kaydeder. Sonra da muteşeddid denilen rivayette işi sıkı tutanların, ravinin hıfzından rivayet etmesine taraftar olduklarını; hıfzından rivayet etmediği takdirde hadîsinin hüccet sayılamıyacağı görüşünde olduklarını kaydeder. Ebu Hanîfe, İmâm Mâlik, Şâfiîlerden Ebu Bekri's-Saydalânî rivayette şiddet yani işi sıkı tutmak taraftarıdırlar. Buna karşılık gevşek davrananlar da vardır ki bunlara mutesâhil denilmiştir. Bunlar daha çok kitabından icazetle rivayette bulunanlardır. İçlerinde işi öylesine gevşek tutanlar vardır ki, önceden işittikleri musannef bir eseri bilâhare yaşlandıklarında kendilerine ihtiyaç duyumsal anında cahillik ve hırs yüzünden, satın veya ödünç aldıkları mukabele edilmemiş bir nüshasından rivayete kalkışmışlardır.
Aslında rivayette doğru olan ne ifrata ne de tefrite düşmemek; rivayeti aşırı derecede güçleştirmeden ve çocuk oyuncağı haline getirmeden orta yoldan giderek gerçekleştirmektir. Bununla birlikte rivayette ifrat ve tefrite kaçmamak için yukarıda da söz konusu edildiği gibi bazı şartlar tesbit edilmiştir. Önemli birkaçı üzerinde durmak faydadan hali değildir.
1. Eğer ravi, hıfzından rivayet ediyorsa aynı zamanda asıl nüshasını da yanında bulundurmalıdır. Kitaptan rivayet ediyorsa önce kitabını doğru yazarak düzgün bir şekilde zabtetmeli, sonra da aslı ile mukabele etmelidir.
2. Ravi darîr yani doğuştan gözleri görmeyen birisi ise hadislerini iki güvenilir katibe yazdırmalı, kendisine arzedildikten sonra rivayet etmelidir. 1000
3. Ravinin ezberledikleri ile kitabı arasında ihtilaf varsa bakılır. Sadece kitabından hıfzeden birisi ise kitabı esas alınır. Ezberden rivayet eden birisi olduğu takdirde ise ezberi esas alınır. Şu var ki bu takdirde ravinin “hıfzı keza” diyerek açıklama yapması iyi olur. 1001
4. Kitabında yazılı hadisi şeyhinden işittiğini hatırlamayan ravinin o hadisi rivayet etmesi İmam A'zam'a ve bazı şafiîlere göre caiz değildir. İmam Şafiî, Şafiîlerin çoğunluğu ve İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre caizdir.
5. Ravinin işittiği hadisi manasıyla rivayet etmesi, lafızlarını ve lafızlanyla kasdedilen manayı iyi bilen, bu manalara aykırı hususlardan haberi olan biri değilse caiz değildir. Böyle birine, rivayet ettiği hadisleri hiçbir değişiklik yapmadan işittiği şekilde rivayet etmesi düşer.
6. Hadisi manasiyle rivayet eden rivayetin ardından “ev kemâ kale, ev nahve hazâ ve benzeri lafızlar getirmelidir.
7. Ravinin bir hadisi ihtisar etmesi, bir kısmını rivayet edip bir kısmını etmemesi ihtilaflıdır. Caiz görenler de vardır, görmeyenler de.
8. Muhaddisin hadisi tashif veya lahn yapmaksızın rivayet etmesi gerekir.
9. Bir muhaddis bir hadisi iki veya daha fazla tarîktan rivayet ettiği zaman, eğer mana ayrı olduğu halde lafızları arasında uyuşmazlık varsa rivayetleri tek isnatta birleştirerek birbirinin lafziyle sevkedebilir. O takdirde isnadında ahberanâ fulânun ve'1-lafzu li-fulânin veya hazâ lafzu fulânin gibi lafızlar kullanılır. Eğer birinin lafzını tercih etmez, her ikisinin rivayetini de kullanırsa o takdirde de ahberanâ fulânun ve fulânun ve tekarebâ fi'1-lafz gibi bir ifade kullanır.
10. Hadis rivayet eden ravinin, şeyhinin üstündeki ricalin neseplerine idrac yaparak bir şeyler eklemek hakkı yoktur. Eğer tafsilat vermek veya mubhemi izah etmek gibi bir maksatla böyle bir idrac yaparsa bu caiz görülmüştür.
11. Hemmâm b. Muhebbih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden ve tek isnadla rivayet edilen nüsha gibi birçok hadisi ihtiva eden kitap nüshasını rivayet ederken her bir hadiste isnadı tekrar etmesi ihtiyata uygun olur. Ancak bu bir kaide değildir. Nitekim nüshayı rivayet ettiği isnadı ilk hadisin başında sevk etmeyi yeterli görenler vardır. Yalnız bu şekilde rivayette her hadisten sonra ve bi'1-isnad veya ve bibi demesi gerekir.
Şu da var ki sema'ı baştan isnadı bir kere sevketmek şeklinde ise nüsha içindeki herbir hadisi aynı isnadı sevkederek rivayet etmek de caizdir. Veki İbnu'l-Cerrâh, Yahya b. Ma'în ve Ebu-bekri'l-İsmâ'ilî bu görüştedirler. Böyle bir rivayette başta zikredilen isnad herbir hadisin başında sevkedilmiş hükmündedir. Ayrıca tek isnadla sevkedilen ne kadar hadis varsa hepsi o isnad üzerine atfedilmiş demektir.
12. Ravi hadis metnini isnaddan önce zikreder. Mesela “Kale Resulullâh (s.a.s) keza ve keza diyerek önce metni verir. Sonra da “ravâ Amru'bnu Dinar an Câbir an Resûlillâh (s.a.s), ahberanâ bihî fulân kale ahberanâ fulân” misali, verdiği metnin isnadı ile ittisal hasıl edinceye kadar isnadını söyler ki bu da caizdir.
13. Yine bir ravi bir isnadla hadis naklettikten sonra ardından aynı hadisin bir başka isnadını getirir ve sonunda mislehû der; ondan rivayette bulunan bir başka ravi ilk isnaddan sonra verilmiş olan metni birinci isnadı zikretmeksizin sadece ikinci isnadla rivayet etmek isterse, bu doğru görülmemiştir.
14. Hadisi rivayet eden şeyh herhangi bir hadisin isnadını sevkettikten sonra metnin sadece bir kısmını zikredip arkasından ve zekra'l-hadîse veya ve zekera'l-hadîse bi-tûlîhî denmiştir. Oysa ravi şeyhinin kısmen rivayet ettiği hadisinin tamamını rivayet etmek istemektedir. Buna cevaz yoktur. Ancak şeyhin zikrettiği kısmı rivayetten sonra şeyhinden sema'ını açıklayacak şekilde ve'l-hadîs bi-tûlihî min keza ve keza iyerek naklederse bu caiz görülmüştür.
15. Hadisin isnadındaki ani'n-Nebî lafzını an-Resûlillâh lafzıyla değiştirmek veya aksini yapmak bazı alimlere göre caiz görülmemiştir. Bunda hadisin şeyhten işitildiği şekilde rivayet edilem arzusunun tesiri olduğu şüphesizdir. Bununla birlikte el-Hatîbu'1-Bağdâdî bunun lüzumsuz olduğuna kanidir.
16. Ravinin şeyhinden rivayeti müzakere gibi zayıf bir rivayet yoluyla olmuşsa eda sırasında bunu söylemesi gerekir. Kasden veya unutarak söylemezse tedlis yaptığına hükmedilir.
17. Hadis, birisi mecruh olan iki raviden rivayet edilmişse mecruh ravinin isnaddan düşürülüp yalnızca sikadan rivayet edilmişcesine zikredilmesi doğru olmaz. Olabilir ki mecruh ravinin rivayetinde sikanın zikretmediği önemli bir husus vardır.
18. Ravi hadisin bir kısmını bir şeyhten, bir kısmını ise başka şeyhten rivayet etmişse ikisini birleştirip her iki şeyhine de isnat etmek kaydiyle rivayet edebilir.1002
En mühimlerini naklettiğimiz rivayet esasları Hz. Peygamber'e ait hadislerin değişiklik, yanlışlık ve hatadan korunabilmesi için tedbir mahiyetinde konulmuş prensiplerdir. Bu ve benzeri şartlara riayet ederek hadis rivayeti alimlerin öngördükleri sağlam rivayettir.
Rivayeten:
Bk. Yervihî.
Rîvâyetu'd-Darîr:
Darîr, anadan doğma görme duygusundan noksan kişiye denir. Gözleri görmeyen birinin hadis rivayet etmesi telkine maruz kalmaması bakımından önemli bir meseledir. İbnu's-Salâh, rivayetin şartlan arasında bu konuya da yer vererek şöyle demiştir:
“Ravi darîr olup da hadisini kendisine tahdîs edenin ağzından ezberlemezse iki adet güvenilir kâtibe yazdırır. Sonra da bunların kitabından okunarak kendisine arzedilirken değişikliğe uğramadığına kanaat getirecek kadar ihtiyatlı davranırsa rivayeti sahih olur. Aksi olursa aynı şeyi yapan gözleri gören birine yapıldığı gibi rivayetten men edilir. Nitekim el-Hatîbu'l-Bağdâdi'ye göre şeyhten işittiklerini ezberlemeyip başkasına yazdıran ümmi bir ravi ile daririn semâ'ı birdir. Pek çok âlim, doğuştan a’ınâ olan ravinin rivayetini caiz görmemiştir. Bununla birlikte caiz-görenler de vardır,
Darîr olan ravi bir kitaptan sema yoluyla hadis almış olsa, sonra da işitmediği ve kendi işiterek yazdırdığı nüshasıyla mukabele edilmemiş nüshadan rivayet etmek istese buna cevaz yoktur. Ebu'n-Nasr İbnu's-Sabbâğ buna kaildir. Bunun gibi kendi nüshasından şeyhinin semâ'ı olan hadisler bulunsa veya şeyhinden kendisi değil, sika bir ravi rivayet etmiş olsa bunları rivayet etmesi de caiz görülmemiştir; zira böyle bir nüshada fazlalık olması kaçınılmazdır.
Bununla birlikte İbnu's-Salâh, darîrin şeyhinden bütün merviyyatını rivayete icazetli olması halinde kendi nüshasından rivayetini caiz görmüştür.
Rivâyetu'l-Âbâ Anil-Ebnâ:
Bk. Âba ve Ebnâ.
Rivâyetu'l-Akrân:
Akran olanların birbirlerinden rivayeti manasına gelen bu tabir, gerek yaşça, gerekse isnad itibariyle akran olanlardan birinin diğerinden rivayetini ifade eder.
İbnu's-Salâh'a göre akranın rivayeti iki kısımdır. Birisi mudebbectir ve yaşça ve isrıad yönünden birbirine akran olan iki ravinin karşılıklı olarak birbirlerinden rivayetleridir. (Bk. Mudebbec). Diğeri ise akranın birinin diğerinden tek taraflı rivayetidir. Buna misal olarak Süleyman et-Teymî'nin Mis'âr'dan rivayeti verilebilir. Bu iki muhaddis birbirlerinin akranıdır. Süleyman'ın Mis'ar'dan rivayeti malum ise de Mis'ar’ın Süleyman'dan rivayeti bilinmemektedir. 1003
Rivâyetu'l-Ebnâ Ani'l-Âbâ:
Bk- Abâ Ve Ebnâ.
Rivâyetu'l-Ekâbir Ani'l-Esâğîr:
“Büyüklerin küçüklerden rivayeti” demektir. Başlığından da anlaşılabileceği gibi yaşça ve hadis ilmindeki mevkii itibariyle büyük durumunda olanların kendilerinden her iki yönden küçük olanlardan rivayetlerini ifade eden bir tabirdir.
İbnu's-Salâh'a göre daha çok öyle olduğuna bakarak şeyhin raviden mutlaka yaşça büyük ve efdal olması gerektiği sanılmamalıdır. Böyle sanmamakta fayda vardır. Öyle zannedilirse bazen birinin diğerinin yerine geçtiği bilinmez. Nitekim Hz. Aişe'den şu hadis varid olmuştur.
“Hz. Peygamber (s.a.s) bize insanların seviyelerine inmemizi emretti.” 1004Büyüklerin küçüklerden rivayeti üç kısımda özetlenebilir. Birinci kısmı ravinin yaşça ve tabaka itibariyle şeyhten büyük olmasıdır, bunun misalini ez-Zuhrî ile Yahya b. Sa'id el-Ensârî'nin İmam Malik'ten rivayetleri teşkil eder. Daha sonraki alimlerden Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Ahmed el-Ezherî'nin, talebesi el-Hatîb'in bazı tasniflerinden rivayeti de öyledir.
İkinci kısım ravinin hafız ve alim, şeyhin ise sadece hadis rivayet eden biri olması halidir. Bunun misalini İmam Malik'in Abdullah b. Dinar'dan; Ahmet b. Hanbel ile İshak b. Râhûye'nin Ubeydullah b. Musa'dan rivayetleri teşkil eder.
Üçüncü kısma gelince ravinin her iki yönden de şeyhinden üstün olması halindedir. Abdulganî b. Sa'id el-Ezdî'nin Muhamrned b. Ali es-Sûrî'den rivayeti misali pek çok alimin talebesinden rivayeti böyledir. Sahabenin Tabi'îlerden rivayetleri de bu gruba girer. 1005
Tanınmış hadis alimi Buhârî'nin de Abdullah b. Hammâd el-Âmilî, Abdullah b. Ebi'l-Âs el-Harzemî gibi yaş ve hadis ilmindeki mevkii itibariyle kendisinden küçük olanlardan -az da olsa- rivayeti vardır. Buhârî'nin talebesi durumundaki bu şeyhlerden rivayeti bir faydaya bağlıdır. Ayrıca şeyhi Osman b. Ebî Şeybe'den Vekî' İbnu'l-Cerrâh'ın “bir kimse kendisinden üstün, kendi akranı ve kendisinden aşağı durumda olanlardan irvayet etmedikçe âlim olamaz” dediğini rivayeti bir ilim prensibi haline getirmiştir. 1006
Abdulganî b. Sa'id'in büyüklerin küçüklerden rivayeti konusuna dair küçük bir risalesi vardır. 1007
Ruba’î:
Bk. Rubâ'iyyât.
Rubâ'iyyât:
“Dörtlü” anlamına gelen rubâ'i kelimesinin çoğulu olan rubâ'iyyât umumi olarak son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında dört ravi bulunan âlî isnadlarla rivayet edilen hadislere denilmiştir.
Bazı muhaddisler böyle kendileriyle Hz. Peygamber arasında dört ravi bulunan en âlî isnadlarıyle rivayet ettikleri hadisleri bir cüzde toplamışlar; adına da rubâ'iyyât demişlerdir. Hadisleri, kendilerinden sonra toplananlar da olmuştur. Söz gelimi İmam Şafii'nin rubâiyyatını ed-Dârekutnî tahric etmiştir. Buhârî'nin ruba'i hadisleri meçhul bir hadisci tarafından ed-Dureru'd-Derârî fi Şerh Rubâ'iyyâti'l-Buhârî adiyle bir araya toplanarak şehedilmiştir. 1008
Rudde Hadîsuhû:
Bk. Reddû Hadîsehû.
Ruknu'l-Kizb:
Bk. Huve Ruknu'1-Kizb.
Rumiye:
“Atmak” manasına “rama” kök fiilinin meçhulü olan rumiye, Hadis Usûlü ilminde itham ve cerh karşılığı olarak kullanılmıştır. Söz gelimi, bir ravi hakkında Rumiye bi'1-Ahaveyn denilmişse bu, o ravinin yalancılıkla yalancılığın kardeşi mesabesindeki Rafızîlik ihtamına maruz kalarak cerhedildiğini gösterir. Rumiye bi'1-İrcâ, ravinin mürci'eye mensup olmak; Rumiye bi'I-kader ise aşırı kaderiye bağlılığı töhmetiyle karşılaşıp cerhedildiğinin ifadesidir.
Rumiye Bi'l-Ahaveyn:
Bk. Rumiye.
Rumiye Bi'l-Kader:
Bk. Rumiye.
Rumuz:
Bk. Remiz.
Ruvînâ:
“Bize rivayet edildi” manasına meçhul bir fiildir ve temrîz sigalarındandır.
Ruvîye An Fulân:
“Falancadan rivayet edildiğine göre..” manasını veren bu tabir temriz sigalarındandır.
İbnu's-Salâh'a göre bu kabil lafızlarla yapılan rivayetin sıhhatine hükmedilemez; zira böyle ibareler zayıf hadisleri sevkederken de kullanılır. Bununla beraber herhangi bir sahih hadisi sevkederken böyle bir lafız kullanılmışsa Allah bilir ya bu, hadise gönlün yattığını ve dayanılacak bir aslının bulunduğunu bildirir. 1009
Ruviye Ani'n-Nebî:
(s.a.s) Hz. Peygamber (s.a.s) 'den rivayet edildiğine göre..” demek olan bu tabir de temriz sigalarındandır.
İbnu's-Salâh, zayıf hadislerin isnadsı; olaraka rivayet edilmeleri halinde muhaddisin kale Resûlullâh ve benzeri cezm sigaları kullanamayıp onların yerine ruviye gibi temriz sigalan kullanması gerektiğini söyler. Ona göre muhaddislerin sahih veya zayıf olduğu belli olmayan hadislerin rivayetinde de aynı şekilde hareket ederek asla cezm sigaları kullanmamaları gerekir. 1010
S
Es-Sâbık Ve'l-Lâhık:
İlki eski, ikincisi sonradan gelen demektir. Bu arada eskisi ile yenisi anlamını verir.
Hadis Usulünde sabık ve lâhık, aynı şeyhten rivayette bulunan ve ölüm tarihleri arasında uzun zaman bulunan iki raviye denir. Önce vefat eden sabık, sonra öleni lâhıktir.
Sabık ve lahika misal olarak Muhammed b. Serrac'tan rivayette bulunan Buhari ile Ebu'l-Huseyn Ahmet el-Haffâf verilebilir. Buhârî'nin vafat tarihi 256; el-Haffâf’ınki ise bir rivayete göre 393 tür. Aralarında 130 bu kadar senelik uzun bir zaman vardır. Aynı şekilde aslında şeyhi olduğu halde büyüklerin küçüklerden rivayeti kabilinden olarak İmam Mâlik'ten rivayette bulunan ez-Zuhri ile Ahmed b. İsma'il es-Sehmî de sabık ve lâhık sayılmışlardır. İbn Şihâb 124, es-Sehmî ise 259 de öldüklerine göre aralarında 135 sene gibi uzun bir süre vardır.1011
Bir şeyhten rivayette birbirlerine arkadaş olan iki ravinin vefatları arasında uzun bir süre bulunmasının sebebi, kendisinden hadis işitilen şeyhin ravilerinden birinin ölümünden sonra daha uzun müddet yaşamış olmasıdır. Öyle ki, bazı küçük yaştakiler ondan hadis işitir ve uzun süre yaşarlar. Bu suretle ilk ravinin vefatından sonra şeyhin hayatta kaldığı müddet ile ikinci ravinin ölümüne kadar geçen zamanın toplamından iki ravinin vefatları arasındaki bu uzun süre hasıl olur. 1012
Aynı şeyhten rivayette bulundukları halde aralarında uzun zaman bulunan iki ravinin bilinmesi isnadlar yönünden önemlidir. Bir kere isnadda uluv hasıl olur. Şöyle ki, bir şeyhten hadis rivayet eden A ravisi ile aynı şeyhten rivayette bulunan B arasında uzun zaman dilimi varsa, A dan rivayette bulunan rayi, B den rivayet edene nisbetle âlî isnad elde etmiş demektir. Öte yandan sabık ve lâhıkın bilinmesi isnadda inkita olup olmadığının açığa çıkarılmasında önemli ölçüde yardımcı olur.
el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin bu konuda es-Sâbık ve'1-Lâhık isimli bir eseri vardır. Bu eserinde aynı şeyhten rivayette bulunan sabık ve lâhık ravilerle aralarındaki zaman farklarını vermiştir.
Sabit:
Türkçedeki karşılığı ile sabit demektir. Bazı muhaddisler tarafından sahih karşılığı olarak kullanılmıştır. Kelime manasmdaki sabit olma manası dikkate alınırsa Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisi olarak sabit olan rivayetler manasına gelir. Sıhhat vasfı taşıyan hadislerin hepsine şamildir.1013
Sad:
Dabbe adiyle hadislerin yazılışı sırasında bozuk, noksan ve yanlış yazılmış kelimeleri işaretlemekte kullanılmıştır. (Bk. Tadbîb).
Sad-Ha:
“Sad” ve “ha” harflerinden meydana gelen bu işaretin muhaddisler arasında belli bir okunuş şekli yoktur. Bazı hadisciler tarafından tashih, bazıları tarafından da bir isnaddan diğerine geçişte tahvil işareti olarak kullanılmıştır. Nitekim İbnu's-Salâh, sad-hanın üç ayrı yerde kullanıldığını kaydetmiştir. Bunlardan ilki lahakın bittiği yerdir. Bazı hadis yazanlar burada bu iki harfle birlikte harflerini de yazmışlardır.
İkincisi, tashih işareti olarak ibarenin üzerine veya yanına konur. Bu maksatla yazıldığında ancak rivayet ve mana yönünden sahih rivayetler üzerine yazılır. Şu da var ki, üzerine sad-ha yazılmış rivayetlerin şüpheli ve tarüşılabilir tarafları var demektir. Üzerine veya yanına bu harflerin konulması, bunlardan gafil olunmadığını, bu yönüyle zabtedildiğini ve o vecih üzere sahih olduğunun bilindiğinin belirtilmesi içindir.
Üçüncüsü ise bir isnaddan diğerine geçişte tahvil işareti olarak kullanılan “ha” harfi yerine iki isnad arasına yazılır. İbnu's-Salâh'a göre iki isnad arasına “ha” harfi yerine sad-ha hafflerinin yazılması arada isnadın düştüğü zannına meydan vermemek, ikinci isnadın birinci üzerine binerek ikisinin bir isnad haline geldiği vehmine engel olmak itibariyle daha uygundur. 1014
Sâdıka:
Bk. es-Sahîfetu's Sâdıka.
Sadru’l-Hadîs:
Göğüs anlamını veren sadr ismi mecaz olarak bir Şeyin baş tarafı manasına da gelir. Sadru'l-Hadis tamlaması ise hadis metninin baş tarafına denilmiştir.
Sadûkun:
Mübalağa İle ism-i fail olan sadûkun, son derece doğru manasına gelir. İbn Ebî Haüm'in tasnifine göre ikinci, ez-Zehebî'nin tasnifinde üçüncü, İbn Hacer'in yaptığı sınıflandırmaya göre dördüncü mertebede yer alan ta'dil lafızlarındandır.
İbn Ebî Hatim, bu ve aynı mertebede olan diğer ta'dil lafızlarından birisiyle adaletine hükmedilen ravinin hadislerinin yazılarak gözden geçirileceğini söylemiştir. 1015İbnu's-Salâh, bu mertebede yer alan lafızlarla ta'dil edilen ravinin hadislerinin gözden geçirilmesini, bu lafızlarda onun zabt derecesinini gösterecek herhangi bir işaretin bulunmayışıyla açıklamıştır. Ona göre ravinin zabtının açığa çıkması için hadislerini gözden geçirmek gerekir. Hadisleri zabt vasfına sahip ravilerin rivayetine uygun olduğu ölçüde muteberdir. 1016
Sadûkun İn-şâ'allah:
Bk. Suveylih.
Sadûkun Lâkınnehû Mubtedi':
“Saduktur, fakat bid'atçıdır” anlamını veren bu tabir İbn Hacer'e göre ta'dilin beşinci mertebesinde yer alan ta'dil lafızlarından biridir. O, Şia, Kaderiye, Nâsibîlik, Mürci'e, Cehmiye gibi bid'at sayılan fırkalara mensup olanların bu sınıfta katılmaları görüşündedir. ez-Zehebî ise aynı lafzı cerh lafızlarının en ehveni addetmiştir.
Sadûkun Lehû Evhâm:
Bk. Sadûkun Seyyi'ul-Hıfzi.
Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfz:
Ta'dilin dördüncü mertebesinde yer alan sadûkun lafzı ile cerhin en hafifini gösteren seyyi'u'1-hıfz lafzının birlikte kullanılan şeklidir. Ta'dile delalet eden lafızlardan olmakla beraber beşinci derecededir. Bu derecede yer alan lafızlarla adaletine hükmedilen ravi güvenilir olmakla birlikte bir kusur taşıyordur. Bu, aynı zamanda onun adalet vasfına sahip olmakla beraber zabt yönünden kusurlu olması demektir. Aynı mertebede yer alan Sadûkun Yehimu (sadûuk olsa da yanılır); Sadûkun lehû evham (yanlışları çok bir saduk); Sadûkun Yuhti'u (saduk olmakla birlikte hata eder); Sadûkun teğayyera bi -ehara (Sonraları hali değişmiş bir saduk) ta'dil lafızları da öyledir. Aynı manaya delalet eder ve ravi-nin adaletli olmakla beraber zabt vasfının tam olmadığını belirtir.
Sadûkun Teğayyera Bı-Ehara:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi.
Sadûkun Yehimu:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi.
Sadûkun Yuhti'u:
Bk. Sadûkun Seyyi'u'l-Hıfzi
Sahabe:
Sözlük bakımından bir arada bulunmak, sohbet veya arkadaşlık etmek manasına gelen ve dördüncü babdan çekimi yapılan “sahibe” kök fiilinden alınma bir kelime olup bu fiilin ismi mensubu olan sahâbînin çoğuludur. Aynı fiilden ismi fail olan ve bir arada yaşayan, dost, arkadaş anlamına gelen sâhib kelimesinin çoğulu sahb; cem'u'l-cem'i ashâb da aynı manada kullanılır.
Sahabe terimi, hadis edebiyatı içinde tekil olarak sâhibu'r-Resûl, sahâbî; çoğul olarak da ashâbu'r-Resûl ve sahabe şeklinde görülür. Kısaca Hz. Peygamber (s.a.s)'i peygamberliği sırasında Mü’min olarak gören, Mü’min olarak ölen kişilere denir. Bu tarif, hadiscilerin tarifidir. Buna göre bir kimsenin sahabî sayılabilmesi için Hz. Peygamber (s.a.s)'i peygamberliği sırasında müslüman olarak görmesi ve imanla ölmüş olması gerekir. Buradan açıkça anlaşılır ki, bu tarife uyan körler de sahabeden sayılırlar. Bunun yanısıra onu peygamber olmazdan önce görüp de peygamberliği sırasında görmeyenler sahabî sayılmayacakları gibi Mü’min olarak görüp -Allah korusun- sonradan dinden dönenler de sahabî değildirler.
Hz. Peygamber'i gören Mü’min kadına sahâbiyye denir. Çoğulu sahâbiyyât gelir.
Sahâbînin tarifinde basit de olsa görüş ayrılığı vardır. Kimi alimlere göre bir kimsenin sahabî sayılabilmesi için Hz.Peygmber'Ie görüşüp konuşması, hatta ondan hadis rivayet etmiş olması lazımdır. Fakat çoğunluk sahabîyi yukarıdaki tarifteki gibi kabul etmiştir. Bu kanaatte olanlara göre Hz. Peygamber'i uzaktan veya çok kısa bir süre için bile olsa görenler sahabîdirler. Nitekim Buhari,
“Hz. Peygamber (s.a.s) le bir arada bulunan veya onu sadece gören müslümanlar sahabî sayılırlar.” diyerek aynı tarifi vermiştir. 1017
el-Hâkimü'n-Nîsâbûri sahabeyi on iki tabakaya ayırmıştır:
1. Hz.Ebubekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi Mekke'de ilk müslümanlığı kabul edenler. Aşere-i mübeşşereyi teşkil eden diğer altı sahabî de bu tabakadandır.
2. Dâru'n-Nedve ashabı. Dâru'n-Nedve, Mekkeli müşriklerin toplandıkları yerdir. Hz. Ömer müslüman olunca Hz. Peygamber'i buraya götürmüştür. Orada bulunanlardan bir grup İslamiyeti kabul etmişlerdir. Sahabenin ikinci tabakasını bunlar oluşturur.
3. Habeşistan'a göç edenler.
4. Birinci Akabe Bey'atmda Hz. Peygamberle görüşenler. Akabî nisbesini alan sahabîler bu tabakadandırlar.
5. İkinci Akabe Bey'atında bulunan ve Hz. Peygamber'e Medine'ye geldiği takdirde kendisini koruyacaklarına söz verenler. Bunlar yetmiş erkek, iki kadındır.
6. Hz. Peygamber henüz Medine'ye ulaşmayıp Küba'da bulunduğu sırada bu şehre gelen ilk muhacirler.
7. Bedir Savaşına katılanlar. Ashâb-i Bedir de denir. Bir kısmı Bedrî nisbesini almıştır.
8. Bedir Savaşı ile Hudeybiye Barışı arasında Medine'ye hicret edenler.
9. Hudeybiye'de ağaç altında rıdvan bey'atında Hz. Peygamber'e bağlılıklarını sunanlar.
10. Hâlid b. Velid gibi Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicret ederek Medine'ye gelenler.
11. Mekke'nin fethedildiği gün Müslüman olanlar.
12. Mekke fethi ve Veda Haccı sırasında Hz. Peygamber'i gören çocuklar. 1018
Bir kimsenin sahabî olduğu önce tevatür yoluyla belli olur. Söz gelimi Hz. Ebu Bekr'in sahabî olduğu tevatür yoluyla sabittir. Şöhret yoluyla da bir kimsenin sahabî olduğu meşhur olmuştur. Ancak tevatür derecesine varmamıştır. Misal olarak Ukkâşe b. Mihsân ve Dimâm b. Sa'lebe verilebilir. Dimâm, Sa'd b. Bekr kabilesindendir. Kabilesinin temsilcisi olarak Hz. Peygamber'in yanına Medine'ye gelmiş, ona bazı sorular sorarak İslâmiyet hakkında bilgi edindikten sonra kabilesine geri dönmüştür. Hz. Peygamber'le kısa bir süre için görüşmüş olmasının yanında Mekkeli ve Medîneli olmadığından diğer sahâbilerin kendisini tanımayışları yüzünden sahabî olduğuna dair bilgi tevatür derecesine ulaşmamıştır.
Bir sahâbînin Hz. Peygamber'le görüştüğünü söylemesiyle de bir kimsenin sahabî olduğu belli olur. Buna misal olarak da Humâme b. Ebî Humâme verilebilir. Humâme, müslümanların İsfahan'ı fethetmeleri sırasında geçirdiği bir mide hastalığı sonucu ölmüştür. Tanınmış bir sahabî olan Ebu Musa'l-Eş'arî Humâme'nin sohbeti olduğunu, Hz. Peygamber'in onun şehit olarak ölceeğini haber verdiğini söylemiştir. Böylece onun sahabî olduğu bir başka sahâbînin rivayetiyle anlaşılmıştır. 1019
Son olarak bir kimsenin bizzat kendisinin sahabî olduğunu söylemesiyle de onun sahabî olduğu anlaşılır. Bu takdirde sahabî olduğunu söyleyen kimsenin adaletli ve hicri 110 tarihinden önce yaşamış olması şartları aranır; zira en son sahâbînin bu yılda öldüğü, o tarihten sonra artık yeryüzünde Hz. Peygamber'i gören kimsenin kalmadığı kesin olarak bilinmektedir. Bundan dolayı bu tarihten sonra sahabi olduğunu ileri sürenin iddiası makbul değildir. Bu şekilde kendisi ben sahabîyim diyerek Hz. Peygamber'i gördüğünü söylemesiyle sahabî olduğu anlaşılana misal olarak Ebu Şeybe el-Ensâri verilebilir. Adı bilinmeyen bu sahabî Kostantiniyye seferine katılmıştır. Nakledildiğine göre surlar önünde etrafında toplanan kalabalığa hitap ederek “beni bilen bilir. Ben, Ebu Şeybe el-Hudrîyim. Hz. Peygamber'in sohbetinde bulundum. Onun “ihlasla lâ ilahe illallah diyenler Cennet'e girerler” dediğini kulağımla duydum” demiştir. Böylece hadisini rivayetten sonra kendisini dinleyenlere çalışmalarını, tenbel ve uyuşuk olmamalarını tavsiye etmiştir. Sahabi olduğu kendi söylemesiyle alaşılan Ebu Şeybe, Kostantiniyye'de vefat etmiş, orada gömülmüştür. 1020
Sahabe, Hz. Peygamber'in oluşundan ebedi aleme göç edinceye kadar onunla birlikte olan, onun tebligatını, sözlerini, nasihatlarmi işiten, hareketlerini gören, emirlerini ve tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren Mü’minlerdir. Bu itibarla sünnetin ravileri olmuşlardır. Sünneti aksettiren hadisleri Hz. Peygamber'den öğrenmişler, yeri geldiğinde kendilerinden sonraki tabiiler nesline rivayet etmişlerdir. Bundan dolayı sahabenin hadis tarihinde son derece önemli yeri vardır. Faziletleri aklen ve naklen sabittir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkorsunuz. Allah'a da inanırsınız.” 1021
“Böylece sizi, insanlara karşı hakkın şahitleri olasınız, Allah Resulü de size şahit olsun diye vasat (orta, seçkin, adaletli) bir ümmet kılmışızdır” 1022
“Muhammed Alllah'ın Resulüdür. Onan maiyyetinde bulunan (sahabî)ler kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onlan devamlı rüku ve secde edici olarak görürsün. Allah'tan bir fazl ve rıza gösterirler. Secde izinden (hasıl olan) nişanları yüzlerindedir,” 1023
Sahabenin faziletine dair hadisler de vardır. En önemli ikisini nakledelim.
“İnsanların hayırlısı benim (yaşadığım) devirde yaşayanlardır. Sonra onları takip eden (tabiî)ler, sonra da onları takip eden (tebe'u't-tâbi'în) gelir.” 1024
“Ashabıma sakın söğmeyiniz. Sakın ha, ashabıma söğmeyiniz. Nefsim kudretinde olan (Allah)'a yemin ederim ki, sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın sadaka vermiş olsa (sevabı) sahabîlerimden birinin bir müd (iki avuç hurma) sadakasına ulaşamaz. Yarısına da erişemez.”1025
Ehl-i Sünnet alimleri de sahabenin fazilet sahibi bir nesil olduğunda görüş birliğine sahiptirler. Bunda icma vardır. Bir kere sahabe Hz. Peygamber (s.a.s)'in terbiye ettiği bir nesildir. Ondan ilim, ahlak, fazilet öğrenmiş, onun terbiyesi altında yetişmişlerdir. Bunun yanısıra İslâm Dini ve Hz. Peygamber uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler, yerlerinden yurtlarından işlerinden güçlerinden, çoluk çocuklarından, ana, baba ve akrabalarından ayrı düşmüşlerdir. Hz. Peygamber'in etrafında halka oluşturmuşlar, kanlarını, canlarını, mallarını onun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Bu bakımdan sahabe bir yandan Hz. Peygamber'in terbiyesi altında yetiştikleri, öte yandan İslâmiyet uğruna görülmemiş fedakarlık örnekleri gösterdiklerinden dolayı üstün ve faziletli bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Aslında sahabe, Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in hadislerinde öğülen bir nesildir. Bu itibarla faziletleri üzerinde uzun uzadıya açıklamalar yapmaya hiç de gerek yoktur.
Hz. Peyganmber'in çevresini oluşturan sahabe onun Kur'ân-ı Kerim'i açıklayan, hükümlerini uygulayan söz ve fiillerine, bunun yanısıra emir ve yasaklarına, nasihat ve tavsiyelerine büyük ilgi duymuşlardır. Bu ilgi onları hadis öğrenmeye sevketmiştir. Sünneti aksettiren hadisleri büyük bir şevkle öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber'in bir sözünü işiten, herhangi bir davranış veya hareketini gören sahabî, işittiğini veya gördüğünü iyice öğrenmiş, kendi aralarında müzakere yoluyla başka sahabilere de nakletmiştir. Sahabenin bu tutumu hadislerin aralarında yayılmasını sağlamıştır. Hz. Peygamber'in ebedi hayata göç etmesinden sonra islâm fütuhatının genişlemesiyle yeni meseleler ortaya çıkmaya başlayınca hadise ihtiyaç daha da artmıştır. Genişleyen İslâm aleminin meselelerini çözüme bağlayacak esaslar gerektiğinde ilk baş vurulacak kaynak Kur'ân-ı Kerim, sonra hadisler olmuştur. Böylece sahabenin günlük hayatın safhalarında uygulamak maksadiyle öğrendikleri hadislerin rivayet edilmesi zamanla zaruri hale gelmiştir. Bu zarurete tabiîlerin, Hz. Peygamber'den öğrendiklerini kendilerine nakletmeleri için ısrarlı bir şekilde istekte bulunmaları eklenince sahabe bildiklerini rivayete başlamıştır. Onların bu faaliyeti hadislerin kaybolmadan tabiilere aktarılması neticesini vermiştir.
Hadis tarihinde sahabe devrinin en önemli hareketi hadis rivayetinin yanında hadislerin yazılıp yazılmaması meselesidir. Kitabetu'l-hadîs bahsinde söz konusu edildiği gibi, Hz. Peygamber önceleri hadislerin yazılmasına izin vermemiştir. Onun izin vermemesi üzerine sahabeden bazıları hadisleri ezberlemiş, ezberinden rivayet etmiştir. Şu da var ki, sa-habîlerden hepsinin kültür seviyesi ve öğrendiği hadisleri hıfzetme derecesi bir değildir. Aralarında yazı bilenler de son derece azdır. Bütün bu sebeplerle sahabîlerden çoğunun hadisleri yazmadıkları görülür. Bunlar öğrendiklerini yazmamış, hatta bir kısmı hadislerin ezberden nakledilmesi gerektiği fikrini savunmuştur. Daha sonra hadis yazma yasağının kalkması üzerine sahabeden yazı bilenler öğrendikleri hadisleri yazmaya başlamışlardır. Abdullah b. Amr, Cabir b. Abdillah, Ali b. Ebî Tâlib, Enes b. Mâlik gibi tanınmış sahabîlerin hadis yazdıkları bilinen bir gerçektir. Bazı sahabîlerin yazdıkları hadisler sahîfe denilen ilk yazılı hadis metinlerini meydana getirmiştir.
Sahabe devrinin hadis rivayeti'yle ilgili ikinci önemli meselesi, çok hadis rivayet etme konusudur. Sahabenin ileri gelenleri Hz. Peygamber'den her işitilenin rivayet edilmesini hoş görmemişlerdir. Ebu Hureyre bu konuda hayli eleştiriye uğramıştır. Onun kendisini savunmak için söylediği şu sözleri bir taraftan fazla hadis rivayet etmesinin, öte yandan bütün sahabenin hadis rivayetiyle meşgul olmasının sebeplerini açıklamaktadır:
“Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor diyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki Kur'an-ı Kerim'deki şu manadaki iki ayet olmasaydı o tek bir hadis bile rivayet etmezdi:
“O kimseler ki, bizim indirdiğimiz burhanları ve hidayeti, insanların faydalanması için kitapta açıklamamızdan sonra yine de gizlerler.
Allah ve lanet ediciler onlara lanet ederler. Ancak tevbe edenlerin, kendilerini islah edenlerin ve hakkı açığa çıkaranların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul edici ve günahları bağışlayıcıyım.” 1026Muhacirler çarşı pazarda ticaretle, Ensar, bağ ve bahçelerinde ziraatle meşgullerken Ebu Hureyre karın tokluğuna Hz. Peygamber'e hizmet ediyor ve hadis topluyordu. Başkalarının bilmedikleri şeylere şahit oluyordu.” 1027
Sahabe, hadisleri rivayet konusunda üstün bir azim ve gayret gösterdikleri gibi bildiklerini yaymak konusunda da aynı azim ve gayreti göstermiştir. Ebu Zerri'l-Gıfâri'nin boynunu işaret ederek söylediği şu sözleri bu azmi dile getirmiştir: “Kılıcı (beni öldürmek için) şuraya dayassanız, ben de Allah Resulünden işitmiş olduğum bir sözü siz işinizi tamamlayıncaya (başım kesilinceye) kadar tebliğ etmeye vakit bulacağımı bilsem o sözü size mutlaka yetiştirirdim.” 1028Bu azim iledir ki sahabe Hz. Peygamber'den görüp işittiklerini veya görüp işitenlerin nakletmesiyle öğrendiklerini yaymak hususunda birbirleriyle adeta yarışmışlardır. Kendi bilmediklerini bilenlere sorup öğrenmek için uzun mesafeleri hiçe sayarak çetin ve yorucu yolculuklar yapmışlardır. Terim olarak adına nhle denilen hadis öğrenme yolculuklarını ilk defa başlatanlar sahabîlerdir. Bu yolculukların bir çoğunun İslâm aleminin çeşitli yörelerine göç edip birbirlerinden uzaklaştıkları için çetin şartlar altında ve sırf bir hadisi öğrenmek veya bilinen bir hadisi karşılaştırıp sağlama bağlamak maksadiyle yapilıdği söylenirse sahabenin hadis rivayet ve yayma konusundaki hizmetleri daha açık bir şekilde belirtilmiş olur.
Sahabîlerin hal tercümelerine dair pek çok kitap te'lif ve tasnif edilmiştir. En önemli birkaçı şunlardır:
1. el-İsti'âb fi Ma'rifeti'l-Ashâb: İbn Abdilberri'l-Kurtubî.
2. Usudu'1-Ğâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe: İbnu'1-Esîr.
3. el-İsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe: İbn Haceri’l-Askalanî.
Dostları ilə paylaş: |