Aziz-i Meşhur:
Bk. Aziz.
B
Bâb:
“Kapı” anlamına gelir. Hadis kitaplannda aynı konudaki hadislerin bir arada bulunduğu kitâb başlıklı ana bölümler içinde yer alan tâli bölümlere denir. Bu bölümler, bütünün parçaları durumundadır.' Kur'ân-i Kerim surelerine nisbetle ayetler ne ise hadis kitaplannda kitaba göre bâb odur.
Misal vermek gerekirse Buhârî'nin şu babı verilebilir. (Ezandan sonra dua etmek babı). Bu bab, konusu itibariyle ezanla ilgili bir hadisi ihtiva ettiğinden kitâbu'1-ezân bölümü içinde yer alır. Burada, ezan sona erdiği zaman, duasını okuyan Mü’minlerin Hz. Peygamber'in şefaatine kavuşacaklarına dair bir hadis bulunur.
Hadisleri bablara göre kitâb başlıklı bölümlerde toplamak suretiyle tasnife ale'l-ebvâb metoduyla tasnif adı verilmiştir.
Bâtıl:
Sözlükte “hakk”ın zıddıdır. Aynı şekilde “zâtında sebat ve hakikat olmayan nesneden ibarettir.
Çoğulu ebâtîl gelir.” 108
Hadis Usûlünde bâtıl, mevzu manasına kullanılmıştır. Söz gelimi bir hadis nakledildikten sonra “bâtılun” veya “hazâ naberun (hadîsun) bâtılun” denilmişse109 bu ifade o rivayetin uydurma ve batıl bir söz olduğuna delâlet eder.
Bâtılun:
Bk. Bâbl.
Bedel:
Bk. İbdâl.
Bedel-i Âlî:
Uluvv özelliğine sahip bedel veya öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Bedel-i Nazil:
Bedel-i alînin zıddı olarak nuzûl özelliğine sahip bedele, öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Belâğ:
Ulaşmak manasına “belağa” kök fiilinin maştan olan belağ, genelde belağanâ eda sîgasiyla ve isnadsız olarak rivayet edilen habere denir. Çoğul belâğât gelir. (Bk. Belağanî, belağanâ ve belâğât).
Bununla birlikte harhangi bir hadis kitabında şeyhten nereye kadar işitilmiş olduğunu gösteren bazı kayıtlar bulunur. Bunlara da belağ kaydı tabir edilmiştir.
Belağ Kaydı:
Bk. Belağ.
Belağahû:
“Ona ulaştı demektir. Ravinin, hadis imamlanndan biri olan şeyhine sahih olarak ulaşmış hadisleri isnad zikretmeden rivayet ederken kullandığı lafızlardandır. Bu şekilde isnad zikretmeksizin rivayet edilen hadislere belâğât denir.
İmam Mâlik'in el-Muvatta isimli hadis kitabında belağahû, belağanî, ani's-sika lafızlarıyla isnadsız olarak naklettiği 61 hadis vardır. Bir tanesini misal verelim.
“Mâlik'den rivayet edilmiştir. Kendisine ulaştığına göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hanımı Hz. Aişe “Sabah oluncaya kadar uyumaktan korkan vitir namazını yatmadan kılsın. Gecenin sonunda uyanacağını ümit eden ise vitrini o zamana kadar geciktirsin” demiştir.” 110
Belağanâ:
“Bize ulaştı” demek olan bu tamir, beleğanî gibi hadis imamlarının kendilerine sahih olarak ulaşan hadisleri isnadını zikretmeden rivayet ederlerken kullandıkları lafızlardandır. Böyle isnad zikretmeden nakledilen haberlere belâğât denilmiştir.
İsnad zikretmeksizin “belağanâ” eda lafzıyle yapılan rivayete şu hadis güzel bir misal teşkil eder. “Katâde'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, “bize ulaştığına göre (Maide Sûresinin... el-yevme... ayeti Kurban Bayramının) arefe günü nazil oldu. (O gün) Cumaya denk geldi.” 111
İbnu's-Salâh'a göre belağanâ, zayıf hadislerin isnadsız olarak rivayetinde kullanılır. Şayet zayıf bir hadisi isnadsız olarak rivayet etmek gerekirse Kale Resûlullâh ve benzeri cezm lafızları kullanılamaz. Onun yerine Ruviye an resûlillâh (s..a.s), belağanâ anhu, verede anhu, câ'e anhu, reva ba'duhum gibi lafızlar kullanmak gerekir. Sahih mi, zayıf mı olduğunda şüphe edilen hadisler için de hüküm aynıdır. Şu hale göre “kale Resûlullâh” gibi cezm ifadeleri ancak sıhhati açığa çıkmış olan hadisler için kullanılabilir. 112
Belağanâ Ani'n-Nebî:
“Hz. Peygamber'den bize ulaştığına göre” anlamında bir tabir olup temrîz sığalarındandır.
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre bir muhaddisin herhangi bir zayıf hadisi isnadsız olarak rivayet etmesi halinde kale Resûlullâh ve benzeri cezm sigası kullanması doğru olmaz. Onun yerine ruviye ani'n-Nebî, belağanâ ani'n-Nebî, câ'e ani'n-Nebî, ravâ ba'duhum ve benzeri temrîz sîgalan kullanmalıdır. Sahih mi, yoksa zayıf mı kesinlikle bilinmeyen hadisler için de hüküm aynıdır. 113
Belağanî:
“Bana ulaştı” demektir. Hadis imamlarının kendilerine ulaşmış bulunan hadisleri veya daha umumi olarak haberleri, isnadını zikretmeksizin rivayetlerinde kullandıkları eda lafızlarmdandır. Böyle belağanî gibi lafızlarla isnad söylenmeden rivayet edilen hadislere belâğât denir.
Belağanî lafzıyla rivayete misal vermek gerekirse şu rivayet üzerinde durulabilir:
“Mâlik'ten rivayet edilmiştir, demiştir ki, “Bize ulaştığına göre Abdullah b. Ömer, oğlu Ubeyduîlah'ın seferde nafile namaz kıldığını görürdü de bir şey demezdi.”114
Birinci ve ikinci hicri asırlarda yaşamış bazı hadis imamlarının belağanî, belağanâ gibi lafızlarla isnadsız olarak rivayet ettikleri hadisler, aynı zamanda başka tanklardan mevsul olarak da rivayet edilmişlerdir. İmam Mâlik'in ilk sahih hadis kitabı sayılan el-Muvatta'ında bu şekilde rivayet edilen 61 hadis vardır. Dördü hariç diğerleri mevsuldür. 115
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre Ebu Nasr es-Siczî, bir ravinin belağanî kullanarak isnadsız rivayet ettiği hadisin mu1 dal olduğunu ileri sürmüştür. 116Anlaşıldığına göre bu gibi lafızlarla isnad söylemeden hadis rivayet edilmesi bazı muhaddislerce hoş karşılanmamıştır.
Belâğât:
Sözlükte “belâğ” kelimesinin çoğuludur. Büyük muhaddisle-rin, isnad s öylem eksizin belağanâ, belağanî gibi lafızlarla rivayet ettikleri hadislere denir.
Beyân:
Sözlükte açıklama, bir şeyin açıklığa kavuşması, anlatmak, bir şeyi delil getirerek ispatlamak gibi değişik manalara gelir.
Hadis ilminde beyân, sünnetin, dolayısiyle hadislerin Kur'ân-ı Kerim'i; yine dolayısiyle İslâm Dini'ni açıklama bahsinde söz konusu olur. Allah, Peygamberine Kur'ân-ı Kerim hükümlerini açıklığa kavuşturacak, emir ve yasaklarını tatbik mevkiine koyacak beyânı bahsetmiştir. Şu ayet-i kerime buna delalet eder.
“İnsanlara kendilerine indirileni açıkça anlatasın diye sana da “Zikr”i indirdik. Belki bu sayede onlar da düşünürler.”117 Bu ayetten anlaşılmaktadır ki, Yüce Allah, insanlara indirilen Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması için Peygamberine zikri indirmiştir. Ayetteki zikri yalnızca Kur'ân-ı Kerime hamletmek Allah bilir, güçtür; zira o kelimeyle Kur'ân-ı Kerim'in kasdedilmiş olması halinde “açıklanacak olan ve insanlara indirilen şey”in ne olduğunu kestirmek zorlaşır. Ayette geçen insanlara indirilen şey”in Kur'an olduğunda şüphe yoktur. Bu itibarla zikr”in Kur'andan ayrı ve onu açıklayıcı mahiyette bir şey olduğu, buna göre de Allah vergisi bir yeteneğe işaretten hâli olmadığı söylenebilir. Nitekim bazı İslâm kimlerinden Kur'ân-ı Kerim'i açıklayacak “zikr” ile Sünnet'e işaret edildiği yolunda rivayetler nakledilmiştir. Söz gelimi, Tâbi'îlerden Hassan b. Atiyye'den rivayet edildiğine göre, “Hz. Peygamber'e vahy inerdi. Cebrail (a.s) aynı zamanda ona inen vahyi tefsir eden Sünneti de getirirdi.”118 Diğer taraftan Hz. Peygamber “Şüphesiz bana kitap ve kitapla birlikte bir benzeri verildi” buyurmuştur.119 Şu hale göre Allah, Resulüne insanların dünya ve ahiret saadetini temin edecek Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş, ayrıca ona indirdiği Kur'ân'ı açıklayacak onun bir benzeri olan Sünneti bahsetmiştir. Gerçekten Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'i beyan eder. Ayetlerinden maksadın ne olduğunu açıklar. Mücmel ayetlerini tafsil eder. Müşkillerini açıklığa kavuşturur. Ayrıca Kur'ân'da olmayan hükümler koyar.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki beyan. Hadis ilminde özellikle İslâm Şeriatının birinci kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması manasınadır. Kur'ân-ı Kerim'i de en başta Sünnet açıkladığına göre beyan Sünnetin bu fonksiyonunu ifade eden bir tabir mâhiyeti almaktadır.
Bid'at:
Değil Hadis ilminde, diğer islamî ilimlerin hemen hepsinde sıkça rastlanan bir terimdir. Sözlükte bir şeye başlamak, ibda ve ihdas etmek, yani bir şeyi ilk defa ortaya atmak; inşa etmek manalarına gelir. Genellikle İslâmiyet'in kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet ve izafe edilen şeylere denir. Bu şeyler Hz. Peygamber (s.a.s) 'in sağlığında yoktur. Sahabiler tarafından bilinmemektedir. Sonradan ortaya çıkmış ve dine sokulmuşlardır. Şu halde “dinin kemale ermesinden sonra ortaya- çıkan nesneye bid'at denir. Bir görüşe göre de bid'at, Hz. Peygamber'den sonra dinde ortaya çıkan işlere, heva ve heveslere de ıtlak edilir. Çoğulu bida' gelir.”120
Genel manada bid'ate, emirlerin halk arasına karışmaktan çekinmeleri misal verilebilir. Hz. Peygamber hayatta iken böyle bir şey yoktur. Bizzat o, aile hayatı dışında devamlı olarak sahabilerin arasına karışmış, onlarla birlikte olmuştur. Sahabe zamanında da durum değişmemiştir. Toplum içinde söz sahibi herkes, özellikle emirler halk arasına girmemeleri lazım geldiği ileri sürülmüş; bu iddiayı desteklemek üzere bir takım deliller getirilmiştir. Hatta bu konuda hadis uyduranlar da olmuştur. Böylece bu iş, dinî bir kalıba sokulmaya çalışılmıştır.
Bid'atte en mühim noktayı Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç edişinden sonra ortaya çıkan şeyler oluşu ile bunlara islâmî bir görünüm verilmesi teşkil eder. Birinci noktayı bazı İslâm âlimleri mutlak manada anlamışlar ve muhdes yani dinde sonradan ortaya konan her şeyi bid'at saymışlardır. Buna karşılık kimi âlimler de bid'at tarifîndeki ihdas edilen şey esasının mutlak manada alınmaması gerektiği görüşüne varmışlardır. Bunun sonucu olarak bid'at telakkisinde oldukça farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşler münakaşalara yol açmıştır. Sonunda bid'at, bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyi'e olarak iki grubda mütalaa edilmiştir. Bid'at-ı Hasene, iyi ve yararlı bid'at manasıyle “cinsine İslâm Şeriatinde bir asim şahidi olduğu” bir diğer ifadeyle “dini bir asılla izah edilebilen” Bid'at-i seyyi'e ise dinle ilgisi olmayan, çok kere dinî asıllara zıt düşen zararlı bid'atlerdir. Bunlara bid'ati dalâl (saptıran, sapık bid'at) da denir. 121
Hadis ilminde bid'at, ravinin akidesiyle ilgili ta'n sebeplerindendir. Özel terimiyle bid'atu'r-râvî, ravinin bid'ad ehlinden olması manasınadır ve metâ'in-i aşere denilen ravinin cerhinde göz önünde bulundurulan on tenkid noktasından biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Ravinin bid'ati genel olarak iki grupta mütalaa edilir. Bunlardan birincisi, bid'at-i mükeffire denilen ve sahibini -Allah korusun- küfre götüren; sonunda tekfir edilmesine sebep olan bidattir. İkincisi küfre götürmese de sahibinin fâsık sayılmasına sebep olan bid'attir. Böyle bidatlere bid'at-i gayr-i mükeffire denilmiştir.
ez-Zehebî'ye göre ravinin bid'ati iki türlüdür. Birisi bid'at-i suğrâ, yani küçük bid'attir. Tâbi'în ve Tebe'u't-Tâbi'în dönemlerindeki şekliyle aşırı olmayan Şia taraftarlığı, yahut Hz. Ali'ye karşı harbedenler hakkında ileri geri söz söylemek gibi aşın Şi'a taraftarlığı küçük bid'at kabilindendir. İkincisi bid'at-i kubrâ (büyük bid'at) denilenidir. Rafızîlik, aşın Rafızî taraftarlığı, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer'e sövmek ve bu mezhebe davet etmek bu tür bidattir. 122
Hadis İlminde kimlerin bid'at ehlinden sayıldıklan ve mübtedi' denilen bidate kapılmış ravilerden hadis rivayeti ya da rivayetlerinin değerlendirilmesi için ehlu'l-bid'a maddesine bakılabilir.
Bid'atu'r-Râvî:
Bk. Bid'at.
Bilâd Tedlîsi:
Bk. Tedlîs.
Buhârî:
Bk. Sahîh-i Buhâri.
Buldâniyye:
Kelime olarak bir beldeye mensup olanlar anlamına ismi mensuptur. Hadis edebiyatı içinde bazı muhaddislerin, belli bir beldeye mensup hadiscilerin rivayet ettikleri hadisleri bir araya getirerek tasnif ettikleri çoğu cüz şeklindeki müstakil kitaplara bazı muhaddislerce verilen isim olarak görülmektedir. İçlerinde kırk hadisi bir arada topladığı için el-erba'ûnu'l-buldâniyye ismini alan derlemeler de vardır.
Buldânu'r-Ruvât:
Bk. Evtânu'r-Ruvât ve Buldânihim.
C
Cadde:
Sözlükte ulu ve işlek yol anlamına gelen cadde, bazı hadis usulü alimlerince bir ravinin hadisi rivayet ettiği tarik manasına kullanılmıştır.
Câ'e An Fulân Mevkûfen:
“Falancadan mevkuf olarak geldi” manasına bir tabirdir. İsnadı sahabîye kadar ulaşan mevkuf haberlerin naklinde kullanılan tabirlerdendir. Herhangi bir haberi naklettikten sonra kullanıldığında o haberin isnadının sahabiye kadar ulaştığı ve Hz. Peygamber'e ait merfû' değil, mevkuf bir haber olduğu ifade edilmiş olur.
Câ'e Ani'n-Nebî:
“Hz. Peygamber'den şöyle gelmiştir” demektir. Temriz sîgalarındandır.
İbnu's-Salâh, bir muhaddisin herhangi bir zayıf hadisi isnadsız olarak rivayet ederken kale Resûlullâh gibi kesin rivayeti ifade eden cezm sîgalan değil temriz sığaları kullanması gerektiğini söyler, ona göre muhaddis, sahih veya zayıf olduğunda şüpheye düştüğü hadisleri rivayet ederken de aynı şekilde cezm siğaları yerine ruviye, verede, reva ba'duhum, câ'e gibi temriz sigalarından birini kullanmalıdır.123
Buna göre câ'e ani'n-Nebî lafzı, zayıf hadislerle sahih veya zayıf olduğunda tereddüt edilen hadislerin isnadsız olarak rivayetlerinde kullanılması öngörülen eda lafızlarından biridir.
Cami':
Kelime olarak “toplayan, bir araya getiren” anlamında ismi faildir. Çoğulu cevâmi' gelir.
Hadis terimi olarak, Hz. Peygamber'in çeşitli konulardaki hadislerini bir araya getiren kitaplara denir. Genellikle şu sekiz konudaki hadislerden meydana gelirler.
1. Akâ'id (iman ve iman ile ilgili konular);
2. Ahkâm (ibadet ve muamelât);
3. Rikâk (İman ve ibadet duygularının güçlenmesi, dünya sevgisinin zayıflaması);
4. Âdâb (Yeme-içme ve öteki günlük hayatta işlenen diğer işlerde uyulacak ahlak kaideleri),
5. Tefsir, Tarih ve Siyer (Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, kainatın yaratılışından Hz. Peygamber (s.a.s) zamanına gelinceye kadar gelmiş geçmiş peygamberler ve insan toplulukları, nihayet Allah Resulünün hayatı, zamanında geçen olaylar);
6. Şemâ'il (Hz. Peygamber'in özellikleri, günlük yaşayışı ve üstün ahlaki meziyetleri);
7. Fiten (Hz. Peygamber'in ebedî hayata göç etmesinden sonra ve Kıyamete yakın meydana gelecek olaylar);
8. Menâkib ve Mesâlib (Bir kısım sahabîlerin menkibeleri).
Buhâri ve Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh adındaki kitapları ile Tirmizî'nin Sünenu't-Tirmizî de denilen aynı adı taşıyan kitabı, cami tipi hadis kitaplarının en meşhurlarıdır.
Maliki alimlerden Abdullah b. Ebî Zey-di'1-Kayrevânî'nin sünen, âdâb, tarih meğâzî konularındaki Kitâbu'1-Câmi' isimli eseri gibi bazı hadis kitapları bu konulardan sadece bir kaçını ihtiva ederler. İbn Huzeyme'nin akâ'id konusundaki hadislere yer veren Kitâbu't-Tevhîdi; Buhârî'nin âdâb konusundaki hadislere ayırdığı el-Edebu'1-Mufredi; Tirmizî'nin Şemâ'il konusundaki hadisleri bir araya topladığı eş-Şemâ'ili gibi eserler ise bu konulardan yalnız birine ait hadisleri bir araya getirirler.
Cami' türü hadis kitaplarının yalnızca ahkâm hadislerine ayrılmış olanlarına musannef de denir.
El-Câmi'u's-Sahîh:
Sekiz ana konudaki hadislerin tümünü ihtiva eden cami' türü hadis kitaplarının sahih özelliğini taşıyanına verilen isimdir. Özellikle Buhârî ve Müslim'in sahihleri için kullanılmıştır. Bu iki esere es-Sahîhân (iki sahih) adı verilmiştir.
Câmiu't-Tirmizî:
Bk. Sünen-i Tirmizî.
Cârih:
Sözlükte yaralamak manasına gelen “cereha” kök fiilinden alınma ismi faildir. Yaralayan demektir.
Hadis deyimi olarak bir raviyi, şahsında veya rivayetinde bulunan kadih bir illetten dolayı cerheden alime denir.
Cerh ve ta'dil maddesinde söz konusu edileceği gibi, İslâm alimleri İslâm şeriatını korumak, onu yalan-yanlış rivayetlerden uzak tutmak gibi asil bir endişeyle hadis ravilerini sağlam esaslara dayanan tenkit süzgecinden geçirmişlerdir. Böyle bir tenkidin sonunda herbiri hakkında ya cerh hükmü vermişler, ya da adalet sahibi olduklarını söylemişlerdir. Ravi hakkında cerh hükmü vererek rivayetinin güvenilir olmadığını açıklayan cerh ve ta'dil alimine carih denilmiştir.
Carihin bazı niteliklere sahip olması gerekir. Bu niteliklerin başında ravilerin hallerini bilmek gelir. Carih, ravi hakkındaki cerh hükmünü ancak bu bilgiye dayanarak verebilir. Bilgisiz cerhin dedikodu ve gıybetten öte hiçbir ilmî değeri yoktur. Kaldı ki, ravinin cerhine hükmeden âlim, hükmünü neye dayanarak verdiğini açıklamak zorundadır. Bu kaidenin zanna dayanan veya indi tevillerle cerhin önüne geçmek için konulduğu şüphe götürmez.
Rivayet edildiğine göre bir şahıs birini cerheder. Cerh sebebi sorulduğunda onu ayakta su dökerken gördüğünü söyler.
“Bunda cerhi gerektirecek ne var?” diye sorulduğunda
“Üzerine ve elbisesine sidik sıçrayacağı, sonra da o halde iken namaz kılacağı” cevabını verir. Cârihe
“Onu bu halde namaz kılarken gördün mü?” diye sorulunca ise
“Hayır görmedim” der. Olayı nakleden el-Hatîbu'l-Bağdadî şunları eklemiştir:
“Bu ve benzeri cerhler te'ville cerhtir. Alim olan, bu ve benzeri sebeplerle kimseyi cerhetmez.” 124
Bunun yanısıra carihin, ravinin cerhine sebep teşkil eden hallerini iyi değerlendirmesi ve adaletli olması gerekir. Adalet vasfına sahip olmayan veya adalet yönünden noksan bulunan carihin herhangi bir ravi hakkındaki hükmünde isabetli olabileceği şüphelidir.125
Diğer taraftan carihin, kendine göre cerhin gerçekleşeceği yerlerde maksadının hasıl olacağı en alt seviyede kalması, bu seviyeyi yukan geçmemesi gerekir. Bu sebeptendir ki bazı alimler, cerhte asgari hadde kalmayıp ravileri kezzâb gibi ağır cerh lafızlarıyla cerhedenleri ayıplamışlardır. Müslim'in naklettiğine göre Eyyüb es-Sahtiyânî, birinden söz ederken yalancılığından kinaye olarak “O fazla yazar” dermiş. Buhârî de bu hususa riayet edenlerdendir. Onun en çok kullandığı cerh lafızları Munkerul-hadîs, seketû anhu, fthi nazar, terekûhu gibileridir. Fulânun kezzabını veya vaddâ'un diyerek cerhettiği raviler son derece azdır. Yalancı ravilerin cerhinde ise kezzebehû fulânun, ramâhu fulânun bi'1-kezib gibi cerh lafızları kullanmıştır.126
Hadis ilminde yüksek mertebelere ulaşmış alimlerin, ravilerin hallerini bilmek ve ona göre cerhetmek mecburiyeti, onları, hadislerle meşgul olan herkesin halini, günlük hayattakilerden dinî konulardakilere kadar bütün davranışlarını araştırmaya sevketmiştir. Araştırmaları sonucu öğrendiklerine göre verdikleri hükümleri başkalarının ve gelecek nesillerin de öğrenmesi için rical bilgisi veren kitaplar te'lif etmişlerdir. Raviler hakkında verilmiş hükümleri açıkladıkları bu kitaplardan birkaçının isimleri cerh ve ta'dil ilmi maddesinde kaydedilmiştir.
Cehâlet:
Sözlükte “cehl” kelimesiyle eş manalı olarak bilgisizlik manasınadır ki ilim karşılığıdır. Alâ harfi cerriyle bilmez görünmek manasına olur. 127Cahillik, farkına varmamak, bilmemek, cahil olmak da aynı kelimenin manaları arasındadır.
er-Rağıbu'l-İsbehânî'ye göre cehalet üç çeşittir. Birincisi nefsin bilgiden hâlî olmasıdır. Cehlin asıl manası budur. İkincisi, bir şeye olduğundan farklı bir şekilde inanmak; üçüncüsü ise bir şeyi yapılması gereken şeklin aksine yapmaktır. 128
Hadis terimi olarak cehalet, metâ'in-i aşere denilen ve ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on esastan biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Hadis usulü kaynaklarında cehâletu'r-râvî şeklinde de geçen cehalet, tek cümleyle ravinin bilinmemesidir.
Bir ravinin bilinmemesi iki türlü olur. Birincisi, kimliğinin; öteki deyişiyle kim olduğunun bilinmeyişidir. Bu tür cehalete cehâlet-i ayniyye veya cehâletu'1-ayn da denir. İkincisi ise ravi hakkında verilen cerh ve ta'dil hükmünün bilinmemesidir. Cehaletu'l-vasf da denilmiştir.
Gerek kimliği, gerekse hakkında verilen cerh ya da ta'dil hükmü bilinmeyen raviye meçhul denir. Meçhul ravi, eğer kimliği bilinmiyorsa mechûlu'1-ayn; adaleti bilinmiyorsa mechûlu'l-adâledir.
Ravinin kimliğinin veya cerhedildiğinin yahutta adaletinin meçhul kalması iki sebepten ileri gelir. Bunlardan birincisine göre kimi ravilerin isim, künye, lakab, nisbet veya sıfat ve meslek gibi kendisini meçhul kalmaktan kurtaran nitelikleri çoktur. Ravi bunlardan sadece biri veya ikisiyle tanınmıştır. Böyle iken ondan rivayette bulunanların her biri, herhangi bir maksatla onun bilinen meşhur niteliğini bırakıp meşhur olmayan niteliklerinden birini söyler. İşitenler onu tanımadık başka biri zannederler. Meselâ, Muhammed b. Sâ'ib el-Kelbî'yi bazıları dedesine nisbet ederek Muhammed b. Bişr, Bazıları Hammâd İbnu's-Sâ'ib isimleriyle anmışlardır. Bazıları da onu Ebu'n-Nadr, yahud Ebu Sâ'id, yahutta Ebu Hişâm gibi değişik künyelerle zikretmişlerdir. Böylece rivayel ettiği hadis bir iken durumu bilinmeyenler onu değişik raviler sanmışlar ve türlü türlü hatalara düşmüşlerdir.
Bu şekilde değişik isim veya künyelerle zikredilen şahısları tanımak, farklı lakab veya künyelerini birleştirerek yapılan hataları düzeltmek için hadisciler mûdih adı verilen kitaplar yazmışlardır. 129
Ravinin bilinmemesinin ikinci sebebi mukül olması, yani az hadis rivayet etmesi, veya tek ravisinin bulunmasıdır. İster tâbi'ûndan, isterse daha sonraki tabakalardan olsun, tek ravisi olan mukül, ravisi ismini açıklasa bile mechûlu'l-ayn olmaktan kurtulamaz. Şu da var ki mukül olan ravinin ismi bazen de kısaltma yapmak maksadıyle zikredilmez. Böyle ravi ismi anmamaya ise ibhâm adı verilir.
Ravisi bilinmeyen hadisler, hadiscilerce makbul sayılmamıştır; zira bir hadisin sıhhati herşeyden önce onu rivayet eden ravinin adalet sahibi olmasına ve zabt özelliği taşımasına bağlıdır. Ravinin kimliği bilinmeyince haliyle adaletli olup olmadığı da bilinemez. Adaleti bilinmeyen ravinin hadisi ise sahih sayılmaz.
Cehâlet-i Ayniyye:
Bk.Cehalet.
Cehâletu'l-Ayn:
Bk. Cehalet.
Cehâletu'l-Vasf:
Bk. Cehalet.
Cehâletu'r-Râvî:
Bk. Cehalet.
Cehaletu't-Ta'yîn:
Kimliği kestirilemeyen ravinin cehaleti manasına tamlamadır. Hadis Usûlü İlminde bazı isnatlarda görülen “ev” edatının ifade ettiği tereddütle ilgilidir.
Bazı raviler isnatlarında bazen ahberanâ fulânun ev fulânun gibi bir eda sîgası kullanırlar. Bu durumda ravi hadîsi isimlerini verdiği şeyhlerinden hangisinden aldığını kestirememiş demektir. Bunun sonucu her iki şeyhi hakkında kesinlikle hangisinden olduğunu tayin edememekten doğan bir cehalet söz konusu olmuştur ki buna cehâletu't-ta'yin adı verilmiştir.
Şu var ki, böyle bir durumda kestirilemeyen şeyhlerden her ikisi de sika ise ortaya çıkan ta'yin cehaletinin gerek isnada, gerekse metne herhangi bir zararı dokunmaz.
Cem:
Dağınık nesneleri toplamak, bir araya getirmek anlamında mastardır. Hadis Usulünde ihtilâfu'l-hadîs bahsiyle ilgili olarak, ilk bakışta aralarında çelişki varmış gibi görünen hadislerin te'vil yoluyla birleştirilmesine denir.
Öte yandan aynı tabirin kimi Hadis usulü eserlerinde çeşitli konulardaki hadisleri bir araya toplayarak kitap haline getirmek anlamında da kullanıldığı görülür. Belli kitaplardaki hadisleri bir araya toplayıp değişik tertipde yeni bir eser meydana getirmeye de aynı isim verilmiştir.
Cemâ'a:
Bk. Cemâ'at.
Cemâ'at:
Sözlükte topluluk ve cemaat anlamına gelen isimdir. Bazı alimlerce el-Kutubu's-Sitte sahiplerine veya bunlarla birlikte Ahmed b. Hanbel'e işaret etmek üzere kullanılmış bir tabirdir.
Cerh:
Sözlükte “yaralamak, dürtmek, tesir etmek, bir yarayı deşmek” manalarına gelir. Asıl olan yaralamak manası yanında bir kimseye söğmek, hakimin, yalan veya fısk gibi sebeplerle şahidi adaletten düşürerek şahitliğini reddetmesi, nihayet lazım fiil manasıyla yararlanmak gibi manaları da vardır.130
Hadis terimi olarak cerh, tecrîh ile aynı manada kullanılır. Mutkin ve hafız olan bir alimin bir ravinin rivayetini, kendisinde veya rivayetinde bulunan kâdih illet sebebiyle reddetmesine denir. Bu, bir bakıma ravinin veya rivayetinin taşıdığı kâdih illet yüzünden rivayet ettiği hadisin doğruluğuna şehadetini reddetmekten ibarettir. Ravi, sırf kusuru yüzünden reddedilmekle cerhedilmiş demektir. Dolayısiyle hadisi de reddedilmiştir. Bununla birlikte ravinin rivayetinde mesela yalan ithamına maruz kalması, çokça yanılması gibi sebeplerle reddedilmesi de aynıdır ve rivayetinin reddiyle sonuçlanır. Şu hale göre cerh, hadis ravilerinde bulunan ve rivayetlerinin reddedilmesine sebep olan kusurların tesbit edilerek rivayet kusurlarının ortaya konması ve bunun sonucu olarak naklettiği hadislerin reddedilmesini sağlamaktır.
Cerh konusu Hadis ilminin en önemli konularından biri, hatta birincisidir. İslamî nakilleri, özellikle hadisleri korumak ve uydurmalarıyla karışmasına mani olmak gayesiyle konulmuştur.
Çeşitli vesilelerle tekrar edileceği gibi, İslâm Dini, Kur'ân-ı Kerîm'den sonra Sünnete, dolayısiyle de hadislere dayanır. Hadisler nesilden nesile rivayet yoluyla aktarılmıştır. Bu aktarma işinin sistemli bir şekilde yürütülebilmesi başta isnad olmak üzere konulan rivayet kaideleriyle mümkün olmuştur. Bunun yanısıra ravinin her halinin tetkik edilmesi sonucu hakkında verilen cerh veya ta'dil hükmü ise hadisleri değerlendirme esaslarının başında yer almıştır. Bu itibarla rivayetleri kabulde tadıl, reddetmede tecrîh önemli bir metot haline gelmiştir.
en-Nevevî'ye göre ravilerin cerh edilmesi, İslâm şeriatını korumaktır. Hadis rivayeti dinî bir iş olduğundan ravileri cerhetmek lüzumsuz ve haram olan gıybet değildir. Dedikodu da sayılamaz. Aksine vacip bir iştir.131 Zira rivayetler çok kere bir şeyi ya helal, ya haram kılar. Emreder veya yasaklar. Teşvik eder veya sakındırır. Halbuki zayıf ravilerin naklettikleri yalan yanlış haberler müslümanları hatalı yollara sürükler. 132Nitekim tanınmış cerh ve ta'dil âlimi Yahya b. Sa'id el-Kattân, “Sufyânu's-Sevrî, Şu'be, Mâlik gibi alimlere “yalan töhmetine maruz kalan yahut zayıf bulunan bir ravinin halini açıklayayım mı, yoksa susayım mı?” diye sordum; hepsi de “halini açıkla” dediler” diyor. Yine Yahya, “cerhettiğin kimselerin kıyamet günü hasım olarak karşısına dikilmelerinden korkmuyor musun?” diye soranlara şu cevabı vermiştir: Onların kıyamette karşıma hasım olarak çıkmaları, hadislerini müdâfa etmediğim için Hz. Peygamber (s.a.s)'in hasım olarak çıkmasından daha evlâdır.” 133
Tirmizî de şunları söylemiştir: Muhaddisleri hadis ravilerini cerhe seviden âmil, bize kalırsa, Allah bilir, müslümanların iyiliğine çalışmaktır. Yoksa bunların müslümanlara ta'n etmek veya dedikodu yapmak istedikleri düşünülemez. Bize göre muhaddisler cerh ile ancak zayıf ravilerin zayıf olduklarını açıklamak istemişlerdir. Bunu da onların tanınmaları için yapmışlardır; zira zayıf kabul edilen ravilerin kimi bidat sahibidir. Kimi hadislerinde töhmet altında kalmıştır. Kimi de gaflet sahibi veya çok hata yapan biridir. Cerh ve ta'dil imamları, dine olan şefkatlerinden dolayı bunların hallerini beyan etmek istemişlerdir. Kaldı ki dinî konulardaki tesebbüt (işi sağlam tutma) hukukî şehadetten de mal konusundaki şehadetten de daha mühimdir.” 134
Tarîhen sabittir ki sahabîler arasında görülen ihtilaf ve anlaşmazlık Tâbi'ûn ve Tebe'ut-Tâbi'în devirlerinde müslümanlar arasında birer tarafı tutmak meylini doğurmuştur. Çok geçmeden bazı fırkaların ortaya çıkışıyla birlikte bazı kişiler, dinin gerçek yüzünü değiştirecek hadisler uydurmaya başlamışlardır. Bu faaliyetlerin giderek artması İslâm Dini'nin Hz. Peygamber zamanındaki safiyetini koruma endişesine yol açmıştır. Bunun üzerine hadis âlimlerinin, işittikleri rivayetleri inceden inceye tetkik ederek şüpheli gördüklerini haber vermeleri; bunun için de birçok hadis ravisini ta'n etmeleri zarurî hale gelmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hadislerinin toplanma, tedvin edilme, daha sonra da tasnif edilerek kitaplara yazılma zamanı olan yaklaşık üç asır devam eden süre içinde binlerce ravi teker teker cerh ve ta'dil süzgecinden geçirilmiştir. Bu tenkit faaliyeti sonunda naklettiği hadisler makbul sayılan sika ravilerle zayıf ve metruk olanlar, meçhuller ve bilhassa yalancılar ve hadis uyduranlar tesbit edilmiştir. İşte cerh, böyle bir gayretin sonucudur.
Cerh ve ta'dil kaideleri arasında cerhle ilgili olanlar önemli bir yer tutarlar. Bunun yanısıra cerhle ilgili bazı önemli hususlar vardır. Bunların başında cerhedilen ravide gerçekten cerhe sebep teşkil edecek bir halin bulunması gelir. Bir de herkesin, cerh ediyorum diye dilediği kimseyi dilediği şekilde kötülememesi gerekir; çünkü öyle haller vardır ki bunlar, çoğunluğun nazannda sahibinin cerhini gerektirecek kötülükler değillerdir. Öyle iken bazıları bunları kötü görür ve yapanları cerhederler. Bu ise onların bazı insanları haksız yere kötülemesiyle birdir. Cerhin, cerhe sebep teşkil eden hal açıklanmadıkça kabul edilmemesinin en mühim sebebi budur.
Öte yandan cerhin, cerhi gerektirecek görünür bir halden dolayı yapılması gerekir. İndî yorumlarla raviler cerhedilemez. Onun için cerh ve ta'dil alimlerinin ravilerin cerh edilmesini gerektiren halleri iyi bilmeleri gerekir.
Dostları ilə paylaş: |