Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə26/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   51

Mechûlu'l-Adâle:

Muhaddislerce tanınmadığı, kendisi ilim talebiyle meşhur olmadığı, hadis alimlerini bilmediği, hadisleri sadece bir tek şahıs cihetinden geldiği için meçhul addedilen ravilerin kısımlarındandır. (Bk. Mechul).


“Adaleti mechûl” manasından da anlaşılacağı gibi mechulu'l-adâle olan ravi önce adalet durumu bilinmeyen ravidir. Rivayeti ister tek hadise münhasır kalsın, isterse bir kaç hadis rivayet etmiş olsun adaletli olduğu bilinmeyen ravi mechulü'1-adaledir.
Adaleti meçhul bir ravi, Hadis ilminde şöhret sahibi olan en az iki ravinin kendisinden rivayette bulunmasıyle her ne kadar meçhul olmaktan kurtulursa da bununla adaleti sabit olmaz. Yine mechûlu'l-adale olarak kalır; zira kaide olarak bir ravinin adaleti kendisinden iki veya daha fazla kimsenin rivayette bulunmasından ziyâde, hadis imamlarının veya cerh ve ta'dil âlimlerinin adaletli olduğunu söylemeleriyle anlaşılır. 638

Mechûlu'l-Ayn:

Mechûlu'z-zât da denir. Her ikisi de kendisi meçhul manasınadır. Rivayette infirâd etmesi yüzünden mechûl sayılan raviye denilmiştir.


Meçhul maddesinde söz konusu edildiği gibi, sadece bir ravinin kendisinden rivayette infirad ettiği; bu sebeple mechül addedilen raviler üç kısımdırlar. Mechûlu'1-ayn bunlardan üçüncüsüdür ve tek ravisinden başka hiç bir ravi veya hadis âlimi tarafından bilinmeyen kimsedir.
el-Hatîbu'1-Bağdâdî'ye göre Mechûlu'l-ayn hadis âlimlerince bilinmeyen, hadisi yalnızca bir tek ravi cihetinden bilinen kimsedir. İbn Abdilber de aynı görüştedir. Ona göre de, kendisinden yalnız bir ravi hadis rivayet etmiş kimse hadis âlimlerince mechûlu'1-ayn dır.
Mechûlu'l ayn mubhem hükmünde olup, hadis âlimlerinin ve fakihlerin cumhuruna göre makbul değildir. Hadisleri alınmaz. Bununla birlikte rivayetin kabulü için müslüman olmayı yeterli görüp bundan başka şart aramayanlara göre mechûlu'l-aynın rivayetleri makbuldür. Bu konuda üçüncü bir görüş daha vardır. Buna göre ise mechûlu'l-aynın rivayetleri eğer Abdurrahman İbn Mehdî, Yahya b. Sa'id el-Kattân gibi yalnızca adalet sahibi kimselerden rivayet etmekle tanınan bir ravi kendisinden rivayette infirâd etmişse rivayetleri kabul edilir. Kendisinden rivayette tek kalan ravi bu özellikte değilse mechûlu'l-ayn’ın rivayeti makbul addedilmez.
İbn Hacer de en doğru görüş kaydıyla buna yakın bir görüş ileri sürer. O'na göre mechûlu'1-ayn'dan rivayette teferrüd eden ravi cerh veya ta'dile ehil birisi ise onun tezkiyesiyle, değilse onun dışında cerh ve ta'dile ehil olan birinin tezkiyesiyle mechûlul-ayn’ın rivayeti kabul edilir. Aksi halde edilmez. 639

Mechûlu'l-Hâl:

Sadece bir tek ravisi olduğu için (mukill) meçhul kalmış iken ismini açıklayarak iki veya daha fazla adalet sahibi ravinin rivvayette bulunduğu ancak ne kendisinden rivayette bulunanlar ne de başka kismeler tarafından terkiye ve tevsik edilmemiş raviye mechûlu'1-hal veya mestur denir.


Mechûl maddesinde söz konusu edildiği gibi, bir tek ravinin kendisinden rivayette infirâd ettiği ve bu yüzden meçhul addedilen raviler üç kısımdır. Bunlardan ikincisi zahiren adalet sahibi oldukları halde gerçekte adalet yönünden meçhul kalanlardır. Böyle meçhul ravilere mechûlu'l-hâl veya mestur adı verilir.
Mechülu'l-hâl'in iki veya daha fazla ravi tarafından hadisleri rivayet edildiği halde mestur kalması adalet durumunun belli olmayışıdır.
Bir ravinin kendisinin veya halinin bilinmesi hadis ilminde farklı mütalaa edilir. Buna göre mechûlu'l-hâl ile mechûlu'l-ayn arasında fark vardır. Bu fark ilkinin iki veya daha fazla kişinin rivayet etmesiyle meçhul olmaktan çıktığı halde adalet yönünden halinin meçhul kalması, ikincisinin ise kendisinden sadece bir kişinin rivayette bulunmasından ötürü hem şahsının hem de adalet durumunun meçhul kalması itibariyledir.
İslâm alimlerinin büyük çoğunluğuna göre mechûlu'1-hâl ravilerin rivayetleri merduddur; zira rivayetin kabulü için ilk şart ravisinin adaletli olduğu zannının bulunması gerekir.
Buna karşılık bir kısım İslâm âlimleri mechûlu'1-hâl veya mesturun rivayetinin kabul edileceği görüşündedir. İmam-ı A'zam, mesturun rivayetini kabul edenler arasındadır. İbn Hibbân ile Şafiî âlimlerden Selim er-Râzî de mesturun rivayetinin kabul edileceği görüşünde olanlardandır. Onlara göre bir ravinin adaletli olması için hiç bir kimse tarafından cerh edilmediğinin bilinmesi kafidir. Bununla birlikte raviler hakkında verilecek hüküm, haklarında cerhi gerektirecek bir durum açığa çıkmadığı sürece, kendilerini adaletli saymaktır. Herkes zahiri bilmekle mükelleftir. Hiç kimse cerhi gerektiren hali bilmekle mükellef değildir. Bu konuda Yüce Allah mealen “kimsenin kusurunu araştırmayınız” 640buyurmuştur. Kaldı ki bir ravinin adaletli olduğunu haber vermek kadar adaletsiz olduğuna hükmetmek de iyi zanna dayanır. Zannın bazıları ise günahtır. Ayrıca bir insanın adaletli olup, olmadığını bilmek ekseriya imkânsız olduğundan yalnız zahirdeki adaleti ile yetinmek gerekir. Cerh bulunmamakla birlikte bu adalet iyi zanna binaen mevcut addedilmek gerekir. Nitekim İbnu's-Salâh bu konuda “meşhur hadis kitablarının çoğunda hayli zaman önce ölmüş ve iç yüzlerini araştırmaya imkan kalmamış bir çok ravi hakkında bu görüşe göre hareket edilip dışardan görünüşleriyle yetinilmişe benziyor” demiştir.
Bazı alimlere göre İmam-ı A'zam mesturun rivayetini kabul etmesi, müslümanlann ekseriyetinin adalet sahibi olduğu devirde yaşamış olmasından dolayıdır. Sonraları ise insanlar arasında fısk galip geldiğinden mechûlu'1-hâl ile mesturun rivayetlerini tezkiyesiz kabul etmemek zaruri hale hale gelmiştir. Nitekim İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammedde şehadetin mesturun tezkiyesinden sonra kabulüne kail olmuşlardır.
Bu ihtilafın özü şuna varır ki, Sahabe, Tâbi'în ve Tebe'ut-tâbi'înden mestur olanların rivayetleri makbuldür. Ancak diğerlerinin rivayetleri tevsik ve tezkiye vaki olmadan kabul olunmaz.
Mechûlu'l-hâlîn rivayetlerinin kabulü konusunda üçüncü bir görüş daha vardır ki buna göre mestur raviden rivayet edenler şayet sadece adaletli ravilerden rivayet eden kimselerse mesturun rivayeti makbuldür; değilseler makbul addedilmez. 641

Mechûlu'z-Zât:

Bk. Mechûlu'1-Ayn.



Meçhulün:

Bk. Meçhul



Meclis:

Oturmak karşılığı “celese” kok fiilinden alınma ism-i mekândır ve oturacak yere denir. 642Çoğulu Mecâlis gelir.


Hadis terimi olarak, hadis okunan ve imlâ ettirilen oturumlara denilmiştir. Belli bir kitabın okunduğu, hadis meselelerinin öğrenildiği derslere denildiği de olur.

Mecruh:

Cerhedilmiş raviye denir. Cerh ve ta'dil alimleri tarafından cerhin herhangi bir mertebesinde yer alan lafızlarla hakkında tecrih hükmü verilmiş ravi mecruh addedilir.


el-Hâkimu'n-Nisâburî'ye göre mecruh ra-viler on tabakadır. En ağır cerhle mecruh olanlardan başlamak üzere şunlardır:
1. Hz. Peygamberin ağzından yalan uyduranlar: Hz. Peygamber (s.a.s) birçok sahabîden bazı âlimlere göre yüze yaklaşan tarîk ve vecih den rivayet edilen sahih ve meşhur hadisinde “benim ağzımdan yalan uyduranlar Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar” buyurmuş olmasına rağmen bu büyük günahı işleyenler olmuştur. el-Muğîre b. Sa'îd el-Küfî, Ebu Abdirrahim el-Kûfı, Muhammed b. Sa'îd (el-Maslûb) es-Şâmî gibi zındıklar bunlardandır. Bu âlim özentileri hadis uydurmuşlar; müslümanların kalblerine şüphe sokmak üzere uydurdukları sözleri halk arasında hadis olarak yaymışlardır. Öteki hadis uydurma sebepleriyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in mübarek ağzından yalan uyduranlar da bu gruptandır.
2. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait meşhur hadislerin bilinen isnadından başka isnad uydurarak kimsenin bilmediği hadisleri biliyor görünme sevdasında olanlar: Mekkeli İbn Hayye lakabıyla tanınan ibrahim İbnu'l-Yese'a gibi ki Ca'fer b. Muhammed es-Sâdık, Hişâm b. Urve gibi meşhurlardan hadis rivayet eder birinin isnadını ötekine bindirirdi.
3. İlim sahiplerinden bir kısmı: Bunlar, İbrahim b. Hudbe misali kendileri doğmadan önce vefat etmiş kimselerden rivayette bulunarak rivayet ilmine büyük kötülükleri dokunmuş olanlardır.
4. Sahih olarak rivayet ettikleri sahabe sözlerini ‘mevkûf’ isnadını Hz. Peygamber'e ref ederek ona ait sözlermiş gibi (merfu) nakledenler; Muvatta ravisi ve İmam Mâlik ashabının en son vefat edeni olan Ebu Huzâfe Ahmet b. İsmail es-Sehmî gibi. “Şafak ufukta kızıllığın görünmesinden ibarettir” sözünü Mâlik'den Nâfi-İbn Ömer isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözü olarak rivayet etmiştir. Oysa aynı hadis el-Muvatta da İbn Ömer'e ait mevkuf bir hadis olarak zikredilir. Yahya b. Sellam el-Basrî de öyledir. O da Mâlik-Vehb b. Keysân -Câbir isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.s) 'e ref ederek onun “Fatiha okunmayan bütün namazlar eksiktir. İmam arkasında olunduğunda müstesna” dediğini rivayet etmiştir. Oysa bu hadis de el-Muvatta'da Vehb b. Keysan tarikiyle rivayet edilmiş Câbir b. Abdillah'in sözü (mevkuf) olarak geçer. 643
5. Tâbi'îlerden rivayet ettikleri maktu hadisleri mürsel veya kendiliklerinden ekledikleri sahabi adıyla mevsul olarak rivayet edenler: Bu gruptakilere İbrahim b. Muhammed el-Makdisî misal verilebilir. Bu zât el-Firyâbi, es-Sevri, eî-A’meş, Ebu Zubyan, Selmân isnadiyle hadis rivayet eder. Oysa aynı hadis el-A’meş'in kitabında İbrahim en-Nehaî'nin mürseli olarak görülür.
6. Daha çok ibadete düşkün, sâlih, abid ve zahid kimseler oldukları halde hadis hıfzına, hadisde itkana önem vermeyerek rivayeti hafife alanlar: Bu tabakadan olanlar pek çoktur. Ekseriyetini zahidler ve abidler oluşturur. Sabit b. Musa gibi. Bir gün el-Müstemlî önde, Kadı Şerik b. Abdillah'ın meclisine gider. Şerik “haddesenâ'l-A’meş, an Ebî Sufyân An Câbir, Kale, kale Resulullah (s.a.s) dediği içeri girer. Şerik isnadını böylece zikrettiği hadisin henüz metnini söylememiştir. O anda Sabit b. Musa'ya bakarak “geceleri çokça namaz kılanın gündüzleri yüzü fazlaca nurlu olur” der. Bununla Sâbit'in zühd ve verasını kasdetmiştir. Oysa Sabit, Şerîk'in bu sözleriyle daha önce söylediği isnadla Hz. peygamber (s.a.s)'e ait merfu bir hadis rivayet ettiğini zanneder. Ona ait bu sözleri bu vecihdert başka aslı olmayan merfu bir hadis olarak rivayet eder. Aynı hadis sirkate maruz kalır ve Serik'ten rivayet edilir. Sabit gibi ravilerin iyi niyetlerine zühd ve takvalarına diyecek söz yoktur. Şu var ki, rivayetin kaideleri vardır. Hadis ilminde zan iyi bile olsa geçersizdir. Abdurrahman b. Mehdî “İki şeyde, hüküm ve hadiste iyi zan doğru olmaz der.” Nitekim Amr b. Muhammed en-Nâkıd'ın rivayetine göre Vekî, kendisine bir soru sorana
“Said b. Ubeyd et-Ta'î nin eş-Şa'bî'den rivayet ettiği, başkası yerine haccedip sonra kendi adına Kabe ziyareti yapan kimse hakkındaki hadisi biliyor musun?” diye sorar. Adam:
“kim rivayet etmiş” diye ravisini öğrenmek ister. Bu soruya Amr b. Muhammed, Vekî yerine
“Vehb b. İsmail rivayet eder” cevabını verir. Bu sefer Vekî,
“Vehb b. İsmail salih biridir, der; lakin hadisin ricale ihtiyacı vardır.”
7. “Mecruh ravilerin yedinci tabakasını ise hadis şeyhlerinden hadis işiten hem de fazlasıyla işiten sonra da işitmedikleri hadisleri onlara nisbet ederek rivayette bulunan (tedlis yapan) lar oluşturur. Bunlar şeyhlerden rivayet ettikleri ile etmediklerinin arasını ayırt etmezler. Horasan'a giderler, orada daha önce hadislerini yazdıkları bir şeyhten rivayet edilen bir hadis öğrenirler, hemen aşinrlar ve rivayet ederler. Zamanla bu, hadisleri arasında belli olur. Zamanımızda da garâib peşinde koşan pek çok ilim ehlinin aynı işi yaptıklarını gördük.” 644
El-Hâkim bundan sonra üç tabaka daha sayar. Bunlar da sırasıyla şunlardır.
Yetiştikleri şeyhten musannef kitapları rivayet eden ancak semâlarına esas olan nüshayı ihtiyarlayıncaya kadar yazmaya üşenenler; kendilerinden hadis talebinde bulunanlar olunca da rivayetlerinde doğru oldukları vehmine kapılarak satın aldıkları semai olmayan bir nüshadan hadis rivayet edenler;
Hadisden anlamayan, muhaddisin bilmesi lazım gelen on hususun birine bile dönüp bakmayan, hadislerini ezberleyen, ilim talibinin arayıp, bulup, elde ettiği, sonra da kendilerine okuduğu, aslında rivayet hakkına sahip olmadıkları hadisleri telkin sonucu bilmeden kendi hadisleri kabul ve bunu ikrar edenler;
Nihayet hadis için yolculuk yapıp gittiği yerlerde en meşhur şeyhlerden hadis yazan, yazdıklarını iyi bilen, ancak yangın, sel basması, çalınmak gibi sebeplerden dolayı kitabı telep olup hadis rivayeti talebini karşılamak için başkalarının kitaplarından veya tahminen ezberden rivayet edip sikalıktan düşenler... 645
Görüldüğü gibi mecruh ravilerin çoğunun başta yalan söylemek olmak üzere rivayet şartlarına uymamak yüzünden cerhedilenler teşkil etmektedir. Hadis usulü ve rical kitaplarında buna benzer sebeplerden cerhedilenlere de rastlanır. Ne olursa olsun bir ravi mecruh ise rivayetine ihtiyat gözüyle bakılır; Hadisleri cerhine sebep teşkil eden hale göre dikkate alınır.

Medhûl:

Sokulmuş anlamına gelen bu ism-i mefûl, bir ravinin, rivayet ettiği hadislerden olmadığı halde rivayetleri arasına sokuşturulmuş hadise denilmiştir.



Meğâzî:

Hz. Peygamber (s.a.s)'in gazaları ile ilgili rivayetlere verilen isimdir. Böyle rivayetleri bir araya toplayan eserlere de aynı isim verilmiştir.


Siyerin bir kolu olan meğâzî konusunda hayli eser vardır. Musa b. Ukbe'nin ve İbn Şihâb ez-Zuhrî'nin Kitâbu'l-Meğâzîleri ile el-Vâkidî'nin aynı isimdeki eseri, konunun örneklerini oluştururlar.

Me'hûz Bih:

Alınan, kabul edilen manasına bir tabir olup bazı hadis alimlerine göre sahih ve hasen gibi makbul hadislerin kısımlarından biridir ve muhkem olduğu için atılmayıp alman ve gereğince amel edilen hadisleri ifade eder.


Muhtelefu'l-hadis konusunda daha geniş olarak açıklandığı gibi bir makbul hadis kendisine zıd olarak varid olmuş bir diğer makbul hadisle aralarında aykırılık bulunmasından ya salim olur, ya olmaz. Eğer aykırılıktan salim ise muhkemdir. Hükmü de alınması ve gereğince amel edilmesidir. Değil ise, yine, makbul olan muhkemdir, diğeri gayri me'huzûn bih kabul edilir. İşte kendisine zıd olan diğer bir makbul hadisin muarazasından salim olduğundan muhkem sayılan ve kabul edilerek tereddütsüz gereğince amel edilen hadise aynı zamanda me'huzûn bih denilmiştir.646

Me’mûn:

Kelime olarak güvenilir, emniyetli, emin manasına gelen me’ınun, tadil lafızlarındandır. Ta'dîlin İbn Ebî Hâtim'in tertibine göre ikinci, ez-Zehebî'ye göre üçüncü, İbn Hacer'in tertibine göre ise dördüncü mertebesine delalet eden lafızlara el-Irakî'nin ilave ettikleri arasında yer alır.


Kaide olarak ta'dilin bu mertebesinde bulunan lafızlardan birisiyle adaletine hükmedilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir. Zira İbnu's-Sâlah'a göre bu mertebedeki lafızların hiç birine ravinin zabt durumunu gösterecek emare yoktur. Böylelerinin rivayeti ancak zabt sahibi hadis hafızlarının rivayetlerine uygunluğu ölçüsünde muteberdir. Bunun için hadislerinin araştırılması gerekir.647 Şu hale göre hakkında me’mun hükmü verilmiş olan ravinin hadisleri yazılır, zabt durumunu anlamak için gözden geçirilir.

Men Mislu Fulân:

“Falanca gibisi varmı” manasına tadil lafızlarındandır. Cerh ve ta'dil alimleri tarafından ta'dilin yüksek derecesini ifade etmek üzere kullanılmıştır, bu ve aynı mertebede olan diğer lafızlarla adaletine hükmedilen ravi her bakımdan güvenilir biridir.



Menâkib Ve Mesâlib:

Kısaca menkıbeler manasına gelen bir tabir olup cami türü hadis kitaplarının ihtiva ettiği ana konulardan biridir. Daha çok sahabîlerin menkibeleri hakkında hadisler bu bölümde yer alır.



Menba'ul-Kizb:

Bk. Ma'dinu'1-Kizb.



Menferede Bihî Müslim:

Müslim'in Buhârî'den teferrüd ettiği hadis manasına sahih hadislerin derecelendirilmesinde geçen bir tabirdir.


Müslim'in kitabına alarak Buhâri'den infirad ettiği hadisler sahihin üçüncü derecesini teşkil ederler. (Bk. Merâtibu's-Sahîh).

Men'ferede Bihi'l-Buhârî:

Buhâri'nin rivayetinde Müslim'den teferrûd ettiği hadis manasına Buhâri'nin sahihine alıp Müslimin almadığı hadisler için kullanılan bir tabirdir.


Buhâri'nin Müslim'den infirad ederek sahihine aldığı hadisler sahihin ikinci derecesini teşkil ederler. (Bk. Merâtibu's-Sahîh).

Mensûh:

Bk. Nesh.



Menşe':

Bk- Aslu's-Sened.



Menşe'u's-Sened:

Bk. Aslu's-Sened.



Merâsîlu's-Sahâbe:

Bk. Sahâbî Mürseli.



Merâtibu'l-Cerh:

Bk. Cerh Mertebeleri.



Meratibu's-Sahîh:

Sahîh li-aynihî (veya li-zâtihî) hadislerin dereceleri manasına bir tabirdir. Sahih olduğu belirlenmiş hadislerin derecelerini belirtmekte kullanılır.


İbnu's-Salâh’ın naklettiğine göre sahih hadisler yedi mertebededirler.
1. Muttefekkun aleyh: Buhârî ile Müslim'in ittifakla sahihlerine aldıkları sahih hadislerdir.
2. Me'nferede bihi'l-Buhârî: Buhâri'nin sahih görüp Sahihi'ne aldığı, Müslim'in almadığı hadisler. Bir diğer ifadeyle Buhâri'nin Müslim'den infirad ettikleri.
3. Me'nferede bihî Müslim: Müslim'in rivayetinde Buhâri'den infirad ederek sahihine aldıkları.
4. Mâ alâ Şartihima: Buhârî ile Müslim'in sahihlerine almadıkları, ancak sahihlik şartlarına uyanlar.
5. Mâ alâ Şarti'l-Buhârî: Buharinin koyduğu sahihlik şartlarına uyan sahih hadisler.
6. Mâ alâ Şarti Müslim: Müslim'in koyduğu sahihlik şartlarına uyanlar.
7. Sahîh inde gayrihima: Buhârî ve Müslim'den başka muhaddislerin sahih olduğuna hükmettikleri hadisler

Merâtibu't-Ta'dîl:

Bk. Ta'dil Mertebeleri.



Mercûh Aleyh:

Bk. Tercih.



Merdûd:

Reddedilmiş manasına gelen ism-i mefûl olan merdûd, makbûl'un mukabilidir. Hadis İlminde umumiyetle sıhhat şartlarını haiz olmadıklarından amel edilemiyecek nitelikteki zayıf hadisler için kullanılır.


İbn Haceri'l-Askalani mütevatir dışında kalan haberleri makbul ve merdûd olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Bunlardan makbul, sahih ve hasen gibi sıhhat şartlarını taşıyan ve amel edilebilecek durumda olan hadislerdir. (Bk. Makbul). Merdûd ise bunun aksine senedinde ya da metninde bulunan kusurlar yüzünden zayıf addedilen ve amel edilemeyecek durumda bulunan hadislerdir.

Merdûd Âhad:

Bk. Ahad.



Merdûd Şaz:

Bk. Şaz.


Merdûdu'l-Hadîs:

Hadisleri merduddur manasına cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesini ifade eder. Bu derecede bulunan lafızlardan birisiyle cerhedilen ravinin hadisine yazılır, ne i'tibar için dikkate alınır; ne de istişhada yarar addedilir. Hakkında merdûdu'l-hadis hükmü verilerek cerhedilen ravinin hadisi de öyledir. Hiç bir şekilde itibar edilmez.



Merfû:

Kelime olarak yükseltilmiş, kaldırılmış şey manasına ismi meful olan merfu Hz. Peygamber (s.a.s)'e nisbet edilen söz, fiil ve takrirlerle -bazı alimlere göre- sıfatlara denir.


İsnadı ister muttasıl olsun ister olmasın, Allah Resulüne isnad edilen bütün nakiller merfu addedilir.
İbnu's-Salâh merfuyu, özellikle Hz. Peygamber (s.a.s)'e izafe edilen rivayetler olarak tarif eder ve isnadı muttasıl veya munkatı olan rivayetlerle mürselin de merfu’ya dahil olduğunu söyler. 648el-Hatîbu'l-Bağdadî ise Sahabinin Hz. Peygamber (s.a.s)'den haber verdiklerini merfu addederek649 bir haberin merfu olabilmesi için onun sahabi tarafından Allah Resulüne isnad edilmesi gereğine işaret eder. Buna göre yalnızca bir sahabînin “Hz. Peygamber şöyle buyurdu. Hz. Peygamber şunları söyledi. Allah Resulü şunu yaptı” ve benzeri sözlerle ona nisbet ederek rivayet ettiği haberler merfudur ve bu takdirde, tabiî'nin sahabîyi zikretmeden Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği mürsel, merfu sayılmamak gerekir. İbnu's-Salâh, daha sonra da İbn Hacer, el-Hatib'in bu tarifini eleştirmişlerdir. İbn Salâh'a göre merfu hadisi mürsel karşılğı olarak gören hadis alimleri bu ıstılahlarıyla isnadı muttasıl olan merfu'u kasdetmişlerdir. 650İbn Hacer'e göre ise el-Hatîb, bir hadisin merfu olması için onu sahabî tarafından Hz. Peygambere izafe edilerek rivayet edilmesini şart koşmamıştır. Onun sözleri hadisi Hz. Peygambere nisbet edenin daha çok sahabi oluşuna göredir. 651
Anlaşılıyor ki hadis alimleri merfu ıstılahını daha çok isnadı Hz. Peygambere kadar ulaşan haberler için kullanmışlar ondan sonrasının muttasıl veya munkatı olmasına itina göstermemişlerdir. Merfû'nun yukarıdaki meşhur tarifi bu anlayışa göre vücut bulmuştur.
Merfu hadislerin bir kısım sarih merfû'dur. Bir kısmı ise hükmen merfudur. Bu iki merfu kısım hakkında sarih merfû ve hükmen merfû başlıkları altında yeterli bilgi verildiğinden burada Ayrıca üzerinde durulmayacaktır.

Merfû' Hükmen:

Hükmen Merfû.



Merfû' Mürsel:

Mürselin merfu olanı manasına birleşik bir terim olup, irsal yapılarak rivayet edilen, ancak merfu olarak Hz. Peygambere isnad edilen hadisleri ifadede kullanılır. Bazı muhaddisler irsali mutlak manada alarak ravilerinden birisi hazfedilen hadislere mürsel demişlerdir. Oysa mürsel denilince tabiînin sahabîyi atlayıp isnadını Hz. Peygambere kadar ref ederek rivayet ettiği hadis kasdedilir. İşte umumi manada isnadında irsal yapılarak rivayet edilen hadis ile mutlak manada tabiînden birinin sahabiyi atlamak suretiyle Hz. Peygamber (s.a.s) den doğrudan rivayet ettiği mürseli ayırmak isteyen bazı muhaddisler ikincisine merfu mursel demişlerdir. Aslında mürsel denildiğinde Hz. Peygamberden irsal yoluyla rivayet edilen hadis anlaşılır. Böyle iken onu isnadından irsal yapılan öteki hadislerden ayırmak isteyenler ona bir de merfu vasfı eklemişlerdir. Şu var ki mürsel, esas itibariyle merfu olduğundan bu yaygın olarak bütün Hadis Usulü âlimleri tarafından kullanılan bir ıstılah vasfı kazanmamıştır.



Merfû'an:

Bk. Refe'ahu



Mervî:

Bk. Merviyyat.



Merviyyat:

Sözlükte “ravâ” fiilinin ismi mefulu olan mervînin çoğuludur. Rivayet edilen şeyler manasına gelir. Hadis ilminde umumiyetle rivayet edilen hadis ve haberler manasına gelir ve herhangi bir muhaddisin şeyhlerinden rivayetlerini ifade eden bir tabir olarak kullanılır. Diğer taraftan icazet yoluyla rivayette merviyyat şeyhin icazetle aldığı hadisleri ifade eder. Misal vermek gerekirse şeyh, kendisinden rivayette bulunan talibe hadislerini başkalarına rivayet etmesi için icazet verirken eceztu leke cemî'a merviyyâtî dediği takdirde icazete esas olan hadisleri kendisinin de icazetle aldığını belirtmiş olur.



Merviyy Anh:

Kendisinden rivayette bulunulan kişi manasından da anlaşılacağı gibi tâlib denilen hadis ravisine hadis rivayet eden muhaddise denir. Bir başka deyişle merviyy anh, kendisinden hadis rivayet edilen şeyhtir. Rivayettte. rivayete esas teşkil eden Hz. Peygamberin hadisi; onu kendisine haber veren kimseye isnad edene nisbet ederek rivayet eden şahıs, bir de ondan alan ikinci şahıs olmak üzere üç unsur olduğuna göre, merviyy anh ikinci unsurdur ve hadisi kendisine haber verene isnad ederek talebesine nakleden ravidir. Yukarıda da söylendiği gibi daha çok şeyh tabir edilir.



Mesânîd:

Bk. Müsned.



Mesmû'ât:

Sözlükte işitmek manasına gelen semi'â fiilinin ism-i mefulu olan mesmû' kelimesinin çoğuludur. Hadis usulünde şeyhin çeşitli yollarla kendi şeyhinden rivayet etmiş olduğu hadisleri ifade eden bir tabir olarak kullanılır.


Bununla birlikte mesmu'at tabiri icazet yoluyla rivayette şeyhin icazetle aldığı hadisleri ifade eder. Açıklamak gerekirse Şeyh hadislerini rivayet eden talibe icazet verirken Eceztu leke cemî'a mesmuâtî dediği takdirde icazet verdiği hadisleri kendisinin de icazetle almış olduğunu belirtmiş olur.

Mesrûk:

Aşırılmış, çalınmış demektir. Hadis ıstılahında maklubu'l-isnâd hadislere bazı alimlerin verdikleri isimdir.


Sirkatu'l-hadîs bahsinde de söz konusu edildiği gibi, hadislerin isnadında kalb iki çeşittir. Bunlardan birincisi, bir hadis, bir ravinin rivayeti olarak meşhur iken garîb göstererek cazip hale getirmek ve muhaddislerin rağbetini çekmek üzere asıl ravisi yerine aynı tabakatan bir diğer ravi getirilerek rivayet edilir. Meselâ, Sâlim'in rivayeti olarak meşhur olan bir hadis Nâfi'den; Mâlik'in rivayeti olarak bilineni Ubeydullah b. Ömer'den rivayet edilir. Bazı âlimler, İsnadda böyle kalb yapmaya sirkat; bu türlü bir kalb ile rivayet edilen hadise ise mesrûk (çalıntı mal) demişlerdir.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin