Hakîkat Kitâbevi Yayınları No: 3


WILLIAM PICKHARD (İngiliz)



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə27/49
tarix15.09.2018
ölçüsü3,83 Mb.
#81842
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   49

19. WILLIAM PICKHARD (İngiliz)


Bir hadîs-i şerîfde, (Her çocuk müslimânlığa uygun ve elverişli olarak doğar. Bunları sonradan anaları, babaları yehûdî, hıristiyân veyâ mecûsî yapar) buyurulmakdadır. Ben de, o hâlde, müslimân olarak doğmuşdum. Ancak, bunun böyle olduğunu anlamaklığım için, aradan birçok seneler geçdi. Ben dahâ çocukken, geçmiş zemânla çok ilgilenirdim. Üniversiteyi bitirdikden sonra, muharrirliğe başladım. O zemânlar tanınmış bir yazar değildim. Ne olacağım da belli değildi. Bana hıristiyân olarak, Allah ve Allaha ibâdet etmek hakkında ba’zı şeyler öğretmişlerdi. Ben, yalnız onların öğretdiklerine değil, târîhde okuduğum, kibarlık ve cesâret nümûnesi olan her şahsiyyete karşı, âdetâ ibâdete benzer bir râbıta duyuyordum. Nihâyet bana, o zemânlar İngilterenin bir müstemlekesi olan Ugandada bir me’mûriyyet verildi. Afrikaya gidince, burada hayâtın büsbütün başka olduğunu gördüm. Buradaki insanların yaşama tarzı, dünyâda zuhûr eden hâdiselere karşı teessürleri, birbirlerine karşı olan mu’âmeleleri, İngilterede düşündüğüme ve tahmîn etdiğime hiç uymuyordu. Buradaki insanlar, çok ibtidâî ve güç olan hayât tarzlarını ve karşılarına çıkan dürlü dürlü müşkilâtı büyük bir tevekkül ile karşılıyorlar, en ümmîdsiz zemânlarda bile, neş’elerini gayb etmiyorlar, kendileri ne kadar fakîr olursa olsun, birbirlerine yardım etmekden çekinmiyorlardı. Onlar birbirlerine, bizim gibi insanların anlıyamıyacağı bir sevgi ve şefkat ile bağlanmışlardı. Şark, esâsen beni okulda çok ilgilendirmişdi. Cambridge’de (Bin bir Gece) masallarını zevkle okumuşdum. Şimdi Afrikada hakîkî şarklı yanında, bu kitâbı tekrâr elime aldım. Ugandada geçirdiğim bu güç ve zor hayât, beni şarklılara yavaş yavaş yaklaşdırdı. Şimdi binbir gece masallarını okurken, onları Ugandalılar ile mukâyese ediyor ve âdetâ onlarla birlikde yaşıyordum.

Ben artık buradaki hayâta alışmışken, Birinci Cihân Harbi



-202-

patlak verdi. Asker olmak için alâkalı makâma mürâca’at etdiğim zemân, sıhhatimin bozukluğundan dolayı beni askere almadılar. Sıhhatim biraz düzelince, tekrâr başvurdum. Bu sefer beni kabûl etdiler ve Fransaya, Alman cebhesine yolladılar. 1917 deki korkunç Somme muhârebelerine katıldım. Bu muhârebelerde yaralandım ve Almanlara esîr düşdüm. Almanlar beni Almanyaya götürüp orada hastahâneye yatırdılar. Bu hastahânede çok korkunç şeyler gördüm. İnsanlar bu harbler yüzünden ne kadar perîşân oluyorlardı. Hastahâneye birçok rus esîrleri getirmişlerdi. Bunlar dizanteriden bitkin bir hâle düşmüşlerdi. Almanyada yiyecek vaz’ıyyeti çok kötü idi. Esîrlere, hastalara kâfî yiyecek veremiyorlardı. Ben açlıkdan kıvranıyordum. Sağ kolumdaki ve sağ bacağımdaki yara bir dürlü iyileşmiyordu. Çolak ve kötürüm olmuşdum. Almanlara başvurarak, bu hâlimle artık hiçbir zemân muhârib olarak bir işe yaramıyacağımdan, İsviçredeki esîr mübâdele komisyonu vâsıtası ile beni memleketime göndermelerini ricâ etdim. Almanlar muvâfakat etdiler. Beni İsviçreye yolladılar. İsviçrede beni tekrâr hastahâneye yatırdılar. Kolum, bacağım işe yaramaz hâle gelmişdi. Şimdi ben ne olacakdım? Hayâtımı nasıl kazanacakdım? Bunları düşündükce, sonsuz bir ümmîdsizliğe kapılıyordum. İşte, tâm bu rûh hâleti içinde iken, aklıma Ugandada satın aldığım bir kitâbda okuduğum, Kur’ân-ı kerîmden alınmış ba’zı tesellî edici âyetler geldi. O zemân ben bunları büyük bir alâka ve çok muhabbet ile okumuş, tekrâr okumuş ve hemen hemen ezberlemişdim. Bunları kalbimden geçirmeğe ve her gün birçok def’alar tekrâr etmeğe başladım. O zemân, kalbime bir ferâhlık çöküyor, ümmîd kapıları açılmağa başlıyordu. Hakîkaten de öyle oldu. İsviçreli doktorlar, beni bir kerre dahâ ameliyyât etdiler. Bacağım düzelmeğe başladı. Ben bunu Kur’ân-ı kerîme borçluydum. Yürümeğe başlar başlamaz, ilk işim hemen bir kitâbevine giderek, Savarynin bir Kur’ân-ı kerîm tercemesini satın almak oldu. [Bu kitâb, hâlâ benim en kıymetli bir arkadaşımdır.] Bu sefer Kur’ân-ı kerîm tercemesini başdan aşağı okumağa başladım. Okudukca kalbim ferâhlıyor, rûhum yükseliyor, sanki mu’azzam bir nûr kitlesi derûnuma nüfûz ediyordu. Ayağım temâmiyle düzelmişdi. Fekat sağ kolum hareketsiz kalmışdı. Bunun üzerine Kur’ân-ı kerîmin emr etdiği gibi, Allahü teâlâya tevekkül ederek, sol elimle yazmağı öğrendim. Bu tevekkül sâyesinde, bu iş çok kolay oldu. Sol elimi kullanmağı öğrenince, ilk yapdığım iş, sol elimle Kur’ân-ı kerîmin âyetlerini yazmağa başlamak oldu. Vaktiyle bir islâm kitâbını okurken, oradaki bir hikâye üzerimde büyük bir te’sîr yapmışdı. Bu hikâyede, bir mezârlıkda, kabrlerin yanında



-203-

kalmış bir gencin, etrâfındakilerin hiç farkına varmadan ve nerede olduğunu da düşünmeden Kur’ân-ı kerîm okuduğundan bahs olunuyordu. İşte ben de, kendimi onun yerine koyuyor, kendimi Allahü teâlânın lutfuna teslîm ediyor ve Kur’ân-ı kerîm okuyordum. Ya’nî artık ben müslimân olmuşdum.

1918 senesinde Londraya döndüm. 1921 senesinde Londra Üniversitesinde Arabî dersleri almağa başladım. Birgün bana Arabî öğretmenim Iraklı Bay Belşah, Kur’ân-ı kerîmden bahs etdi. (İnanıp inanmamakda serbestsiniz. Fekat onun çok enteresan ve tedkîk etmeğe lâyık bir kitâb olduğunu göreceksiniz) dedi. Ben ona, (Kur’ân-ı kerîmi biliyorum, onu okudum ve hem de çok okudum ve ona inanıyorum) deyince, hayretler içinde kaldı. Birkaç gün sonra beni Notting Hill Gatede bulunan Londra câmi’ine götürdü. Bir sene kadar oradaki ibâdetlere iştirâk etdim. 1922 senesinde resmen müslimân oldum.

Şimdi 1950 senesindeyiz. Bugüne kadar islâmiyyetin emr etdiği her husûsa iki elle sarıldım ve bundan büyük bir lezzet duydum. Allahü teâlânın kudretinin, rahmetinin ve inâyetinin hudûdu yokdur. Hayât yolunda bizim taşıyabileceğimiz ve öteki dünyâya da götürebileceğimiz biricik servet, Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, [Ona minnet bildirmek] ve O yüce kudret sâhibine sevgi ile bağlanmak, Ona ibâdet etmekdir.


20. Bayan MES’ÛDE STEINMANN (İngiliz)


Müslimânlık kadar kolayca anlaşılabilen ve insâna cesâret veren başka bir din yokdur. Hayâtda, insan rûhunu râhat ve huzûra kavuşduran, insana, hâlinden memnûn olarak yaşamağı ihsân eden ve onu öldükden sonra ebedî se’âdete ve selâmete ulaşdıran biricik din, islâmiyyetdir.

İnsan, Allahü teâlânın yaratdığı muhtelif mahlûklardan biridir. Muhakkak, diğer mahlûklarla arasında bir bağ vardır. İnsan, Allahü teâlânın yaratdığı en mükemmel bir mahlûkdur. Ona böyle fazîlet veren, onda bir rûh olmasıdır. İnsanın rûhu, onu dâimâ dahâ yükseklere götürmeğe gayret eder. Rûhu temizliyen ve besliyen ise ancak dindir.

Acabâ insan ile onu yaratan büyük kudret sâhibi arasında ne gibi bir râbıta vardır? Bunu şübhesiz din bildirmekdedir. Ben din hakkında muhtelif âlimlerin neler söylediklerini tedkîk etdim. Aşağıda birkaç misâl veriyorum:

-204-

Carlyle’in (Kahramanlar ve Kahramanlara Tapınanlar) eserinden:

(Bir insanın dîni, onun kalbinin îmân etdiği bir husûs, onun en bâriz bir sıfatıdır. Din öyle bir şeydir ki, insanın doğrudan doğruya kalbine gider. Onun dünyâdaki fe’âliyyetlerini ayarlar. Ona vazîfelerini bildirir. Gideceği yolu gösterir ve onun âkıbetini (sonunu) ta’yîn eder).



Chesterton’un, (Düşünülecek Olursa) kitâbından:

(Din, bir insanın, kendinin veyâ başkalarının varlığında neler bulunduğu hakkında elde etdiği en yüce gerçeği ifâde eder).



Ambroce Bierce’nin (Şeytanın Sözlüğü) eserinden:

(Din, insanlara, bilmedikleri birçok şeyleri öğreten, onlara hem korku, hem ümmîd aşılayan bir kaynakdır).



Edmude Burke’un, (Fransa İhtilâli) ismindeki kitâbından:

(Bütün hakîkî dinlerin emr etdiği husûs, Allahü teâlânın emrlerine itâ’at, Onun dînine hurmet ve i’tibâr ve böylece mümkin olduğu kadar Onun rızâsına yaklaşmakdır).



Swedenborg’un (Hayat Doktrini) eserinden:

(Din demek, iyilik yapmak demekdir. Dînin varlığı iyilikdir.)



James Harrigton’un (Okyanus) kitâbından:

(İster ondan korksun, isterse ondan tesellî bulsun, dünyâda herkesin az veyâ çok, dinle irtibâtı vardır.)

Dünyâda herkes birçok def’alar bilmediği, anlıyamadığı, îzâh edemediği husûslarla karşılaşır. İşte bunları ona îzâh eden, ona tâm bir îmân, i’timâd bahş eden, ancak dindir.

Ben niçin islâm dîninin dünyâdaki dinlerin en mükemmeli ve hak din olduğuna inanıyorum? Bunu şöyle îzâh edeyim:

Her şeyden önce, islâm dîni yüce, bir tek Allahdan başka tanrı olmadığını, Onun doğmadığını ve doğurmadığını ve Ona benzer başka hiç bir hâlık bulunmadığını bildirir. Allahü teâlânın varlığını, birliğini, azametini ancak Allahü teâlâya yakışır bir azamet ile bildiren başka hiç bir din yokdur. Kur’ân-ı kerîmde Hûd sûresinin dördüncü âyetinde meâlen, ([Ey kullarım], dönüşünüz ancak banadır. Allah her şeye kâdirdir) buyurmakda, İsrâ sûresinin elli beşinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, göklerde ve yerde olan mahlûkâtın hâllerini en iyi bilendir) buyurmakda ve Kur’ân-ı kerîmin diğer bütün sûrelerinde dâimâ Onun (tek hâlık olduğundan), (dâimî olduğundan), (sonsuz olduğundan), (her şeyin Ona ma’lûm olduğundan), (en doğru hükmü veren hâkim olduğundan), (en büyük yardımcı olduğundan), (en merhametli bir hâlık

-205-

olduğundan), (en büyük afv edici olduğundan) bahs edilmekdedir. Bunları okudukça, insanın Allahü teâlâya nasıl çekildiğini, Onun karşısında nasıl eridiğini ve Onun lutfüna nasıl sığındığını size ta’rîf edemem. Kur’ân-ı kerîmde, Allahü teâlâ Hadîd sûresinin onyedinci âyetinde meâlen, (Biliniz ki, Allahü teâlâ yer yüzünü [kuraklıkla] öldürdükden sonra [yağmurla] diriltir. [Ölü kalbleri de zikr ve tilâvetle diriltir.] Akl edersiniz diye bunlarıık deliller ile size beyân etdik) buyurmuşdur. Nâs sûresinde de, meâlen, ([Ey Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”!] Söyle ki, ben insanlardan ve cinden, insanın gönlüne vesvese veren şeytânın şerrinden, insanlara muhtâc oldukları şeyleri gönderen ve onları korkulu şeylerden koruyan ve ibâdet olunmağa hakkı olan mâlikime sığınırım) buyurmuşdur.

Bu yüce sözleri okuyunca, insan nasıl olur da, bu büyük hâlıka inanmaz ve Ona sığınmaz? Bütün bunlar, insanın hayâtda kaldığı müddetce, üzerinde onu koruyan çok merhametli bir hâlıkın bulunduğunu his ederek, râhata kavuşması ve doğru yolu tutması için kâfî gelmez mi?

İslâm, en doğru bir din olduğunu ve kendisinden evvel gelen dinlerin bütün doğru kısmlarını kendisinde topladığını açıkça bildirir. İslâmiyyetin en büyük kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmde yazılı bütün husûsların, sâde, açık ve herkes tarafından anlaşılır mantıkî esâslar olduğunu söyler. Bunlar çok doğrudur. Hakîkaten, eğer Allahü teâlâ ile kul arasında âhenkli bir münâsebet te’sîs etmek, cismânî [bedenle ilgili] ve rûhânî husûsları âhenkli tarzda birbiri ile birleşdirmek, dünyâda ve âhiretde huzûr içinde kalmak istiyorsak, muhakkak islâm dînini kabûl etmemiz lâzımdır. Ancak İslâmiyyet sâyesinde rûhen ve bedenen tekâmül ederiz.

Hıristiyanlık ancak rûhiyyat, vicdan ile meşgûl olur ve her bir hıristiyanın üzerine onun taşıyamıyacağı kadar ağır ma’nevî, vicdânî yükler koyar. Hıristiyanlık, insanı bir günâhkâr olarak kabûl eder ve ondan, onun anlıyamıyacağı ve hiç bir mantığa sığmıyan keffâretler ister. Hâlbuki islâm dîni, yalnız sevgi üzerine kurulmuşdur. Hıristiyanlıkda çok derin ilm adamları, insanların değişik rûh hâletlerini inceleyerek, onların üzerine yüklenmiş olan bu ağır yükler arasında belki bir parçacık Allah sevgisi bulabilir. Fekat bunlar da, bugünkü hıristiyanlıkda bu sevgi parçacığının bile birçok hurâfeler altında nasıl büsbütün gayb olduğunu görerek üzülürler. Coleridge bir kitâbında, (Hıristiyanlığı fazla seven bir kimsenin, yavaş yavaş hıristiyanlıkdan uzaklaşarak, kiliseyi dahâ fazla sevmesi ve sonunda kendini en fazla sevmesi bir hakîkatdir)

-206-

demekdedir. Hâlbuki İslâmiyyet bize, Allahü teâlâyı saymamızı, sevmemizi, yalnız Onun emrlerine uymamızı, bir yandan da, kendi aklımızı ve mantığımızı kullanmamızı emr etmekdedir. Hıristiyanlıkda bir mikdâr hakîkat kalmışdır. İslâmiyyetde ise, herşey hakîkat üzerine kurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîmde, Allahü teâlâ, hangi ırkdan, hangi renkden olursa olsun, bütün kullarına Yûnus sûresi yüzsekizinci âyetinde meâlen şunu beyân buyurmuşlardır: (de ki, Ey insanlar! Rabbinizden size hakîkat gelmişdir. Doğru yola giren ancak kendi kazancı için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmışdır. Ben sizin bekçiniz değilim). Ben bütün bunları okudukdan ve Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını iyice kavradıkdan sonra, islâmiyyetin her dürlü düşüncelerime en doğru cevâbı verdiğini gördüm, seve seve müslimân oldum. İslâmiyyet bana hakîkî yolu gösterdi ve cesâret verdi. Dünyâda huzûr ve râhata kavuşmak ve âhiretde selâmete erişmek için, müslimân olmakdan başka bir tarîk [yol] yokdur.



Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   49




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin